Bizimle iletişime geçin

Makale

Gezi Kronolojisi 2’inci Bölüm | Sibel Özbudun-Temel Demirer: Gezi/ Haziran’ın Büyük Fotoğrafı

Gezi/ Haziran tek bir siyasal akımın sahiplenemeyeceği türden toplumsal patlamaydı; belli bir sınıfın damgasını görmek pek kolay olmasa da; emek/ ezilen eksenli olduğunu da kimsenin inkâr etmesi mümkün değildi.

IV) “ORTA SINIF” MI?

“Orta sınıf kaygılarıyla açıklanabilir,”[72] denilen Gezi/ Haziran’a konusunda en büyük yaygara, bir “orta sınıf hareketi” olduğuna ilişkindi.

Herkesin bildiği üzere Gezi ardından solda bir “orta sınıf” tartışması başladı. Tartışmanın taraflarından biri Gezi Direnişi’nin bir “orta sınıf” ayaklanması olduğunu, dolayısıyla sınıfsal/ proleter bir karakteri olmadığını savunurken; diğer taraf ise direnişe katılanların hayat tarzları ve alışkanlıkları itibariyle kendilerini “orta sınıf”a ait hissetmekle ve “beyaz yakalılar”a dahil olmakla birlikte, emekleriyle geçindikleri için günümüz proletaryasına dahil olduklarının altını çiziyordu.

O günlerde, “Marksist perspektifle bakıyorsak, orta sınıflar terimine kuşkuyla yaklaşmamız gerekiyor. Dikkat ediniz ‘terimine’ diyorum; ‘kavramına’ değil; zira, Amerikan siyaset bilimi gevşekliği içinde kullanırsak, ‘orta sınıflar’ın tanımlanması o kadar güçtür ki, bu ifadenin ‘kavram’ mertebesine layık olmayan iki sözcükten ibaret olduğunu söylemek zorunda kalırız. Bu insanların çalıştıkları (ve ‘hizmetler’ sektörünün uzantılarını oluşturan) faaliyet kollarının ve doğrudan doğruya icra ettikleri iş sürecinin ‘üretken’ olup olmaması tartıştığımız bağlamda önem taşımaz. Ücretli işçiler olarak ya doğrudan doğruya işverenleri için artık değer yaratmaktadırlar veya işverenin başka sektörlerden aktarılan artık değere erişmesini, el koymasını sağlayan, kolaylaştıran bir emek süreci icra etmektedirler. Ve en geniş anlamda gerçek veya yedek emek ordusunun öğeleridir. Kısacası, bugünün koşullarında nesnel olarak, yani kendiliğinden işçi sınıfının içinde yer almaktadırlar ve bu sınıfın niceliksel olarak önemli bir öğesini oluşturmaktadırlar,”[73] saptamalarıyla, Korkut Boratav “orta sınıf” söylencelerini[74] yerli yerine oturtuyordu.

Malum üzere: Kapitalist toplumsal formasyonun temel sınıflarının ne olduğu konusunda tartışmalı bir durum yokken; toplumu “üçe bölüp” ortadakiler adına politika üretmeye soyunan “orta sınıf” söylemi; “yeni kimlikler” söylencelerine sarılsa da; “İki sınıf vardır, birinden değilsen öbürüne aitsin” yalınlığı devrimcilin amentüsüdür.

Hayır bu dünyaya siyah-beyaz bakmak değildir; hakikâttir ve sosyalist siyaset “gri bölge”yi inkâr ve ihmal etmezken; olmayanı da kutsamaz!

Siz bakmayın birilerinin “Şimdilerde dünyada bir orta sınıf patlaması yaşanıyor,”[75] söylemine; Prof. Dr. Atilla Yayla adlı bir liberal bakın “orta sınıf” meselesinde ne diyor?

“Orta sınıf kavramı aslında çok yeni bir kavram değil. Orta sınıf Antik Yunan’dan beri arzu edilen bir tabaka olmuştur. Çünkü toplumun tepedekiler ve diptekiler diye ikiye ayrılmasının toplumun sağlığı açısından zararlı olacağı düşünülmüştür. Bu bakış çok da yanlış değildir. Fakat tarihin uzun dönemleri boyunca ilginç bir şekilde toplumlar yukarıdakiler ve aşağıdakiler diye ikiye ayrılmış. Abartmakla beraber Marksistlerin anlayışına bu açıdan bakarsak bir doğruluk payı olduğunu görürüz aslında. Meseleyi daha iyi anlamak için Marksist terminolojide sıkça kullanılan burjuva proletarya kavramlarına bakmakta fayda var. Marksistler burjuva ve proletarya diye birbirine zıt iki gruptan, menfaatleri, ideolojileri birbirine zıt olması gereken iki sınıftan bahsediyorlar. Burjuva deyince de genelde akıllara zengin sınıf, zengin tabaka geliyor. Bu yanlış bir bakış. Orta sınıf demek burjuva demek…

Bugün orta sınıf deyince aklımıza; bir mesleği olan, bir işi olan, kendi ayakları üzerinde duran, devlete muhtaç olmayan ama hayatını sürdürebilmek için hak ve özgürlüklerin korunmasını talep eden, mülkiyet hakkının, serbest ticaretin, seyahat hürriyetinin korunmasını isteyen tabakalar geliyor.”[76]

Toparlarsak: 1844’de ‘İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nda Friedrich Engels, “orta sınıflar” kavramsallaştırmasını, emekçi sınıflar (proletaryayla birlikte diğer ücretli kesimler) dışındaki kesimleri, bazen de emekçi sınıfların karşıtını anlatmak için “burjuvazi” anlamında kullanıyordu.[77]

Karl Marx ile Friedrich Engels’de, ‘Komünist Manifesto’da küçük burjuvaziyi geçiş hâlindeki bir “ara sınıf” olarak tanımlıyordu.[78]

Bu iki saptama Marksizm-Leninizmin küçük burjuvazi sorununu ele alışının klasik çerçevesini oluştururken; sınıf sözcüğü, günlük kullanımında bazı ortak özellikleri içeren grup, topluluk anlamındadır. Bilimsel bir kavram değildir. Karl Marx da yazılarında, yapıtlarında sık sık sözcüğü bu özelliği ile kullanmıştır.

Ahmet Tonak, ‘Komünist Manifesto’dan Kapital’e Sınıflar’ başlıklı yazısında konuya ışık tutar. ‘Das Kapital’de de sözcük, sık sık böyle (ve çoğu kez “fırıncı, rahipler, üretmeden tüketen, eğitimli, rantiyeler” gibi bir meslek veya nitelik eklentisi ile birlikte) yer almıştır; ve orta sınıflar ifadesi de (bazen “alt” ve “yukarı” eklenerek) bu kullanımlardan biridir. Bu örneklerden birini, ikisini göstererek “orta sınıflar kavramı Marx’ta vardır” demek doğru değildir.

Ancak analitik (çözümleyici) bir kavram olarak toplumsal sınıflar (veya bu çerçevenin içinde yer alan “sınıf”) farklıdır. Tonak açıklıyor ki, ‘Das Kapital’de ayrı bir kavram olarak sınıflar Üçüncü Cilt’in son bölümünde yer alır; Marx bu bölüme başlamış; bitirememiştir.[79]

Toplumsal sınıflar analitik olarak maddeci tarih görüşünün açıklandığı, uygulandığı metinlerde, üretim ilişkilerinden türetilir; artı ürüne el koymanın özel biçimlerine göre (kendi karşıtı ile bağlantılı olarak) tanımlanır. Bu kavram çerçevesi içinde orta sınıflar (biraz sonra değineceğim istisnalar dışında) yer almaz. Kullanıldığında ise, günlük dildeki gibi iki sözcükten ibaret kalır…

Ahmet Tonak, orta sınıflar söyleminin bulanıklığını ve bu söylemin, Haziran kalkışmasını tutucu bir perspektif içine sıkıştırma çabası olduğunu ortaya koyar.

Haziran kalkışmasını bir halk isyanı (dolayısıyla bir “halk sınıfları hareketi”) olarak gören Sungur Savran da, Haziran 2013’te Taksim dışına taşmış olan Gazi, Okmeydanı, Tuzluçayır, Çiğli, Armutlu kalkışmalarının kitle tabanlarını ve isyanda kaybedilenlerin kimliklerini hatırlatarak soruyor: “Nerede ünlü orta sınıflar?”[80]

Gezi/ Haziran tek bir siyasal akımın sahiplenemeyeceği türden toplumsal patlamaydı; belli bir sınıfın damgasını görmek pek kolay olmasa da; emek/ ezilen eksenli olduğunu da kimsenin inkâr etmesi mümkün değildi.

IV.1) GENÇLİK İLE KADINLAR

Özgürlüklerini tehdit altında hissedenlerin, kendilerini aynı safta bulduğu emek/ ezilen eksenli Gezi/ Haziran’ın, bir gençlik hareketi olmadığından söz etmiştik; ancak gençlerin devasa/ enerjik katılımını da görmezden gelemeyiz…

Oral Çalışlar’ın, “Eylemin başlangıcına damgasını vuran, yeni dönem gençliğinin, kendi hayatına, kimliğine, varoluşuna yönelik bir tehdit algılaması ve sosyal-ekonomik hiyerarşi içindeki konumunu tehlikede görmesiydi”[81] ya da Mine Söğüt’ün, “Bu kesinlikle bir Türkiye baharı değildi; orası baştan beri belliydi ama olan bitenin gerçek kahramanları bizzat hayatlarının baharındaydılar. Bu öyle güzel bir bahardı ki, gazdan kaçarken bile çarpıştıklarında birbirlerinden özür diliyorlardı… Kurdukları yeni bir dille iktidara itiraz eden bu gençler baştan aşağıya haklılar ve son derece masumlar,”[82] biçiminde sunmaya kalkıştıkları hareket ne Çalışlar’ın “pragmatizm” ne de Söğüt’ün “masumiyet” vurgularıyla açıklanamazdı.

“X”, “Y” ve sair işaret betimlemelerini[83] de aşan Don Kişot’ca bir şeydi O…

Victor Hugo yaşlılık dönemlerinde kaleme aldığı ‘Boaz Uykuda’ başlıklı şiirinde “İnsan genç olunca yeniden başlayan her gün zaferle doludur!” ya da Albert Camus’nün, “Özgürlük olgusu; insanın özgürlük bilincine oranla gelişmemiştir. Başkaldırı haklarının bilincine varmış kişinin işidir” veya Bob Marley’in, “Sakın vazgeçme! Eğer sen vazgeçersen, hak etmeyen biri kazanacak,” deyişlerindeki üzere Don Kişot’caydı[84] çok şey; ancak dünya başka türlü güzelleştirilemiyordu…

2013’ün Mayıs ayının son günlerinde, Hareket hızla tüm ülkeye yayıldı. Üç hafta içerisinde, Bingöl ve Bayburt hariç, 80 ilde düzenlenen eylemlere toplam 2.5 milyon kişi katıldı…

“Apolitik olmak”la eleştirilen gençler tüm kesimleri şaşırttı. İstanbul’daki nadir yeşil alanlardan birisinin yok edilmesi ve dayatmalara karşı çıktılar.

KONDA’nın raporuna göre, Gezi Parkı’na gelen her beş kişiden dördünün herhangi bir siyasi parti, dernek ya da oluşum üyeliği yoktu. Yüzde 49’u “polis şiddetini görünce”, yüzde 19’u ise “ağaçları sökmeye giriştiklerinde” parka gelmeye karar vermişti.[85]

Parka gelenlerin yüzde 69’u olaylar hakkında ilk haberi sosyal medyadan, yüzde 15’i arkadaşından, yüzde 8’i de internet haber sitelerinden almıştı. Gezi Direnişi sürecinde dünyada atılan toplam eylem tweet’lerinin yüzde 80’inin Türkiye’den gönderilmişti…

“Gençler, Gezi Direnişi ile kendileri hakkındaki tüm haksız varsayımları yok ettiler. İtiraz ediyor, tartışıyorlardı. Özgüvenleri yüksekti. Otoriteye körü körüne boyun eğmiyor, haklarını korumaya çalışıyor ve adaletsiz olanla mücadele ediyorlardı.”[86]

Bu güzergâhta ilk anımsanması gerekenler Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik, Berkin Elvan ve diğerleriydi…

Mesela 20 yaşındaki Semih Sağlam’ın hayatı 1 Haziran 2013 gecesi değişti. Siyasetle ilgilenmeyen bir gençti. Polis şiddetiyle hiç yüz yüze gelmemişti. Arkadaşlarıyla twitter’dan Gezi olaylarını izliyordu. Okudukça yerinde duramaz oldu, kalktı Gezi’nin yolunu tuttu. Tek başına. O gece Dolmabahçe’de gözünü kaybetti. “Gezi büyük bir akıl değişimine yol açtı. Ben bunun bir parçasıydım. Bundan daha onurlu bir şey yok. Oradaydım ve ben de çapulcuydum. Ben de üç-beş ağacı savundum. Ben de devlet terörüne maruz kaldım ve hâlâ buradayım. Bunu çocuklarıma anlatabileceğim; baban senin için bir şeyler yaptı. Bu olayla hayatım çok değişti,”[87] diyen O, başka biri oldu.

Ayrıca Antalya’daki Gezi Parkı eylemlerinde gözaltına alınıp, kırmızı fularıyla sosyalizm propagandası yapmakla suçlanan Ayşe Deniz Karacagil daha sonra dağa çıktı.[88]

Özetle sosyolog Prof. Dr. Esin Küntay’ın ifadesiyle, “Gençlerin yükselen sesi salgın gibi yayıldı…”[89]

“Hayır” bu yükseliş, Ankara Üniversitesi SBF’den Dr. Zafer Yılmaz’ın, “Meğer Türkiye’de eşitlikçi taleplerle ilerleyen emek ve tanınma mücadelesinin yanında, özgürlükçü bir arzu politikasının da işleyeceği güçlü bir alan oluşmuş ve muhafazakârlığın mikro düzeydeki etkililiği, onun karşılaştığı direnişin gücünü görmemizi fazlasıyla engellemiş. Bugün her tür siyasal muhalefetin başarılı olmak istiyorsa, özgürlükçü bir arzu politikasıyla buluşmak zorunda olduğu da artık ortada,”[90] biçimindeki “arzu politikası” türünden tekerlemeleriyle kavramazdı!

Tekrarlıyoruz: Nâzım Hikmet’in, “İnsanlar için ölebileceksin,/ hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,/ hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,/ hem de en güzel en gerçek şeyin/ yaşamak olduğunu bildiğin hâlde,” dizelerindeki üzere Don Kişot’ca bir şeydi O…

Ve Gezi/ Haziran’ın kadın(lar) hakikâti…

Anketlerin hepsinde Gezi Direnişi’ndeki katılımcıların yüzde 52’sinin kadın, yüzde 48’inin erkek olduğu ortaya çıkarken;[91] Kırmızılı, Siyahlı, Sapanlı ve Kızıl Fularlı kadınlar, Gezi/ Haziran’ın ön saflarındaydılar…[92] “Gezi” denildiğinde gözlerimizde ilkin onların direnen imgeleri canlanıyor.

Mesela Gezi eylemlerinde polisin müdahalesine elindeki sapanıyla karşılık veren “Sapanlı Teyze” Emine Cansever’in tutuklandığı Bolu T Tipi Cezaevi’nden, “Gezi’nin bitmedi… Yoksulluğun açlığın, işsizliğin, zulmün olduğu her yerde direniş devam eder,”[93] haykırışındaki üzere…

Mesela “Ayşe Deniz Karacagil’in öldüğü haberinin geçtiği gün boyunca, haber sunan CNN Türk spikerlerinin boyunlarında -sadece benim dikkatimi çektiğini sanmıyorum- tuhaf bir tesadüf gibi çeşitli renkte fularlar asılı dururken,”[94] yollu “çağrıştırmalarla” Ona ölümünden sonra bile nefret kusulduğu gibi…

Mesela Emel Korkmaz Ali İsmail’ine, Emsal Atakan Ahmet’ine, Hatice Cömert de Abdullah’ına hasretken; acıları ortak üç annenin, yitirdikleri evlatları için “Onlarla birlikte biz de öldük,”[95] feryatlarındaki üzere…

Mesela Ethem Sarısülük davasında Sayfı Sarısülük ananın, adalete artık güvenmediklerini[96] haykırdığı ya da “Ali’min dövüldüğünü belgeleyen o görüntüleri sadece Türkiye değil tüm dünya izledi. Katiller buna rağmen ceza almadı” diyen anne Emel Korkmaz’ın tepkisini “Adalet olmuş olmamış umursamıyorum ki artık. Biz Alişimi kaybettik. Ali’m geri gelmeyecek, gidenler geri gelmeyecek. Her gün aynı acıyı hissediyorum. Konuşmak bana saçma geliyor artık, sanki söylenecek her şeyi söyledim ama hiçbir şey değişmedi. Bu ülkede hiçbir şey değişmiyor,” diyerek dile getirdiği gibi…[97]

IV.2) SANATÇI(LAR) VE DURAN(LAR)

Robin Sharma’nın ifadesiyle, “En büyük başarısızlık, seni ürküten yerlere doğru yürümemektir,” güzergâhında yol alırken; yazar Anıl Nişancalı’nın, “Herkes yanındakinin Süpermen’iydi”[98] diye betimlediği Gezi/ Haziran’ın safında; Rıfat Ilgaz’ın, “Kaldır başını kan uykulardan./ Böyle yürek böyle atardamar./ Atmaz olsun./ Ses ol ışık ol yumruk ol,” dizelerini terennüm eden sanatçılar da yer alırken; sanattan iktidar soytarılığını anlayanlar karşısına dikildi.

