Çarpık bilinç derecikleri artan debiyle serbest etap akmaya başladığında toprakta erezyonun meydana gelmesi kaçınılmaz olur. İdeolojik-politik savrukluğun eseri olarak yaşanan kültürel çarpıklık ise siyasi bilinç erezyonunu besleyerek yozlaşma ırmağına dönüşür. Toprağın filizlerin köküne tutunarak sağlamlaşması ve erezyondan korunması elzemdir…
Hiçbir insan kötü olarak doğmaz. Sonradan kötü ya da iyi olarak sıfat edinirler. Kötülük ya da iyiliğin bir yazgı olduğuna inanmak politik ahmaklık, budalalık ve katıksız idealizmdir. Bütün çocuklar masumdur. ‘‘Alın yazısı‘‘ kötü yazıldığı için kötülüğü bir ‘‘kader‘‘ olarak yaşayan tek insan yoktur. İnsan, toplumsal birey-sosyal varlık olarak, yaşamak zorunda bırakıldığı sınıflı toplum sistemi içinde, kuşatıldığı ideolojik, siyasi, ekonomik, kültürel şartların ürünü olarak üretim faaliyeti ve ilişkileri içinde iyi ya da kötü özellikler edinir. Sınırlanarak belli şartlara mahkum edilen insan, esir alındığı toplumsal şartlar tarafından inşa edilir. İçine dahil olduğu şartlar insanın şekillenişinde esas etmen olarak rol oynarlar. Kendisine verilen toplumsal rol, onu iyi ya da kötü olarak koşullar. İdeolojik-politik-kültürel durumu, genel ölçekte onu çevreleyerek esir alan genel koşullar tarafından belirlenir. Bundandır ki, insanın değiştirilip dönüştürülmesi sorunu, doğrudan bu şartlarla bağıntılı olarak ele alınır, alınmalıdır.
Ne var ki, ideolojik-siyasi şartlar ya da etmenler en az bu nesnel toplumsal şartlar kadar belirleyici bir güç ya da değiştirme kuvveti icra eder. Burjuva okullarda eğitilen insanlar verilen veya aldığı eğitime göre biçimlenir. Demek ki, eğitimden bağımsız olmayan ideolojik-siyasi etmen insanı biçimlendirir, karakter ve nitelik verir. Bu bağlamda ideolojik-siyasi çizgi, insanın iyi ya da kötü olmasındaki belirleyenlerin başında gelir. Fakat insan düşünen, sorgulayan ve yargılayan yeteneğiyle iyi olanı alma, kötü olanı reddetme iradesine sahiptir. Bu iradesini iyiden yana kullanmayan insan, davranışları ya da çizgisi karşısında bir sorumluluk taşır. Bu anlamda, bir bakıma, insan kendi ‘‘kaderini‘‘ kendisi belirler demek de yanlış olmaz. Onun sınıflar mücadelesi karşısından aldığı pozisyon onun en temel karakterini oluşturur. İnsanın düşünce çizgisi değerlerini oluşturduğu gibi, insana yabancı değerleri, çarpıklıkları ve kötülükleri reddetmesine de olanak tanır. İnsandaki düşünme yeteneği onu davranışlarından sorumlu kılar.
İnsan, dünya görüşü veya siyasi çizgisiyle anlam taşır ve gerçek kimliğini bulur. Bilimsel dünya görüşüne sahip olan, dolayısıyla doğru düşünme yeteneği taşıyan her insan buna uygun olarak doğru davranmakla da yükümlüdür. Onu yükümlü kılan doğru ile yanlış arasında ayrım yapma-yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır. Bu yeteneğe karşın, doğru düşünmeyen veya doğru çizgiye sahip olmayan herhangi bir kişi, tabiatıyla doğru davranmaz. Çizgisi onu yanlışa, hataya sürükler ve doğrunun karşısına diker.
Bunların hata ve olumsuzluklarıyla mücadele etmek ve başarı sağlamak, bu zeminde tamamen olanaklı olup, görece kolaydır. Fakat bu, samimi, dürüst ve bilinçsizce olumsuzluklara düşen ya da bilinçsizce kötülükler yapan kişiler için geçerlidir; özel olarak kötülüğün beslenmesi için yetiştirilip eğitilmiş, bunu görev atfetmiş ya da çizgisiyle bilinçli kötülüğü tercih etmiş olan insan tipleri için genel olarak geçerli değildir. İdeolojik çizgi mücadelesiyle siyasi mücadelenin ayrışarak ayrı biçimler izlemesi işte bunun bir zorunluluğudur. Niteliğine bağlı olarak ilgili meselelerin politik zeminde ele alınması bu bakımdan zorunludur.
Kişinin niyetinden bağımsız olarak, çizgi, devrime de götürür, karşı-devrime de. Götüren siyasi çizgidir ve sınıf mücadeleleri tarihi bunun örnekleriyle doludur. Bilinç çarpıklıkları, erezyon, yabancılaşma, aşınma ve ideolojik kırılma biçimleri, potansiyel olarak gerici çizginin hakim hale gelmesi ya da gerici çizginin güdümüne girilmesini olanaklı kılar. Ki, devrimci sınıf saflarından çıkıp revizyonist çizgi güdümünde karşı-devrime iltihak eden kötü örnekler tarihte az değildir. II. Enternasyonalin sosyal-şoven, gerici revizyonist önderleri gibi. İhanete düşürülen birçok devrimci veya komünist kadro gibi. Kısacası, komünist hareket tarihi ve tüm mücadeleler tarihi tecrübesi siyasi çizginin tayin edici olduğunu, bu çizginin çoğu kez ve esasta niyetten bağımsız olarak sahiplerini gerici potaya sürüklediğine tanıktır. Ve başından beri bilinçli bir plan ve yönelim temelinde örgütlenen veya örgütlenmiş olan istisna durumundaki çizgiler hariç, devrimci saflarda gelişerek vücut bulan gerici çizgilerin esasta bilinç çarpıklıkları, yozlaşma, aşınma gibi ideolojik kırılmaların ürünü olarak gündeme geldiğini saptamak isabet edilmiş bir doğrudur; dikkate değerdir!…
Bütün bunlardan çıkarılması gereken bir sonuç şudur ki; ideolojik kırılma ve yozlaşmanın bir tezahürü olarak anlam kazanan, bilinç çarpıklıklarına, bozucu-yıkıcı davranışlara, yabancılaşmalara, aşınmalara, burjuva çizgiye tekabül eden tüm davranış biçimi ve pratiklere karşı ciddi bir ideolojik mücadelenin yürütülmesi zorunludur. Unutmamak gerekir ki, ‘‘bütün uzun yürüyüşler küçük bir adımla başlar.‘‘
Bu sonuç bağlamında bilinç bozukluğu ya da çarpık bilinç üzerine münakaşa yürütmek, kimi davranış ve kültürel şekilleniş açısından bir ihtiyaç olduğu kadar, bahsini ettiğimiz ideolojik mücadelenin de adeta gizli bir varyantıdır.
Politik örgütlenmeler içinde bulunan ya da örgütsüz kalan kimi insanların basit davranışlarından biri; ‘‘Ben eleştirdim, X isimli kadronun yüzüne şunu dedim, yönetici organa şöyle eleştiri getirerek bunu dedim‘‘ diyerek bunu maharet sayan ve övgü sorununa dönüştürerek küçük-burjuva egosunu tatmin eden kültürel biçim ya da anlayış çarpıklığıdır…
Bu bilinci taşıyan bir çok örgütlü-örgütsüz devrimci, devrimci kadro, devrimci kurum ya da organlara dönük çeşitli vesilelerle yürüttüğü eleştirilerinde çok rahat biçimde; ‘‘iki yüzlü, sahtekar, oynak, numaracı, tasfiyeci‘‘ vb vs söylemlere baş vurmaktadır. Hatta daha ağır suçlama, itham ve damgalamalarda da bulunmaktadır. Bunları çok kolay ve temellendirmeden kullanması bir yana, bu yaptıklarıyla övünmeyi ihmal etmemekte, bu yaptıklarını büyük bir şey yapmış gibi sanmaktadır…
Denebilir ki, ideolojik tartışmalarda bunun gibi belirlemeler yapılabilir. Ancak, politik ya da ideolojik belirlemeler yapılsa da, bunların gerekçelendirilerek temellendirilmesi, altlarının doldurularak somut dayanaklara oturtulması ahlaki bir sorumluluktur. Bu belirleme ve ithamlarda bulunurken, keyfiyetçi sorumsuzlukla hareket edilemez. Yani yeterli sebepleri olmadan suçlama ve damgalamalarda bulunma serbestisi veya özgürlüğü olamaz. Dahası, ideolojik-politik eleştirilerde daha olgun ve seviyeli bir dilin kullanılması gerekmektedir ki, rencide edici, onur kırıcı ve bozuk kültürel tarzı temsil eden ifadelerden uzak durmak en doğrusudur. Seviyeli dil kullanmayanlar aslında kendi seviyesini, kültürünü ve niteliğini deşifre etmektedirler. Kısacası, her eleştiri veya ideolojik mücadele, illa da hakaret edici, yıkıcı, tahripkar ve rencide edici ifadeler kullanmak zorunda değildir. Her eleştiri ve sorunda, ‘‘iki yüzlüler‘‘, ‘‘oynaklar‘‘, ‘‘düzenbazlar‘‘, ‘‘numaracılar‘‘, ‘‘tasfiyeciler‘‘ şeklinde politik muhtevası zayıf ama hakaret edici-yıkıcı özelliği güçlü olan bir üslup ve tarza başvurulamaz. Ve daha çok bu tarz ve üsluba başvuranlar kendi kültürlerini deşifre etmekte, ondan beslenmektedirler…
Asıl mesele şu ki, siyasi içeriği cılız olan bu üslup ve tarzın giderek bir kültüre dönüşerek genelleşme eğilimi göstermesidir. Üstelik tam bir sorumsuzluk ve saygısızlık çerçevesinde gelişmektedir. Ve daha da önemli olan şey, kendileri son derece sorunlu-problemli olmasına karşın, bu bozuk tarz ve üslubu sınanıp-denenen, bedel ödeyerek mücadelede ısrar gösteren, istikrarlı bir mücadele tutumuna sahip olan somut faaliyetler içinde bulunan kadrolara dönük kullanmaktadırlar. Ve aynı durumdaki bu kişiler, büyük mücadelelerin tarihsel birikimleri ve kazanımları olarak ya da ağır kan-can bedelinin sonucunda devrimci değer olarak ortaya çıkmış olan devrimci kurum, organ ve kurumsal araçlara dönük aynı suçlamalarda kolayca bulunmakta, hakaret etme sorumsuzluğu sergilemektedirler… Bu aymazlık ve saygısızlık ne adına yapılırsa yapılsın kabul edilemez, hoş görülemez… ‘‘Bakın ben neler söyledim‘‘ boş övgüsüyle tribünlere seslenerek mesaj veren bu agoist sorumsuz davranış ve kültürün devrimci kişilik ve devrimci nazarda yeri de itibarı da olamaz.
