Bilginin doğası, her türden tutucu, dogmatik ve mutlak belirlemeci düşünüş tarzı ile sürekli bir çelişme halindedir. Bilginin kaynağı olan maddeler, biz insanların duyumsama yeteneğinin olmadığı olası bir dünyanın da gerçekleridirler.
Diyalektik Materyalizm, kendisinden önceki Materyalizm türevleri den de farklı olarak, maddeyi “kendi ürünü” olan bilinçten bağımsız olarak ele alıp özgürleştirmiş; insanın bilinç üreten beyni de dahil tüm maddelerin varoluş biçimininim çelişme ve hareket olduğunu formüle etmiştir. Bu yazının ana amaçlarından birisi de sınıf mücadelesinde önceden belirlenmiş bir stratejiyi yada planı değişmez görmenin ve ilan edilmiş politik enstrümanterin statik olduğuna dair Mekanik Materyalist anlayışların eleştirisidir. Bilginin doğasını anlamaya; bilgi ile devrimciler ilişkisinin diyalektik içeriğini kavramlaştırıp çalışır hale getirerek sahte radikalizmden ve marjinal dünyanın dışında kalan, proletaryanın ileri kesimlerinin bütün devrimci çözüm arayışlarını revizyonistlikle suçlama hastalığından kurtulabiliriz.
Kendinde olan bilgiyi bizim için değiştiremeyen, bilgiyi anlayamamış demektir. Bu durum, Marksist bilgi felsefesinin temelini oluşturur. Dünyayı değiştirme yeteneği gösteren proleter felsefemizin epistemolojik ifadesi bu devrimci yasada gizlidir. Eski Roma’da, “Doğa sıçramaz” diye bir deyim vardı. Her felsefi görüş, ürünü olduğu sınıfların Sosyo ekonomik çıkarlarını gözetiyor. Dolayısı ile dönemin Romalı ideologları, sömürü düzeninin sürekli olduğunun telkinini halka vermek istemişlerdi. Bu durum, dönemin hakim sınıflarının mülk ve imtiyaz güvencesini sağlamaya dönük planlı ve anlaşılabilir bir üst yapı modellemesiydi. Benzer bir doğa tasarımının felsefi etkisi ile metodoloji de statiklik, halk kesiminin elinde bile umutsuzluğun, karamsarlığın ve yılgınlığın aracına dönüşebilir. Bilgi ile ilişkisini düzeltmeyen birey ve politik grupların hastalıklı ideolojik belirlemelere düşeceği kaçınılmaz bir durumdur.
Belirsizlik ilkesinin bulucusu Heisenberg, Kuantum dünyasındaki sıçramaları, doğanın değil, onu ölçerken belirsizlik nedeniyle esasta bizim bilgilerimizin sıçradığı şeklinde ifade etmişti. Oysa bilgi teorisi, maddelerin hareketinin tam olmasa da yaklaşık bir değerdeki uygunluk ifadesinden başka bir şey değildi. Bu uygunluk parametreleri göreceli olmakla birlikte, yanlışlanabilinir tarafları olan ve sürekli değişken bir haldedirler. Metrenin milyarda bir ölçeğindeki fizik yasaları, Diyalektik Materyalizm ile bir çelişmeye düşmemektedir. Bilakis Kuantum teorisi ortaya çıkmadan elli yıl önce, Engels, “Doğanın diyalektiği” eserinde, ışık, manyetizma, elektrik ve ısıyı fiziğin ve dolayısıyla devrimci felsefesinin konusu yaparak maddenin kavramsal derinliğini kuşatan sınırları kaldırdı. Einstein’in “Özel görelilik” teorisinden çok önceleri, Engels, madde ve enerjinin özdeşliğini ön görmüştü. Sıçramaların, bir halden bir başka hale geçişin ifadesi olarak maddelerin varoluş biçimi olduğunu ifade etmişti.
Bilim tarihinde, ışığı ve enerjiyi madde olarak gören ilk filozof Engels’tir. Kuant alanların kesikli olması ve ışığın hem dalga hem paketçik şeklindeki davranış modeli de diyalektik Materyalizmin felsefi prensiplerine uygundur. Doğanın doğasındaki belirsizlik, kesinsizlik ya da olasılığın varlığı, maddi dünyanın zorunluluğuna bir gölge yapmaz. Enerjinin korunumu yasası dediğimiz, yoktan var edilemeyeceği ya da vardan yok edilemeyeceği gerçeği, bizim bir parçacığı ölçerken gözden kaybolması hadisesine karşın kayıtsızdır. Bu anlamda Kuantum mekaniğinden idealizm doğurmak son modern insanın felsefi aptallığına iyi bir örnektir.