Örneğin ‘Hürriyet’ten Ayşe Arman’a Gezi’yle ilgili röportajından ötürü ‘Yeni Şafak’ yazarlarından Ömer Lekesiz’ce, “kafirlik”le suçlanıp, “Sadece ideolojilerin değil dinin de hükmünün bittiğine inanıyor,” diye eleştirilen Murat Menteş, gazeteden ayrıldığını açıklarken;[99] Erdoğan, “Hiçbir sanatçımızın tahkir ve linç edilmesine izin vermeyeceğiz” diyordu demesine de, bu belli ki “bazıları” için geçerli değildi!

Hızla sıralarsak: “Gezi olaylarının baş mimarı Mehmet Ali Alabora cezaevine girmeli” yaygaralarına ölüm tehditleri de eklenen Memet Ali Alabora, “Can güvenliğim yok,” dediyse de linç hezeyanı durmadı, sonunda Alabora Londra’ya yerleşti…

Benzer linçten tiyatrocu Levent Üzümcü de nasibini fazlasıyla aldı…

Bu işin bir yanıydı; öteki yanda, “Adam gibi konuşacak olanlara bi sorum var? Diyelim hükümet istifa etti, yerine kim gelecek. Lütfen? Alternatif kim? Mantıklı cevaplar bekliyorum,” diye haykıran Şahan Gökbakar’ın tweet’i duruyordu.

Zerrin Özer de tepkilerini, “Aklınızı alırım küçük beyinli cahiller,” diye dile getiriyordu…

Gökbakar, Gezi Parkı’ndakileri aklı selime davet ederken, en ön saflarda parkı savunan biri vardı: Şafak Sezer.

Yolları kesiyor, eylemlerde en önde yer alıyordu. Gezi Direnişi bitti, bir ay sonra aynı Şafak Sezer AKP iftarında Erdoğan’ın önünde diz çökmüş bir hâlde görüldü. Pişmandı, özür diliyordu. Diyordu ki, “Bir insanı sevmek döneklikse, ben Başbakanımı seviyorum, ne AKP’den anlarım, ne de siyasetten… Kişileri sevmek emek ister”![100]

Bu kadar da değil!

Erdoğan, Yavuz Bingöl’ü şu sözlerle savunuyor: “30 Ağustos resepsiyonunda, çok değerli bir sanatçımızla Yavuz Bingöl’le Yemen Türküsü’nü birlikte söyledik. Aman Allahım! O sanatçımıza söylemediklerini bırakmadılar. Şu anda hâlâ Türkiye’nin bu büyük sanatçısını linç etmek için ellerindeki her vasıtayı kullanıyorlar. Böyle bir zihniyet olabilir mi? Böyle bir baskıcı anlayış olabilir mi? Hani siz sanata değer veriyordunuz? Hani siz sanatçının yanındaydınız? Bütün sanatçılar sizin gibi düşünmeye mecbur mu?”

Değil tabii. Ama bütün sanatçılar Yavuz Bingöl gibi düşünmeye de mecbur değildi; değil mi?!

Mesela Beren Saat bir oyuncu; kendini kanaat önderi ya da siyasi bir figür olarak tanımlamış değil. Fikrini zaman zaman paylaşan, hayatını siyaset dışı bir alanda sürdüren popüler bir figür ve “Ya bizdensin ya değilsin” diyorlar ona, “Ya bizim istediğimiz gibi konuşursun ya da terörist yaftasını yersin”…[101]

Ya da o Acun Ilıcalı ki Gezi ile ilgili yorumu sorulduğunda “Birilerinin bizim birbirimize düşmemiz için çabaladığını düşünüyorum,” demişti…

Ve Alev Alatlı adlı bir yazar, “Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı” deyip; Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü alırken eklemişti: “Sizin sahici dostlarınız sanatçılar ve edebiyatçılar arasındandır”!

Sonrasında da Haziran eylemlerinde “Gezi Parkı Filarmoni Orkestrası”na katıldıkları gerekçesiyle Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’ndaki iki sanatçıyı müdürlüğe şikâyet ederek, bunu “Korumak için yaptım, gammazlamadım” açıklaması yapan şef Orhan Şallıel, Antalya’daki görevinden alınarak Devlet Çoksesli Korosu’na atandı![102]

Özetle Fazıl Say’a, “Yaşamım da değişti, memleket de… İnsan hayatı değerli mi? Bir sanatçının hayatı değerli mi? Bu tarz adamlar için konu değildir. Her tür manipülasyonla elde ettikleri güç, onların tek varlığı,”[103] dedirten tabloda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Berkin İçin 11 Mart’ta Hayatı Durdur” sloganıyla klip çeken Tarık Akan, Zuhal Olcay, Cahit Berkay, Sinan Tuzcu, Levent Üzümcü, Bülent Emrah Parlak, Efkan Şeşen, Tayfun Talipoğlu, Şevval Sam, Hüseyin Turan, Tarık Akan ve Grup Yorum üyeleri hakkında “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan soruşturma başlattı![104]

Haluk Bilginer, “Bir yaşlı adam olarak, Gezi’de umutlarım tekrar yeşerdiği için çok mutluyum,”[105] derken; Albert Camus’nün, “Onların eksiği hayal gücü. Asla felaketle boy ölçüşecek düzeyde değiller,” sözlerini anımsatan şeyler de olmuyor değildi…

Mesela “Gezi’nin senesi dolmadan ‘emekli Gezici’ oldular. Demokratik mücadeleyi bırakıp kendilerine dönek beğenenler. Demokrasi mücadelesi her gün sürer, bugün de sürmeli. Barikatta gaz maskesi ile selfie çektirmek değildir mücadele,”[106] deyişindeki üzere!

Bakın ne der bu konuda Işıl Özgentürk:

“Örneğin direnişin ilk günlerinde her şeyi kendisi için isteyen (ün, para ve itibar) Sinan Çetin, Sırrı Süreyya’nın yaralandığını duyunca, ‘Ben de orada olmalıyım, aman kaçırmak olmaz’ diyerek Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne koşuyor, onun geldiğini gören genç-yaşlı pek çok kişi önünü kesip, ‘Hadi hadi Ağaoğlu’nun yanına’ diyerek, Sinan Çetin’i resmen kovalıyorlar. Olmaz Sinan, sosyalistlere sövüp, Gülen’in Türkçe Olimpiyatları’nda Gülen’e övgüler düzüp, ülkenin baş rantçısı Ağaoğlu’yla reklam partneri olduktan sonra bir de Gezi’nin baş aktörü olamazsın… Adama sorarlar…

Bak, bir başkası da denedi, Hopa’da biber gazıyla öldürülen Metin Hoca’ya ‘Bunu Ergenekon yapmıştır’ diyerek Hopa mitingini ve hocayı küçümseyen, her daim gündemde kalmayı iş edinmiş Murat Belge, akil adam olduktan sonra birden Gezi olaylarını görünce, ‘Eyvah rüzgâr başka yönden esiyor’ diyerek son toplantıdan önce istifa etti. Alkışlar… Karşınızda ‘Âkîldik bir günde alkolik olduk’ diyerek itibar kazanmaya çalışan Murat Belge’ye alkışlar!

Tam bunları düşünürken bir de baktım, bizim gazetede tam sayfa bir ilan, sanatçılar, yazarlar bir metin hazırlamışlar, imzalardan önce metnin başlığına takıldım, ‘Kaygılıyız!’ ne yazık ki, yazarlarımız, sanatçılarımız hâlâ kaygılıyız sahasında kalmışlar, AKP’nin milis kuvvetleri polisler, ‘Ya Allah ya Bismillah’ nidalarıyla insanları öldürmek için saldırırken ve öldürürken hâlâ Erdoğan hükümetinin onları dinleyeceği, polis şiddetini azaltacağı gibi bir hülyanın içindeler. Yahu Yavuz Top, Sunay Akın, Can Dündar, Nebil Özgentürk giyinip kuşanıp Erdoğan’la görüşmeye gittiniz, ‘Gezi’nin âkîl adamlarını başkalarına bırakmak olmaz’… Sonra ne oldu, en vahşi saldırılardan biri gerçekleşti, siz hâlâ kaygılı mısınız?

Metni imzalayanlar arasında, bu ülkede yaşayan her edebiyatçının, her sanatçının gözü kapalı ‘evet’ diyeceği duruşlarıyla, geçmişin direniş mirasını taşıyan yazarlar var ama Elif Şafak’ın neden orada olduğunu anlayamadım. Bir de Orhan Pamuk’un, evet onlar kaygılı olabilirler, başka bir açıdan, ne de olsa, Gezi Direnişi’ndeki gençler, onlar için birer müşteri! Müşteri kaybetmeye gelmez!”[107]

Gezi/ Haziran’dan geriye kalan belki de Albert Camus’nün, “Her şey geçer, anılardan başka,” betimlemesidir…

Ve performans sanatına protest bir önek olarak Gezi’nin duran(lar)ı…

Gezi/ Haziran’ın püskürtüldüğü, devrimcilerin “işlevsizleştirildiği” koordinatlarda; Stefan Zweig’ın, “Herkesin bu derece birbirine benzediği bir toplumda, yalnızca anormalliğin bir değeri vardır,” sözlerini hatırlatan “sivil ve sakıncasız” bir tepkiydi O(nlar)…

Richard Seymour’un, “Demir yumruğuna Erdem Gündüz’ün onurlu direnişiyle karşılık alan Türk hükümeti paniklemekte yerden göğe haklı… Gündüz’ün harekete geçirici, hareketsiz protestosu, Türk rejimi için büyük bir tehlikenin simgesidir,”[108] biçiminde betimlediği (#duranadam) Erdem Gündüz eylemine dair, “Sokakta hiçbir şey olmamış gibi göstermek şiddettir!”[109] derken; bu pasifist tavra bile tahammül edemeyen Özlem Albayrak hışımla haykırıyordu:

“O duran adamlar neden yüzlerini AKM’de asılı duran devasa Atatürk posterine dönerek duruyorlar? Hiç düşünmediniz mi? Bu mu yeni ‘vatandaş tipi’? Bunlara ‘yeni’ diyebilmek, gelecekteki güzel bir ihtimal olarak ‘yeni’yi boğmuyor mu?”[110]

V) KÜRTLER VE BDP’NİN TAVRI

Hepimize Maksim Gorki’nin, “Dünyanın gösterişli hâlleri, yapmacık çıkarcı insanları çekmiyor dikkatimi… Bana bi parça; yüreği güzel, samimi insan lazım,” uyarısını anımsatan Gezi/ Haziran günlerinde Kürtler (ile BDP) “çözüm(süzlük) süreci”ne taraftılar.

Gezi/ Haziran başlayınca BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, halkın Taksim Gezi Parkı’ndaki direnişini desteklediğini ancak bazı kesimlerin bu meseleyi çözüm sürecini baltalamak amacıyla kullanmasından endişelendiğini vurgulayıp;[111] “Vatandaşın tepkisini doğru buluyorum. Biz BDP olarak Gezi Parkı direnişçilerinin yanındayız” diyerek söze başlayıp, şöyle sürdürmüştü: “Bu eylemde şu an bazı ulusalcı, ırkçı ve milliyetçi kesimler ‘Kürt sorununu nasıl baltalayabiliriz’in içindeler. Bunların farkındayız. (…) Biz Gezi Parkı’nda yaşananların müzakere karşıtlığına çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü biz onlarla hareket etmiyoruz. Kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde olmayız…”[112]

Aynı kesitte “Çözüm sürecinde alınan mesafe önemlidir. Gezi Parkı’yla başlayan gerginlik atmosferinin çözüm sürecini olumsuz etkilememesi gerekir,”[113] denirken; Başbakanlık Danışmanı Abdulkadir Selvi, Abdullah Öcalan’ın görüşmeci milletvekillerine, “Gezi eylemleri paralel devlet ayaklanmasıdır,” dediğini bunun da kamuoyundan gizlendiğini yazıp, “İmralı’ya giden bir heyet, Öcalan’ın, Gezi için, ‘Paralel devlet ayaklanması’ dediği kamuoyundan gizlendiği gibi, üstüne üstlük Öcalan’dan Gezi’ye selam çakıldı.”[114]

Bu tutum kesinlikle yanlıştı! Sonrasında Selahattin Demirtaş şunları dese de:

“Yıllardır bu halkın öfkesini örten bu kirli savaş gerçeği, Türkiye’nin batısındaki insanların öfkesini dışa vurmasını engelliyordu. Bu savaş durunca halkın tepkileri, öfkesi sokağa akmaya başladı. Gerçek budur. Bu yüzden savaşın durması gerekiyordu. Toplumun, muhalefetin demokratik sesini yükseltmesi gerekiyordu. Gezi Parkı eylemcileriyle yan yana olacağız. Ama biz aynı zamanda kalıcı barışı demokrasiyle taçlandırmak için müzakere yürüten bir hareketiz. Bu müzakerelerin durması, tıkanması demek yeniden ölümlerin başlaması demektir. Yeniden ölümlerin başlaması demek hükümetin eline daha ağır baskı imkânlarının geçmesi demektir.”[115]

Aynı konuda milletvekili Meral Danış Beştaş da (çok sonraları) şunları ifade ediyordu:

“Gezi, Türkiye’de tarihsel bir dönemece tekabül ediyor. En geniş anlamıyla baskıya, haksızlığa, hukuksuzluğa, halkın tepkisi, itirazı ve muhalefetidir. Gezi’nin bu kadar büyümesini ve yaygınlaşmasını da yine bu baskı politikalarının yaygınlığında ve derinliğinde aramak lazım. Çünkü herkesin itiraz nedenleri farklı olsa da temel noktası iktidarın uygulamaları, kararları ve var olan hukuksuzluğu diye düşünüyorum… Gezi’yi farklı toplumsal kesimlerin, farklı gerekçelerle de olsa merkeziyetçiliğe karşı çıkışı olarak okumak lazım. Aynı zamanda yerelliği, yerinden demokrasiyi savunan bir anlayıştı… Referandumda çıkan ‘Hayır’lar da bu merkeziyetçiliğe tıpkı Gezi’de olduğu gibi itirazdır. Gezi ayrıca Türkiye’nin batısıyla doğusunu buluşturan, yakınlaştıran, empati kurulmasını sağlayan bir süreci ifade ediyor. Medeni Yıldırım ile Berkin’in kardeşliğini ifade ediyor. İstanbul, Ankara veya İzmir’de yaşayan, Kürt olmayan, Kürt halkının yaşadığı acıları hissedemeyen, göremeyen yüz binlerin, milyonların bunu görmesini sağladı. O empati Gezi’yle çıktı ortaya.”[116]

BDP -“çözüm(süzlük) süreci” sürerken- söylem düzeyinde yanlıştan dönmüştü ve BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak da, “BDP neden mesafe koydu Gezi’ye?” sorusunu şöyle yanıtlıyordu:

“Mesafe filan koymadı. BDP başından son ana kadar oradaydı. Hem politik söylemleriyle, hem fiili olarak oradaydı. Milletvekillerimiz Sabahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder…

Üçüncü günden sonra pek orada değillerdi… Partinizin Eşbaşkanı Demirtaş da “Sırrı Bey çekildi” dedi, mesafe koyduğunuz anlamına gelecek şeyler söyledi.

Galatasaray’dan Taksim’e çıkan ilk grup HDK’ydi. Bu BDP’nin çoğunlukla içinde olduğu ve Sabahat Tuncel’in de içinde olduğu bir yürüyüştü…

BDP Türkiye’nin demokratik refleksinin en önemli parçasıdır, itici gücüdür, hatta tetikleyenidir. Sayın Demirtaş’ın ve bizim söylediğimiz şey şudur; özellikle İstanbul dışında bazı merkezlerde, bazı küçük gruplar bazı heveslere kapıldılar. Oralarda ne yazık ki bu tür yaklaşım içinde olanlar Kürtleri dışladılar, parti binasına saldırdılar. Bizim sözümüz onlaraydı. Kürtlere linç girişimi yapacaksın, bir taraftan da “Ben Türkiye’de demokrasi istiyorum” diyeceksin. Bu akla ziyan bir şey. Kim buna inanır?..

Bizim hiç bir zaman, Gezi’nin toplamına ve demokratik reflekse dair eleştiren mahkûm eden, kendimizi dışında tutan bir yaklaşımımız olmadı. Ama Ergenekon’a, darbeye sahip çıkan, Kürt karşıtı da olan ırkçı yaklaşımları da eleştireceğiz. Türkiye’de demokratik muhalefeti büyütmenin yolu bu gruplarla yolların ayrılmasıdır. Çünkü onlar aslında demokrasi istemiyor.

Onlar, geçmişteki statükonun, tekçi zihniyetin devam etmesini, otoriter bir yönetimle toplumun bütün kesimleri üzerine baskı kurulmasını istiyorlar. Bu ayrışmanın kesinlikle yaşanması lazım. Bizim de Gezi vesilesiyle yapmak istediğimiz buydu, bu duvarı biz net koyuyoruz. Birileri bilerek bu grupları Türkiye demokrasi hareketine bulaştırmaya çalışıyor ki Türkiye demokrasi hareketi büyümesin.

Gezi olaylarında solcular, sosyalistler, liberaller, demokratlar Kürtler zarar görmüştür, herkes gözaltına alınmıştır ama o gruplara bir şey olmamıştır.”[117]

Toparlarsak:[118] O kesitte HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder,[119] “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri. DTK’dan tek cümle yok!”[120] diyordu!

