Bizimle iletişime geçin

Kültür-Sanat

Sancı, Avrupa’da ‘Korku ve şiddet’ panelleri düzenledi

Avrupa’nın Paris, Mulhouse ve Zürih kentlerinde Sancı Dergisi tarafından “Korku ve şiddet” konulu paneller düzenlendi

Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat dergisinin Avrupa Kolektifi, Avrupa’nın 3 ayrı kentinde “Korku ve şiddet” temalı paneller düzenledi.

Paris, Mulhouse ve Zürih’te düzenlenen panellere, Psikiyatrist Dr. Cemal Dindar, araştırmacı yazar Zafer Yılmaz, aynı zamanda sitemizin köşe yazarlarından olan araştırmacı yazar Erdal Emre ve Göç-Göçmen uzmanı Nihat Halis konuşmacı olarak katıldılar.

Sancı Dergisinin Avrupa Kolektifi panellerin sonuç metninde, “’Her yanından şiddet ve kan fışkıran, tıka basa doldurulmuş bir silah deposuna çevrilen dünyanın trajik haline alternatif sanat/edebiyat cephesinin itirazını ve söyleyecek sözünü ele almak’ şeklinde ara başlıklarla konuyu işlemiştik. Dosya konusunun aynı zamanda canlı sohbet ortamına, konunun uzmanları ve kitleler arasında bir köprü-bağ olmayı hedefledik. Böylelikle, şiddet-korku sarmalının insan hayatındaki yerine, ruhsallık boyutunun uzmanlarca izahatını yeğledik. Konu uzmanı Psikiyatrist Dr. Cemal Dindar, araştırmacı yazar Zafer Yılmaz, araştırmacı Yazar Erdal Emre ve Göç-Göçmen uzmanı Nihat Halis paneller serisine önemli ve değerli katkılar sundular.” İfadelerine yer verdi.

Düzenlenen panellerde konuşmacılar şu ifadeleri kullandılar;

Cemal Dindar

Kültür-ruhsallık ilişkisi, toplum ruh sağlığı, politik psikoloji gibi alanlara değinen sunumlarında; dünya genelinde bir kültür krizi durumu yaşanıyor. Çocuk oyunlarının gösterdiği gibi hepimiz dünyaya diyalektik düşünmek için geliriz, teknik ve güncel kaba siyaset formel mantıkla düşünmeye zorlar bizi. Ruhsallık bilgisi olmadan birey ve toplum bağını anlamak ve kurmak güçtür, insan olma serüvenimizi, türümüzün geçmişten bugüne gelen öyküsünü anlamak için bu bilgiye ihtiyacımız var. Doğru bilgiyi aktarmak ve geniş kitlelere yaymanın yeteceğine dair kabul öyle görünüyor ki tartışmalı hale gelmiştir. İnsan ilişkilerinin ve toplumsal bağın sadece bilgi, bilinç değil, davranış kipleri, duygu birliği benzeri boyutları da vardır.  Günümüzde hemen her yerde yükselen popülist sağın ayrıştıran, bölen yıkıcı tutumuna karşı bu boyutları gözeten siyaset söylemi ve pratiklerine gereksinim var. .

Agresyon-sevgi dengesinin sağlanamadığı, sevgi ve agresyon bağının koptuğu bireylerde ve toplumlarda yıkıcılığın siyasetten gündelik yaşama her alanı işgal ettiği görünür. En bildik örneği insanla mermer arasındadır, insanda sanatın güzellik duyusu ve sevgi varsa mermer heykele, sadece öfke varsa parçalanmış taş yığınına dönüşecektir. Ne canlılık mantığında ne de ruhsallık bilgisinde mutlak kategoriler yoktur. İnsan ne melek ne de şeytandır. İnsan hem iyidir hemde kötüdür. Korkunun nesnesi belirlidir, insan belli bir şeyden korkar ve bu şey tehditkardır, insanın fiziksel-ruhsal bütünlüğünü tehdit eder. Korku içindeki insanda sinme, kaçınma tutumları ortaya çıkar, bu koruyucu da olabilir, boyun eğmeyle de sonuçlanabilir.. Özellikle toplumsal düzlemde boyun eğmeye zorlanan kişi ve gruplar agresyon, öfke havuzu gibidir. Korkan grupların kaderini grubun içindeki dayanışma duygusunun ve deneyiminin gücü belirleyecektir. Dayanışmanın zayıf olduğu durumlarda sıklıkla boyun eğdiren zulmediciye yönelemeyen öfkeyi grup üyeleri birbirine yöneltmeye başlar ve grubun dağılması kaçınılmaz hale gelir.

Zafer Yılmaz

Mülkiyet dünyasının besleyip büyüttüğü korku ve şiddet günümüzde devasa boyutlar kazanmış, sadece insanı ve onun yarattığı uygarlığı değil, bir bütün olarak doğadaki yaşamı tehdit eder boyutlar kazanmıştır.

İnsan eliyle yaratılmış olan bu yapay şiddet ve korkuların iktisadi boyutuna şöyle bir göz atmak bile durumun vehametini görmemizi sağlar.

Dünyada yaklaşık olarak on beş milyon insan silah ve şiddet araçlarını geliştirme alanında çalışıyor. Bunun yaklaşık altı yüz bin kişisi doğrudan bilim insanı.

Yapılan araştırmalarla ulaşılan sonuçlara göre, insan toplulukları M.Ö 3600 yılından günümüze kadar uzanan süreçte 14 bin 360 kez savaş yaşamış. Bu savaşlarda yaklaşık olarak dört milyar insan hayatını kaybetmiş.

Günümüzde silahlanmaya ayrılan yıllık bütçe iki trilyon dolar civarında. Yani günde neredeyse beş buçuk milyar dolar silahlanmaya harcanıyor.

Hal böyle olunca, yıkım da aynı ölçüde büyüyor.

Korkuyu sadece doğrudan savaşlar beslemiyor elbette. Kapitalist uygaylık yaygın ve sürekliliği olan “üretilmiş” bir korku ve şiddet kusuyor toplumların üstüne.

Herkese ait olan doğanın ve sunduğu olanakların özel mülke dönüştürülmesi ve mülkün korunup güçlendirilmesi ile başlayan yapay şiddet, günümüzde devasa pazarların, yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin paylaşımı, güçlünün rakiplerine boyun eğdirmesi, bunun başarılamadığı durumlarda doğrudan şiddet ile “disiplin” kazandırması şeklinde devam ediyor.

Tarih bize açıkça gösteriyor ki, insanın geleceğini, özgürlüğünü ve eşitlikçi-paylaşımcı, adil komünal refahını şiddet ve korkuyla tehdit etme üzerinden varoluş inşa eden  mülkiyet dünyası, onun devasa hiyerarşik yapısı yıkılmadıkça, insanlık bu sorununu çözemeyecektir.

Geldiğimiz aşamada mülkiyet dünyası ve onun en berrak temsilcisi olan kapitalizm insanlığa iki yol sunmaktadır: Adaletsizliği, sömürüyü, insanın kendisine ve doğaya yabancılaşmasını gün be gün büyüten, onu tekrar tekrar üreten ve varoluşunu şiddet-korku sarmalıyla sürdürebilen sisteme teslim olmak ve ebedi bir yokoluşa sürüklenmek ya da bu zehirlenme halini reddederek, yaşadığı dünyaya, insana saygıda kusur etmeyen özgür-komünal bir uygarlık yaratmak!

Erdal Emre

Günümüzde yaşananlar bir şiddet, cinnet ve gaddarlık patlamasıdır. Korku ve şiddet her yanımızd İnsanın değişik nedenlere bağlı olarak kendinde oluşturduğu ve sayısı 150’yi aşan karanlık, yükseklik, derinlik gibi

fobik korkularla,  devletlerin, devlet olarak örgütlenmiş mülk sahibi azınlıkların işledikleri cinayet ve soykırımların yarattığı korkular birbirinden farklıdır.

