Dünya kapitalist sistem cephesinde bulunan yönetimlerin hacmi ve gücü orantılı olarak aynı benzerlikte olmayabilir. Ancak, yürüdükleri yoldan hep aynı dili kullanırlar; birinin bir diğeri pahasına ve onu alt etmek için önde olmak isterler. Bu anlayış belli bir sistematik içinde yürütülür, korunur, bir hırsla büyümek ister ve uğruna savaşlara girmeyi bile göze alır. Bu yaklaşım en genelde kapitalist dünya sisteminin “küresel” ilişki tarzıdır. Bu mantıktan hareketle bir de bunun içe yansıması vardır; toplumsal iletişimin sağlanmasında yaşama ve insan ilişkisine dokunan siyasi, kültürel, psikolojik vb. etkileşimler hep gözetilerek yapılır. Sözünü ettiğimiz disiplinler birliğinin sağlanması için, toplumun ısrarla bir ‘biat kültürü’ süzgecinden geçmesini isterler. Bunun adı ise ‘toplumda korku algısı’, bu olmalı ve de beslenerek büyütülmesi gerekir ki ve ancak o zaman efektif bir sonuç alınabilensin- daha doğrusu hedefine ulaşıla bilinsin. Korku ve tehdittin merkezde olduğu bir devlet politikası; olmayan “şeyler” üzerinden fikir yürütmek demektir. Bunun diğer bir anlamı ise “komplo teorileriyle” ülkeyi yönetmek ve olmayanlar üzerinde kendi “doğrularını” dayatmak demektir. Dünyadaki iktidarların yüzde 99’u bir şekilde ve bu yöntemlere başvurarak yönetilirler. Onlar tüm hukuksuzluklarıyla ve asılsız suçlamalarla güttükleri politikaları haklı kılmak adına, tereddüt etmeden yoktan bir savaşa neden olabilirler. Yakın geçmişte ve de günümüzde bu geleneğe bağlı en önemli ülke Amerika Birleşik Devletleri olmuştur.
Amerika’dan sonra 1949’da atom bombasına sahip olan Sovyet Sosyalistler Birliği, Amerika’da inanılmaz düzeyde bir panik ortamına neden olur, bu dönem ABD’nin uykusuz günleri olarak anılır. 1950 ve 60’lı yıllarda Senatör olan Joseph McCarthy toplumda korkunun beslenmesine neden olmuş ve inanılmaz bir şekilde histerik akımların doğmasına vesile olurken ve Amerika’nın genel havasını adeta zehirletir, en yakın komşu komşusundan şüphe duyar hale getirilir (!), hep bir “ama” ile insanlar arasındaki iletişim tarzı belirgin olur. Bu dönemin Amerika’sındaki solcuların siyaset yapma şansı tümden yok olmuş, sınır tanımaz biçimde yapılan ihbarlarla aydınlar, solcular ve tüm ilericiler birer birer hapisse veya gözhapsine alınırlar. Bu yıldırma ve baskı ortamı kelimenin tek anlamıyla 1939 -1945 Nazi Almayasıyla bir benzerlik içinde olur. 50’li ve 60’lı yılların Amerika’sındaki “korku” besleme politikası Makkartizm olarak siyasi literatürde yerini alır. Bu, Amerika’da söküp atılması imkânsız bir etkiyle adeta toplumda kökleşir. Bu anlayışın eseri olarak; aynı dönemde ABD Donanma Bakanı James Forrestel bir gece evinde iken sokaktan geçen itfaiye arabalarının yükselen siren seslerini duyunca sinir krizine tutularak “Ruslar geliyor” diye bağırır ve evinin balkonundan aşağı atar ve ölür. (1) Devlet yöneticilerinin siyaset yapmadaki başarı öyküsü çoğunlukla “doğru olmayan” söylem ve beklentiler üzerine kurguludur, bu en genelde temsilciliğini yaptığı dünya sistemiyle ilgili bir davranış biçimidir. Sistem onları hep buna zorlamıştır, bundan beslendikleri için de yanlış ve yalanların doğuracağı sonuçların hiçbir önemi yoktur.