Yani Gezi olaylarının patlak verdiği ilk günlerde Kürt siyasal hareketi göstericilere karşı sergilediği mesafeli tutum ile epey tepki toplamıştı. Özellikle BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Ulusalcılarla yan yana durmayız” sözleri dertleri gerçekten demokrasi olan geniş kitleler arasında büyük hayal kırıklığı yaratmıştı.[121]

BBC’ye değerlendirmelerde Gezi Parkı eylemleri ve Kürt siyasetinin tutumuna dair, “Zayıf katılım yanlıştı. Gerekçeleri ne olursa olsun!”[122] vurgusuyla KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, “Süreç zarar görebilir” diye mesafeli yaklaştıklarını, bunun yanlış bir tutum olduğunu açıkladı.

“Gezi demokratik siyasetin önünü açan bir eylemdir. Dolayısıyla bu, çözüm sürecine de hizmet eden bir eylemdir. Ona katılmama, tereddütler yaşama yanlıştır,” diyerek, mesafeli yaklaşıma yönelik tavrı ise şöyle açıkladı: “Neden onu yaşadılar? Birincisi, ‘Katılırsak, devlet Türkiye’deki demokrasi güçlerine saldırabilir, eğer katılmazsak saldırı olmayabilir, o zaman bu hareket daha güçlü gelişebilir’ diye düşünüldü”![123]

Evet Bertolt Brecht’in, “Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil. Kötü olan, onları gizlemektir,” saptamasını bir kez daha doğruluyordu yaşam…

VI) KÖR, DİLSİZ, SAĞIR “MEDYA”(LARI)

Gezi/ Haziran günlerinde egemen “medya”(ları) kör, dilsiz, sağır ve Alice Miller’in, “Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız,” sözünden bihaberdi!

Örneğin o günlerde işinden olan Milliyet yazarı Can Dündar,[124] “Gezi’nin cephelerinden biri de medyaydı. Medyada ağır kayıplara yol açtı. Kimimiz mesleğinden, kimimiz itibarından oldu, medya halkın gözünden düştü,”[125] notunu düştüğü süreçte Kanal Artı Bir’in Haber Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Hoş “Haber yapmak suç oldu,”[126] derken; Ayşenur Arslan da ekliyordu:

“Bu iktidarın bile değil Erdoğan’ın medyası… İktidardan beslenenler vicdanları olmadığını gösterdi, 19 yaşındaki bir gencin linç edilmesinde dahi kılları kıpırdamadı”![127]

Ayrıca medya üzerinde terör estirilirken; devasa bir tasfiye gerçekleştirildi; ardından da “ceza(landırma)” furyası devreye girdi…[128]

TGS İSTANBUL ŞUBESİ’NİN AÇIKLAMASI: İŞTEN ATILAN, İSTİFA ETTİRİLEN, ZORUNLU İZİNE ÇIKARILANLAR[129]
İSTİFA EDENLER1) Ntvmsnbc editörü Özkan Güven, 2) Ntvmsnbc Kültür Sanat Editörü Hasan Cömert, 3) Doğuş Yayın Grubu’nun dergilerden sorumlu Genel Müdürü Neyyire Özkan, 4) Doğuş Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın, 5) GQ Türkiye dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Mirgün Cabas, 6) kapatılan NTV Tarih dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü, 7) NTV Program Direktörü Murat Toklucu, 8) NTV Program Editörü Burcu Doğan, 9) NTV Program Editörü Onur Yazıcıoğlu, 10) NTV’de program yapan fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut, 11) NTV Gece Haber Prodüktörü Ömer Faruk Aykar, 12) NTV Haber Merkezi’nde dijital editörlük görevini yapan Dilara Eldaş, 13) NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç, 14) NTV’de program yapan Çiğdem Anad, 15) NTV muhabiri Ergün Güven, 16) Sabah gazetesi yazarı Alper Bahçekapılı, 17) Sabah gazetesi Gece Yazı İşleri Müdürü Erdal Erkasap, 18) Kanal 24 spikeri ve moderatörü Remziye Demirkol, 19) Habertürk gazetesi röportaj yazarı Kutlu Esendemir, 20) Yenişafak gazetesi yazarı Işın Eliçin, 21) Artı 1 televizyonu Haber Yayın Yönetmeni Mustafa Hoş, 22) Artı 1 televizyonunda program yapan Banu Güven, 23) Artı 1 televizyonu ana haber sunucusu Uğur Dündar, 24) Artı 1 televizyonu ana haber sunucusu Özlem Gürses, 25) Artı 1 televizyonu Program Müdürü Uğur Tutçuoğlu, 26) Artı 1 televizyonunda program yapan Haluk Şahin, 27) Artı 1 televizyonunda program yapan Ece Temelkuran, 28) Akşam gazetesi yazarları Nihal Kemaloğlu, 29) Deniz Ülke Arıboğan, 30) Akşam gazetesi Yazı İşleri Müdürü Banu Kurt, 31) Akşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Süreyya Üstünel, 32) Akşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Semra Kardeşoğlu, 33) Akşam gazetesi muhabiri Alaz Kuseyri, 34) Milliyet gazetesi Ekonomi Servisi Ekler Koordinatörü Necla Unutmaz, 35) Milliyet gazetesi Magazin Müdürü Birsen Altuntaş, 36) Halk TV haber sunucusu Aydoğan Kılıç, 37) Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı istifa etti.
İŞTEN ATILANLAR38) İHA İnternet Editörü Diren Selimoğlu, 39) Bursa Olay gazetesi İnternet Sorumlusu Berhan Soner, 40) TMSF’nin el koymasının ardından Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya görevden alındı, yerine Mehmet Ocaktan getirildi. 40) Akşam gazetesi yazarları Tuğçe Tatari, 41) Hüsnü Mahalli, 42) Özlem Akarsu Çelik, 43) Gürkan Hacır, 44) Sevim Gözay, 45) Akşam gazetesi Ankara Temsilcisi Çiğdem Toker karşılıklı anlaşmayla gazeteden ayrıldı. 46) Akşam gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Nergis Bozkurt, 47) Yenişafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, 48) Sabah gazetesinde röportajlar yapan 49) Tuluhan Tekelioğlu, 50) Sabah gazetesi Ekler Yayın Yönetmeni Elçin Yahşi, 51) Sabah gazetesi Günaydın eki Genel Yayın Yönetmeni 52) Şirin Sever, 53) Sabah gazetesi muhabiri Bilge Eser, 54) AA Mardin muhabiri Serkan Yücel Aydın ile 55) Esquire dergisi Fotoğraf Editörü Uluç Özcü, 56) Takvim gazetesini protesto eden kadınlarla selamlaştığı için işten atıldı. Kanaltürk televizyonu Sabah Haberleri Sorumlu Müdürü 57) Serkut Bozkurt, 58) Artı 1 televizyonu CEO’su Tuncay Mollaveisoğlu’nun kanalla ilişkisi kesildi. 59) Beyaz TV muhabiri Çağrı Ulu, 60) İstanbul Valiliği’nde muhabirlik yapan 61) Metin Timur Tüfekçiler işten atıldı.
ZORUNLU İZNE ÇIKARILANLARTMSF’nin el koymasının ardından Show TV’de çok sayıda gazeteci zorunlu izne çıkartıldı. Bu isimlerin, Ciner Grubu’na satılan kanala geri dönmeleri beklenmiyor. 62) Zorunlu izne çıkarılan gazetecilerden biri ana haber sunucusu Ali Kırca. 63) Show TV Haber Dairesi Başkanı Tuba Atav, 64) Show TV Haber Koordinatörü Ayhan Bölükbaşı, 65) Show TV Haber Müdürü Ozan Pezek, 66) Show TV Yurt Haberler Müdürü Nafiz Akyüz, 67) Show TV Kamera Şefi Ediz Alıç, 68) Show TV Ankara Büro Temsilcisi Funda Tuna Görey, 69) Show TV parlamento muhabiri Özgür Akbaş, 70) Show TV kameramanları Bülent Kördemirci, 71) Mesut Gengeç, 72) Show TV İç Yapımlar Müdür Yardımcısı Özgür Uzun, 73) Show TV İç Yapımlar Teknik Sorumlusu Metin Karaaslan, 74) Show TV İç Yapımlar kameramanı Hakan Kırboğa zorunlu izne çıkarıldı.

Yeri gelmişken; Gezi/ Haziran günlerinde medyanın rezilliklerini kısaca hatırlatmadan geçmeyelim…

i) Gezi Direnişi’nin patladığı anlarda haberleştirmek yerine Penguen Belgeseli yayınlayan CnnTürk, direnişe sembol olacak bir an yaşattı tüm izleyicilere. CNN penguenle sembol olsa da diğer kanallar farksızdı. NTV, binasının önüne kadar gelip kendisini protesto eden vatandaşları haber yapmak zorunda kaldı.

ii) Gezi Direnişi’nin henüz kitleselleşmediği ilk günlerde ağaçlar kesilmesin diye parkta yerini alan Memet Ali Alabora, Yeni Şafak ve Akit gibi gazeteler tarafından bir dolu yalanla hedef gösterildi.

iii) Medya; faiz lobisi vs gibi deli saçmalarını kanıtlamak için acıklı bir çaba içine girdi. Yiğit Bulut’un “Telekineziyle Başbakan’ı öldürmeye çalışıyorlar” gibi iddiaları bu komedyanın tuzu biberiydi.

iv) Takvim gazetesi, Gezi süreciyle birlikte iyice zıvanadan çıkıp CNN Muhabiri Amanpour’la tamamen sahte röportaj yaptı. TOMA ve Gezi’deki ağaçlarla röportajlar ayrı saçmalıklardı.

v) Akit, Takvim gibi gazetelerin bir ileri aşamaya geçmesiyle; Yeni Şafak, Sabah, Akşam ve Star gibi gazeteler; Akit ve Takvim’in boşalttığı yere memnuniyetle yerleşti ve ciddi gazete taklidi yapmaktan vazgeçti. Sonradan bu gruba Türkiye gazetesi de eklendi.

vi) Polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük’ün daha önce karakol inşaatında çalışırken hatıra olsun diye çektirdiği silahlı fotoğraflar medyaya “teröristmiş” algısı yaratmak için servis edildi.

vii) İsimlerini burada sayamayacağımız kadar çok gazeteci istifa etmek zorunda kaldı yahut işten çıkarıldı.

viii) Bizzat caminin müezzini tarafından yalanlanmış “Camide içki içtiler” yalanı medyada köpürtüldü. Bir eylemcinin elindeki cola kutusu, photoshopla bira kutusuna çevrildi.

ix) “Eylemciler Kabataş’ta türbanlı bacımıza tecavüz ettiler”, görüntüler cumaya çıkacak iddiası ortaya atıldı. Gazeteci İsmet Berkan görüntüleri izlediğini söyledi. Elif Çakır ve Balçiçek İlter, tecavüze uğradığı iddia edilen kadınla röportaj yaptı. Aylar sonra görüntüler hakikâten çıktı. Ortada ne bir tecavüz, ne de bir saldırı vardı. Olan biten o dönem algı yönetimi için yürütülen bir operasyondan ibaret gibiydi.[130]

x) Alper Görmüş, Gezi direnişinde korkunç bir şiddet uygulayan iktidar ve onun medyasına sorulacak onlarca soru varken, ölümlerde, direnişi başlatan Taksim Dayanışma’nın sorumluluğunu aradı, sonra “Maddi hata yaptım” diye geçiştirdi.

xi) Hilal Kaplan, Gezi Direnişi sonrası Başbakan Erdoğan’ı Chávez’e benzeten yazı yazdı. Star gazetesi yazarı Mustafa Karaalioğlu ise medyada, ‘Erdoğan’a Hakaret Pazarı Oluştu’ yazısıyla Gezi’den Başbakan Erdoğan’ı mağdur çıkardı.

xii) Reha Muhtar, Gezi’deki “dış mihraklar” masalının terkisinde “etki ajanlığı” gibi bir kavram gündeme getirerek, hükümete yakınlaşma ve pozisyonunu koruma fırsatını kaçırmadı.

xiii) Süreç boyunca sessizliğini koruyan Medya Derneği, “medya kuruluşlarının tacize uğradığını” söyleyerek, faturayı medyaya değil izleyiciye çıkardı.

xiv) Yeni Şafak gazetesi direniş boyunca, öldürülenlere ve şiddete kayıtsız kalırken; tencere tava eylemleri yüzünden bir papağanın depresyona girişini haber yaptı.[131]

xv) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’de “Gezi olaylarının başlangıcı ile açıkçası gurur duyarım” dedi. Ancak Gül’ün konuşması Cumhurbaşkanlığı’nın resmi internet sayfasına, “gurur duyarım” ifadesi sansürlenerek konuldu.[132]

xvi) Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz Davası’nın il dışında görülmesi yönünde görüş belirtmesini haberleştiren İsmail Saymaz’a gönderdiği e-mail şöyleydi:[133] “Oğlum İsmail, yine rahat durmuyorsun. Benim Ali İsmail ile ilgili söylemediğim bir sözü tekrar ısıtıp veriyorsun ki sana özel olarak telefonda bunu izah ettiğim hâlde her fırsatta alçaklıkla bunu tekrar ediyorsun. Failler belirlendi, tutuklandı, yargılanıyor. Bunlardan pek memnun olmadın herhâlde,” dedi.[134]

xvii) RTÜK, Gezi Parkı eylemleri sırasında Taksim’de yurttaşlara palayla saldırdıktan sonra açılan soruşturma üzerine yurtdışına kaçan, döndükten sonra da serbest bırakılan Sabri Çelebi’nin görüntülerini yayımlayan 16 televizyon kanalının cezalandırılması istendi.[135]

xviii) Halk TV’ye, Gezi olayları öncesinde 5 yıl boyunca yalnızca 12 ceza kesen RTÜK, Gezi sonrasında 1.5 yılda 64 ceza uyguladı.[136]

Tüm bunlarla birlikte Başbakan Erdoğan, yine medyayı suçlu ilan etti, İmralı görüşmelerinin bir bölümünün basına yansımasına sert tepki göstererek, “Bir kısım medya hiç yanımızda olmadı. Eğer böyle gazetecilik yapacaksan batsın senin gazeteciliğin” demekten vazgeçmedi![137]

VII) DEVLET(İN) TUTUMU

“İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?

Winston biraz düşünüp ‘Acı çektirerek’ dedi,”[138]satırlarıyla Orwell organize bir şiddetten başka bir şey olmayan devlet gerçeğini ortaya koyarken; bir yanıyla da Gezi/ Haziran karşısındaki T.“C”nin pozisyonunu betimler.

O günler korku iklimine inat özgürleşmenin -faturası ödenen ve değiştirirken değişen!- itirazıydı

Mücella Yapıcı anlatıyor: “Ben, Gezi kürsüde ‘Korkmuyoruz’ falan diye nutuk atarken oldu. Çarşı Grubu Beşiktaş’tan ‘İbne çevik kuvvet’ sloganlarıyla medyana geldi. Bu sırada bir LGBTİ birey ‘Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz,’ diye slogan attı. Önce kadınlar katıldı, sonra da bütün park ‘Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz,’ diye bağırmaya başladı. Çarşı önce bir durdu, sonra onlar da aynı slogana başladı… Bunun gibi birçok an var unutamadığım.”[139]

Değiştirirken değişmek buydu ve devlet değiştirerek değişen itirazdan rahatsızdı![140]

Ezgi Başaran’ın, “Ses kayıtlarımızdan birine göre… ‘Gerekirse onları s… atarım’ diyen… içişleri bakanı… Gözden çıkarmaktır. Bir ülkenin bir kısım vatandaşını gözden çıkarmak, birbirine çarpıp bölmektir. Hangi kısım o biliyor musunuz… AKP’ye oy vermeyen herkes… Başbakan’ı eleştiren herkes… Geri kalan yüzde 50… İşte artık gözden çıkarılan, hin-i hacette ‘s… atılacak’ bu insan grubu -ki büyük bölümü akıllı, sorgulayan, itiraz etmeyi bilen, kalbi ve vicdanı olan insanlardır,”[141] diye ifade ettiği koordinatlara ulaşılmıştı…[142]

Bunun adı polarizasyondu!

Örneğin Berkin Elvan’ın 269 gün komada kaldıktan sonra öldüğü 11 Mart 2014 günü derste öğrencilerine, “Arkadaşlar bugün 14 yaşında bir çocuk öldü,” diyen Yrd. Doç. Dr. Mustafa Şanlı bir öğrencisi ve babası tarafından “polise şikâyet” edildi ve Şanlı hakkında soruşturma açıldı…[143]

2013’de Gezi direnişinin damga vurduğu ve rektör Mehmet Karaca’nın da protesto edildiği İTÜ Mezuniyet Töreni 2014’de stadyumda yapılmayıp; toplu mezuniyet töreni yerine her fakülte ayrı ayrı tören gerçekleştirildi…[144]

Türkiye Foto Muhabirleri Derneği “Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması”nın ana sponsoru Vakıfbank, Gezi’nin sembolü ‘Kırmızılı kadın’ fotoğrafı birinci olunca çekildi…[145]

Ankara semalarında bir helikopter, Melih Gökçek fotoğrafı ile AKP logosunun bulunduğu ve “Ankara’yı Gezicilere Teslim Etmeyiz” yazılı pankartıyla tur attı…[146]

O günlerin Başbakan Erdoğan’ının Gezi/ Haziran eylemlerine katılanları hedef alarak sorduğu “Neyiniz eksik” sorusuna (19 yaşındaki katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın babası) Ali Ayvalıtaş’ın verdiği bir yanıt, “Oğlum eksik”ti![147]

Özetle Louis Aragon’un, “Sakın görünüşe aldanma; görünüşte herkes insandır”; George Orwell’in, “Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi; çünkü artık yasa diye bir şey yoktu,” betimlemelerini çağrıştıran çok ama pek çok zor günlerdi.