Özellikle devrimci mücadele tarihi ve pratiği son derece sınırlı-az olan, mücadele içinde denenmiş pratik bir sürece sahip olmayan ve mücadelede kalıp kalmayacağı tartışmalı olan; öte taraftan devrimci faaliyet ve çalışmalarda tutarsızlık gösteren, emek vermeyerek bencil yaşamını öne çıkarıp mücadele görevlerinden sakınan kişilerin; kararlı pratiklerle mücadele süreçlerini omuzlayan, emek vererek çalışmaları geliştiren ve mücadele bedellerini ödeyerek büyük tehdit ve riskler altında mücadele ısrarını sürdüren kadrolara karşı ve kurumsal değer ve kurumlarımıza karşı bu kadar sorumsuz-pervasız, bu kadar aymaz-hoyrat ve bu kadar saygısız-ölçüsüz davranması asla kabul edilemez. Kimse bir başkasına-yoldaşına ve kolektif değerlerimiz olan merkezi organlarımıza hakaret etme, onur kırıcı ve rencide edici saldırılarda bulunma hakkına sahit değildir, olamaz. Kimi somutlar için söyleyecek olursak; yapmayanların yapanlara hakaret etme lüksü yoktur.
İlgili kurumsal değerlerimiz yüzlerce şehidimizin kanı-can bedeli üzerine kurularak bizlere emenet edilmiştir! Bunların ayaklar altına alınıp çiğnenmesine müsamaha gösterilemez. En ağır bedeller ödeyerek, karşı-devrimin somut tehdit ve tehlikeleri altında mücadele eden yoldaşlarımıza ne adına yapılırsa yapılsın kimsenin hakaret etmesine müsamaha gösterilemez.
Özcesi, yoldaşlık ilişkilerini zedeleyen, kolektifin ortamını dejenere ederek yozlaştıran, sorunları çözmeye değil de sorun üretmeye odaklanan, kendini dokunulmaz ve üstün gören bu tarz ve kültür kesinlikle terk edilmek durumundadır. Kimse, kan-can pahası mücadelelerle yaratılan değerleri ayaklar altına alıp çiğnema hakkına sahip olamaz, bu sorumsuzluğu sergileyemez. Yoldaşlarına, en önemlisi de kurumsal organ-araç ve değerlere hakaret etmekte sakınca görmeyen bu anlayış ve kültür ne devrimci olabilir, ne de kolaktifimizin kültürü olabilir…
Her yoldaşın bunu bilince çıkararak yoldaşlık değerleri üzerinden hareket etmesi elzemdir. Her yoldaşın bu kültür, tarz ve üsluptan uzak durması şarttır. Her yoldaşın bu bozuk kültür ve tarza karşı mücadele ederek bu bohemliği düzeltme sorumluluğu içinde hareket etmesi görevdir. Çünkü, bu kültür, bu tarz ve bu üslup, her yanıyla yıkıcı, bozucu, tahripkar ve yozlaştırıp deformasyon yaratandır. Ve çünkü bu kültür, yabancılaşmayı derinleştiren ideolojik bir kırılmadır; ideolojik aşınma ve çürümeyi derinleştirerek ideolojik-siyasi çizginin bozulmasına doğru yol alan bohemliğin yansımasıdır. Somut örnek olarak, kolektif toplantılarda izlediğiniz gibi, dışarı çıktıklarında da dışardan kolektife hakaretler etmekten geri durmayan ve yarışan malum simaların bugün durduğu yer bilinmektedir… Bu kültürü çizgi haline getirip sistemli olarak uygulayanlar yabancılaşmış, yozlaşmış, aşınmış olmakla birlikte, bunu çevresine-yoldaşlara şu veya bu yolla aşılamak istemektedirler, bunun çabası içindedirler. Bu tehlikeye karşı uyanık olup savuşturmak mücadeleyle mümkündür. Bundandır ki, her yoldaş bu kültüre karşı net bir tutumla karşı koymalı, mücadele ederek bu görevi ihmal etmemelidir…
Lakin, niteliğimiz gereğidir ki bizler sorumsuz olamayız; haksızlara karşı haklılıkla mücadele etmeli, hiç bir haksızlığa tenezzül etmemeliyiz. Ve lakin, hiç bir haksızlığa da müsamaha göstererek kayıtsız kalmamalıyız!