Irak işgali asılsız iddialarla gerekçelendirilirken, işgalde yaşanabilecek muhtemel can ve mal kaybı sorunu hiç ama hiç kimsenin omurunda ve de aklında bile değildi. Dolayısıyla Irak işgali ikili siyasi komplo algısıyla başlatıldı:
Bunlardan biri; Saddam Hüseyin’in kimyasal kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve dolayısıyla bütün Ortadoğu ve Amerika dahil bir tehdit altıda olduğu iddiasıyla düğmeye basıldı.
Bir diğeri ise; Saddam el-Kaide’ye destek vermekle suçlandı. Sonrasında dönemin ABD başkanı George W. Bush Filistinli bir görevliye; “Tanrının kendisine Saddam’ı devirmek için emir ve ilham verdiği” iddiasında bulunur. (2)
Yakın geçmişte yaşanan bir başka komplocu siyası algı ise; ABD Başkanı Trump’ın Çin’in Wuhan şehrinde 10 Aralık 2019’da ortaya çıkan ve Korona olarak adlandırılan COVİD-19 salgınına ilişkin yaptığı açıklamaydı. Trup’un iddiasına göre bu salgının Çin devlet yöneticilerinin istem ve kontrolünde Wuhan’daki bir laboratuvarda geliştirildiği düşüncesinde bir ısrarı olmuştur. Bu iddiaya göre, Çin yetkilileri bununla dünyaya egemen olmak ve dünya liderliğini ABD’den geri almak istediği için, küresel düzeyde bir salgının olmasını gerekli görmüştür!
Bu anlamsız ve de asılsız iddialara ilk tepkiler ABD’nin en yakın müttefiklerinden geldi. Özellikle Avrupa’dan Trump’a “bu saçmalıklara son ver ve buna inanmak yerine, biran evvel Koronaya karşı bir çare bulmamız gerek” yönünde daha rasyonel bir tavır belirlediler. Görünen o ki dünyaya yayılmış olan bu virüsün neden olduğu milyonlarca hasta ve yüzbinlerce ölüye rağmen; Trump’un verdiği mesajlar bu hastalığa çözüm bulmak yerine, dünya pazarlarının paylaşımı noktasında Çin’le olan anlaşmazlıkları Korona üzerinden yaptığı açıklamalarla tam bir fırsat kollar gibi olmuştur. Zira Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Korona virüsün kesinlikle Donald Trump’ın iddia ettiği gibi herhangi bir laboratuvarda üretilmiş olması mümkün değildir. DSÖ ile benzer yorumlar Amerikan medyasından da Trump karşıtı açıklamalarda bulunuldu. Tüm bu gereksiz yorumların özünde Trump’ın ABD’nin “üstün” olma kompleksinden hareketle yapılan bir komplo teorisidir (3), şeklinde yorum ve eleştirilere neden olmuştur.
Dünyanın her yerinde yönetici veya “düşün” insanı iddiasındakiler kendi yanlış ve başarısızlıklarını veya hatalarını kabullenmek yerine; farklı yerlerde bir “suçlu” bulmak ve hedef göstererek kendi “haklılığını” ispatlamak isterler. Veya siyasal yöneticiler güçsüz ve de yalnız kaldıklarını hissettiklerinde başkalarını savunmak ve onları yere göğe sığdırmaz övgülerle kendine güvenli bir liman arayışında olurlar. Siyasal iktidarlar bu kontekste ele alındığında, görülecek ki bu bir “ne yapmalı” çırpınışı ve de dönemsel özelliği olan bir anlayışa tekabül eden kişi yapılanmasıdır.