VII.1) ORGANİZE ŞİDDET

Gezi/ Haziran protestolarında 11 kişi hayatını, 11 kişi gözünü kaybedip, 146’sı ağır 8 bin kişi yaralanırken, T.“C” bu kayıtları ve soruşturmaları (Finlandiyalı Parlamenter Antti Kaikkonen’un raportörü olduğu) ‘Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi Komitesi’nden (CPT) gizledi.

CPT, protestolar sırasında polisin aşırı güç kullanımıyla ilgili araştırmaların sonuçlarını ayrıntılı olarak isterken, Türkiye’den 200 olayla ilgili “soruşturma sürüyor” yanıtı gitti. İstenen ayrıntılı bilgiye ise sadece 9 olayla yanıt verildi. Bakanlık, Gezi’de hayatını kaybedenlerden yalnızca Ethem Sarısülük’ü öldürmekle suçlanan polis Ahmet Şahbaz için de “kendini savunma sınırlarını aşarak cinayet” dediyse[148] de; bu da daha sonra “AK”landı![149]

Murat Sevinç’in, “Emniyet raporlarına göre 80 ilde yürüyüş yapıldı. Meydanlar işgal edildi, dehşetli bir devlet şiddeti yaşandı,”[150] notunu düştüğü devlet şiddetinin ulaştığı boyutlara dair Ertuğrul Özkök bile, “İktidara yakın medyaya bakıyorum. ‘Gezi’nin birinci yıl bilançosu’ndan çok memnunlar. Devlet gücünü göstermiş… Üç-beş yerde başlayan olaylar bastırılmış… ‘Muktedirin polisi’ bu olayları kaç kişiyle bastırmış… Övüne övüne anlatıyorlar. O gün 25 bin polis görev yapmış. TOMA’sıyla, biber gazıyla, tonlarca suyuyla, plastik mermisiyle, artık esirgemediğini ispat ettiği gerçek mermisiyle, arkasında kaya gibi duran muktedir salı belagatiyle… Devlet en derin hâliyle işbaşında… Tam 25 bin kişi görev almış! Pardon, pardon… Yetmemiş, çevre illerden de 2 bin 500 kişi takviye yapmışlar. Bu ne anlama geliyor?… Ne diyorsunuz… Orantılı güç mü… Bu ‘muktedir’ matematiğiyle hâlâ övünüyor musunuz?”[151] demeden edemez hâldeydi!

i) Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), Gezi/ Haziran günlerinde “öldürücü nitelikleri olduğu” bilinen FN 303 marka silah kullanıldığını resmen kabul etti. Ulusal Kriminal Büro’nun FN 303 ile ilgili raporunda, “biraz öldürücü tüfeklerdir” deniyordu. Emniyet’ten, Abdullah Koç isimli gencin yaralanmasına ilişkin soruşturmaya gönderilen yazıda, Gezi sırasında Kızılay’ın çeşitli noktalarında bu silahı kullanan personel bulunduğu bildirildi…[152]

ii) Lice’de kalekol yapımı protestosunda öldürülen Medeni Yıldırım soruşturmasında savcılık olaylarda 21 silahın kullanıldığını tespit ederken, İçişleri Bakanlığı “Hedef gözetilerek ateş açıldı,” dedi…[153]

iii) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tüm Gezi dosyalarını elinden aldığı bilirkişilik makamı Ulusal Kriminal Büro’nun raporu, direnişindeki polis şiddetini bir kez daha gözler önüne sererken; Yıldız Teknik Üniversitesi araştırma görevlisi Burak Ünveren’i biber gazı kapsülüyle vurarak gözünü yitirmesine neden olan iki polisten birinin gaz kapsüllerini yere paralel bir şekilde, insanları hedef alarak ateşlediği belirtildi…[154]

iv) Sarıyer’de yaşayan 64 yaşındaki Elif Çermik, 22 Aralık 2013’deki İstanbul Kent Mitingi’nde polisin sıktığı biber gazından etkilenerek, komaya girdi ve 159 gün hayatta kalma mücadelesi verdikten sonra 30 Mayıs 2014 sabahı son nefesini verdi. Çermik, miting sırasında doğrultulan kameraya, “Nasıl bir ülke istiyorsunuz?” sorusuna karşılık, “Güzel bir ülke istiyoruz,” demişti…[155]

v) Mersin’de Gezi direnişi sırasında ağzına sıkılan biber gazı sonrası, bu gazdan etkilenip dil kökü kanserine yakalanan Mehmet İstif, tedavi gördüğü Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybetti…[156]

vi) Taksim Meydanı’nda, çevresinde onlarca polisin olduğu gösterici yere yatırılmışken oradan geçen bir sivil tarafından tekmelendi. Ağır küfürler savuran bu kişi yoluna devam etti. Gösterici ise gözaltına alındı. Tekmeleme ve küfürler kameraya şöyle yansıdı: Bir gösterici yere yatırılarak etkisiz hâle getirilmiş. Çevresinde onlarca polis var. Bu sırada oradan geçen bir sivil, yerde yatan göstericiye bir tekme darbesi vuruyor. Bu kişi polislerden biri tarafından iteklenirken, tekme darbesiyle acı hissettiği anlaşılan göstericiden “Ahh” sesi yükseliyor. Bu ses görüntüye girmeyen sivili daha çok sinirlendiriyor. Ardından küfürler başlıyor: “A… k…. Ulen oğlum Türkiye Cumhuriyeti Devleti burası, burda yaşıyon de mi.. a… k.. i.nesi.. Burada bu kadar memur var, sana yol mu verecek.. Ne bağırıyon.. a…. avradını….”[157]

vii) Gezi Parkı Direnişinin sürdüğü günlerde kaydedilen bir ses kaydı 4 Ekim 2014 gecesi saatlerinde YouTube’a yüklendi. Türkiye’nin pek çok ilinde direnişin sürdüğü 16 Haziran 2013 günü, İstanbul Osmanbey’de gözaltına alınıp, polis otobüsüne götürülen bir kişi tarafından kaydedilen söz konusu ses kaydında gözaltına alınanlara polis otobüsünde işkence yapıldığı anlaşılıyor. Ses kaydında pek çok ses bulunuyor. Polis olduğu sanılan bir kişinin “Numara yapma…” sözleriyle başlayan kayıt, “Şunlara kelepçe takın. Biz üç gündür eve gidemiyoruz lan. 100-150 tane manyak, neyin davasını…” sözleriyle devam ediyor. Gözaltına alınanların “Biz bir şey yapmadık” yakarışlarıyla devam eden ses kaydında daha sonra küfür sesleri duyuluyor…[158]

viii) İstanbul’da 255 sanıklı Gezi davasının 8 Mayıs 2014 tarihli duruşmasında ifade verenlerin çoğu, eylemci olmadıklarını, Taksim’den geçerken gözaltına alındıklarını söyledi. Sanıklardan U. A. E, Taksim’de arkadaşlarla buluştum. Hamburger yerken bizi de gözaltına aldılar,” dedi…

Üniversite öğrencisi F. B. O. ise, “Durakta bekliyordum. Gazdan etkilenmiştim. Polise sığındım, limon sıkıp yardımcı oldular. Sivil polisler de vardı, toplu gözaltı yapıyorlardı. Beni de aldılar. ‘Suçum yok neden beni alıyorsunuz’ dediğimde bir polis, ‘Yanlış zamanda yanlış yerdesin’ dedi. Cep telefonumu zorla alarak hiçbir şekilde fotoğraf çekmediğim hâlde galeriyi sildiler,” dedi…

Sanıklardan L. E.’in ifadesi şöyle: “Motosikletimi park ettiğim sırada kaskım başımda iken gaz fişeği kaskıma geldi. Kaskım çatladı ben de düştüm. Kendime gelmeye çalıştığım sırada bir grup polis gördüm. Polislerin amiri olduğunu düşündüğüm kişi beni yanlarına çağırdı. 4-5 polis üzerime atladı ve kelepçeledi”…[159]

ix) Galatasaray Meydanı’nda iki gence polisin müdahalesini görüntülemek isterken kendisi polis müdahalesi ile karşı karşıya kalan muhabir Alpbuğra Bahadır Gültekin, yaşadıklarını şöyle anlattı: “İftar sonrası Galatasaray’da iki genç şarkı söylüyordu. Polis ‘Yeter, sizi mi dinleyeceğiz!’ diyerek gençlere bağırdı ve müdahale etti. Bunu görüntülemek istediğim sırada polis bu kez ‘Neden çekiyorsun!’ diye üzerime yürüdü. Polislerden bazıları çektiğim görüntüleri silmek istedi. Gazeteci olduğumu söyledim. Kurum kartımı gösterdim, o kartın geçersiz olduğunu söylediler. Kısa bir süre polis aracında bekletildim. Yaklaşık yarım saat, 45 dakika sonra herhangi bir gözaltı işlemi yapılmadan serbest bırakıldım”…[160]

x) Süleyman Göksel Yerdut, Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle 24 Haziran 2013’te evi basılarak gözaltına alındı. Sağlık kontrolünden geçirildiği hastaneden çıkarılırken polisler tarafından ayaklarına ve koluna tekme atılan Yerdut’un kolu da parmak izi alınacağı gerekçesiyle büküldü. Polis, olaya ilişkin “şüpheli kelepçe takıldıktan sonra kollarını sıkıp gererek bileklerine zarar verdi” diye tutanak tuttu. Hastaneye sevk edilen Yerdut’a önce “herhangi bir kırık/çıkık tespit edilmedi” diye rapor verildi. Rahatsızlığının sürmesi üzerine yeniden hastaneye götürülen Yerdut’un sağ kol dirseğinde kırık tespit edildi. Yaklaşık 5 ay tutuklu kalan ve tahliye olduktan sonra kolundan ameliyat geçiren Yerdut, 16 Ağustos 2013’te İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcılık, şüpheli polise yönelik kimlik tespiti yapmadan, olayın yaşandığı hastanenin kamera görüntülerini toplamadan sadece polisin tutanakları üzerinden takipsizlik kararı verdi. Savcılığın kararında, polislerin zor kullanma yetki ve sınırları içinde hareket ettiği, Yerdut’un kendisine işkence yapıldığı süsü vermek için kendi kolunu sıkıştırdığı öne sürüldü…[161]

xi) Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın sopalarla dövüldüğü gün hemen yan sokakta, Tevfik Caner Ertay adlı bir başka üniversiteli de polisler tarafından demir sopalarla darp edilerek polis otosunun bagajına kilitlendi. Şehir içinde dolaştırılan Ertay, iki hastane gezdirildikten sonra avukatlarından saklanarak gözaltına alınmıştı. Eskişehir Devlet Hastanesi ve Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne ait kameralarda Ertay’ın bagajdan çıkarılıp hastaneye götürüldüğü ana ait kayıtlar var. Savcılığın bilirkişi olarak atadığı Ankara Emniyeti, gencin yanında kameralara yansıyan ve yüzü açık olan polisleri teşhis edemedi…[162]

xii) Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü[163] gecenin yıldönümünde yine Eskişehir’de üniversite öğrencisi Ceren Ünver, kaçırılarak bayılana kadar dövüldü. Emniyet, ‘Araştırıyoruz’ açıklaması yaptı. Ceren Ünver’e yapılan işkence doktor raporuyla belgelendi…[164]

xiii) Eskişehir’de üniversite okuyan Gürcistanlı Akaki Avaliani’nin hayatı 2 Haziran 2013 tarihli Gezi eylemlerinde yediği dayak yüzünden altüstü oldu. Evine giderken Üniversite Caddesi üzerindeki olayların ortasında kalan Avaliani, bir polisin saldırısına uğradı. Başından aldığı darbeyle ağır yaralanan ve bayılan Avaliani, ambulansla hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. 15 gün yoğun bakımda, 20 gün normal serviste kalan ve iki ameliyat geçiren Avaliani’nin kafatası kemiğinin kırıldığı, kırılan kemiğin beyne batarak sağ kolunun felç olmasına neden olduğu belirlendi…[165]

xiv) Okmeydanı’nda, Berkin Elvan’ın gaz fişeği kapsülüyle vurularak öldürülmesine ilişkin soruşturmada ifadesi alınan tanık Özgür Karagöz adlı genç, yüzünde gaz maskesi bulunan bir polisin hedef alıp Elvan’a ateş ettiğini ve gaz kapsülünün kafasına saplandığını kaydedip; Berkin’in de eliyle kapsülü çıkardıktan sonra kafasından kan geldiğini ve bayıldığını söyledi…[166]

xv) Berkin Elvan’ın öldüğü gün, 11 Mart 2014’de Ankara’daki gösterilerde, dershaneden çıkan A.U isimli öğrencinin kafasına polislerin biber gazı fişeğinin isabet ettiği görüntüler ortaya çıktı. Başlatılan soruşturma kapsamında ifade veren A.U, “Benim yapılan eylemle hiçbir ilgim yoktu. Deneme sınavına girmek için Kızılay’daydım. Bana gaz fişeği kapsülü atılırken direkt olarak hedef alıp attılar,” dedi…[167]

xvi) 22 Haziran 2013’de İstanbul’daki Gezi gösterilerinde baret, gaz maskesi, sualtı gözlüğü, düdük ve fularla yakalanan 13 kişiye açılmış dava dosyasına polis kamerası görüntüleri gönderildi. Göstericiler aleyhine delil amacıyla kullanılması için gönderilen bu polis kamerası görüntülerinden, eylemle hiç ilgisi olmayan bir yurttaşın yakın mesafeden hedef alınarak, ayağına biber gazı kapsülü atılmasının kaydı çıktı. Görüntülerde, ‘A-059’ kask numaralı polis tarafından atılan kapsülün ayak bileğine çarpmasıyla yaralanan yurttaşın acı içinde kıvrandığı ve bağırdığı görülüyor…[168]

xvii) Gezi’de gaz kapsülüyle vurulan Okan Göçer epilepsi şüphesiyle hastaneye kaldırıldı; daha önce de aldığı darbeden sonra 2 ameliyat geçirmişti…[169]

xviii) Volkan Kesanbilici 31 Mayıs 2013’de Tarlabaşı’nda yürürken sol gözüne isabet eden plastik mermiyle görme yetisini kaybetti.[170] Ulusal Kriminal Büro raporu, Kesanbilici’nin, dönemin İçişleri Bakanı Güler’in “Emniyet’te plastik mermi yok,” açıklamasının aksine Kesanbilici’nin “FN-303” diye adlandırılan plastik mermi silahıyla yaralandığını ortaya koydu…[171]

xix) 16 Haziran 2013’te Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir sınavda gözetmenlik yapan C. Ö., evine gitmek için ablası ile buluşmak üzere Tophane’ye giderken Fındıklı’da meydana gelen protesto gösterisinin ortasında kaldı. Polisin eylemcilere müdahalesi sırasında C.Ö’nün omurgası kırıldı. Adli Tıp Kurumu, Gezi Parkı eylemleri sırasında Fındıklı’da 16 Haziran 2013tarihli polis müdahalesinde omurgası kırılan 25 yaşındaki yüksek lisans öğrencisi C.Ö. için “işkence” tanısı koydu. Adli Tıp raporunda fiziksel ve ruhsal değerlendirme sonucu saptanan travma bulgularının tamamının “işkence” tanısı kapsamında olduğu belirtilerek, söz konusu saldırının, C.Ö’nün sağlığının ve algılama yeteneğinin basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek derecede bozulmasına neden olduğu vurgulandı![172]

xx) İzmir’de, Gezi’nin yıldönümüne katıldıkları için yargılanan 63 kişinin, gözaltına alındığı polis karakolundaki dayak görüntüleri, dava dosyasına konuldu![173]

xxi) Ve nihayet: Hekiminden öğrencisine toplam 255 kişinin yargılandığı İstanbul’un en büyük Gezi davasının ilk duruşmasına “kanuna aykırı toplantı ve gösteriye katılmak” ve “kamu görevlisinin görevini yapmasını engellemek” iddialarıyla hâkim karşısına çıkarılıp, yargılanan 14 vatandaş yaşadıkları polis şiddetini şöyle anlattılar:

Umut Aslan Erarslan: “Beşiktaş’tan Taksime çıktıktan sonra yemek yediğim sırada arkadaşlarımla birlikte sivil polisler tarafından çevrildik ve gözaltına alındım. Üzerimde gaz maskesi dahi bulunmadı”…

Mahmut Mert Baygüz: “Taşkışla’da polisin yoğun gazından kaçmak isterken 2 metrelik duvardan düşerek yüzüm ve kafam yaralandı. Her yerim kan içindeyken polisten yardım istedim ama yaralı olmama rağmen polis otosunda polislerden darp gördüm”…

Levent Erdem: “Gezi Parkı’nda devam eden eylemlere destek vermek için gittim. İstiklal’de motorumdan iner inmez kask olan kafama gaz bombası atıldı. Daha sonra polis amirinin yanına gidince beş polis tarafından darp edilerek gözaltına alındım”…

Furkan Bülent Ongan: “Taksim’de kullanılan yoğun gazdan korunmak için maskem yoktu. Yoğun gazdan etkilenince polislerden yardım istedim. Çevik kuvvet polislerinin yanındayken sivil polisler tarafından ‘yanlış zamanda yanlış yerdesin’ denilerek gözaltına alındım”…

Deniz Karakuş: “Tam 3.5 gün gözaltında tutuldum. İlk 28 saat boyunca gözaltında hiçbir şekilde yemek ve su verilmedi”…

Can Özkan: “Eşimle birlikte Taksim Meydanı’nda kaldığım otelden yemek yemek için çıktım ve otele dönerken gözaltına alındım. Gözaltı süresince darp edildim”…[174]

Bunlara daha birçok şey eklemek mümkünken; bir şeyi daha aktarmadan geçmeyelim: Gezi/ Haziran direnişinde uygulanan şiddet ve zulmü sonunda devlet de itiraf etti. Başbakanlık ile ilişkili özerk kuruluş olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) tarafından hazırlanan Gezi Parkı raporunda “Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin bir bölümüne yapılan müdahaleler haklı bir gerekçeye dayanmadığı gibi orantılı bir müdahale gerçekleştiğinden söz etmek de olanaksızdır” denildi.

