“Fikirler de yaşlanır…
Fikirler, doğru fikirler de olgunlaşır, yaşlanır ve gün gelir aşılır. Hiçbir olgu ve düşünce gelişme-değişme-yaşlanma evrelerinin kaçınılmazlığını içeren diyalektik yasadan kendi yakasını kurtaramaz. Eğer düşünce, nesnelerin insan beynindeki yansımasıysa, nesnel koşullardaki her değişim ve gelişme bire bir anında olmasa da insan düşüncesini de değişime, yenilenmeye uğratır ya da buna zorlar. Örgütlenme sorununu irdelerken kılavuz olarak değerlendireceğimiz birinci nokta budur.
Dün doğru olan görüş ve yaklaşımlar bugün yanlış olmayabilir ama yaşlanmış ve aşılmış olabilir” (S. Çiftyürek Aydınlanma ve Örgütlenme sy;112 Gün yayıncılık)
Sosyalist Mezopotamya’nın bir önceki sayısında, “Gündem: Ekonomik kriz ve Marksizm” başlıklı yazımda dünya ve Türkiye’de ki ekonomik kriz, sonuçları ve Marksizm’in bakışı üzerinde durmuştum. Kapitalizme karşı sınıfı mücadelesini esas bu yazıya bırakmıştım ki Sarı Yelekliler hareketi boy verdi. Bu sayıda Sarı Yelekliler üzerinden işçi emekçi hareketini ele alacağız.
I – Küresel işçi emekçi hareketinin yakın seyri…
1989-90 başında SSCB ve diğer sosyalist rejimler yıkılmış; siyaset küresel olarak bir adım sağa kayma sürecine girmiş; komünist partiler peş peşe ya adını “liberal demokrat”, “sosyal demokrat” “Yeşil Parti” vb. olarak değiştirdiler ya da kadroları toplu kopuşlarla bu adlarla var olan parti ve hareketlere katıldılar. Sıkça vurguladığım; siyasal sürecin belli başlı aktörleri olarak; komünistler ağırlıkla sosyal demokratlaştılar, sosyal demokratlar liberalleşti, liberaller muhafazakârlaştı, muhafazakârlar neo muhafazakârlar yani faşizm ile iç içe siyasal dinamiklere dönüştüler. Özetle siyasetin en solunda ki komünist hareket alanı boşaldığından devindirici dinamik olmaktan çıktı. Siyasetin solundaki komünist hareket siyasetin belirleyeni olarak devre dışı kalmıştı ki bu devam ediyor!
1990’lı yıllar, işçi emekçi hareket ve sol için siyasal hava oldukça boğucu ve umutsuzluk yüklü idi! Derken geçen 10 yıllık bir suskunluk-muhasebenin ardından sokak ve meydanlar yeniden antikapitalist sloganlarla yürüyen işçi emekçilerle dolmaya başlıyor!
Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) 1 Aralık 1999’da ABD’nin Seattle kentindeki toplantısı sırasında, on binlerin katıldığı beklenmedik kitlesel protesto eylemi gelişmişti. Neo liberal kapitalizme direniş Seattle’de baş göstermiş ve domino etkisiyle hızla ABD’nin diğer kentlerinin yanı sıra Melbourne’da, Prag’da, Seul’de, Nice’de, Quebec’de, Davos’ta ve Göteburg’da 100 binlerce insan Seattle örneğini izlemişti. Bu dalganın etkisi sokaklarda hissedilirken bu kez 2001’de Cenova’da 350 bin işçi emekçi sel olup meydanlara aktı. Cenova’ya, işçi sınıfının yığınsal katılımının yanı sıra daha net bir duruşla antikapitalist mesajlar da vererek “ben geliyorum” demişti.
Seattle ve ardılları ile özellikle de Cenova’da ki kitlesel hareketlerin öne çıkan sloganları olarak; “Kapitalizmi yık, yerine daha hoş bir şey koy”, “Başka bir dünya mümkün”, “Dünyamız satılık değil”, “Kâr değil insan”, “Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldür”, “Yaşasın uluslararası dayanışma” “İşte demokrasi dedikleri bu” ya da Cenova Sosyal Forumu’nun “Siz: G-8, Biz: 6.000.000.000”… gibi sloganlarla neoliberalizm üzerinden kapitalizmin hedef alındığı görülmekteydi.
Neoliberalizme “hayır” diyerek sokağa, meydanlara akan yüz binler hatta milyonlar arasında bir avuç tekelci sermayenin dışında herkes vardı. Sınıfsal bileşenlerine bakıldığında işçiden işsize, çevrecilerden gençliğe, üretici çiftçiden kent orta sınıflarına, LGBTİ+’den hayvan severlere yani %1’in dışındaki %99’unu kapsıyordu. Sınıfsal kapsamı böylesine geniş olunca haliyle siyasal bileşenleri de oldukça zenginlik içeriyordu. Öyle ki yeni sosyal demokratları oluşturan reformculardan yeşil harekete, komünistlerden devrimci sosyalistlere, sivil itaatsizliği savunan otonomcu yapılardan anarşist akımlara… varana kadar her renkten siyasal akımları barındırıyordu.
Yani “Emek ile sermaye arasındaki çelişki hem dünya çapında derinleşiyor hem de insan ile kapitalizm, doğa ile kapitalizm arasında büyüyen çelişki ile artan oranda örtüşüyor. Kapitalist sistemin insanla, insanlıkla büyüyen çelişkilerinin emek sermaye çelişkisinden beslenerek gelişmesi öyle bir noktaya gelmiş bulunuyor ki anti-kapitalist mücadele, özelde ücretli emek gücünün, genelde ise bir avuç egemenin dışında tüm insanlığın sorunu haline dönüşüyor” (21. Yüzyılda Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu, sy16, Gün Yayıncılık )
Seattle başlayıp hızla yayılmasıyla küresel olarak siyasal iklim değişmeye ve antikapitalist mücadele de ümitler yeniden yeşermeye başladı. Böylece işçi sınıfının, emekçilerin ve sosyalist hareketin önüne adeta beton duvar örmek isteyen “tarihin sonu” benzeri argümanlar da çok geçmeden yıkılmaya başlayacaktı. Kapitalizm tarihin sonu değildi, olamazdı, olmayacağını gri teorinin yanı sıra milyonların yeniden meydanlarda haykırmaya başlamasıyla canlanan yaşamın yeşil ağacının da emriydi.
Antikapitalist hareketin tüm zenginliğiyle canlanması beraberinde sosyalist harekette yüzü 21. yüzyıla dönük tartışmaları da canlandırdı. Nasıl bir örgüt/örgütlenmeden, taktik ve stratejiye, devrimci şiddet ve barışçıl mücadeleye, reform ve devrim tartışmaları da yeniden güncellik kazandı, devam ediyor.
Bir şey daha dikkat çekiyordu, küresel emek hareketinin coğrafik alanı da değişip genişlemişti. Kapitalist üretimin 1990’lı yıllardan itibaren, “sanayi taşıma hareketiyle” büyük Batından büyük Doğu hattına kaydırılmasıyla paralel, Vietnam-Çin-Hindistan-Mısır hattında 1,5 milyar civarında işçinin küresel kapitalizmin sömürüsüne açılmasıyla, antikapitalist mücadele artık küremizin her alanının gerçeği haline geldi ve derinleşiyor, derinleşecektir de!