Komplo teorisinin algı beklentisinden hareketle ilişkilere, söylemlere veya amaç edindiği uğraşa bulaştırmak, bu en genelde kişinin veya yöneticilerin içinden sıyrılamadığı “amaların” belli bir yerden sonra açıktan korku ve kaygılara dönüşmenin ifadesidir. Mevcut düzen içinde ve ona bağlılığını her fırsatta dile getirenler, kendi amaçları uğruna en çok komplo algısına başvurandır. Siyasi partiler, örgüt ve benzer kurumsal oluşumlar tereddütsüzce ve de korkmadan düzen içinde ve ona sadakatini ‘bin şükürle’ dillendirirken, bir de bir kişisel ajandası olur. Bunun içini doldurmak gerek, o da bireysel başarı refleksine inanmaktan geçer. Yöntem açık; olmayan şeyleri olmuş gibi göstermek, işine gelmeyeni veya sevmediği birini rahatça suçlamak ve de dışlamak – içinde bulunduğu toplumun genel ve de temel çıkar anlayışı olmaz onlarda. Ülkemin çıkarına olan dünyanında çıkarına olsun anlayışına yabancıdırlar. Dolayısıyla, toplumsal değillerdir ve ne de bir hesap verebilirlik ilke ve sorumluluğunu almak isterler. Yoksa devrimcilerin, aydınların ve hatta hümanistlerin önem verdiği 1789 Fransız İhtilali’nin simgesi olan; Liberté, égalité, ve fraternité’yi önemsemek (Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik) kadar başka değerli ne olabilir. Ancak tüm bunlar komplocular için hiçbir dayanışma değerini taşımaz. Şunu biliyoruz ki güvenle yaşama ve dünyaya bakanlar kaygısız ve de korkusuz olanlardır.
Komplo teorileriyle ısrarla bir siyaset algısı içinde olanlar manidardır, nedeni ise yukarıda belirtilmeye çalışılan gerekçeler olmuştur. Bu sadece birey düzeyine indirgenecek sıradan bir kişi veya düşün bozukluğu değildir. Bu anlayış daha çok ülkeler arası iletişimde gözlemlenir. “Yanlış anlaşıldık”, veya “öyle söylemek istemedik” benzer demeçlerle zaman zaman ülkeler arası iş birliği, ekonomik, siyasi ve askeri sonuçları olabilecek durumların doğmasına neden olmuştur ve de olması kaçınılmazdır.
Bireyler ya da devlet yöneticileri bazı olay ve koşullara atfen kurdukları komplolarla fikir yürütmek isterler, bu hep anlaşılmaz ve “üstü kapalı” bir söylem niteliğinde olur. Bu nedenle kendisinden olmayan herkes bir karşıttır ve daha da ileri giderek, “vatan hainidirler” suçlamalarıyla insanlara bir üst perdeden bakılır. Bunun nedenini de “ülkenin geleceği”, “çıkar ve güvenliği” için gelecek planı olarak savunmasını yaparlar. Bu ve benzer söylemler farklı düşündeki insanları bir yandan ötelerken ve diğer yandan da ‘beslenen korku’ iklimi insanlar bir tehdit olarak algılarken, gelecek ve yaşam kaygısı “korku” ile hep bir arada olur.
25 Şubat 2017’de İstanbul’da birkaç Yahudi kökenli ile Türk aydınları Avlaremoz (İspanyolca konuşalım demek) adıyla bir site kurdular. Bu site, Türkiye’de yükselişte olan antisemitizm görüş, suçlama ve de yanlış ideolojik yönlendirmelere karşı farklı bir pencereden bakmak isteyen ve bunları minimal düzeyde tutmayı amaçlarlar. Ve daha da önemlisi, halklar arasında kin ve nefret duygularının olmaması gerektiğine inananlar ve site bu amaçla kurulur. Türkiye’de revaçta olan “komplo teorisi” algısı Batı medyasının ve kamuoyunun dikkatinden de kaçmadı ve buna sıkça da vurgu yapıyorlar.
Korona virüssen yaygınlaşmasıyla tam bir Trump mantık algısıyla beslenen “komplo teorisi” devreye girdi. Ancak bu sorun için Müslümanlar farklı bir adresi gösterdiler, yani Çin yerine İsrail devleti hedef tahtasına konuldu. Gerek Arap ülkelerinde ve gerekse de Türkiye’de olsun; siyasi yöneticilerden geniş halk tabanına kadar herkes bunun “bir İsrail işi” olduğu düşüncesinde birleşmiş olmalarıdır. İlginç olanda bu salgının sebebi bugün parklarda, seyahatte, kahve köşelerinde aynı iddialarla sohbetinin halen devam etmiş olmasıdır. (4) Bu yorumlar ve görüşler başlangıçtaki kadar yoğun olmasa da bazı siyasi ve dinci kesimler halen aynı suçlamalarda ısrar ettiklerini gözlemleyebiliyoruz. Diğer bir ifadeyle günümüzde halen bu virüsse atfen Trump mantığı devam ederken, bunu faklı bir boyuta taşındığını görmekteyiz. Artık korona sorunu yaygın bir virüs olmaktan çıkmış, emperyalist ülkeler arası bir ticaret çatışmasına dönüşmüştür.