Kamuya açık alanların toplanma özgürlüğüne de açık olması gerektiğine işaret edilen raporda, “duran adam” eylemine bile müdahale edildiği anımsatılırken, bunun toplanma özgürlüğüne aykırı olduğuna dikkat çekildi. Gezi Parkı Olayları sürecinde öne çıkan, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı konularına mercek tutan raporda yer alan saptamalar ana hatlarıyla şöyle:

xxii) Gezi Direnişi sırasında 8 Temmuz 2013’te polisin attığı plastik merminin sol gözkapağına isabet etmesiyle geçici körlük yaşayan fotomuhabiri Mehmet Kaçmaz, İçişleri Bakanlığı’ndan 2 bin 500 TL tazminat kazandı…[175]

xxiii) Anayasa Mahkemesi, 2013 Gezi Direnişi’nde gözaltına alınan ve yürüyüş yapmalarına engel olunan Öner Yakasız, Aral Demircan, Ahmet Kamil Tekerek, Erkan Baş ve Ali Çerkezoğlu’nun “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına” müdahalede bulunulduğunu kabul etti…[176]

TİHK’İN GEZİ PARKI RAPORU[177]
Kamuya açık yerler toplanma özgürlüğüne de açıktırKamuya açık alanların toplanma özgürlüğüne de açık olması gerekir. Gezi Parkı’nın kapatılması bu kapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca, parkın kapatılması, toplanma özgürlüğünün söz konusu yerde kullanılmak istenmesinin anlamını arttırmaktadır.
Müdahaleler orantısızOlaylar sırasında gerçekleşen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin bir bölümüne yapılan müdahaleler haklı bir gerekçeye dayanmadığı gibi orantılı bir müdahale gerçekleştiğinden söz etmek de olanaksızdır. Daha önce belirtildiği üzere toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı olması, örneğin, bildirim koşuluna uyulmamış olması veya toplantı ve gösteri yürüyüşüne ayrılan mekânların dışında gerçekleştirilmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale edilmesi için haklı bir sebep oluşturmayacaktır. Keza, toplanma özgürlüğünü kullananların bir kısmının şiddete başvurması da toplantı ve gösteri yürüyüşünün dağıtılması için yeterli bir gerekçe değildir.
Duran adama müdahale haksızGezi Parkı Olayları kapsamında da sıklıkla karşılaşıldığı üzere eylem ve etkinliğe katılanların bir kısmının şiddete başvurması, tüm etkinliğin yasadışı ilan edilmesi sonucunu doğurmamalı, bu kişilerin tespiti ve ayıklanması cihetine gidilmelidir. (…) Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde ortaya çıkan ve “duran adam” olarak nitelendirilen eylem türü tamamen barışçıl bir nitelikte olmasına rağmen “duran adam”ın yanında duran insanların 18 Haziran 2013 tarihinde gözaltına alınması toplanma özgürlüğüne yönelik haksız bir müdahale olarak nitelendirilebilir.
Polis hesap yapmadıGezi Parkı sürecinde, biber gazı kapsülleriyle meydana geldiği ileri sürülen yaralanmaların sayısı ve boyutları nazara alındığında, biber gazı fişeklerinin atılması sırasında, göstericilerin veya üçüncü kişilerin zarar görmemesi için gerekli hesaplamaların yeterince yapılmadığı, durumun gerektirdiği tedbirlerin tam olarak alınmadığı anlaşılmaktadır.
Gazın kullanılış şekli de önemliGezi Parkı Olaylarına müdahale sırasında kullanılan biber gazı miktarı ve kullanım şekli yoğun eleştirilere yol açmıştır. Biber gazı, sadece kullanılan gazın miktarı itibariyle değil aynı zamanda kullanım şekli bakımından da önem arz etmektedir. Gezi Parkı Olayları sırasında gerekli sağlık tedbirlerinin alınmadığı kamuoyuna yansıyan görüntülerde, tanık anlatımlarında, düzenlenen raporlarda görülmektedir. Gezi Olaylarında kitlenin biber gazına ve diğer zor kullanma araçlarına yoğun olarak maruz kılınması kolluk güçlerine yönelik öfkeye yol açmış bu da şiddet olaylarını tetiklediği gibi eylemlerin sürekliliğine neden olmuştur.
Basınçlı su yaşam hakkı ihlâliBasınçlı suyun TOMA’nın güzergâhı üzerinde bulunan insanlara gelişigüzel sıkıldığı, basınç ayarının ve hedeflenen mesafenin orantılı olmadığı görülmüştür. Bir örnekte, polisin basınçlı su sıktığı gösterici havada takla atarak yere yığılmıştır. Uygulama kötü muamele iddialarının yanı sıra yaşam hakkı ihlâlini de gündeme getirebilecek boyuttadır.
Alabora hakkındaki takipsizlik doğruGezi Parkı Olayları sırasında göstericilerin bir kısmının şiddete başvurmuş olması eyleme çağrıyı suç hâline getirmeyecektir. Bu kapsamda Gezi Parkı eylemleri sırasında Twitter hesabından “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel” mesajını paylaşan Mehmet Ali Alabora hakkında yapılan suç duyurusu sonrası “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan yapılan soruşturma neticesinde takipsizlik kararı verilmesi ifade hürriyetine ilişkin evrensel standartların gereğidir.
Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı, Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz cinayetleri hakkında“Devletin, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğü gereği yaşam hakkına yönelik haksız müdahaleleri engellemesi gerekirken, Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüyle sonuçlanan darp olayında polis memurlarının da dahlinin bulunduğu iddiası ayrıca irdelenmelidir,” denildi.

Ve tüm bunlara rağmen! İçişleri Bakanlığı’na bağlı müfettişlerin Gezi Parkı gösterileri sırasında meydana gelen polis şiddetine ilişkin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ile polis şeflerini suçsuz buldukları ortaya çıktı…

Raporda, Gezi Parkı gösterilerinin ‘yanlış anlama’ sonucu çıktığı iddia edilirken olayların büyümesinin sorumlusu olarak, çadırları yakan zabıtalar işaret edildi. Polisin “münferiden” biber gazı ve su kullanımına “tevessül ettiği” ve hatta bunların yetersiz kaldığı ileri sürüldü…[178]

VII.2) DEVLET PRATİĞİ!

Devlet pratiğine ilişkin verileri “yorumsuz”(!) aktarıyoruz…

i) Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Gezi Parkı olaylarında eylemcilerin arasına ekipler gönderildiğini ve Erdoğan’ın sabahlara kadar onları dinlediğini söyledi…[179]

ii) Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini önlemek için kurulan çadırların 30 Mayıs sabahı saat 05.00’te yakılması olayı ile ilgili İçişleri Bakanlığı tarafından açılan soruşturma kapsamında görevden uzaklaştırılan 4 zabıta ve 3 taşeron firma çalışanı görevine iade edildi…[180]

iii) Gezi Parkı’nda çadırlarını zabıtaların yaktığı fotoğraflarla belgelenirken; 16 Nisan 2015’de görülen davada “yakma” talimatını verdiği öne sürülen Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli, “Talimat vermedim,” dedi. Zabıtalar ise “Yangın çadırlardaki mumlardan çıkmıştır,” dedi…[181]

iv) Gezi eylemlerine destek eyleminde Mehmet Ayvalıtaş’a aracın çarpması sonucu ölümüyle ilgili dava dosyasında Adli Tıp Kurumu raporu, sanıkların “kusursuz” oldukları, yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş ile olayda yaralanan Seyit Kartal’ın ise asli ve tam kusurlu oldukları bildirildi…[182]

v) Gezi Direnişi sırasında, polisin attığı plastik mermiyle tek gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın açtığı tazminat davasına,[183] İstanbul Valiliği’nin sunduğu dilekçede, “Davacı iş veya ikamet adresi olmadığı hâlde eylemlerin olduğu Gezi Parkı’na gitmiştir. Dikkatsiz ve özensiz davranarak, güvenlik çemberi dışındaki bölgeye gitmiş ve sonucu kendi iradesiyle göze almıştır,” vurgusuyla; “Haksız zenginleşmeye” neden olacağını, uğradığı zarara ilişkin “somut bir belge” sunmadığını iddia etti…[184]

vi) Gezi Direnişi’nde Taksim’de polisin attığı gaz fişeği kapsülü ile ayağından yaralanan Aydın Aydoğan’ı yaralayan polislerin soruşturulmasına valilik izin vermedi…[185]

vii) Birinci Sınıf Emniyet Müdürü Fikret Aydoğdu, Gezi eylemlerine destek verince başına gelmeyen kalmadı: Mahkemece suçsuz bulunduğu hâlde meslekten ihraç edildi hem de iki kez…[186]

viii) Afyon’da düzenlenen Gezi eylemlerine katılan 54 kişi hakkında açılan davada tanık olarak dinlenen polis memuru Ş.K., göstericileri can güvenlikleri için gözaltına aldıklarını belirterek, “Trafiği engelliyorlardı. Çevredeki diğer bazı vatandaşlar da sanıklara tepki gösteriyordu,” dedi…[187]

ix) Gezi eylemlerinde İstanbul Sancaktepe’de polisler tarafından feci şekilde dövüldükten sonra bir gözünü kaybeden Hakan Yaman’ın, Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmada Yaman’ın gözünü kaybetmesine ve ağır yaralanmasına neden olan saldırıdan sorumlu olduğu iddiasıyla polisler ifade verirken; adeta, “Görmedim, duymadım, bilmiyorum,” dediler…[188]

x) Ş. Urfa Emniyet Müdürlüğü’nün Gezi eylemleri sırasında Ethem Sarısülük’ü öldüren polis Ahmet Şahbaz için yardım kampanyası düzenlediği ortaya çıktı. Valilik izniyle düzenlenen kampanyanın gerekçesi “Emniyet olarak Şahbaz’ın yanında olduklarını göstermek” ve “maddi manevi mağduriyetini gidermek” olarak açıklandı…[189]

xi) Gezi eylemlerinde polisin attığı plastik merminin yüzüne isabet ettiği Abdullah Koç’un yaralanmasına ilişkin soruşturmada Emniyet’in savcılığa gönderdiği yanıt, “delil saklanıyor” tartışmasına yol açtı. Ankara Emniyet Müdürlüğü, Koç’un yaralanmasına ilişkin “Olaylar sırasında plastik mermi kullanıldığı iddiaları asılsız olup şube envanterimiz kayıtlarında plastik mermi bulunmamaktadır,” dedi. Öte yandan Çankaya Emniyeti, savcılığa Koç’un vurulduğu sırada bölgede bulunan Mobese kayıtlarında “görüntü yok” yanıtını gönderirken Güvenlik Şube Müdürlüğü ise “kameralar bozuk” iddiasında bulundu. Bu yanıtlar nedeniyle soruşturmadan bir sonuç alınamadı…[190]

xii) 20 Kasım 2015 sabaha karşı polisin Gezi’de kafatasının yarısını gaz fişeğiyle yok ettiği lise öğrencisi M.A.T, ‘Dünya Çocuk Hakları Günü’ne tutuklanarak girdi…[191]

xiii) Gezi’de müzisyen Mustafa Düştegör’ü 3 Haziran 2013 gecesi öldüresiye döven polisler için yapılan suç duyurusunda, şüpheli 40 polisten 33’ünün kimliği hâlâ belirlenemedi…[192]

xiv) İstanbul’da Gezi gösterilerinde maruz kaldıkları yoğun biber gazından ötürü bir rezidansa sığınan gençler, kapıyı zorla açıp içeriye doluşan polislerce dövüldü. Koray Kırcaoğlu’nın kafasına kabzayla, tekme ve coplarla vuruldu. Erkek arkadaşının üzerine kapanan İpek Şenol da tekmelerden payını aldı. Hastaneye kaldırılan Kırcaoğlu’nun kafasına 12 dikiş atıldı. Kırcaoğlu, polislerin rezidansa giriş anını ve içlerinden birinin kask numarasını gösteren kamera kayıtlarını ve kafasına vurulan silahın yere düşen kabzasını savcılığa teslim etti. 10 ay geçtiği hâlde savcılık, kask numarası belli olan polisin dahi kimliğini tespit edemedi, ifadesini alamadı…[193]

xv) Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’la aynı saatlerde ve aynı sokakta dövülen Doğukan Bilir’le ilgili soruşturmada bir skandal daha ortaya çıktı. Eskişehir Başsavcılığı’nın “Şüphelileri belirleyin” talimatına rağmen Eskişehir Emniyeti sekiz aydır hiçbir işlem yapmazken, disiplin soruşturması yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bu isimleri 2013’ün Eylül ayında belirleyip ifadelerini aldığı ve raporun bir örneğini savcılığa gönderdiği anlaşıldı. İfadeleri alınan polisler, bugüne kadar savcılıktan saklanan en önemli bilgiyi başmüfettişlere açıkladı: Korkmaz ile Bilir dövülürken sokakta polislerin başında TEM Şube Müdürü Cüneyt Gökçek, yardımcısı Ayhan Karayel ve Şube Amiri Mutlu Umutlu da vardı…[194]

xvi) İstanbul’daki Gezi eylemlerinin başladığı gün Eskişehir’de sokağa çıkan onlarca genç, sokağın iki başından baskın yapan polislerce coplarla dövüldü. Kamera kayıtlarına göre, dayak sırasında bacağı kırılan bir genci alması için sokağa ambulans çağrıldı. Bir saat yüzleri duvara dönük hâlde tutulan gençler otobüslere bindirilerek gözaltına alındı. Bu görüntülere rağmen polisler hakkında takipsizlik kararı verilirken, Ali İsmail Korkmaz Davası’nda görev alan iki avukatın da aralarında bulunduğu 176 kişiye 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu muhalefet suçundan dava açıldı…[195]

xvii) Dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın doğum günü olan 18 Mart 2014’de memleketi Hatay’da yapılan ‘Ali/ Düşlerinde Özgür Dünya’ adlı belgeselin gösterimi valilikçe yasaklandı. Valilik, ücretsiz gösterilen belgesel için, ticari amaçlı yapımlarda aranan “tescil belgesi” şartı koştu…[196]

xviii) 2013 Mayıs’ında 7 öğrencisi ile birlikte Leonardo Da Vinci meslek eğitimi programı kapsamında Portekiz’e giden; orada Gezi eylemlerinde yaşananlara dikkat çekmek için hazırladıkları pankartlarla çektirdikleri fotoğrafları Facebook hesabından paylaşan Bartın Kız Meslek Lisesi öğretmenleri Aysun İleriler[197] ve Sebahat Polat görevden alındı…[198]

xix) Gezi protestolarına destek vermek için greve giden Eğitim Sen üyesi 11 asistan hakkında Marmara Üniversitesi yönetimi soruşturma açtı. 8 asistan hakkında 2 yıl boyunca kıdem durdurma cezası verildi. İletişim Fakültesi’nden Figen Akgül[199] ve Can Özbaşaran hakkında da “Göreve gelmemek” ve “verilen görevi yapmamak” suçlamasıyla, Disiplin Yönetmeliği’nin 11. maddesinin ilgili bölümü gerekçe gösterilerek, “kamu görevinden çıkarma” cezası verildi…[200]

xx) Eskişehir’deki Osmangazi Üniversitesi’nde araştırma görevlisi Nuriye Gülmen’e Berkin Elvan’ın ölümünü protesto eylemine katıldığı için iki yıl kademe durdurma cezası verildi…[201]

xxi) İzmit’te Gazi Anadolu Lisesi’nin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada Gezi Parkı olaylarına değindiği için okul disiplin kuruluna verilen okul 1’incisi Işıtan Önder’e kuruldan kınama cezası verilince okul birinciliği elinden alındı…[202]

xxii) 43 okul ve kurumda inceleme ve disiplin soruşturması başlatıldı. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Ankara’daki Gezi eylemlerine ilişkin başlatılan idari soruşturma kapsamında müfettişlerin, 23 öğretmenin disiplin cezası ile cezalandırılmasını, 11 yönetici ve öğretmenin görev yerlerinin değiştirilmesini, 2 okul müdürünün ise yöneticilikten alınmasını teklif ettiğini açıkladı…[203]

xxiii) Gençlik ve Spor Bakanı Çağatay Kılıç, Kocaeli’nde Canan Ak ve Seda Macit adlı iki öğrencinin, Gezi Parkı eylemlerinin ardından kaldıkları Zekiye Gündoğdu Yurdu’ndan atılmasıyla ilgili olarak Yurt Yönetmeliği’ni gerekçe gösterip, “Milli birlik ve bütünlük duygularını zedeleyici veya bozucu maksatla bayrak ve sembol asmak, kullanmak, marşlar söylemek, açlık grevinde bulunmak, oturma eylemi yapmak, pankart taşımak veya asmak, ideolojik veya politik amaçlı gösteri, toplantı, tören düzenlemek, demeç vermek” bendi gereğince yurttan süresiz çıkarıldıklarını belirtti…[204]

xxiv) Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılıp, bir ay okuldan uzaklaştırılan Ersan Karababa’nın kadrosu, bu kez evinden iki saat uzaklıkta olan Sultangazi Endüstri Meslek Lisesi’ne alındı…[205]

xxv) Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, mezuniyet töreninde Gezi protestolarından söz ettiği için okul birinciliği elinden alınan Işıtan Önder ile ilgili “Çocuk korktuğumuz gibi bu olaydan ötürü çok fazla etkilenmemiş gibi görünüyor… Dolayısıyla burada ceza verenler bir anlamda mükafatlandırmışlar gibi,” dedi…[206]

xxvi) AKP, Gezi Direnişi’nde baş belası olarak nitelendirdiği sosyal medyayı dizginlemek için dört koldan çalışma yapıyor. Son olarak Kalkınma Bakanlığı, Bilgi Toplumu Stratejisi’ne altyapı teşkil etmek üzere hazırladığı raporda siber suçlara karşı kolluk kuvvetlerinin yetkilerinin artırılmasını istedi…[207]

xxvii) Gezi Direnişi’nde polisin attığı biber gazı kapsülünün ayağına isabet etmesi sonucu yaralanan ve bu nedenle üç kez ameliyat olan Aydın Aydoğan’ın Twitter hesabı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) İnternet Daire Başkanlığı’nın başvurusu üzerine erişime kapatıldı…[208]

VII.3) YARGI HÂLLERİ (Mİ?)!