Çünkü bizzat BM Gıda ve Tarım örgütü FAO raporuna göre: “Dünya nüfusunun %11 yani 800 milyon insan yetersiz besleniyorsa; Sahra altı Afrika’da yaşayan her 4 kişiden 1’i açlık çekmekteyse; beş yaşın altında hayatını kaybeden çocukların yarısı açlık nedeniyle ölüyorsa; açlık çeken her 5 kişiden 3’ü kadınsa; işsizlik bir sosyal kanser olarak gelişmiş kapitalist ülkelerde de tırmanıyorsa ve önemlisi sözde liberalizmin anavatanı ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde ekonomik milliyetçilik güçleniyorsa… İşçi-emekçi hareket de güçlenecektir. Bunun işaretini en son kapitalizmin ana vatanı Fransa’da Sarı Yelekliler üzerinden görmeye başladık.
II – Sarı Yelekliler antikapitalist mücadelenin neresinde?
1990’lı yılların sonlarından itibaren küresel devrimci dalga, her defasında farklı coğrafyalarda başkaldırıp, talep ve hedeflerini sokakta sermayeye ve iktidarına deklere edip az-çok kazanımlarla geri çekildi. Çünkü gücü, çapı ve önemlisi siyasal ufku şu an kapitalizmi aşmaya yetmedi ama kapitalizmi yıkma kavgasından da vazgeçmedi. Çünkü 21. yüzyıl devrimci dinamiği bu kez kapitalizmle nihai hesaplaşmak istiyor, bu nedenle de her antikapitalist kalkışmayla, kapitalizm ağacının etrafını yokluyor, darbe vurup geri çekiliyor. Bu meseleyi etraflıca “Kapitalizmin Tarihsel Fiziksel Sınırları” adlı kitabımda ele almıştım, bakılabilinir.
Kapitalizmi yoklayan hatta siyasal iktidarını zora sokan 21. yy devrimci dinamiğinin ön dalgalarından bir diğeri bu kez Fransa üzerinden boy gösterdi, talep ve hedeflerini sokakta dünyaya deklere etti ve belirli kazanımlarla geri çekildi ya da süreçte o da sönümleşecek. Dün Seattle…. Cenova, sonra Taksim Gezi derken bu kez Sarı Yelekliler idi direnişin adı!
Fransa’da 17 Kasım 2018’den itibaren, Sarı Yeleklilerin yani Fransız işçi-emekçilerinin, kapitalizme ve onun neoliberal Macron iktidarına karşı başlattığı direnişin önemli kazanımlar elde etmesi ve giderek komşu ülkelere yayılması sadece Fransız halkı için değil küresel olarak işçi emekçiler için yeni bir soluk oldu!
Sarı Yelekliler neydi, nasıl başladı?
Sarı Yelekliler protestosu, Fransa’da süren ekonomik durgunluğun ağır sosyal sonuçlarına, sosyal yardımlarının azaltılması ve Ocak 2019’dan itibaren gelecek vergilerle akaryakıtın litre fiyatının olağanüstü artırılması kararı da eklenince kendiliğinden direniş olarak17 Kasım’da başladı. Neoliberal politikalara tepki olarak ve denilebilir ki örgütsüz bir kendiliğinden örgütlülük olarak gelişti. Yani direniş parti veya sendikaların çağrısıyla başlamadı. Direniş esas sosyal medya üzerinden ve esnek organizmalarla kendiliğinden başladı.
Sarı Yeleklilerin ne olduğunu ve siyasetin neresinde durduklarını en iyi tarif eden iki veri var elimizde; Biri sokakta-meydanlarda geliştirdiği dişe diş direniş, ikincisi 42 maddelik talepleriyle ne oyduklarını ne istediklerini ve nasıl istediklerini ortaya koydular. 42 taleplerine tek tek bakıldığında tamamıyla neoliberal kapitalizmi hedef aldıkları görülür. Bileşenleri yani tabanında sağ hatta ırkçı faşist Ulusal Birlik hareketinin etkisinde yer alan emekçilerin de yer alması bu gerçeği değiştirmez. Değiştirmez çünkü 1930’ların Almanya ve İtalya deneylerinden hatta 1980 öncesi MHP deneyinden biliyoruz ki kriz yıllarında sağ ve faşist siyaset, işçi ve emekçileri örgütlemek için antikapitalist söylem ve propaganda geliştirir.
