Evet biz komünistler dogmalara karşıyız ama bilimsel olmayan şüphecilikten de şüphe etmekteyiz. Bütüncül bilimlerin tarih sahnesi 19. yüzyıldan sonra kapandığı halde içinde bulunduğumuz kültürel tüketim toplumunu koşullayan hücrelerine ayrılmış uzmanlık toplumunun ürettiği kitlesel cahillik çağının gereğinden fazla abartıldığı ortadadır.
Burjuva odaklı teknolojik paradigmaların uluslararası emek sınıflarına karşı ideolojik mücadelede başat rol üstlendiği bir dönemden geçiyoruz. Diyalektik materyalizmin ilk nesnel anlatım metinlerinin çağdaş fizikteki yeni gelişmelere uyarlanması ihtiyacı tutarlı ve bütünsel bir şekilde tarif edilmelidir. Burjuva bilim otoriteleri bile yeni bir fizik yasasına patent vermek için üç buçuk milyonda yalnızca bir sefer hata payı olan bir testin eşiğini geçmeyi şart koşmaktayken, postmodern solcuların diyalektik materyalizmi lağvetme yönünde bu acelecilikleri ideolojik nedenlerle ancak açıklanabilmektedir. Felsefe ve siyaset teorisinin kendi tarihsel koşullarındaki bilimsel gelişmelerle doğru temelde etkileşime girmesinin bir zorunluluk olduğu açıktır. Ama devrimci felsefede sürekli abartılı yanlışlık arayışlarının çoğunun örgütsel yenilgi ve geriye çekilme yıllarının bir ideolojik hastalığı olarak kendisini gösterdiği hatırlanmalıdır.
Değişmez gibi görünen kalıplardan şüphe etmenin yanında şüpheden de şüphe etmenin kendisi en etkili metodolojik tutum olmalıdır. Nasıl ki bir maddenin zerresi boşlukta sebepsiz yere oluşmuyorsa, bir eleştiride boşluktan doğamamaktadır. Bu anlamda bilimsel sosyalizmin ilkelerinden ontolojik kaynağı tutarlı olmayan kanıtlarla şüphe etmek, bir maddeyi boşlukta başka bir şeye güdümlemek kadar saçmadır. Postmodern madde ve tarih anlayışının güçlü bir illüzyondan ibaret olduğunu ve tutarlı hiçbir yönünün bulunmadığını burada belirtmekte fayda vardır. Doğaya doğru bir temelde bakamayan bir bilincin topluma doğru bir temelde bakması beklenmemelidir. Nesnel dünya ile ilgili bilgimiz maddenin zihnimizdeki tarihsel yansımasıyla oluşmaktadır. Maddi gerçeklik zamanın ruhu içinde soyutlandığı için maddenin epistemolojik verisi ile ilgili tasarımlarımızın içinde dönemin ana akımlarının izleri bulunur. Negatif ideolojilerin şekil verdiği maddi soyutlamaların materyalist felsefe yardımıyla ontolojik kaynaklarıyla diyalektik ilişkiler ağı içerisinde yeniden test edilmesi gerekir. Biz “Doğanın Diyalektiği” eserinde ortaya koyulan anlayışın maddenin kavranışı ve türetilen bilgisi bağlamında değişmeyeceğini ve daha gelişkin kavramlaştırmalara doğru ilerlemeyeceğini iddia etmiyoruz. Çünkü tarihsel koşul ve süreçlerin denetiminden tamamen kurtulabilmiş bir düşünsel ilerleme sistematiğinin ortaya çıkabilmesine dair olanaksızlıkları kabul etmenin kendisi zaten materyalist tarih anlayışının bir biçimi olmaktadır.
Yazar Engin Erkiner’in aktardığına göre; Eduard Bernstein basılmaya değer mi konusuna cevap aramak için “Doğanın Diyalektiği” notlarını Albert Einstein’a veriyor. Einstein; “Yapıt tarihsel bir kişilik tarafından yazılmamış olsaydı basılmasını önermezdim. Çünkü ne fiziğin bugünkü durumu ne de fizik tarihi açısından belirgin bir anlam taşımıyor.” cevabını verir. Evet doğrudur Einstein ölmeden önce bu kitabın notlarını ilerde basılması için güvenini kazanmış olan Eduard Bernstein’a vermişti. Bernstein “Anti Dühring” eserinden etkilenmiş olmasına rağmen Engels’in ölümünden kısa süre sonra Kantçılığın ve İngiliz ampirizminin etkisine girerek Marksizm’den uzaklaşmaya başlar. Bütün hayatını Marksizm’i kapitalizm lehine revize etmekle geçiren Bernstein, Engels’in ölümünden kısa süre sonra revizyonizmin babası olacaktır.Yazar Erkiner, bu sözün şahidi olarak Almanya’da faşizmin geldiğini göremeyen Bernstein’ı gösteriyor ama hani bir söz vardır; “Kelin merhemi olsa önce kendi kafasına sürer.” diye. Tam tersine Einstein’ın notları okuduktan sonra bir fizikçi olmayan Engels’in doğa hakkındaki çağına göre oldukça ileri görüşlerini hayranlıkla karşılar ve kitap notlarından bilimsel olguculuk anlamında 3 -5 tane hata tespit eder. Bunun ise dönemin tarihsel koşulları açısından normal olduğunu ve esasen bu hataların bilim insanlarına ait olduğunu belirtir. Mesela bir örnek vermek gerekirse; gel git olayı ile ilgili değerlendirmeler aslında dönemin bilim insanlarından kaynaklı bir eksiklik olmasına rağmen, Engels eldeki eksik bilgilere rağmen tümel ile olan ilişkisi bağlamında okyanusların oluşmadığı bir dünyada günlerin kısalacağını oldukça başarılı bir şekilde ön görebilmiştir. O dönem parçacık teorisi henüz gelişmemiş olabilir ama Engels’in kimyasal süreçle elektrik arasındaki ilişkiye düşünce deneyiyle olgunluk getirmesi ileride J. Thomson’un elektron teorisinin temelini oluşturacaktır. Günümüzde elektrik terminolojisinin tamamen değişmiş olması bu bilimsel katkının tarihsel değerine bir gölge yapmamaktadır.
Yani daha bilimsel ifade edersek eğer; Engels’in “Anti Dühring” ve “Doğanın Diyalektiği” eserlerinde Newton’un mekanik materyalizmini genel yönelim olarak aşmış olmasının getirdiği tarihsel önem, bir tikel bağıntı olarak sonraki yıllarda elektron teorisinin geliştirilmesi karşısında yapısal yıkıma uğramamaktadır. Astronomide Hubble teleskopunun icadı ve DNA teknolojisinin son yüzyılda sağladığı devrimsel bilgilerin bizlere diyalektik materyalizmin ilk yazılı metinlerindeki tikel bağıntıların yeniden elden geçirilmesi görevine işaret etmektedir tatbikî. Ama bunlardan dolayı Engels yoldaşı önemsizleştirmeye çalışmak, postmodern zamanların bir hastalığı olarak olguların içinde geliştiği tarihsel sürekliliği reddetmek anlamına gelmektedir. Engelsin mühendislik eğitimi görmemesinden yakınan yazar Erkiner, Engels’i yüzeysel bulmaktadır ve devamla; “Doğa bilimleri alanında üniversite düzeyinde eğitim görmemişseniz bu kitapta önemli şeyler yazıldığını zannedebilirsiniz. Gerçekte ise hiç böyle değildir…” demektedir. Erkiner, Engels’in bir uzman olmak gibi derdi olmadığını, asıl amacının; Marksizm’in bütünlüklü bilimsel yönteminin geliştirilmesi ve başkaları tarafından anlaşılır ve uygulanabilir bir hale getirmek olduğunu unutmuşa benziyor. Bu anlamda Engels’e yönelik ideolojik saldırıların amacı; devrimci düşüncenin kavramsal bütünlüğünün dağıtılması ve böylece devrimci olmayan unsurların oraya yerleştirilebilir bir hale gelmesini sağlamaktır.
Engels’in yaşadığı dönemde dahil çağdaş sınıf mücadeleleri tarihi boyunca her yenilgi ve ideolojik geri çekilme döneminde güçlenen revizyonizm saldırılarını daha çok Engels üzerinde yapmıştır. Biz bunun bir tesadüf olduğunu düşünmüyoruz, çünkü doğa bilinci bozulan insanın toplumsal bilincinin bozulacağı kaçınılmaz olduğu için böyle davranmaktadırlar. Doğa ile toplum bilimi arasında diyalektik bir ilişki olması gerekliliğini bütüncül tarif edemeyen bir kuramın zamana karşı ayakta kalma şansı yoktur. Bu anlamda doğayla ilgili bütünlüklü anlama yönteminin tamamen yanlış olduğunu söylemek, “Kapital” in birinci cildindeki sermayenin varoluşu ve etkinliğini açıklayan bilimsel diyalektik yöntemin yanlış olduğunu söylemekle neredeyse aynı anlama gelmektedir. Genel olarak bilgiye bütüncül ulaşma biçimlerinin reddi ve özel olarak da siyaset biliminin epistemolojik verilerinin ontolojik kaynaklarıyla ikileme koyulması olayı aynı zamanda devrimci bir pratikten uzaklaşmanın başlıca nedenleri arasında sayılmaktadır. Özellikle küçük burjuvazi açısından doğa yasaları karşısında alabildiğince sınırsız özgürlükte bir düşün ortaya hiçbir zaman çıkamayacağını hatırlatmak isteriz. Bu durum, hareket halindeki nesnel gerçekliğin sonsuza kadar asla içine düşmeyeceği bir durumdur aynı zamanda. Erkiner’in iddia ettiğinin aksine bilginin iç ilişkilerini ve bilgiden bilgi üretmeyi öğreten iyi bir eğitim değil, öğrenilmiş devrimci felsefedir.
Yazara göre bilim uzmanı olmayan o konunun felsefesini yapmamalıdır. Erkiner bu anlamada; “Engels kendi kendine öğrenmiştir. Bu da önemli bir çaba olmakla beraber iyi bir eğitimin yerini tutmamaktadır” demektedir. Doğa felsefesinin fizikçilerin kendisine bırakılması gerektiğini söyleyen Erkiner, kapitalist sistemin iş bölümü yoluyla ürettiği mesleki uzmanlığın tikel olan bilgiyi tümel olanla ilişkisi içerisinde ele almadığı için bir daire içerisinde hareket etmeye mahkûm olan kapalı bilim alanları olduğunu unutmuşa benziyor. Şimdi yazar Engin Erkiner’e bu tartıştığımız alana dair bütün zamanların en büyük sorusunu soruyoruz: Matematikçiler sonsuz küçüklük kavramını 17. yüzyılın ikinci yarısında keşfetmelerine rağmen, neden bu kavramın doğada karşılığının olması gerektiğini kavramaları 19. yüzyıla kadar sürdü? Doğaya hayat veren hareketin doğasının çelişki yasasıyla gerçekleştiğini ön gören diyalektik materyalizm ortaya çıkana kadar bu durum matematiğin tarihinde en uzun süren bir kriz olarak anlaşılamadı. Sonsuz küçüklük hesaplamalarının insan zekasının saf yaratımı olmadığını, bütün sanal büyüklüklerin örneklerini doğanın verdiğini Engels yoldaşın matematikçilerden önce söylediğini burada hatırlatalım. Sonsuz küçüklük kavramının formel bir tanımını geciktiren şey Erkiner’in dediği gibi bilgi azlığı ya da yüksek öğrenim ve uzmanlıktan muaf olma gibi kategoriler değildir. Evet doğrudur, Newtonyen bir sanayinin ve yarattığı toplumsal ilişkilerin gittikçe değişerek daha karmaşık bir hale gelmesiyle klasik matematiğinde aşılması kendisini tarihe dayatmıştı. Zaten limit kavramı sonsuz süreçlerin olmadığı bir sınırlamayı kapsadığı için “Bing Bang” gibi evrenin oluşum teorilerinde ve karadeliklerde çalışmamaktadır.
Günümüzde durum öyle bir hale gelmiştir ki uluslararası sermaye açısından önde gelen akademik bir iktisat dergisinde yayımlanan bir makaleyi anlamak için neredeyse doktora düzeyinde matematik bilgisine sahip olmak gerekmektedir. Bilginin üretim araçlarının bir parçası haline gelmesiyle birlikte bilgideki uzmanlaşmanın alabildiğince gelişme sürecine girdiği ve bu uzmanlık alanlarının akademik ve ekonomik anlamda kendi endüstrisini yarattığı bir gerçektir. Ama bu durum aynı zamanda kapitalizmin krizlerine geçmişte olduğu gibi görecelide olsa bütüncül bir iktisadi çözüm teorileri geliştirebilmesinin önünde engel teşkil eden bir durum olduğu anlamında kendi sürecinin çelişkilerini derinleştirmektedir.
Anlatmak istediğimiz bir başka şeyde; günümüz entelektüel dünyasından tutunda kamusal alana kadar uzman olmayanın adeta konuşma hakkı olmayışının sebebi toplumsal ekonomik yaşamın sermayenin lehine düzenlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Genel ya da tümel olan bilim yönteminin gözden düşmüş olmasının en önemli sebebi budur. Olasılık, fonksiyonel analiz ve topoloji Engels’in döneminde daha fazla geliştiği halde neden günümüz akademi dünyası çevre sorununda bile bütüncül ve tutarlı bir çözüm teorisi ortaya koyamamaktadırlar. Ama Engels, biraz Marks yardımıyla birazda kendi kendine diferansiyel ve integral öğrenerek sonsuz küçüklük kavramına felsefi bütünlüklü bir açıklama getirebilmişti.
Günümüz iktisatçılarının matematiği modernizm sonrası bir dönemin tanrısı ilan etmelerinin ve bütünlükçü bir tarih ve siyaset biliminden nefret etmesinin sebebi ideolojiktir. Günümüzde postmodernizm nedeniyle moda olan bu öfke, nefret ve alay konusunu, her dönem egemen sınıfların düşüncelerinin etkisi altında olan kitlelerin çoğunlukla küçük burjuva kesimleri olmak üzere eski solcuların ezici bir çoğunluğu da paylaşmaktadırlar.
Bitti…