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), Gezi Parkı protestolarının birinci yıldönümü dolayısıyla hazırladığı raporda, barışçı göstericilere karşı şiddet kullanan polislerin hiçbirinin yargı önünde sorumlu tutulmadığını bildirdi.[209]

Paris merkezli FIDH’nin raporunda, polislere ceza verilmezken 5 bin 653 gösterici hakkında 97 dava açıldığı vurgulanıp; Gezi protestolarında bir yıl içinde, şiddet içermeyen gösterilerin orantısız polis gücüyle “sistematik” olarak bastırıldığı da kaydedildi.[210]

Bununla birlikte Adalet Bakanlığı, Gezi Direnişi ardından ülkenin dört bir yanında eylemlere katılan pek çok yurttaşa Terörle Mücadele Yasası (TMY) kapsamında açılan davaları gizlemek için 2013 yılı istatistiklerini sakladı.[211]

Anlaşılacağı üzere “Yargı Hâlleri” malum üzereydi!

Mesela: Aydın Aydoğan, 3 çocuk babası bir turist rehberiydi. 11 Haziran 2013’te, gaz kapsülüyle sol ayağından yaralandı. 1 ay hastanede yattı, aylarca ayağının üstüne basamadı. Tazminat davası reddedildi…

Mesela: Polisler hakkındaki şikâyeti, sağ gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın dosyasıyla birleştirdi. Savcılığın isimlerini belirlediği 16 polis memuru hakkında, İstanbul Valisi Vasip Şahin soruşturma izni vermedi…

Mesela: Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran 2013’te 20 yaşında hızla gelen otomobilin çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Annesi Fadime Ayvalıtaş da bu acıya dayanamadı, 6 ay sonra kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Baba Ayvalıtaş, adalet arayışında umutsuzdu…

Mesela: Erdal Sarıkaya, iki çocuk babası, özel bir şirkette güvenlik görevlisiydi. Plastik mermi, göz merceğinden girdi. Sağ gözünün yerinde protez var. Valinin, soruşturma izni vermemesine tepki gösteriyordu…[212]

Mesela: 1-2 Haziran 2013 tarihinde Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’ne girenlerin de bulunduğu 7’si yabancı uyruklu 255 tutuksuz sanığın yargılanmasında savunma veren doktor Erenç Yasemin Dokudan, “Suçlamalar beni çok şaşırttı. Tıp fakültesi eğitimini yanlış mı öğrendim diye düşündüm… Yaralılara yardım için camiye girdim,”[213] diyorsa da aldıran yoktu…

Ve benzerleri, ve diğerleri…

Polis, Gezi Parkı’na girer girmez göz altılara başladı. Sonrasında yaşanan ve tüm illere yayılan olaylarda ise toplam 5 bin 685 kişi gözaltına alındı, Türkiye genelinde de onlarca iddianame hazırlandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıkladığı resmi verilere göre İstanbul’da 41 iddianame hazırlandı ve iddianamelerde toplam 563 şüpheli yer alıyordu. Ayrıca bu iddianameler dışında savcılığın açıkladığı bilgilere göre İstanbul’da 6’sı Terörle Mücadele Kanunu’ndan olmak üzere toplam 42 soruşturma da devam ediyordu.

Olaylar hakkında ise toplamda 249 şikâyet bulunuyorken;[214] işte birkaç veri…

i) Gezi eylemlerine destek protestolarında Antalya’da gözaltına alınan avukatların, avukatları ile görüşmesine savcı Osman engel oldu…[215]

ii) Kırklareli’deki Gezi’ye destek eylemine katılanlar hakkında dört savcı, 1-17 Haziran tarihleri arasında yapılan her eylem için toplam 17 iddianame hazırlandı. İddianamelerde geçen isimler eylemlere katıldıkları gün sayısına bağlı olarak artarken; toplam bin 238 isim bulunuyor…[216]

iii) Ethem Sarısülük davanın 28 Ekim 2013’teki duruşmasında adliye önünde çıkan olaylar nedeniyle Sarısülük’ün iki kardeşinin de arasında bulunduğu 23 kişi hakkında Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nce, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefet” ve “kamu malına zarar vermek” suçlarından 6 aydan 12 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlandı…[217]

iv) İstanbul 73. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki “Kırmızılı Kadın” duruşmasında, “Görevi kötüye kullanma” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi talep edilen tutuksuz sanık polis memuru Fatih Zengin’dan şikâyetçi Ceyda Sungur, “Sanığın elinde silah olsaydı. Ethem Sarısülük’ü öldüren polis gibi beni de öldürebilirdi. Sanığın bu yönde savunmalarının geçerli olmayacağını düşünüyorum,” dedi…[218]

v) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi eylemleri sırasında gaz tüfeği ile zor kullanma sınırlarını aşan ve hedef gözeterek ateş ederek 60 yaşındaki Perihan Deniz’i yaralayan polis memurunun kimliğinin tespit edilememesi üzerine “daimi arama kararı” verdi. Karara göre polis memuru suçla ilgili zamanaşımı süresinin dolacağı 1 Haziran 2021’e kadar aranacak…[219]

vi) Genç üniversiteliyi ezdi, çarpma anını “Gezi eylemcileri taş attı zannettim,” diye anlattı, tutuklamaktan kurtuldu… Tandoğan’da kavşakta karşıdan karşıya geçmek isteyen Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi 21 yaşındaki Safiye İşbilir’e çarparak ölümüne neden olan Anakent Belediyesi’ne bağlı EGO şoförü Nurullah Bekar, aradan 4 ay geçmesine karşın bir gün bile cezaevine girmedi…[220]

vii) Mersin Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi resim öğretmeni Zehra Gürler facebook paylaşımları nedeniyle 2 ayrı soruşturma açıldı ve öğretmen sürgün edildi. Her iki soruşturma için de “delilleri” okulun müdür yardımcısı facebook üzerinden topladı. Gezi eylemlerine katılmak, devlet büyüklerine hakaret etmek, ahlâksız paylaşımlarda bulunmakla suçlanan öğretmenin ünlü yazarların yazılarını paylaşması, arkadaşlarının paylaşımları, eski bir öğrencisinin nü resim çalışması bile dosyaya “delil” diye girdi…[221]

viii) İstanbul Anadolu Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı, Berkin Elvan basın açıklamasına katılan mahkeme mübaşiri ve aynı zamanda İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi Salih Altungök’ün, “devlet memurluğundan çıkarılma” cezası ile cezalandırılmasını talep etti…[222]

ix) Gezi protestolarının Antalya ayağında, polis müdahalesinden kaçarak otoparka saklanan ve buraya gelen polislerce darp edildikleri kamera görüntüleriyle açığa çıkan üç gence yönelik yapılan işkenceyle ilgili iddianame hazırlandı. İddianamede, polislerin eylemi, kamera kayıtlarındaki darp görüntülerine ve adli tıp raporunda “çivili sopa” izleri görülmesine karşın, “basit yaralama” olarak nitelendirilirken, polislere üç genç için ayrı ayrı ceza istenmesi yerine hangi polis kime vurduysa buna göre ceza talebinde bulunuldu…[223]

x) İstanbul’da Gezi Parkı gösterilerinde gaz fişeği ile gözünü kaybeden Okan Özçelik, fişeği atan polis memurunu görüntülemeyi başardı. 1 Haziran 2014’deki gösteriler sırasında cep telefonuyla görüntü aldığı sırada vurulan Özçelik, gaz fişeği atıldığı sırada kayıttaydı. 15 metreden nişan alıp ateş eden polis memuru için, İstanbul Emniyet Müdürlüğü “Biz kendisini gözaltına almamışız, kusurlu değiliz” savunması yaptı. Yüzde 90 görme yetisini kaybeden Özçelik tazminat davası açtı. İçişleri Bakanlığı ise mahkemeye yaptığı savunmada Özçelik için, “Zararı belli değildir, zarara neden olan olayın idarenin eyleminden kaynaklandığına dair bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Davacı taraf sadece soyut iddialar ileri sürmektedir,” diyerek görüntü kaydını yok saydı…[224]

xi) Ankara’nın Dikmen semtindeki Gezi eylemine müdahâlenin ortasında kalıp, gözaltına alındığı Akrep aracında 1.5 saat dolaştırılarak dövülen 13 yaşındaki A. A. hakkında savcılığın “yasadışı eyleme katılmak” suçundan dava açtığı ortaya çıktı. Algılama yeteneğinin zayıf olduğu doktor raporuyla tespit edilen ve bu nedenle özel eğitim merkezine giden A. 13 Mart 2014’de Ankara 4. Çocuk Ceza Mahkemesi’nde beraat etti. A. A.yı Akrep’e alan, 1.5 saat dolaştırıp döven ve üzerine çöken 4 polis ise hâlen yargı önüne çıkartılamadı…[225]

xii) Tutuklu avukat Şükriye Erden’in kızı Merve Önem 6 Nisan 2018’de İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nce, 2014 yılında açılan soruşturma nedeniyle “Terör örgütü üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklandı. Gezi Direnişi sırasında telefonla avukat Evrim Deniz Karatana ile yaptığı görüşmeyle suçlanan Önem’in, annesi tutuklandığında yapılan destek eylemine katılması da tutuklama gerekçesi arasında yer aldı…[226]

xiii) Ankara’da polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük için vurulduğu yerde 16 Haziran 2014’de yapılmak istenen, ancak polisin basınçlı su ve biber gazlı müdahalesiyle gerçekleşemeyen anma törenine katıldıkları gerekçesiyle haklarında dava açılan 35 kişinin yargılanmasına Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki davanın sanıklardan Tarık Demirci, savunmasında olay günü cenazeye katılmadığını, Kızılay’dan geçtiği sırada polisin bazı kişileri darp ederek gözaltına aldığını gördüğünü belirtti. Demirci, polisin bir kişiyi kafasını otobüse vurarak gözaltına almaya çalıştığını gördüğünü, bu anı telefonu ile görüntülediği sırada kendisinin de darp edilerek gözaltına alındığını söyledi. Demirci, gözaltı alındıktan sonra 6 saat boyunca Başbakanlık’ta polisler tarafından darp edildiğini ifade etti…[227]

xiv) Gezi’de ve Güneydoğu’da (/Kürt illerinde-bn) insanları öldüren polisler İç Güvenlik Paketi’yle cezadan kurtulacak…[228]

Notlar

[72] Murat Sevinç, “Gezi’de Ne Oldu? Kim, Ne Anladı?”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.9.

[73] Günnur Aksakal, “Orta Sınıf: Efsane mi, Gerçek mi?”, Birgün Kitap, Yıl:13, No:179, 16 Aralık 2016-12 Ocak 2017, s.20.

[74] Kimileri şunları diyordu: “80’li yıllarda askeri darbeyle muhalefet susturulmuştu. Dünya ölçeğinde de bir siyasal gerileme yaşanıyordu. Çeşitli yollarla yayılan tek yanlı görüşler sonucunda; yoksul çocukların okul masrafları, halkın sağlık giderleri, diğer sosyal güvenlik harcamaları yeni orta sınıfın gözünde, kendilerinin sırtına yük olarak görülüyordu. Yüksek kazançlarından dolayı ödedikleri vergilerle kamuyu finanse ettiklerine inanıyorlardı.

Bu durum, yeni orta sınıfın dışlayıcı özelliklere bürünmesine neden oldu. Geleneksel mahalle hayatındaki dayanışmanın, aile bağlarının gerektirdiği yardımlaşma alışkanlıklarının dışında kalmak istediler. Daha doğrusu, kendi sınıflarından olmayanların dışarıda kalacağı bir hayatı tercih ettiler. Böylece, kent merkezlerinin biraz uzağında siteler kurarak yaşamaya başladılar.

Dışladıkları insanların kendileri gibi ‘steril’ yaşamayı hak etmediklerini ve beceremediklerini düşünmeleriyle bağlantılı olarak, yeni orta sınıf, aşağılayıcı bir dil geliştirdi. Artık dergiler, televizyonlar, kitaplar, ‘pazarlanan’ neredeyse bütün kültür sanat ürünleri yeni orta sınıfın onayına sunuluyordu. Kültür sanat endüstrisi, dışlayıcı düşünceler ve aşağılayıcı dil üreten bir mekanizmaya dönüştü. ‘Entel’, ‘maganda’, ‘zonta’, ‘kıro’ gibi sözcükler havalarda uçuşmaya başladı. Yeni orta sınıfın sırtında yük kabul edilen ‘devlet memuru’ çalışanlar, filmlerde ve skeçlerde ‘Bugün git yarın gel’ diyen tiplemelerle parodileştirildi.

Ali Şimşek, komedi filmlerini ele aldığı bölümlerde Kemal Sunal, Şener Şen, Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi oyuncuları, Davaro ve Recep İvedik gibi filmleri analiz ederek konuyu somutlaştırıyor. Aynı şekilde, Gırgır, Limon, Leman, Penguen dergilerini de kapsamlı biçimde ele alıyor.

Bu çizgi, ilerleyen yıllarda Ekşi Sözlük, İnci Sözlük gibi internet mecrası ile birleşti. Hayatın belirleyici bir niteliği hâline gelen ‘hız’ faktörü de işin içine girince, düşünmek süreci yerini fikir beyan etmeye bıraktı. Gazete köşe yazarlarından internet forumlarındaki takma isimli ergenlere kadar birçok kişi, ‘hayatın gerçeklerini bilen’ birer ukalaya döndü.

Dünyada olduğu gibi bizde de en çok beyaz yakalıları vuran 2001 ekonomik krizinden sonra, serbest pazar anlayışı, rekabet kültürü, kapitalizm ideolojisi birdenbire sorgulanmaya başlandı. Marx’ın görüşleri yeniden yaygınlaştı.

Konumuzla ilgili Marx’ın önemli bir sözünü hatırlamakta fayda var: ‘İnsanlar düşündüğü gibi yaşamaz, yaşadığı gibi düşünür.’ Evet, yeni orta sınıf, o krizden sonra başka türlü yaşamaya mecbur kaldı. İşsizlikle, ekonomik sıkıntılarla, kapıdan içeri alınmamakla karşılaştı. Özellikle bu sınıfın yeni yetişenleri, yani 2010’ların gençleri, kendilerinin aslında beyaz yakalı işçi olduğunu keşfetme sürecine girdi. Net bir düşünce olarak ortaya çıkmasa da, bunun duygusu oluşuyordu. Çünkü artık sömürülen ve dışlanan bir kesim hâline dönüştüler. Ama dönüşmeyen bazı yönleri vardı: Dili, ifadelerindeki ironik üslup, parodileştirme eğilimi…” (Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf – ‘Sinik Stratejiler’, Agora Kitaplığı, 2014.)

[75] “İktisatçı Homi Kharas’a göre, dünyada 3.2 milyar kişi, çok geniş bir şekilde tanımlanmış, ’günde 11 ila 110 dolar arası gelire sahip’leri içeren orta sınıf tanımlamasına uyuyor. Bu rakam dünya nüfusunun yüzde 42’sine denk geliyor. Her yıl bu gruba 160 milyon kişi katılıyor. 2020’li yıllarda dünya nüfusunun çoğunluğunu orta sınıflar teşkil edecek. Önümüzdeki 5-6 yıl içinde orta sınıfa katılacak yaklaşık 1 milyar kişinin yüzde 88’i ise Asya ülkelerinde yaşayacak.” (Soli Özel, “Orta Sınıf Patlaması”, 29 Ağustos 2017… https://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1614144-orta-sinif-patlamasi )

[76] Beytullah Çakır, “Prof. Dr. Atilla Yayla: Orta Sınıf Demek Burjuva Demektir”, Lacivert Dergi, No:40… http://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/11/15/orta-sinif-demek-burjuva-demektir

[77] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1997, s.66.