Sınıfsal bileşenlerine bakıldığında tıpkı Seattle, Cenova, Gezi gibi Sarı Yeleklilerin safları da en tepedeki büyük sermaye temsilcileri dışında herkes yani %99’u barındırıyordu. İşçi-işsiz-üretici, köylü-kent ve kır, orta sınıflar, öğrenciler…
Bu sınıfsal bileşenin siyasal yansımaları da olacaktı oldu da. Radikal soldan radikal sağ olarak Le Pen’nin Ulusal Birlik’ine, çevreci yeşil hareketten anarşist harekete ve hatta siyasetle ilgisi olmayanlara kadar! Ancak bundan kalkarak Sarı Yelekliler için “faşizmin ayak sesleri” demek saçma olur. Ulusal Birlik’in başlangıçta daha çok adının anılması bir yanıyla sol-komünist hareket ve sendikaların hem mesafeli duruşu hem de tıpkı 1930’ların krizi benzeri emekçi kitle hareketlerinin sol, sosyalist hareket kadar sağ, faşist hareketin etki alanına da açık olmalarıdır. Dediğimiz gibi Sarı Yeleklileri anlamak isteyen her kim varsa öncelikle talepleriyle kimin için ve kimden ne istediklerine ve sokaktaki hükümetle çatışmalarına baksın! Kısacası Sarı Yeleklilerin eylemi, 21. yüzyılda küresel kapitalizme karşı sınıf mücadelesinin yeni zeminlerde, yeni mücadele ile örgütlenme biçimleriyle gelişeceğinin yeni ve güçlü bir işareti ya da hamlesidir.
Sarı Yelekliler “sağ” hatta “faşist ulusal” desteklidir diye eleştirildi ama giderek sol renge bürünmeye başladı, ne de olsa Fransız halkının 200 yıllık isyan-direniş geleneğini arkalıyordu. Ve ne de olsa Fransa’da isyan ve direnişin adı her daim sol idi her ne kadar bu kez rengi sarı olsa da!
Sarı Yelekliler nereye evrilir? Öncekilerine göre daha inatçı daha kitlesel daha uzun soluklu olsa da Sarı Yelekliler de 21. yüzyıl antikapitalist dinamiğin yeni bir hamlesi olarak yoklayıp geri çekilecek ama geride yeni direnişlerin arkalayacağı çok şeyi bırakarak!
Sarı Yelekliler neyi başardı?
Sol, sosyalist hareket ile küresel işçi sınıfı değerlendirebilirse Sarı Yelekliler hareketi; mücadele tarzı ve örgütlenmeye ilişkin yeni yaklaşımlar, biçimler geliştirdi. Özetle bu kazanımların belli başlıları olarak:
Birincisi; “Hak verilmez alınır” ilkesini sokakta yeniden yazdırıp içerik kazandırdı. Neo liberal eşitsizliği işçi emekçilerin ve de küremizin çekemeyeceğini ilan etti. Burnundan kıl aldırmayan, büyük sermayenin has adamı Macron ve hükümetinin adeta burnundan getirerek sokaktan kendisine geri adım attırdı. Açıkçası militarist Fransız iktidarını geriletti. Zamları önce ertelettirdi bununla yetinmeyip iptal ettirdi. Yani sokak-iktidar kavgasında sokak belirleyici oldu. Bu az şey değil.
İkincisi; inatçı, militan ve zamana meydan okuyan direnişiyle işçi emekçiler ve sol için boğucu neoliberal atmosferin kuşatıcılığına ciddi darbe indirdi. Mevcut sendikaları ise önce seyirci kıldı sonra istemeyerek de olsa peşinden sürükleyerek saflara dahil olmaya mecbur bıraktı.
