Bugünkü dünyamızın, bölgemizin ve ülkemizin öne çıkmış belli başlı çizgileri nelerdir? Nasıl bir örgüt-parti? Nasıl bir sosyalizm ve iktidar hedefi? Bu ve benzeri sorulara süreçte yeni yanıtlar üretebiliriz ve üretebildiğimiz oranda yeni bir “bizim” olgusunu adım, adım inşa edebiliriz. Bu yazı da bu soruların yanıtları üzerinde durmayacağım. Yeni bir “bizim” olgusunun yaratılabilmesi için, öncelikle aşmamız gereken kimi sorulara değineceğim.
Kürdistan komünistlerinin birliği yönünde umut verici yeni gelişmelerle yüzeyiz. Umudu büyütmek, kadrolardan kitlelere doğru taşımak ve tam da umudu fakirin ekmeği olmaktan çıkarmak! Yani atılan ilk adımı geliştirerek politik ve örgütsel güce dönüştürebilmek. Başka bir ifadeyle, dikilen küçük fidanın çınar ağacına dönüşmesini sağlayabilmek.
Bu başarılması zor görevin altından kalkabilmemiz için, fidanı büyütmeye soyunan herkes, öncelikle “bütün umudum kendimde” bilinciyle davranarak elini taşın altına koymalıdır.
Kürdistan komünist hareketinin farklı damarlarından gelen kadrolar, dinamikler yeni bir oluşumu yaratmaya ilk adımı attılar. Eğer gerçekten çınar ağacını büyütmeyi amaçlıyorsak; bu zamana ve sorunlara dayanıklı bir partinin (örgüt) yaratılmasına girişiyoruz demektir. Bu, devrimci değişimde misyon üstlenebilecek parti arayışıdır. Yani sonradan dağıtmak üzere toparlamaya girişmiyoruz, girişmemeliyiz. Bu coğrafya, bir süre sonra bir biçimiyle dağıtılan ya da dağıtılmayla yüz yüze bırakılan kitlesellik kazanmış epeyce parti ve hareket gördü.
Demek ki sorun ideolojik, politik, kültürel değerlerin büyütülmesidir, değerlerin örgütlülük ve kitlesellik kazanmasıdır.
Her bakımdan yeni bir “bizim” olanı yaratmak için yola koyulduk. Yeninin arayışı bir yanıyla eskinin sorgulanmasını getirecektir. Gerek kendi özgünlüğümüzde, gerek dünya çapında eskiyi (geçmişin zengin deneyimini) eleştirel sorgularken; yeni adına söylenecek, önerilecek her şey illa ki “doğrudur” denilemez. Ne eski olan da her şey yanlış, ne de yeni olacak olan da her şey tastamam doğrudur. Geçmiş eski deneyimde baskın doğruların yanı sıra baskın yanlışlar da vardı. Doğruları baskın yürüyüşün, yer yer yanlışları, yanlışları baskın yürüyüşün de yer yer doğruları olmuştu. Sorun; yeni hareket-parti yürüyüşünü, doğruları baskın adımlarla geliştirebilmektir. Yoksa “hiç yanlış yapmayacağım” diyerek yola çıkarsan ilerleyemezsin.
Örgütsel birlikte yeni bir sentez: organik birlik
Kürdistan sosyalist/komünist hareketinin siyasal, örgütsel oluşumunun tarihi kökleri 30 yıl öncesine dayanır. Son 30 yılda şekillenmiş farklı devrimci, sosyalist parti ve örgütlerin ayrıntılı bir irdelemesi ayrı bir tartışma, araştırma konusu. Fakat özetin özeti bugün tablo şudur:
1 -Kuzey Kürdistan’da 20. yüzyılın son çeyreğinde şekillenen farklı devrimci, sosyalist parti ve örgütlerin her biri farklı uluslararası sosyalist dinamiklerin (merkezlerin) etkisi altında şekillendiler. Bu şekillenmede Marksizm’in, Marksizm-Leninizm’in Kürdi/Kürdistani yorumu zayıf kaldı. Ulusal ve toplumsal kurtuluşu amaçlayan programlar; ülkenin sosyo ekonomik ve siyasi prizmalarından geçirilerek şekillenmiş değillerdi. Ya da en azından bu şekillenme zayıf kaldı. Bu durum, Türkiye devrimci, komünist parti ve örgütleriyle ilişkilere de yansıdı. Kuzey Kürdistanlı devrimci, sosyalist parti ve örgütlerin hemen hemen hepsi, Türkiyeli şu veya bu örgütle paralellik içerisine girmeye özen gösteriyorlardı. Burada ne dünya komünist hareketinin etkisini ne de Türkiye devrimci hareketiyle ilişkileri reddetmiyoruz. Üzerinde durduğumuz ana sorun; Kuzey Kürdistanlı parti ve örgütlerin gerek dünya komünist hareketiyle gerekse Türkiye devrimci hareketiyle ilişkilenmede yeterince Kürdistan merkezli davranamadıklarıdır.