[78] Karl Marx- Friedrich Engels; Seçme Yapıtlar-1, çev: Ahmet Kardam-Sevim Belli-Muzaffer Ardos-Kenan Somer, Sol Yay., 1976, s.157.

[79] Sungur Savran-Kurtar Tanyılmaz-E. Ahmet Tonak, Marksizm ve Sınıflar: Dünyada ve Türkiye’de Sınıflar ve Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2014, s.18-19.

[80] Sungur Savran-Kurtar Tanyılmaz-E. Ahmet Tonak, Marksizm ve Sınıflar: Dünyada ve Türkiye’de Sınıflar ve Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2014, s.296.

[81] Oral Çalışlar, “Gezi’den ‘Yeniden Doğuş’ Beklemek”, Radikal, 20 Eylül 2013, s.10.

[82] Mine Söğüt, “Gençlik Bizzat Bahardır”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2013, s.19.

[83] “Onlara, ben ben ben jenerasyonu, İndigo çocukları diyenler oldu. Amerikalı iktisatçılar X kuşağından sonra geldikleri için onlara Y kuşağı dediler. Sorgulayan bir nesildiler. Hatta bu yüzden, ‘Why’ sözcüğünü çağrıştırdığı için Y kuşağı dendiğini söyleyenler bile vardı. Kendileri için ne söylendiğini umursayan bir nesil olmadılar ama haklı olarak sorguladılar anlamsız gelen her şeyi ve niçin, neden, dediler. Zihinlerine yatmayan hiçbir şeyi kabul etmediler. Ailelerine bağlıydılar ama elbette çatışma da kaçınılmazdı. Her zor koşullarında yanlarında olan X kuşağı ebeveynleri, kuşaklarına özgü özgürlükçü ve sabırlı yanlarını çocuklarına da yansıtıyorlardı. Çok güzel ebeveynler oldular, çocuklarını desteklediler ve Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi Y kuşağı çocukları ‘analarını da alıp’ Gezi’ye geldiler. Y kuşağı çocukları sevgiyle büyümüşlerdi. X kuşağı anne ve babaları, sevgilerini göstermekten kaçan kendi ebeveynlerinin aksine çocuklarını sevdiler ve çocuklarına söz hakkı tanıdılar. Fakat Y kuşağının rahata düşkünlüğünü ve teknoloji merakını anlamakta zorlandılar. Y kuşağı kapitalizmin tüket ve mutlu ol yaklaşımını mutlu olmak istiyorsan üret, yaşa ve yaşat anlayışına çevirdi.” (Özge Doğar, “Bıraksan Ağaç, Sadece Gölge Yapacaktı Şimdi Tarifi İmkânsız Meyveler Verdi”, Birgün, 1 Haziran 2019, s.5.)

[84] “yolu yok,/ yel değirmenleriyle dövüşülecek/ ölümsüz gençliğin şövalyesi,/ ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,/ bir temmuz fethine çıktı…

güzelin, doğrunun ve haklının:/ önünde sağır, aptal devleriyle dünya/ altında mahzun fakat kahraman rosinantı…

bilirim,/ hele bir düşmeye gör hasretin hâlisine,/ hele bir de tam okka dört yüz dirhemse/ yürek/ yolu yok, Don Kişotum benim, yolu yok,/ yel değirmenleriyle dövüşülecek…

haklısın, elbette senin Dülsinyadır en güzel kadını/ yeryüzünün…

sen elbette bezirgânların suratına haykıracaksın/ bunu…

alaşağı edecekler seni/ bir temiz pataklayacaklar/ fakat sen yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,/ sen bir alev gibi yanmakta devam edeceksin ağır kabuğunun içinde/ ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek…” (Nâzım Hikmet Ran.)

[85] “Toplumun ‘Gezi Parkı Olayları’ Algısı: Gezi Parkındakiler Kimlerdi?”, 5 Haziran 2014, s.8.

[86] Hüseyin Kömürcüoğlu, “Gezi İki Yaşında”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.18.

[87] Günel Cantak, “Gezi Gazisi Semih Sağlam: Kin Besleyemiyorum… Tabii Ki Büyük Bir Öfkem Var”, Cumhuriyet Sokak, No:12, 31 Mayıs 2015, s.15.

[88] “… ‘Kırmızı Fularlı Kız’ Dağa Çıktı!”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2014, s.9.

[89] “Sosyolog Küntay: Gençlerin Yükselen Sesi Salgın Hastalık Gibi Yayıldı…”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2013, s.8.

[90] Zafer Yılmaz, “Gezi Parkı’nda Ne Öğrendik?”, Radikal İki, 16 Haziran 2013, s.4.

[91] Meral Tamer, “Hülya Gülbahar: Kadın Hareketi, Gezi Olayında Sınıfta Kaldı”, Milliyet, 12 Temmuz 2013, s.12.

[92] Antalya Cumhuriyet Meydanı’na Gezi Parkı eylemlerine destek için gelen Mehmet Kaparoğlu (33), eşini dövmeye kalkınca, göstericiler tarafından cezalandırıldı. Olay Kaparoğlu’nun, müdahale etmek isteyen bir eylemciye “Karım değil mi? Döverim de severim de” demesi üzerine büyüdü. Cebinden bıçak çıkartan Kaparoğlu, kendisini uyaran eylemciyi yaraladı. Meydandaki kalabalık, Kaparoğlu’nu dövdü. (“Linç Edilecekti”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2013, s.3.)

[93] Seyhan Avşar, “Gezi’nin Ruhu Kadındı”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2018, s.8.

[94] Özlem Albayrak, “Kırmızılı İki Kız, Kapkara Bir Haksızlık”, Yeni Şafak, 14 Haziran 2017, s.17.

[95] Akın Bodur, “Çocuklarımız Tertemizdi”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.19.

[96] Mehmet Kayhan Yıldız-Hasan Bölükbaş-Hasan Dönmez, “Sayfı Sarısülük: Dilin Kapansın”, Milliyet, 12 Ocak 2016, s.16.

[97] Dilek Şen, “Anneler Adalet Peşinde”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2016, s.12.

[98] Mehmet Keskin, “Kalemini ‘Gezi’ye Çıkaranlar Anlatıyor”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2015, s.19.

[99] “Menteş Noktayı Koydu!”, Vatan, 27 Temmuz 2013, s.7.

[100] Zeynep Miraç, “Zekâ ve İzan Artık Buralarda Oturmuyor”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2015, s.14.

[101] Zeynep Miraç, “Dil Acılaşınca Akıl Sürçer”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2015, s.10.

[102] Selda Güneysu, “O Şefe Ödül Gibi Atama”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2014, s.6.

[103] Zeynep Miraç: “… ‘Yeni Türkiye’ Linç Seviyor”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2015, s.14.

[104] “Berkin Elvan İçin Klip Çeken Sanatçılara Soruşturma”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.6.

[105] “Haluk Bilginer’den ‘Gezi’ Yorumu”, Hürriyet, 2 Aralık 2014, s.2.

[106] Ali Deniz Uslu, “Okan Bayülgen: Ben Emekli Bir Solcu Değilim!”, Cumhuriyet Pazar, No:1496, 23 Kasım 2014, s.2.

[107] Işıl Özgentürk, “Balık Hafızaya Dikkat!”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2013, s.8.

[108] Richard Seymour, “… ‘Duran Adam’ Devleti Neden Sarstı”, Radikal, 20 Haziran 2013, s.17.

[109] İpek İzci, “Sokakta Hiçbir Şey Olmamış Gibi Göstermek Şiddettir!”, Radikal, 23 Haziran 2013, s.14-15.

[110] Özlem Albayrak, “Göle’nin ‘Yeni Vatandaş’ı Hangisi?”, Yeni Şafak, 22 Haziran 2013, s.18.

[111] “Taksim’e Sağduyulu Destek Uyarısı”, Taraf, 2 Haziran 2013, s.10.

[112] Aktaran: Kürşat Bumin, “En Doğru Değerlendirme Demirtaş’tan”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2013, s.12.

[113] Erol Erdoğan, “Bu Bir Gezi Parkı Sonrası Yazısıdır”, Radikal, 11 Haziran 2013, s.17.

[114] Abdulkadir Selvi, “Provokasyon Nasıl Aşıldı”, Yeni Şafak, 10 Aralık 2013.

[115] “Kirli Savaş Üstünü Örttü”, Taraf, 9 Haziran 2013, s.9.

[116] Mustafa Kömüş, “Meral Danış Beştaş: Gezi Medeni ile Berkin’in Kardeşliğidir”, Birgün, 31 Mayıs 2017, s.4.

[117] Tuğba Tekerek, “Gültan Kışanak: Kürt Kongresi Barışın Muhatabı”, Taraf, 20 Ağustos 2013, s.9.

[118] “Pişmanlık bir erdem değildir; tersine, yaptığından dolayı pişmanlık duyan insan iki kat zavallı, yani aciz bir insandır.” (Benedictus De Spinoza, Ethica, çev: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yay., 2012, s.292.)

[119] Sırrı Süreyya Önder, “Birincisi Gezi’deki itiraz ve direniş bir suç değildir. Bunun bir suç olmadığı mahkeme kararıyla da tescillenmiştir. İkincisi Gezi Direnişi birkaç kişi ya da birkaç kuruma izafe edilemeyecek kadar yaygın ve kolektif bir itirazdır. Eğer Gezi suç sayılacaksa bunun tek bir suçlusu vardır: dönemin iktidarı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’dir,” (Zehra Özdilek-Seyhan Avşar, “Ne Gezi Terör Ne Kavala Terörist”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2017, s.4.) diyordu.

[120] Murat Çakır, “Çözüm Sadece AKP ile mi?”, Gündem, 22 Haziran 2013, s.12.

[121] Amberin Zaman, “Kürtler Gezi Sınavından Nasıl Çıktılar”, Taraf, 28 Haziran 2013, s.9.

[122] “Bayık: Gezi’ye Zayıf Katılmak Yanlıştı”, 29 Ağustos 2013… http://www.alevizyon.com/haberler/bayik-gezi-39ye-zayif-katilmak-yanlisti.html

[123] Namık Durukan, “Bayık: Gezi’de Yanlışlar Yaptık”, Milliyet, 30 Ağustos 2013, s.23.

[124] “Hayatımda ilk kez bir patrondan telefon aldım. Arayan Erdoğan Demirören’di ve o günkü yazımı beğenmediğini söylüyordu. Tam Başbakan’ın tasmalarını çıkardık dediği dönem… Ona dair bir yazı yazmıştım. ‘Sert yazıyorsun, ben böyle yazı istemiyorum,’ dedi. Ben de ‘Böyle yazabiliyorum ama eğer isterseniz benimle çalışmayabilirsiniz’ demiştim. O dönem Tayfun (Devecioğlu) vardı gazetenin başında. O sahip çıktı ve çözdü krizi ama o gün bir çentik yemiştim artık. O çentik bu yıla sarktı tabii. Asıl Gezi sürecinde yazdıklarım, söylediklerim beni hedef hâline getirdi. Derya (Sazak) aracılığıyla haberdar oluyordum rahatsızlıklarından… Gezi süreciyle rahatsızlık dalgası tırmandı.” (Ezgi Başaran, “Bugünkü Sopa 28 Şubat’tan Daha Sert, Havuç ise Daha Büyük”, Radikal, 15 Ağustos 2013, s.10-11.)

[125] Esra Açıkgöz, “Can Dündar: ‘Gözdağı’ Çabaları Boşa”, Cumhuriyet Pazar, No:1472, 8 Haziran 2014, s.2.

[126] “Haber Yapmak Suç Oldu”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2013, s.7.

[127] Ali Deniz Uslu, “Sansürden Daha Ağırı Otosansür”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2013, s.7.

[128] Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın verilerine göre üst kurulun en yüksek para cezası kestiği kanallar Kanal D ve Show TV oldu. Kanal D’ye 14 milyon 739 bin TL fatura çıkartan RTÜK, bu cezanın 3 milyon 203 bin TL’sini tahsil etti. Show TV’ye kesilen 12 milyon 168 bin TL’nin ise 369 bin TL’si tahsil edilebildi. Bazı kanallara ceza kesilse bile bu cezalardan tek kuruş tahsil edilememesi dikkat çekti. Mesaj TV’ye kesilen 2 milyon 152 bin TL’den tek kuruş tahsilat yapılamazken, Kadırga TV de 1 milyon 10 bin TL’ye ulaşan cezaların hiçbirini ödemedi. ATV’ye kesilen 7 milyon 154 bin TL, Samanyolu TV’ye kesilen 560 bin ve TV Net’e kesilen 34 bin TL cezadan tahsilat yapılamadı. Bu çerçevede de 9 televizyon kanalına toplam 8 milyon 424 bin TL ceza kesilirken bunun 193 bin 964 TL’si tahsil edilebildi. Arınç, cezaların tahsilinin düşük kalmasının gerekçesini ise “dava süreçleri” olarak açıkladı. (Fırat Kozok, “RTÜK Kanalları Cezaya Boğdu”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2013, s.7.)

[129] “Şimdi İşsizler”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2013, s.9.

[130] Ahmet Hakan, 14 Temmuz 2015 tarihli köşesinde, ‘Kabataş Yalanı’ konusunda Star gazetesinin eski ve yeni yazarları arasındaki tartışma ve ithamlara değinerek, “Siz o yalanı, sekiz sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla havalandırdınız. Bir köşede gizlenmiş iki küçük cümleyle kendinizi temize çıkaramazsınız,” diye yazdı. (“Yok Öyle Yağma Ey Kabataş Yalancısı”, Radikal, 14 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/yok_oyle_yagma_ey_kabatas_yalancisi-1396903)

Kabataş’ta türbanlı kadına saldırı iddiasını 2 yıl önce “Üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli 70-100 kişi” detaylarıyla Türkiye’ye ilk kez duyuran Star Gazetesi’nde bugün ilginç bir analiz yer aldı. Gazetenin yazarlarından Cem Küçük, köşe yazısında Kabataş olayları için “Saçmasapan kurgular” nitelemesinde bulundu. (“Star Yazarı: ‘Kabataş’la İlgili Saçmasapan Kurgular Ürettiler’…”, Radikal, 13 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/kabatasla_ilgili_sacmasapan_kurgular_urettiler-1396300)

Star yazarı Cem Küçük’ün, 13 Temmuz 2015 tarihli yazısında, “Gezi sırasında Kabataş’ta saldırıya uğrayan kadın” iddiaları için “saçma sapan kurgu” demesinin ardından, iddianın ilk sahibi olan gazetenin eski yazarı Elif Çakır’dan çok sert bir yanıt geldi. Elif Çakır, twitter hesabından paylaştığı mesajda, Cem Küçük’ü kast ederek, “Allah tetikçinin de akıllısını versin! Tetikçi şuursuz talimatçı medya patronu şuursuz olursa. Seveyim savunayım derken ayağa sıkarsın,” diye yazdı. (“Elif Çakır’dan Cem Küçük’e: Şuursuz Tetikçi”, Radikal, 13 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/elif_cakirdan_cem_kucuke_suursuz_tetikci-1396524)

[131] Ümit Alan, “Gezi Direnişi’nde Medya, 14 Maddede Hatırla”, Birgün, 28 Mayıs 2014, s.9.

[132] Duygu Güvenç, “Gül’e Gezi Sansürü”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2013, s.5.

[133] Vali Güngör Azim Tuna, İsmail Saymaz’a hakaret ve tehdit postasını önce kabul etti, sonra çark etti. (Murat İnceoğlu, “Gazeteciye Mektup: Yine Rahat Durmuyorsun”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2013, s.6.)

Vali Azim Tuna’dan gelen e-posta ile ilgili olarak İsmail Saymaz, “Benim bir süredir yapmakta olduğum haberlerin kendisini bunalttığını anlıyorum. Orada 4’ü tutuklu 8 kişinin yargılandığı bir dava ile bu meselenin kapanması gerektiğini düşünüyor anladığım kadarı ile. Oysa ki, vali henüz görevini yapmış değil, o gün sözlü emirle görev yapan 40 kadar sivil polis var. Ve Ali İsmail’in dövüldüğü noktadaki 11 ayrı kamera kaydına göre polisler Eskişehir’in caddelerinde ve sokaklarında elleri sopalı kişiler ile ellerinde copları ile koşuyorlar. Sadece bu manzara bile valinin o görevden çekilmesini gerektirdiği hâlde, bunu yapmadığı gibi, kendi tasarrufu altında olmasına rağmen ne bir polisi açığa aldı, ne bu sözlü talimatı veren görevliyi belirledi. Kendi yapması gerekenleri yapmadığı gibi yapılmasını isteyen gazetecileri de susturma veya gözlerini korkutma yoluyla hâlledebileceğini zannediyor. O maili atarken bunun da haber yapılacağını bilmesi gerekirdi,” dedi. (“Ben Görevimi Yapıyorum Tuna Yapmıyor”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2013, s.6.)

Kaynakça

[134] “Oğlum İsmail, Yine Rahat Durmuyorsun”, Radikal, 3 Ekim 2013, s.7.

[135] Fırat Kozok, “Palalıya Değil Televizyonlara Ceza Girişimi”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2013, s.7.

[136] Fırat Kozok, “Gezi’den Önce 16, Sonra 64 Ceza”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2015, s.6.

[137] Coşkun Yaman, “Gazeteciliğin Batsın”, Cumhuriyet, 3 Mart 2013, s.4.

[138] George Orwell, 1984, çev: Celâl Üster, Can Yay., 1984.