Üçüncüsü; Seçimli demokrasinin ve onun kurumları olan başkanlık, parlamento, partiler hatta sendikalara yani belirli aralıklara seçime giden ve belirli süreliğine yetki alan tüm kurumlara güvensizlik, kendiliğinden hareketi tetiklemiş ya da yıllara dayanan güvensizlik 17 Kasım çıkışını beslemişti. İşte, beşinci cumhuriyetin kurumlarının içi boşalmış demokrasi oyununa karşı Sarı Yelekliler doğrudan demokrasiyi yani sokağın içeriğini belirlediği demokrasiyle gündeme güçlü taşıdı. Doğrudan demokrasiyi tekrar hatırlattı!
Dördüncüsü; Son yirmi yıldan beri yaşanan kendiliğinden kitlesel hareketler talepler bütünlüğünden yoksun idiler. Sarı Yelekliler, 42 maddelik talepler bütünlüğü ile bunu aştılar. Sunulan 42 maddelik talepler bütünlüğü, bünyesinde farklı siyasal eğilim ve taleplerini barındıran yeni sol, sosyal demokrat bir partinin programı gibi duruyordu. Farkı şuydu, bu 42 maddelik program birileri tarafından oturulup masa başında yazılıp önerilmemişti. Hayatın içinden yüz binlerin doğrudan eyleminin ürünü ve somutta 29 Kasım günü 30 bin kişinin katılımıyla düzenlenen anketlere dayanarak belirlendi yani siyasal deklarasyonlarını meydanlarda yazıp ilan ettiler.
Beşincisi; Sarı Yelekliler klasik manada örgütlü bir direniş olarak gelişmedi. Yüz binleri sokağa haftalarca taşıyan ve çetin barikat savaşlarına yönlendiren hareket A veya B partisi ya da sendikal çağrı ile örgütlenmesi değildi. Macron iktidarının en büyük sermaye gruplarının çıkarlarını esas alan uygulamalarının bardağı taşırmasıyla genel değişim dinamiği olarak kendiliğinden harekete geçmesiyle başladı.
Fransa komünist partileri ve sol parti, sendikalar başta olmak üzere parti ve sendikalar eylemin çağrıcısı ya da örgütleyicisi değillerdi! Tersine Sarı Yeleklilerin ana dinamiğinde mevcut parti ve sendikalara güvensizlik hakimdi. Bu nedenle hükümetle görüşmelerin aracı olacak bir temsili organ da ayrıca istemediler. Temsili organ/komite aracılığıyla hükümetle görüşmek, pazarlık yapmak yerine sokakta-meydanlarda yani doğrudan demokrasi meydanlarında ve herkesin gözü önünde taleplerini kabul ettirerek Fransız iktidarına geri adım attırmayı hedeflediler ve başardılar da. Pazarlık edecek bir lider ya da temsili organlarının olmamasını avantaja çevirerek zayıf olan yanlarını çok daha güçlü yanları haline getirdiler.
Altıncısı; Nasıl ki Taksim Gezi direnişi mevcut sosyalist, komünist parti ve yapıların politik ve örgütsel yapılarını aştıysa, Sarı Yelekliler de hem militan duruşu, inatçılığı, kitleselliği hem de “lidersiz, merkezsiz” yapısıyla sola, komünist harekete ders verdi.
20. yüzyıl komünist parti örgütlenmesinde; genel olarak merkezler tanrı genel sekreterler ise peygamber rolündeydi ve o zamanın gerçeğiydi ama 21. yy’da aynen tekrarlanamaz deyip 21.yüzyıl parti örgütlenmesi için GÖVDEDE GÜÇLÜ ÖRGÜTLENME önerdiğimde, dalga geçenler şimdi “LİDERSİZ-MERKEZSİZ” Sarı Yeleklilere baksınlar! Evet, Taksim Gezi’den ders çıkarmadılarsa bari bugün Sarı Yeleklilere baksınlar belki 21.yy emek ve komünist harekete ilişkin bazı sonuçlara varırlar. Merkezde değil gövde de güçlü örgüt önermem üzerinde herkesi tekrar düşünmeye çağırıyorum.