Komplo algısıyla “doğrular” aranmaz:
Her yazılan ve anlatılanlar bir mantık süzgecinden iner, yol alır ve insanlarla buluşur, bir karşılık düşünmeksizin. Anlatılmak istenilen her hikâye, merdiven basamaklarınca bir uyum arz eder. Eğer aynı iniş ve çıkışlardaki sıralamada bir uyumsuzluk olursa, vücudun terazisi bozulur. O an kişi kendisiyle bir hesaplaşma içine girer; beyninde tasarlanan sorulara dair. “Hatam neydi?”, “nerede yanlışlık oldu?” ve “neden vücutta dengesizlik oldu?” diye. İllaki vücut dengesi bir şekilde düşün algısına yansır. Bundan böyle, kişi yeni baştan daha uyumlu, mantıklı ve gereksiz yürümelerde bulunmamaya özen gösterir. Elbette kişi yürümesini salt mesafe almamakla bakmamak gerek. Her yürümenin bir toplumsal arka planı vardır, doğru ve yanlışları birlikte yürümemek adına. Dolayısıyla en doğru yürüme; beyin, vücut ve algı terazisi ile ölçülebilen toplumsal gerçekliktir. Mümkün olduğunca katıksız, komplosuz ve kişi çıkmazından arınmak olmalıdır.
Dolayısıyla:
– En doğru olan şey en iyi anlaşılandır.
– En doğru olan şey; yazarken, okurken sonrasında konuşturan, tartıştıran ve fikir yürütmesine olanak sunandır.
– En doğru olan şey; dolambaçlı ve üstü kapalı olarak değil, “amasız” anlatım tarzının öncelemesidir.
– En doğru olan şey; “açık tercihle” ve hiçbir kuşkuya yer bırakmadan yazılanlardır.
– En doğru olan şey; hiçbir şeyin “statik” olamayacağı anlayışından hareketle, mevcut düşünün sınırlarını zorlayarak “yeni” şeylerin öğrenebilme çabasında olabilmek. Bunu yaparken de tarihsel gerçeklerden soyutlanarak “bilmişlik” taslamak kabalığına sığınarak değil elbette.
– En doğru olan şey; mevcut düşün değerlerini tüketerek değil de başka şeylerin de üretilebileceği önceliğiyle bilgi alternatifinde olabilmektir.
Bu anlayış ve mantıktan hareketle toplum, dünya ve siyaset algısı özgün ve de özgürce benimsendiğinde “komplocu” mantık arayışı bize hep yabancı kalmıştır. Her şeyden önce devrimcilerin önceliği sömürüsüz bir dünya için verdikleri antiemperyalist mücadeleleriyle hep en önde olmuşlardır.
Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar:
1- Mayers, David. “George Kenan and the Dilemmas of US Foreign Policy”, Oxford University Press, New York 1988, sayfa 46,98-99, 147, 329.
Ayrıca: Arınır, T., “Barış Savunması”, Ortadoğu Druck&Verlag, Oberhausen/Germany 1986, sayfa 74.
2- Prof.dr. Caluwe, Johande, “Goolfoorlog 2 of 3”, Universiteit Gent, 27 juni 2003. https://www.maartenonline.nl/amerikaanse-overmoed-rampzalige-interventies-in-het-midden-oosten/ https://tiogatours.nl/voorpret/infotheek/geschiedenis/amerika/2003–irakoorlog/https://lib.ugent.be/fulltxt/RUG01/001/396/334/RUG01-001396334_2010_0001_AC.pdf
3- De Volkskrant, 20 april 2020 Nederland. Cumhuriyet, 21 Nisan 2020.
4- De Volkskrant, 20-04-2020 Nederland.