Kayıt altına alınabilen 12 bin yıllık insanlık tarihi boyunca neredeyse bütün kuşakların boğazlaştığını görüyoruz.

Yalnızca 20 yüzyılda devletlerin siyasal ve ekonomik çıkarları uğruna çıkardıkları savaşlarda ölen insan sayısı 148 milyon dolayında. Diğer canlıların katli ve doğanın tahribatının ise kaydı bile yok…

Kozmik alemin bir parçası olan insanın doğasında şiddet bulunup bulunmadığı eski bir tartışmadır. Ya da insanın soyut bir doğasının olup olmadığı… Ama insanın sosyal doğasının aynı tarihsel dönemde kızılderili ve Aborijinler’de başka, sömürgeci beyaz açgözlülerde başka  işlediği biliniyor…

Kapitalizm bizlere sık sık vahşi bir hayvanın avını parçalayarak yemesinin  görüntülerini gösterir. Bununla kendisinin doğaya ne kadar uygun olduğununu anlatmak ister. Oysa hiçbir vahşi hayvan soykırım yapmaz…

Hollywood film endüstrisi bilim-kurgu filmleriyle sanki on-bin yıl sonra da lazer tabancalı kovboylar ve savaş olacağı masalını anlatmaya çalışır.

Kapitalizm, sahip olduğu iletişim araçları sayesinde tarihi ve toplumu tahrip ediyor, bir gün sonraki katliamla bir gün öncekini unuttururarak İnsanın yabancılaşmasını derinleştiriyor…

Tarihtin en büyük cinayetleri devletler tarafından tanrı ve vatan adına işlenmiştir/işlenmeye devam ediliyor.

Nefret ve saldırganlık üreten ümmetçi /milliyetçi ırkçılığın temel kavramı olan etnomerkezcilik (etnosantrizm) bulunur. Bir Fransız antropoloğun dediği gibi “kültürlerin kendileriyle kurdukları ilişki patolojik (hastalıklı) bir ilişkidir”. Bu bir insanlık açmazıdır.

Tarihin tüm pogrom ve soykırımları halkları egemenlik altına almak ve onların zenginlik birikimlerine el koymak için yapılmıştır…

Bir başka insanlık trajedisi: Kadını ve çocuğu hedef alan cinsel ve cinsiyetçi şiddetin, tecavüzlerin artarak devam etmesi…

Sözel/psikolojik şiddetin varlığı insanlığın büyük çoğunluğu açısından sorun bile edilmiyor, hatta şiddet olarak dahi görülmüyor…

Nihat Halis

Hiç bir göç durumu gönüllü gelişmemekte, sermaye dünyasının, siyasal ve askeri hereketlerinin  şiddetiyle zorunlu bir hale getirilmiştir.

Dışlama, ötekileştirme göçmenlere dönük şiddeti besleyen temel öğedir….

İnsan yerinden, ortamından, bağlarından koparılmasında devrede olan şiddet ve daha sonra ki yol serüveninde maruz kaldığı şiddet, bireylerin yada gurupların hedef edindiği coğrafyalara vardıktan sonraki sürecin şiddeti, prosedürler, yasalar vede uğradığı kültürel şiddet.

Entegrasyon-asimilasyon ikileminde göçmen insanın bulunduğu ortama uyum yerine kendi kültürel, siyasal, dinsel düşüncelerinden arındırılması hedeflenmekte, iş, okul vede sokakta bu hedefin şiddetine maruz kalmaktadır.

Nesillere göre farklılıklar arz etsede, eğitim alanında karşılaşılan sorunlar farklı işlememektedir.

Dünyada yaratılan siyasal, ekonomik, sosyal baskılanmaların tahribatını insan grupları arasında en çok göçmenler yaşadığını söyleyebiliriz.

Zorunlu göç, göç yolu, hedef coğrafyalarda yaşam göçmen insanın korku dolu hayat tecrübesi, geleceğine dair her kesitinde hissedilir travmalar belirleyici durumdadır.



Eylül 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

Daha Fazla Kültür-Sanat Haberler