Katı merkeziyetçi, tek tipçi fordist emek örgütlenmesi (rejimi) ile paralel 20. yy siyasal örgütlenmesi ile alternatif örgütlenme gövdede güçlü örgütlenmeye dair yıllar önce yazdığım kitaptan uzun alıntı aktaracağım;
“Demokratik merkeziyetçi bir örgütlenme. Doğru, fakat gücünü (enerjisini) esas merkezde (piramidin tepesinde) toparlamayan bir örgüt modelini yaratmakla yüz yüzeyiz… İdeolojik-politik güç ve enerjinin (çekim merkezinin) parti yapısının her yerinde aynı yoğunlukta yaratılabildiği bir örgütlenmede ısrar etmemiz gerekiyor.
Başka bir ifadeyle, merkezden örgüt tabanı algılanabilen, tersinden de tabandan örgüt merkezi algılanabilen bir örgütlenme. Bu demokratik merkeziyetçilikle çelişmez, tersine tamamlar, ona muazzam devindirici bir güç katar. Tıpkı insan anatomisi gibi, insanın neresi ağrırsa oranın o an için merkez olması…
21.yy komünist partisi, merkezden tabana doğru, güçsüzleşen-yetkisizleşen bir örgütlenme ile yaratılamaz. Yaşanan deneyler salt merkezde güçlü olan partinin, merkezle birlikte tüm partinin yıkılışını SBKP üzerinden bize gösterdi. Ayrıca doğrudan demokrasinin gittikçe burjuva sol tarafından hatta özünden kopartılmış biçimsel işleyişiyle Post Fordist üretim süreçlerinde de uygulamaya konulduğu tarihi evrede gücünü sadece merkezde yoğunlaştıran örgütlenmeyle yol alınamaz.
Özetle, parti sadece ve esas olarak merkezde değil, örgütün tüm birimlerinde aynı yoğunlukta güçlü olabilmektir. Bu yaklaşımın temel esprisi; yönetenin kendinden güçlü olanı yönetebilmesidir.” (Aydınlanma ve Örgütlenme, S. Çiftyürek sy 155,156, 157 Gün Yayıncılık Birinci Baskı Ağustos 2003)
21.yy antikapitalist devrim dinamiği, 20.yy gölgesinden çıkabilmeli. Bunu yazılarımda özellikle “Lenin Marks’a nasıl yaklaştı biz Lenin’e öyle yaklaşalım” yazısında ele almıştım. Sol, komünist hareket 20. yy gölgesinden çıkamazsa, Sarı Yelekliler hareketinin kitlesel deviniminde ırkçı ulusalcı hareket yararlanır ki Fransa anketleri de bunun işareti. İşte Mayıs 2019’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine yönelik yapılan anket sonuçları siyaset tablosunu az çok veriyordu; Ulusal Birlik’i %24 ile açık ara önde, Macron’un Cumhuriyet Yürüyüşü partisi %18, Cumhuriyetçi Parti %11, Mêlenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa’sı %9, Yeşiller %8.5, Sosyalist Parti %4.5 ile en sonuncu ki geçen dönem iktidardaydı. Bir zamanlar %30’lar civarında oy desteği olan Fransa komünist Partisi ise oranlamada sıraya bile giremiyor.
Yedincisi; Sarı Yelekliler sermayeye ucundan dokunmakla Fransız burjuva demokrasisinin tüm cilalarını dökmeyi başardılar. Çünkü özel mülkiyete dokunmak sadece Fransa’nın değil AB burjuva demokrasinin kırmızıçizgisiydi. Sarı Yelekliler sermayeyi dolaylı tehdit ettikleri için Fransız iktidarı, Türk dışişlerinin bile kınamasına fırsat verecek bir şiddeti uyguladı.
III – Kürdistan işçi sınıfı ve görevlerimiz
Kürdistan ve bölge işçi hareketinin gerek ekonomik gerekse siyasal eylemliliğinin zayıf olmasında bazı genel ve özgün etkenler rol oynamaktadır.
Birincisi; Komünist hareket ve kadrolar “sınıf, halk, emekçi kitleler” diye diye sınıftan ve halktan kopmaktadırlar. Emekçi kitlelerle ekonomik-sosyal talepleri üzerinden bire bir temas yok denecek kadar zayıf! Sosyal medya üzerindeki etkili kampanya ve propagandanın parti-kitle, parti-sınıf ilişkisine olumlu katkısı ise yok denecek kadar az.
İki; komünist hareketin, 20. yy devrim dinamiği ve liderlerinin gölgesinden çıkamamış olması. Yani 21. yy “Lenin, Stalin, Mao, Che hatta Mahir, İbo yoldaş böyle söyledi” demenin ötesine geçerek kendisi olmayı başaramamış olması. Demem şu ki, komünist hareketin program ve tüzükleri, 21.yy değişim dinamiklerinin talep ve hedeflerini ve örgütsel gerekliliklerini içermekte halen oldukça uzak durmaktadır.
Üç; Asya-Ortadoğu-Kürdistan’ın son 25 yıldan beri süren küresel savaşın alanı olması önemli rol oynamaktadır. Genelde işçi hareketi başını emperyal, gerici siyasal ikliminden, halkımız ise yakıcı haklı ulusal bağımsızlık mücadelesinin boğucu etkisinden başını kaldıramamaktadır. Bu durum ekonomik-sosyal hak mücadelesini bile etkilemektedir. Zaten Erdoğan/AKP iktidarı da özellikle son yıllarda, içerdeki savaşla yetinmeyip sınır ötesi savaş siyasetiyle de halkların siyasal yönelimini milliyetçilikle belirme çabasında.
Savaş konsepti meselesi, Fransa ile Türkiye ırkçı-milliyetçi partilerin işçi-emekçi eylemliliğine ilişkin tutumlarında da görülür. Ulusal Birlik, Sarı Yeleklileri desteklerken, Bahçeli ”Sarı yelek terörüne özenen bedelini çok ağır öder. Sarı yelek giyen çıplak yatmayı göze almalı” deyip CHP-HDP’yi “Türk Altay-Kırgız” tarzı işkence olan “mankurt” ile tehdit etti.
Ancak bu tehdide rağmen, Sarı yeleklilerin eyleminin, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının üzerinde etkisinin olduğu olacağı muhakkak! İşçi hareketinde zaten belli bir kıpırdama var. Mesele, ekonomik krizin yarattığı ağır sorunları da dikkate alan komünist, sosyalist hareket ile sendikaların görevlerini yerine getirmesinde odaklanıyor. Mesele, 21. yüzyılı kucaklayan politik ve örgütsel yönelimleri üretebilmektir.
Sonuç olarak; 1 milyon 800 bin işçinin asgari ücret altında; 7 milyon işçinin ise asgari ücretle çalıştığı, yani 30 milyon civarında işçi ailesinin, DÖRT KİŞİLİK AİLENİN AÇLIK SINIRI OLAN 1.943 TL ve YOKSULLUK SINIRI olan 6.328 TL’nin çok ama çok altında ücretle yaşam kavgası verdiği; Türkiye ve Kürdistan işçilerinin OECD ülkeleri arasında en uzun haftalık çalışma saatlerine ve en yüksek iş kazası ölüm oranına sahip olduğu süreçte sosyalist harekete büyük görevler düşüyor. Sosyalist hareket ne yapacak, biz Kürdistan’da ne yapacağız? 25.12.2018