Dolayısıyla reel sosyalizmin yıkılması, dünya, bölge ve Türkiye komünist ve işçi hareketinin yüzleştiği ağır sorunlar ve nihayet yaşanan gerileme hatta yer yer ağır yıkımlar, ülkemiz devrimci, komünist ve ulusal-demokratik hareketini derinden etkiledi.
2-Kuzeyli parti ve örgütlerin büyük çoğunluğunun ulusal özgürlük-sosyalizm davasını savunmalarına karşın, tek bir sosyalist yapı altında birleşememeleri diğer bir sorunumuz olarak hep varola geldi. Sanki aramızda birliği engelleyen ateş derecikleri varmış gibi “birlik, birlik” sözlerine karşın birliğe ulaşılamadı. 1970’li yıllarda hareket az-çok güçlüyken “ben tek başıma iktidara yürüyorum-yürüyeceğim” iddiası başlı başına birliği engelleyen ateş dereciği oldu. 1980 ve sonrası yıllarda hareketin güçten düşüş trendine girdiği süreçte gündeme gelen birlikler ise hep başarısızlıkla sonuçlandı. Bu başarısızlıkta birçok neden belirtilebilir; ana neden güçsüzleşen, dinamizmden ve kendi varlık zeminlerinden kopan hareketlerin birlik arayışıdır. Bu arayışlar fırtınaya tutulan geminin sığınacak dingin liman arayışına benzetilebilir. Söz konusu birlik denemelerinde yeni bir sinerjinin, yani birlikte aynı işi yapma dinamizminin oluşmamasının ana nedenlerinden biride budur.
3-Genel bir kanı veya işleyiştir; başarılar ilan edilir, başarısızlıklar ise krizle patlayarak açığa vurur. Her parti ve örgüt, başarılarını, hem de en küçük başarılarını haklı olarak ilan ettiler, üzerinde propaganda ve örgütlenme çalışmasını yürüttüler. Ama hiçbiri ve tam olarak başarısızlıklarını kamuoyuna, sorumluluğunu üstlendikleri işçi-emekçi halkına ilan etmeye yanaşmadılar. Bırakalım dışarıya ilan etmeyi, kendi örgüt içi kamuoyuna bile başarısızlıklarını ve nedenlerini cesaretle ortaya sermekten geri duruldu. Malum özeleştiriler ise, her defasında sorunları teğet geçmenin ötesinde özüne inmedi.
4-Kuzey Kürdistanlı devrimci, sosyalist/komünist akımlar; son yıllarda sorunları kovalamaktan çok, sorunlardan kaçarak yoruldular. Kaçan mı kovalayan mı daha çok yorulur? Bu sorunun yanıtı kaçan ile kovalayanın amacıyla ilintili yani kaçanın haklı, kovalayanın haksız olması durumları olmakla birlikte, genel kural kovalayandan çok kaçanın yorulduğu yönündedir. Kürdistanlı sosyalistler, sorunları yeterince göğüsleyip boğuşabilselerdi, dinamik bir yorgunluk yaşanırdı. Ama hem örgütün hem de asıl amaç olan özgürlük mücadelesinin ilerletilmesine katkı sunarlardı. Fakat özellikle son yıllarda sosyalistler, sorunları göğüslemekten kaçarak yoruldular ve sonuçta zengin sosyalist potansiyel ciddi bir çürüme ve dağılmayla yüz yüze geldi.
20. yüzyılın son çeyreğinde şekillenen devrimci, sosyalist yapılar; gerek baskın doğrularıyla gerekse baskın yanlışlarıyla tıkandılar ve yeni arayışlara zemin hazırladılar. Zemini olgunlaşan arayış yeni bir senteze dayanacak olan organik birliktir. Organik birlik; hem tıkanan ve yer yer dağılan geçmiş sosyalist damarın doğasından gelen bir zorunluluk olarak kendini dayattı, hem sosyalist hareketin geleceğinin kaçınılmaz bir ihtiyacı olarak gündemleşti hem de siyasal yelpazede özgürlük ve sosyalizm mücadelesi dinamiklerinin sesli ve sesiz daveti olarak öne çıkmış durumda. Organik birliğe bu geniş ufukla bakmamız gerekiyor. Yoksa organik birliği sadece dağılan/tıkanan hareketlerin ve tekil duruma düşmüş olup arayış içerisinde olan kadroların ihtiyacının ürünü bir proje olarak algılayıp davranırsak bu hepimiz için ve önemlisi işçi, emekçi halkımız için felaket olur. Çünkü tek başına dağılma ve tıkanma yeninin dinamizmi, yani itici gücü olamaz.
Organik birlik vurgumuzun zengin ve herkesçe anlaşılır izahını, Fırat nehrinde birleşen kollarının organik birliği bize vermektedir. Farklı yerlerden irili-ufaklı kollar (ırmaklar, derecikler) Fırat’ta birleştiklerinde yan yan bir duruş sergilemezler. Kol kola girip birlikte yürümezler (akmazlar). Fırat’ın içinde sentezlenip yeni bir organik birlik oluşturur. Ayrı ayrı Fırat’a akan kollar; Fırat yatağında (nehrinde) hem yoklar, hem de varlar. Yoklar, çünkü Fırat nehrinde kollarının ayrı ayrı varlığı bulunmaz. Varlar, çünkü her ayrı kol Fırat’ın organik birliğinin birleşenidir. İşte Fırat örneğinden hareketle doğadaki organik birlik benzeri bir birliği hedefliyoruz. Doğa bilimleri ve olayları elbette birebir siyasete, toplumsal yaşama indirgenemez. Bizde indirgememeliyiz. Hedeflenen misyon bilinciyle davranacak olan yeni bir hareket/partidir. İçinde parti ya da alt kanatlar olarak ayrı örgütlerin olmamasıdır.
Hedeflenen yeni hareket/partide; cephe partisi niteliğinde kurulan HDP’te olduğu gibi örgütlerin, partilerin ayrı ayrı varlığı olmayacak. Bir başka deney olarak ÖDP’de yaşananlar da model olarak alınamaz. Yani yeni bir parti de birleşmek için bir araya gelen örgütler, partiler; yeni yapı içerisinde eriyip yeni bir sentez oluşturacaklarına, soğuk suda yan yana duran demir çubukları gibi varlığını sürdüren grupların yeni parti içinde varlığının devamını peşinen reddetmeliyiz. Organik birlik, Kürdistan Komünist Partisi’nde yer almanın ön koşulu olmalı.
Kuzey Kürdistan’da sosyalist/komünist hareketin organik birliğinin koşulları birçok açıdan gelişip olgunlaştı. Her birimiz farklı ırmaklardan, derelerden gelerek yeni ve büyük bir nehrin yatağında birleşmeye doğru akmak istiyoruz. Hem geçmişteki gelenek ırmaklarını aşmak istiyoruz, hem de geçmişin olumlu, ileri değerlerini yeniye taşımak istiyoruz. Doğrusu zor bir sınav!
Hem sosyalist hareketin organik birliğini hedefliyoruz, hem de sosyalist minderde olmak kaydı ile zengin farklılıklarımızı korumak istiyoruz. Marksizm zeminindeki ideolojik, farklılıklarımızı partiyi ve hareketi dinamize edecek tetikleyicilerden biri olarak algılayacağız, ama parti içeriğindeki bu farklılıkların örgütlenmede ayrı aidiyetlere bürünmesini reddedeceğiz. Yani hem ideolojik, teorik, kültürel üretimde olabildiğince zengin farklılığı içerecek olan, “ben”in varlığını savunacağız hem de politika ve örgütte “ben”i reddedip “bizi” esas alacağız. Bir başka açıdan zor bir sınav hepimizi bekliyor!
Teorik-ideolojik üretimde “ben” ve politika ile örgütte ise “biz” ve bu ikisinin uyumlu birliği ya da durmaksızın “ben” içerisinde “bizim” olanı büyütebilmek! İşte Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Parti’nin itici gücü ve işte sosyalist demokrasi… becerebilecek miyiz?
Sosyalist zemindeki teorik, ideolojik farklılıklarımızı barındıran ve hareketin ilerlemesi ile yani “bizim” olanını büyümesi ile paralel eski farklılıklar geride kaldıkça; doğanın, toplumsal yaşamın ve mücadelenin zengin dokusunun kaçınılmaz gereği olarak yeni teorik/ideolojik farklılıklarımızın gündemimize durmaksızın gireceğinin bilinciyle farklılık içinde organik birliği savunmalıyız.
Hareket/parti içinde teorik/ideolojik üretimde zengin farklı eğilim, (arayış anlamında dinamikler) olmalı, ancak bu eğilim ve arayışlar parti içinde parti ya da örgüte dönüşmemelidir. İdeolojik-teorik üretimde, tüm zenginliği ile özgür yaratıcılığı harekete geçirmek, politik mücadele ile örgüt yapısında demokratik merkeziyetçiliğe kesin bir uyum. İdeolojik üretimde özgürlük, politik eylem ve örgütlenmede ise disiplin… bu ikili yaklaşım, yeni hareket/parti de bir başka ön kabul ya da ilke olmalıdır.
Aydın ile siyaset ilişkisi
Bu yaklaşım, aydın damarı ile siyaset (parti) ilişkisinin sağlıklı ve dinamik yürütülmesinin anahtarı olabilir. Aydın siyaset ilişkisi iddia edilip öne çıkarıldığı gibi salt Stalin döneminin SSCB’nde sorun değildir. Az ya da çok siyaset ile aydın ilişkisi her coğrafyada sorunlu olmuştur. Genelde ortak sorun şöyle özetlenebilir:
Siyaset yani parti (örgüt), aydını “elini taşın altına sokmakla,” eleştirirken, tersinde de aydın partiyi, “bana siyasetin dar gömleğini giydiriyor,” ya da “dar ideolojik kalıpları dayatıyor” diye eleştirdi, bugün de eleştiriyorlar. Bu sorunun özgülümüzde aşılmasında elimizde sihirli bir değnek yok. Yöntem olarak şunlar önerilebilir.
Birincisi; dünyada olduğu gibi ülkemizde de ideolojisiz bir parti ya da politik hareket olmadı, bundan böyle de olmaz. Liberal, milliyetçi, sosyal demokrat, komünist vb. hangi nitelikte olursa olsun partinin mutlaka ideolojisi vardır.
İkincisi; ideolojik/teorik üretim kaynakları ile politik duruş ve eylem (yani siyaset) arasında uyumlu bir birlik veya ilişkiye ihtiyaç vardır. Sözünü ettiğimiz uyumlu ilişkiyi, genelde ideolojik/teorik üretim kaynakları (özelde aydın) ile siyasetin odağı olarak partinin özgür hareket etme alanlarını yaratabilirsek kurabiliriz. Daha somutta, teorik, ideolojik ve kültürel üretim dinamikleri özel olarak da aydınlar üretimlerinde olabildiğince özgür davranabilsinler. Bütün zenginliği ile yaratıcı “ben”i sergiliye bilsinler. Ama “ben” in ürettiği her şey doğru mu? Her teorik/ideolojik üretimi parti olduğu gibi kabul etmek zorunda mı? Hayır! Aydın üretimde özgür olacağı gibi parti kurumları da bu özgür üretimden neyi alıp almayacağı sorununda özgür olmalıdır.
Üçüncüsü; iki özgür alan arasında uyumlu birliği yaratmanın ilk koşulu ise her iki alanda da ufku geniş, derinlikli kadroların varlığını gerekli kılar. Bu uyumlu birlik ne yarım aydınlarla ne de çapsız ufku dar siyasetçilerle sağlanamaz. Picasso, Gorki, Cegerxwin vb. gibi sanat ile siyaset arasında sağlam bağ kurabilen güçlü aydınlar ve çaplı siyasetçilerle, 21. yy başında yaşamdan gelen davet de her geçen gün güçlenir.
Bu anlayış karşılık bulabilecek mi? Ve yığınları harekete geçirecek politik dinamizm, söz konusu sürecin karşılık bulmasını hızlandırabilecek mi? Yanıt bekleyen zor sorular…
Dördüncüsü; elbette aydından partinin bir bileşeni olarak aktif siyaset beklenir, ama bu tamamı ile karşılıklı ortak alan ve iradeye dayanırsa yol kat edici olabilir. Siyasetin daveti ile aydının iradesinin örtüşmesi gerekir. Ek olarak siyaset, partinin etrafında geniş bir dost aydın kuşağını örerek de aydın ile siyasetin birbirinden besleneceği bir ilişkiyi geliştirebilir.
Sonuç olarak:
Hepimize dönük bir hatırlatma ile yazıyı noktalıyorum; bazen kimi sorun ve olaylara yaklaşımda “yüreğin, aklın hiç bilmediği kendi nedenleri vardır,” olabilir. Ama zaman ve sorun olur ki; yüreği akılla frenlememiz gerekecek, zaman ve sorun olur ki aklı yürek ile dinamize etmemiz gerekecek. Ama dışımızdaki ulusal demokratik, sosyal demokrat, devrimci ve sosyalist yapılara yönelik tutum ve yaklaşımlarda, aklın hiç bilmediği yüreğin kendi nedenlerini öne çıkarmamak gerekiyor.
Not; 2004 Ocak Sosyalist Mezopotamya sayı 1’de yayınlanan yazı kısaltıldı.
Sinan Çiftyürek