Milyarlarca ışık hızı ötedeki bir çift parçacığın birbirini etkilediği “Kuantum dolanıklığı” ilkesi, maddelerin bir hayalet etkiye sahip olduğu yönündeki Teolojik çağrıya değil, atom altı maddeye dair algılarımızın, “yerellik ” ilkesine müsaade etmeyecek bir tarzda zaman mekan kırımına uğradığına bir işarettir.
Bilginin doğası ile özne arasında sürekli bir çelişme vardır. Aynı zamanda bilginin formasyonel niteliği de kendi doğası ile bir çelişme halindedir. Birbirinin tersi yönünde hareket eden klasik ve modern fizik yasalarının birleştirilmesine dair imkansızlıklar ve atom çekirdeğinin etrafında saat yönünde hızla dönen elektronların içinde hareket ettikleri boşluk, bilginin formu ile doğası arasındaki çelişmelere anlaşılır örnekler olarak verilebilir. Ancak bunlar birinci elden yüzeysel örneklerdir, zira çelişkilerin fiziksel kaynakları ve felsefi kavramlaştırma sınırları daha da derindedirler. Mesela Gravitasyon, yani yerçekimi kanunun Kuant teoremlerine dair süreçler ile ilişki kuramamasının sebepleri bilinmiyor. Hiçbir şey, o şeyin ve dolayısı ile her şeyin tamamı olmadığı için, her şey hem kendisi ile hem de gözlemci ile çelişmeye girmektedir.
Sınıflı toplumlarda özne ile ilişkisi bozunuma uğrayan bilgi, metalaşarak hegemonyacı asalak azınlık sınıfların elinde politik, ekonomik, askeri, kültürel ve felsefi yönleri olan ideolojik bir silaha dönüşür. Toplumsal ilişkilerin ürettiği yabancılaşma, burjuva medya yoluyla tertiplenen manipülasyon teknikleri ile de birleşince bir perdeleme görevi görür.
Yabancılaştırıcı sonuçları itibariyle özneden ayrılan bilgi, yine öznenin türdeş varlığını tehdit eden bir araca dönüşür. Burada bilgiye sınıfsal bir mühendislik ile müdahale edilerek işlenir ve giderek işçiyi en insafsız bir şekilde sömüren, yadsıyan ve ayrıştıran sonuçlara programlı yasaların hizmetine koşullandırılır. Ve böylece bilgi, üretici güçlerin öznel bir parçası olan ve hayata dair yaşam kalım biyo makineleri olan emek güçlerini düşman olarak algılar.
Son yıllarda yaygınlaşan “Kolaboratif Robot” sistemine dayalı üretim modelleri bu duruma en iyi örnek olarak gösterilebiliriz. Sezgisel metotlar ile programlanmış, kendilerine öğretilen her hareket ve tepkimeyi hatırlayıp taklit edebilen bu endüstriyel üretim robotları geleceğin yapay zeka programının başlangıcı sayılmaktadır.
Kapitalizmin doğasındaki rekabet ve kar hırsı sebebiyle, kontrol edilemez bir tarzda gelişen bilgi teknolojisinin sınıfsallaşmasına iyi bir örnektir. Üretim fetişizmi öyle bir noktadadır ki, burjuva ideologlar, gelecekteki verim denetiminde, “Kayıp zaman” yada “Ölü zaman” tespitini gereksizleştirmek için neredeyse üretimde işçilerin olmadığı, sadece robotlardan oluşan bir dünya bile tasarımlamaktadırlar. Bu tekno faşist nitelikteki sapma, insan doğasına yine bir avuç insan tarafından yapılan en kapsamlı saldırıdır. Topyekün türdeş bir düşmanlığa dönüşmüş saldırgan bir ideoloji üretimi bu şekilde gerçekleşmektedir.
İnsan bilgiyi anlamak için kendi sınıfının lehine değiştirir. Bilgi, Kapitalist uygarlık içerisinde praksis sürece girince, proletarya sınıfı başta olmak üzere halkın tepesinde sallanan Demokles’in kılıcına dönüşür. Oradan sadece doğayı ve türdeş varlığı tehdit eden bir hal almaz, aynı zamanda bizzat bilgi alanındaki iş bölümünün bir tezahürü olarak hücrelerine kadar parçalanarak bilgisiz koca bir dünya doğurur. Bilimsel gelişmelerin toplumsal yansımasının, aydınlanmayan insanlık olarak geri dönmesinin sebebi bunlardır.
Kapitalizmin bu geç evresi ile birlikte, bilginin çoğunluk tarafından bilinebilirliği, bilginin sınıfsal amaca dair başkalaşımı yolunda gözden kaybolur. Böylece bilgisel edinim yeteneğini çoğunluk için sergileme fırsatı verilmeyen bilgi, Burjuva ideolojik laboratuvarlardaki ampirik yöntemlerin bir kurbanına dönüşür…