[139] Elif İnce, “Mücella Yapıcı: Büyük Bir Kesimin Üçüncü Gözü Çıktı!”, Radikal, 1 Haziran 2014, s.4-5.

[140] Antalya Cumhuriyet Meydanı’ndan İstanbul Gezi Parkı’na kadar sürecek “Adalet Yürüyüşü” başlatan Kadir Canbek, Ulaş Çakar, Canberk Apiş ve Batuhan Yücel, 21 Temmuz 2013 tarihinde Burdur’un Bucak ilçesine ulaşırken polisten ilginç teklif geldi. Burada Bucak İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı bir ekip, yürüyüşteki 4 genci takibe başladı. Batuhan Yücel ayağındaki ödem nedeniyle yürüyüşü bırakmak durumunda kalırken polis gençlere ilginç bir teklifte bulundu. Polis, Bucak’tan sonra rampaların yoğun olduğu bir bölgede, gençlere Burdur civarına araçla bırakmayı teklif etti. Polisin rampalar nedeniyle yardım etmek istediğini belirten Kadir Canbek, polisin “Yürümüş gibi yapar, devam edersiniz” diyerek araçla bırakma teklifini kabul etmediklerini söyledi. (“Araçla Bırakalım, Yürüdük Dersiniz”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2013, s.5.)

[141] Ezgi Başaran, “Madem ‘S… Atacaklar’, Bari Bölünelim”, Radikal, 17 Mart 2014, s.4.

[142] “Gezi Parkı direnişinde büyük tepki toplayan polisin sert müdahalesi ile ilgili şok bir ses kaydı yayınlandı. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, telefonda direnişçilerin açıklama yapmasına bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından izin verilmediğini anlatıyor. Güler, Gezi Parkı direnişçileri için ağıza alınmayacak küfürler de ediyor.” (“Erdoğan Nuh Diyor, Peygamber Demiyor”, Cumhuriyet, 15 Mart 2014, s.8.)

[143] İsmail Saymaz, “Derste Berkin’i Anan Doçente Soruşturma”, Radikal, 19 Haziran 2014, s.7.

[144] “İTÜ’de Tepki Çeken Mezuniyet Töreni Kararı”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2014, s.4.

[145] “Özgürlüğe ‘Vâkıf’ Değil”, Birgün, 25 Mart 2014, s.12.

[146] “Melih Gökçek Bu Sefer Gerçekten Uçtu”, Cumhuriyet, 19 Mart 2014, s.13.

[147] Özlem Güvemli, “Bize Bayram Yok”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2013, s.5.

[148] Duygu Güvenç, “Hükümetten Gezi Ölümlerine Sansür”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2015, s.13.

[149] “Emniyet-Sen’in kurucularından ve avukatlığını da yapan eski polis Emrullah Aksakal, “Meslekte ikbal bekleyen yeni memurlar, emir verenin isteklerini fazlasıyla yapmak ister. Bunlar itaat etmezse aday memurluktan asil memurluğa geçemezler,” (İpek İzci, “Çevik Kuvvet: Genç, Muhafazakâr ve İtaatkâr”, Radikal, 4 Haziran 2013, s.10-11.) dedi…

[150] Murat Sevinç, “Gezi’de Ne Oldu? Kim, Ne Anladı?”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.9.

[151] Ertuğrul Özkök, “Bu 25 Bin Kişiyle mi Övünüyorsunuz?”, Hürriyet, 3 Haziran 2014, s.25.

[152] Mesut Hasan Benli, “Emniyet: FN 303 Kullandık”, Hürriyet, 10 Ocak 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27934674.asp

[153] Veysi Polat, “Medeni’yi Hedef Gözeterek Vurmuşlar”, Radikal, 27 Nisan 2014, s.9.

[154] Canan Coşkun, “Polisin Kör Eden Alışkanlığı”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2015, s.11.

[155] İsmail Saymaz, “… ‘Güzel Bir Ülke’yi Göremeden Öldü”, Radikal, 31 Mayıs 2014, s.6.

[156] “Organik Gaz Öldürdü”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2014, s.6.

[157] “Gözaltındaki Göstericiyi Yoldan Geçen de Dövdü!”, Radikal, 2 Haziran 2014, s.7.

[158] “Sosyal Medyada Korkunç Ses Kaydı: Polis Otobüsünde İşkence İddiası”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2014, s.8.

[159] Aysun Yazıcı, “Otelden Köfte Yemek İçin Çıktım, Gözaltına Alındım”, Taraf, 9 Mayıs 2014, s.8.

[160] “Sil Onu”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2013, s.6.

[161] Alican Uludağ, “İşkenceyi Görün!”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2018, s.12.

[162] İsmail Saymaz, “… ‘Bagaj İşkencesi’nin Görüntüleri Çıktı”, Radikal, 5 Mayıs 2014, s.6-7.

[163] Ali İsmail Korkmaz, tekme ve sopa darbeleriyle, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısı sonucu değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu. Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu. Ama daha önemlisi, iktidardan ilham almış, onun koruması ve teşviki altında canla başla çalışmışlardı. Gazeteci İsmail Saymaz, “Ali İsmail-Emri Kim Verdi?” adlı kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne yol açan olaylar zincirini ve bu cinayeti örtbas etmek için oluşturulan örgütlenmeyi tüm detaylarıyla inceler. (İsmail Saymaz, Ali İsmail-Emri Kim Verdi?, İletişim Yay., 2015.)

[164] Kemal Göktaş, “Eskişehir’de Ceren’e İşkence”, Milliyet, 4 Haziran 2014, s.17.

[165] “Gezi Dayağı Gürcü Öğrenciyi Felç Etti”, Radikal, 14 Nisan 2014, s.6-7.

[166] İsmail Saymaz, “Tanık: Polis, Berkin’i Hedef Alıp Ateş Etti”, Radikal, 18 Mart 2014, s.11.

[167] Mesut Hasan Benli, “Dershane Çıkışı Gaz Fişeğiyle Vurulmuş”, Radikal, 10 Mayıs 2014, s.10.

[168] İsmail Saymaz, “Vatandaş Nasıl Vurulur!”, Radikal, 16 Nisan 2014, s.7.

[169] Sıla Sezge Çınar, “Gezi Direnişçisi Hastanede”, Birgün, 30 Eylül 2014, s.7.

[170] Gezi Direnişi’nin ilk gününde Tarlabaşı Bulvarı’nda esnaf Volkan Kesanbilici’nin gözünü kaybetmesine yol açan plastik merminin ateşlendiği “Şortland” diye tabir edilen koyu renkli zırhlı araçlarda, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü ile Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yok dediği kamera sisteminin mevcut olduğu dosyadaki fotoğraflardan tespit edildi. Polisin akrep aracı üzerinden sıktığı plastik mermilerle gözünden vurulan Kesanbilici görme yetinisi kaybetmişti. Plastik merminin içinden ise boya değil metal parçacıklar çıkmıştı. (Zeynep Kuray, “Devletin ‘Şortland’ Yalanı”, Birgün, 11 Kasım 2014, s.7.)

[171] Canan Coşkun, “Bilirkişi ‘Plastik Mermi’ Dedi”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2014, s.8.

[172] Canan Coşkun, “Adli Tıp ‘İşkence’ Dedi”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2014, s.7.

[173] “Gezi’nin Yıl Dönümünde 63 Kişiye Karakolda Dayak”, Milliyet, 12 Aralık 2015, s.7.

[174] “Polisten Yardım İsteyen Darp Edildi”, Evrensel, 9 Mayıs 2014, s.3.

[175] Canan Coşkun, “Yargıdan Gazetecilik Dersi”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2015, s.10.

[176] “AYM’den Gezi Kararı: Yürüyüş Hakkına Müdahale Edildi”, 2 Mayıs 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/aymden-gezi-karari-yuruyus-hakkina-mudahale-edildi.html

[177] Fırat Kozok, “THİK Raporu: Devlet de Zulmü Gördü”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2014, s.6.

[178] İsmail Saymaz, “Al Sana Müfettiş Raporu: Emri Zabıta Vermiş!”, Radikal, 10 Nisan 2014, s.6-7.

[179] “Yalçın Akdoğan: Gezi Parkı’nda Eylemcilerin Arasına Ekipler Gönderdik”, Hürriyet, 27 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28845750.asp

[180] “Gezi’yi Karıştıran Zabıtalar İşbaşında”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.6.

[181] “Gezi’deki Çadırlar Mumdan Yanmış”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2015, s.15.

[182] “Adli Tıp Raporu: Sanıklar Kusursuz, Mehmet Ayvalıtaş Kendi Ölümünde Asli Kusurlu”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2016, s.3.

[183] Gezi direnişi sırasında polisin attığı gaz fişeğinin sağ gözüne isabet etmesi sonucu gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın soruşturmasında savcı, Sarıkaya’nın muayenelerinin yapıldığı hastanelerden raporları istedi. Ancak Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi hazırladığı raporda ‘şikâyet, bulgu, tedavi’ alanlarını boş bıraktı. Gaz fişeğinden söz edilmeyen raporun tanı kısmında “Bir başka şahıs tarafından darp ve çarpma” yazıldı. Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliğine dilekçe yazarak kendisine yapılan tedavi işlemlerinin kayıtlarını isteyen Sarıkaya’ya, “O dönemde yapılan kayıtlar otomasyon sistemimizden silinmiş” cevabı verilerek hastanenin Bilgi İşlem Merkezinden 12 Haziran 2013 tarihindeki 242845 No’lu rapor yerine başka bir rapor verildi. Ayrıca Sarıkaya’ya ilk müdahaleyi yapan Doktor Erkan Günay’ın uzun bir süredir Amerika’da olduğu ve ne zaman Türkiye’ye döneceğinin de belli olmadığı söylendi. (Tolga Alp Turgut, “Rapordaki Gaz Fişeği İbaresini Sildiler”, Evrensel, 13 Ocak 2015, s.4.)

[184] Ali Açar, “Gaz Fişeğine Skandal Savunma: Göze Bedel Biçtiler”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2016, s.3.

[185] Gizem Örnek, “Gezi’de Aydın Aydoğan’ı Yaralayan Polisler Görevini Yapmış!”, Evrensel, 6 Mayıs 2016, s.2.

[186] İsmail Saymaz, “Gezici Amire İki Kez İhraç”, Hürriyet, 30 Mart 2015, s.3.

[187] “Gezi’de Polisten Komik Savunma: Can Güvenlikleri İçin Gözaltına Aldık”, Cumhuriyet, 7 Mart 2015, s.8.

[188] Aysun Yazıcı, “Gözü ‘Temizlik’te Çıkmış”, Taraf, 16 Nisan 2014, s.4.

[189] Erk Acarer, “Madalya da Taksaydınız”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2014, s.9.

[190] Alican Uludağ, “Plastik Mermi de Ne!”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2014, s.7.

[191] Hakan Dirik, “Gezi Gazisi Çocuğa Tutuklama”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2015, s.11.

[192] “Dayakçı Polisler Ortada Yok”, Taraf, 3 Mart 2014, s.8.

[193] İsmail Saymaz, “Kask Numarası Belli, 10 Aydır Bulunamıyor!”, Radikal, 7 Nisan 2014, s.8-9.

[194] İsmail Saymaz, “Eskişehir Emniyeti’nin Amirleri de Oradaymış”, Radikal, 28 Şubat 2014, s.7.

[195] İsmail Saymaz, “Eskişehir’den Yeni Bir Polis Dayağı Görüntüsü”, Radikal, 5 Nisan 2014, s.7.

[196] İsmail Saymaz, “… ‘Ali İsmail’ Belgeseline Keyfi Yasak”, Radikal, 19 Mart 2014, s.9.

[197] Aysun İleriler, “Başbakan ve ülkede oluşturduğu hukuk sistemi bir kez daha sınıfta kaldı. Gezi’nin intikamı iki öğretmenden alındı,” dedi. (Burcu Cansu, “Gezi’nin İntikamı Sürüyor”, Birgün, 19 Mart 2014, s.3.)

[198] “Öğretmenlere Gezi Cezası”, Cumhuriyet, 19 Mart 2014, s.7.

[199] Görevine son verilen isimlerden Figen Algül üniversite yönetiminin kararının anti demokratik olarak yorumlarken grevin en temel haklardan birisi olduğunu söyledi. Fakültenin dekanı Yusuf Devran, daha önce de öğrencilerin fişlenmesi, öğretim üyelerinin tehdit edilmesi ile gündeme gelmişti. (Can Uğur, “Bu Korku Gezi’nin Korkusu”, Birgün, 5 Mart 2014, s.9.)

[200] “İki Asistana ‘Gezi’ Cezası”, Milliyet, 5 Mart 2014, s.24.

[201] “Berkin’i Anan Akademisyeni Şoke Eden Ceza”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2014, s.8.

[202] “… ‘Gezi’yi Anlatınca Birinciliği Gitti!”, Radikal, 19 Haziran 2014, s.7.

[203] “Gezi AKP’nin Hep Aklında”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2014, s.8.

[204] Umut Erdem, “İdeolojik ve Politik Amaçlı Gösteriye Katılmış Olmak”, Radikal, 19 Nisan 2014, s.7.

[205] Sibel Bahçetepe, “Öğretmene Gezi Sürgünü”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2014, s.7.

[206] “Bakan’dan Şaka Gibi Savunma: Ceza Değil Mükafat”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2014, s.9.

[207] Şehriban Kıraç, “Hükümet, Sansür İçin Polise Daha Fazla Yetki İstedi”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2013, s.10.

[208] Aydın Aydoğan’ın, 19 Nisan 2017 tarihinde paylaştığı ve “Gezi sürecinde nasıl bir arada mücadele ettiysek Gezi ruhu ile mücadelemiz bir beden bulana kadar devam edecektir. Hayır, korkmuyoruz” ifadelerinin yer aldığı paylaşım BTK tarafından yargıya taşınmıştı. Hesabın kapatılması talebiyle açılan davanın görüldüğü Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği, 21.04.2017 tarihinde BTK lehine verdiği kararın gerekçesinde şu ifadelere yer vermişti “İnternet adreslerindeki terörü öven, şiddete ve suça teşvik eden kamu düzenini ve milli güvenliği tehdit eden, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesine bağlı olarak içeriğin çıkarılmasına/erişimin engellenmesine dair tedbir kararının, 5651 sayılı Kanunun 8/A maddesinin 2. fıkrası uyarınca onaylanmasına karar verildi.” (Rabia Yılmaz, “Gezi, ‘Örgüt Propagandası’ Sayıldı”, Birgün, 6 Temmuz 2018, s.7.)

[209] ABD’de ‘Occupy/ İşgal Et’ eylemleri sırasında meydana gelen polis şiddetiyle ilgili önemli bir tazminat kararı alındı. California eyaletinin Oakland şehrinde 2011’de ABD’nin dört bir yanını saran gösterilerin bir benzerinde; başından gaz kapsülüyle yaralanan Scott Olsen’a 4.5 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verildi. Irak savaşı gazisi 26 yaşındaki Olsen’ın beyninde gaz kapsülünden aldığı yaradan ötürü “geri döndürülemez” zarar oluşmuştu. (“Kafaya Gaz Kapsülüne 4.5 Milyon Dolar Tazminat”, Milliyet, 23 Mart 2014, s.17.)

[210] “Çocuklarımız İçin”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2014, s.9.

[211] Mahmut Lıcalı, “Gezi’ye Sansür”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2014, s.5.

[212] Hilal Köse, “Bu Devran Böyle Gitmeyecek”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2016, s.11.

[213] “Tıp Fakültesi Eğitimini Yanlış mı Öğrendim?”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2014, s.7.

[214] Fatih Yağmur, “Gözaltı Sayısı: 5 bin 685!”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.6.

[215] “Savcıya Gezi Soruşturması”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2015, s.13.

[216] “Kırklareli’de 1 Kişiye 13 Gezi Davası Açtılar”, Evrensel, 7 Şubat 2014, s.3.

[217] “Kardeşlerine 12 Yıl Hapis İstendi”, Birgün, 21 Mart 2014, s.9.

[218] “Kırmızılı Kadın: Elinde Silah Olsaydı…”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2014, s.8.

[219] Kemal Göktaş, “Bu Kez Polis Aranacak”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2016, s.11.

[220] Alican Uludağ, “… ‘O’ Şoföre Ceza Verilmedi”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2013, s.7.

[221] Abidin Yağmur, “Gezi Sürgünü Öğretmen”, Cumhuriyet, 10 Mart 2015, s.3.

[222] Mesut Hasan Benli, “Berkin Elvan Eylemine Katılan Mübaşire Devlette Yer Yok!”, Radikal, 6 Mart 2014, s.7.

[223] Gökçer Tahincioğlu, “Çivili Sopalı Dayak ‘Basit Yaralama’, Milliyet, 6 Mayıs 2014, s.23.

[224] İsmail Saymaz, “İşte Delil: Gözünü Çıkaran Fişeği Atılırken Kaydetti”, Radikal, 11 Nisan 2014, s.6-7.

[225] Alican Uludağ, “13 Yaşındaki Çocuğa ‘Gezi’ Davası”, Cumhuriyet, 14 Mart 2014, s.16.

[226] Seyhan Avşar, “Gezi Kini Bitmiyor…”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2018, s.11.

[227] Ünal Çam, “Ethem Yürüyüşünde Dayak İddiası!”, Milliyet, 25 Ocak 2014, s.23.

[228] Erdem Gül, “İnfazcı Polislere Af Geliyor”, Cumhuriyet, 14 Mart 2015, s.5.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler