Bizimle iletişime geçin

Makale

“İslam Felsefesi”ne Karşı Doğu Ortaçağ Felsefesi

Her filozof ve felsefe, kendi çağının ve kendi toprağının çocuğudur. Bilgi felsefesi gibi bilgi sosyolojisi de bunu söyler. Toplumdaki üretim biçimi, üretim araçlarının gelişmişlik düzeyi, üretimin nasıl yapıldığı, paylaşımın ne durumunda olduğu felsefenin temel kaynaklarıdır. Dolayısıyla Doğu dünyasındaki fikirlerin, felsefelerin kaynağı Doğu dünyasının kendisinde aranmalıdır. Farklı toplumlardan gelen fikirler bu temel düşünce dizgesi üzerinde ancak niceliksel bir etki yapabilir, daha fazlası değil.

Dijital ortamlarda yapılan tartışma ve toplantılar, pandemi koşullarının da etkisiyle artıyor. Felsefenin Gözü programında, ayrıca Farklı Fikirler Kulübü adlı grupta da tartışmalar sürüyor. Son süreçte Doğu Ortaçağ felsefesi üzerinde bir yoğunlaşma görülüyor. Bu yazıda konuya ilişkin birkaç noktaya vurgu yapma niyetindeyim. Kavram, ana akım felsefe tarihin kitaplarında ve mevcut literatürde “İslam felsefesi” olarak adlandırılmış. Bunu Doğu Ortaçağ felsefesi olarak kavramlaştırmak daha makul görülmektedir. Bu felsefenin mekanı da oldukça geniştir. Batı Asya, Arabistan yarımadası, İran, Horasan, Kuzey Afrika, Endülüs coğrafyasına kadar mekan genişler. Ayrıca Bağdat, Şam, Halep, Kahire, Kudüs, Konya, Anadolu içleri, Mekke, Medine ve Küfe ilk akla gelen uğraklardır.

Doğu Ortaçağ felsefesinin  “beş büyükleri” olarak adlandırılabilecek olan El Kindi, Farabi, İbn Sina, Gazzali ve İbn Rüşd gibi filozofları, tartışmanın odak noktasına koymak yanlış olmaz.  Daha başka “büyükler”den de söz edilebilir elbette. Örneklerine aşağıda değineceğim. “İslam felsefesi” yerine Doğu Ortaçağ felsefesinin önerilmesi, Doğu’da da yöntem olarak Batı’daki gibi özgün bir felsefe olduğunu ileri sürmek içindir. Bu görüşler sunum, toplantı ve programlarda itirazlara neden oluyor.

Dinci, İsacı, İslamcı Felsefeler…

Ana akım felsefe tarihi kitapları, Ortaçağ’ı verimsiz bir çağ olarak değerlendirir ve felsefe tarihi kitapları da dönemi neredeyse es geçme eğilimindedir. Liberal düşünceler olsun, Osmanlı resmi ideolojisi olsun, Türk resmi ideolojisi olsun hemfikirdirler bu konuda. Yalnızca Osmanlı resmi tarih anlayışı Ortaçağ’ı sahiplenmek ister ama sahiplenme tarzının felsefeyle de ilgisi yok, bütünsellikle de ilgisi yok.

Osmanlıcı bakışa göre Ortaçağ’da Batı karanlıktır, bana göre kabul edilmez bir görüş bu. İkinci söylenen de Ortaçağ’da Doğu’da dinci, İslamcı büyük bir felsefenin ortaya çıktığıdır. Bana göre bu ilkinden de daha yanlış bir sonuçtur. Çünkü Batı da Doğu gibidir, ayrıca Doğu’da ortaya çıkan felsefe hiç de dinci ve İslamcı değildir. İlla dinle bağlantı kurulmak isteniyorsa bütün felsefe tarihi, birkaç seküler, materyalist filozof hariç büyük çoğunluk zaten “dinci, İsacı, İslamcı, mistik, doğacı ve teist”tir. Bu yüzden Descartes ne kadar dinci ve Hıristiyan ise Farabi de o kadar dinci ve İslamcıdır. Nihayetinde felsefeyi ortaya çıkaran din veya mitoloji değildir. Üretimdir, ekonomik faaliyetlerdir.

Bilgi Sosyolojisi ve Bilgi Felsefesi

Doğu Ortaçağ felsefesinin ortaya çıkma nedenlerini araştırırken de tartışmalar çıkıyor. Ana akım felsefenin iddiasına göre “İslam felsefesi” Batı Antikçağ felsefesini model almıştır. Mesela Yunan-Latin kaynaklarından hareket edilmiştir. Yani Batı Ortaçağ felsefesi olmasa sanki Doğu’da da felsefe olmayacak! Yalnız liberalizm değil Türk resmi ideolojisi de aynı şeyi söyler. Daha da ilginci Osmanlı resmi ideolojisi de bu görüşleri paylaşmaktadır. Oysa fikirler, farklı fikirlerden yalnızca etkilenirler. Onlar tarafından meydana gelmezler, belirlenmezler! Varlıklarını farklı toplumlardaki fikirlerden almazlar. Çünkü düşünce ve konumuz olan felsefe, kaynağını ortaya çıktığı toplumdan alır, kendi toplumunun ürünüdür.

Her filozof ve felsefe, kendi çağının ve kendi toprağının çocuğudur. Bilgi felsefesi gibi bilgi sosyolojisi de bunu söyler. Toplumdaki üretim biçimi, üretim araçlarının gelişmişlik düzeyi, üretimin nasıl yapıldığı, paylaşımın ne durumunda olduğu felsefenin temel kaynaklarıdır. Dolayısıyla Doğu dünyasındaki fikirlerin, felsefelerin kaynağı Doğu dünyasının kendisinde aranmalıdır. Farklı toplumlardan gelen fikirler bu temel düşünce dizgesi üzerinde ancak niceliksel bir etki yapabilir, daha fazlası değil.

Doğu Ortaçağ Felsefesi

Doğu toplumlarında “neden bir Descartes veya Kant çıkmadı?” sorusuna da yanıt arıyoruz toplantı ve programlarda. Bu sorunun yanlış kurulduğunu iddia etmeliyiz. Çünkü Doğu dünyasında bir Fransa ve Almanya bulunmuyordu. Mekanları, koşulları, kültürleri ortaya çıkaran felsefe olmadığı gibi dinler de değildir. Tersine felsefeleri, filozofları, dinleri, elbette ki peygamberleri ortaya çıkaran koşullardır, kültürlerdir. Her kültürel iklim kendisine uygun filozoflar çıkarmıştır, çıkartmaktadır.

Doğu Ortaçağ felsefesinin filozoflarını “beş büyüklerle” sınırlamak sorunlu olsa da şimdilik tezimizi açıkladığı için uygun görülmektedir. Felsefe akıl, mantık ve benzer fikir yürütme tarzıyla, deney ve gözlemi dikkate alarak yapılan bir etkinlikse; bu tarzı El Kindi ile başlayan felsefede, Farabi, İbn Sina, Gazzali ve İbn Rüşd’de de görmekteyiz. Bu filozofların, görüşlerinde Tanrı’dan çokça söz edilmesi, onları filozof olmaktan uzaklaştırmaz. Bunların içinde yalnızca Gazzali’nin felsefeyi dinin içinde buharlaştırdığı ileri sürülebilir. Gazzali’nin sıklıkla akla, mantığa yer verse de kutsal kitabı, felsefe kitaplarından üstün gördüğü ve filozoflara, felsefeye reddiye yazdığı biliniyor.

Doğu Antikçağ Felsefesi

Doğu Ortaçağ felsefesinin kaynakları arasında yalnızca Batı kaynaklarının bulunmadığı da, üzerinde durulması gereken bir bahistir. Bunun için Doğu kaynaklarına bakmak gerekiyor. Bu noktada da, yani Doğu Antikçağ felsefesi üzerinde de bir tartışma ve yoğunlaşma olmaktadır. Gerçi Doğu Antikçağ’ında felsefeden daha çok mistik, mitolojik ve düşünsellik sınırları içindeki bir iklimden söz edebiliriz. Yine “beş büyükler” adlandırmasına uygun bir genelleme Doğu dünyası için de yapılabilir. Birincisi Budda’dır, Hindistan merkezlidir. Budizmin Doğu Ortaçağ felsefesini etkilemediğini kim iddia edebilir? İkincisi Konfüçyüs’tür. Çin’in ilk düşünürü, belki de ilk filozofudur.

Üçüncü etki olarak Zerdüşt’ü anmak gerekiyor. Diğerleri gibi yaklaşık olarak milattan önce 7. ve 6. yüzyıllarda yaşamıştır. İran-Horasan çıkışlıdır. Devrimci-demokratik özellikler taşır ve bilhassa Kürtler üzerinden Anadolu Alevliğini bile etkilemiştir. Dördüncüsü Mani’dir. Ortadoğu’da ortaya çıkmıştır. Milattan sonra 3. yüzyılda yaşadığı sanılır. Bütün Kuzey Afrika’ya, Anadolu ve Mezopotamya’ya kadar yayılmıştır. Beşincisi Mazdek’tir. 5. ve 6. yüzyıllarda yaşamıştır. Dinsellik ile dünyeviliği birlikte ele almıştır. Daha da önemlisi düşüncelerini hayata geçirmek için Arap, Pers ve Sasani egemen sınıflarına karşı ayaklanmalara önderlik etmiştir. Bedreddin ve Anadolu-Mezopotamya coğrafyasındaki ihtilalci yapılara ve hatta çağdaş devrimci hareketlere de temel teşkil ettiği ileri sürülebilir.

Materyalist ve Ateist Filozoflar Kuşağı

Doğu Ortaçağ felsefesi deyince anılması gereken bir düşünürler kuşağından daha söz edilmesi gerekmektedir. “İslam felsefesi”nin ateisti olarak bilinen Ravendi’nin mutlaka anılması gerekir. 8. yüzyılda yaşamıştır. Ona göre dünya evveli ve ebedidir, yaratılmamıştır, sonsuzdan gelir sonsuza gider. “Kuran”da yazılı olanlar da, peygamberler de geçersizdir! Peygamberlerin söyledikleri akla mantığa uygunsa akıl onları zaten bulur. Değilse o zaman kendilerine de ihtiyaç yoktur. Ebubekir Razi de anılması gereken birisidir. 9. yüzyılda görüşlerini geliştirdi. Onu tıp filozofu olarak değerlendirmek yanlış olmaz.

Sühreverdi ise “işraki felsefesi”ni savunmuştur, “aydınlanma felsefesi”nin ilklerindendir. Katledilmesi rastlantı olamaz. Dinsel nedenli de değildir. Hallaç-ı Mansur da bu çerçevede ismini anmamız gereken birisidir. Vahdet-i Vücut felsefesi deyince muhakkak anılır. Düşünce şehitleri arasında sayılması uygun görünmektedir. İbn Arabi de varlığı bütünlük içinde kavrayan ve tasavvuf felsefesine Endülüs topraklarından katlı yapan bir düşünür olarak ele alınmaktadır.

Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm

Ana hatları kabaca yansıtılan bu türden (Doğu Ortaçağ felsefesi) bir düşünce dizgesini dinci, karanlık veya verimsiz diyerek göz ardı etmek tamamen sınıfsal ve politik bir tavırdır. Burjuvazi ve onun ideolojisi olan liberal anlayışlar (ki egemen anlayış liberalizmdir), kendi sistemlerini meşrulaştırmak için farklı kesimlerden, coğrafyalardan, sınıflardan, çağlardan gelen düşünceleri düşman ilan etmektedirler.

Şimdiye kadarki felsefe, sınıfsallık üzerinden okunduğunda egemen tarzıyla Batı’da yapılan da Doğu’da yapılan da son çözümlemede egemen sınıfların düşüncelerini yansıtmaktadır. Burada Doğu Ortaçağ felsefesine dikkat çekmem, bir durum saptaması, yanlış bir düşünceyi düzeltmeye yöneliktir. Çünkü her iki türden felsefe anlayışına karşı önerdiğim felsefeyi yinelemek isterim: Tarihsel ve diyalektik materyalizm.

“İslam Felsefesi” Yerine Doğu Ortaçağ Felsefesi

Adlandırmalar gibi kavramlar da bazı yönleriyle masum olmakla birlikte “manalı” biçimde kullanıldıklarında ideolojik bir işlev görmektedirler. Bu yüzden Marksist bir dil felsefesinin yerleşmesini önerebiliriz. Öte yandan toplumsal gerçekliklerin dile indirgenerek silikleşmesi de kabul edilemez.

Konumuz olan “İslam felsefesi” yerine Doğu Ortaçağ felsefesini öneriyorum. Bu durumda, yine de sorun çözülmüş olmuyor. Çünkü Ortaçağ adlandırmasının da ortadan kaldırılması, literatürden silinmesi, belleklerden uzaklaştırılması gerekir! Ortaçağ yerine, devamında da Ortaçağ felsefesi yerine “modern çağ” ve devamında “modern çağ felsefesi” demeyi öneriyorum. Modern çağ kavramına ilişkin Schelling ve Habermas gibi Alman düşünürlerinin farklı içerikler verdiklerini anımsatmakla yetinelim. Konunun detaylı açıklanması bir başka yazının konusu olacak.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler