Milli krizin tek nedeni açlık ya da ekonomik kriz olmayabilir. Fakat yine de milli kriz, emperyalist sistemin krizinin içeride aldığı bir biçimidir. Meseleye buradan bakarsak, Hamas’ın son İsrail operasyonu tıpkı Sovyet devriminde olduğu gibi kimi ülkelerde emperyalist sistemin krizini milli krizlere dönüştürebilir ve bir devrimci durum yaratabilir. Düşünsenize, İran bugün açıklama yaptı. İsrail’e diyor ki, “Askerî harekâtı durdurmazsan müdahale edeceğiz…” İran’ın, Filistin-İsrail çatışmasına müdahil olması demek hazır bekleyen ve İran rejimini devirmek isteyen Amerika’nın İran’a da saldırmasını tetikleyecektir. ABD, İran’a saldırdığında ise Rusya devreye girecektir, kaçınılmaz olarak. Bu ise bir dünya savaşı değilse bile çok taraflı bir bölgesel savaş anlamına gelir. Eğer Kürtler bu konjonktürü iyi değerlendirebilirse bu durumdan Irak, Suriye ve İran’ın Kürdistan bölgelerini de kapsayan bir Kürt devleti çıkabilir. Çünkü bugün Orta Doğu’da ABD’nin İsrail ile birlikte Kürtlerden başka güvenilir bir potansiyel müttefiki kalmadı. Dolayısıyla Suudi Arabistan ve Türkiye’nin ABD ve NATO’ya yan çizdiği böylesi bir konjonktür bir Kürt devletine gebe demektir.
Bir Kürt devletinin İran, Irak ve Suriye Kürdistan’ında kurulması ise Türkiye’de milli krizi kaçınılmaz olarak derinleştirir ve bugün cephe savaşı yapan T.C ile Kürtleri konvansiyonel savaşın ötesinde ABD, Rusya, Avrupa ve Çin’in de müdahil olduğu bir genel savaşa sürükleyebilir. Böylesi bir olasılık hiç de zayıf bir olasılık gibi görünmüyor. Eğer, bu olasılık gerçekleşirse sol sosyalist güçlerin güçlü bir birleşik komünist partisiyle Kürtlerle kurabileceği bir anti faşist ittifak bu coğrafyada neden bir devrim doğurmasın?
Ufkumuzu karartmayalım yeter. Emperyalist sistemin krizlerinin derinleşmesi her zaman yeni paylaşım savaşlarına ve dolayısıyla da yeni devrimlere gebedir. Bugün, emperyalist sistem gittikçe derinleşen yeni bir kriz dönemi yaşamaktadır. Fransa, Afrika’daki sömürgelerini kaybediyor. Mali, Çad, Gine, Burkina Faso, Nijer’den sonra Gabon’da da yeni bir darbe girişimi oldu. Arka arkaya yapılan darbelerle Batı ve Orta Afrika ülkelerinde Fransa sömürgelerini kaybetmeye başladı. Darbeci hükümetler, Fransa’nın bölgeyi terk etmesini ve Putin yönetimindeki Rusya’nın bölgeye vesayet etmesini istiyor.
Diğer taraftan Çin’in 1 trilyon dolarlık Yeni Kuşak Yol Projesi varken, Kafkaslarda Azerbaycan- Ermenistan gerilimi, Batıda ise Rusya- Ukrayna savaşı bu projeyi tehdit ediliyor. Bu projenin batması ise Çin’in dünya liderliğine oynama şansını da yitirmesi anlamına geliyor. Yine, Çin ile Tayvan arasındaki gerilim emperyalist sistemin sinir sistemini de geriyor ve özelikle ABD’nin Çin’e müdahale olasılıklarını gündemde tutuyor. Rusya ise batısında Ukrayna şahsında ve vesayeti altındaki Suriye’de ABD şahsında gittikçe derinleşen ve bir türlü aşamadığı bir sıkışma durumu yaşıyor.
Afrika’da ve Orta Asya’da Rusya’nın eli güçlenirken ABD giderek mevzilerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Başını, Rusya Çin ve İran ile birlikte Hindistan’ın çektiği Şangay bloğu ile NATO arasındaki gerilim ve sinir harbi her geçen gün daha da alevlenirken Hamas’ın İsrail’e operasyonuyla tetiklenen bir bölgesel savaş durumu emperyalist sistemi de topyekûn bir genel savaşa sürükleyebilecek bir potansiyel taşıyor.
Buna karşılık R.T. Erdoğan yönetimindeki AKP’nin yirmi yıllık iktidarının gerçek amacı Balkanlarda, Orta Asya’da ve Orta Doğu’da Osmanlıyı, yeniden yaratmak, böylelikle Kürt Ulusal Hareketi’ni boğmak ve ulusal sermayeye yeni olanak ve pazarlar yaratmak biçiminde açığa çıkarken, Erdoğan NATO dahil T.C’nin temel Saiklerini bu amaç için terk etmeyi bile göze alabileceğini ABD ve Avrupa’ya karşı Şangay bloğuna yakınlaşmasıyla gittikçe daha çok açık ediyor.
ABD’nin Orta Doğu’da, İsrail’den başka yegane güvenilir ve işlevsel müttefiki olabilecek Kürt Hareketi’nden başka bir kozu kalmazken, Amerikan emperyalizmi her an T.C’yi gözden çıkarabilir ve olası bir Kürt devletini NATO’nun yeni bir müttefiki haline getirebilecek bir senaryoyu BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) kapsamında devreye koyabilir. Çünkü, mevcut dünya konjonktüründe BOP, emperyalistleşme yolunda ilerleyen Rusya ve Çin tarafından sıkıştırılan ABD ve Avrupa emperyalizminin yegane çıkış yolu ve dayanağı olarak öne çıkmaktadır.
Neden emperyalistleşme yolunda ilerleyen diyoruz? Çünkü Rusya ve Çin klasik finans kapitale sahip olan ülkeler değiller. Bu ülkelerin sermayesinin uluslararası derinliği yetersiz olmasına rağmen giderek artan bir biçimde yayılmacı ve militarist eğilimler gösteriyorlar. Zaten emperyalist yeniden paylaşım savaşlarının nedeni de kapitalist-emperyalist sistemin doğasını belirleyen eşitsiz gelişim yasasının sonucu olarak ortaya çıkan bu orantısız rekabet ve çatışmalardır. İran ve Suudi Arabistan gibi petrodolar sermayesini temsil eden ülkelerle sermayesi finans kapitale dayalı klasik emperyalist ülkeler arasında da giderek şiddetlenen bir çatışma var. Petrodolar sermayesinin uluslararası derinliği olmadığı için finans kapital biçimini alamıyor. Finans kapitale sahip emperyal ülkeler de petrodolar sermayesinin hakim olduğu coğrafyalarda istedikleri gibi rahat hareket edemiyorlar. Bu nedenle, Suudi Arabistan ve İran gibi militarist ülkeler, El Kaide, Hizbullah ve Hamas gibi radikal İslamcı örgütler aracılığıyla bölgesel vekalet savaşları yapıyorlar. Ayrıca, Orta Doğu coğrafyası Suudi Arabistan gibi Sünni, Selefi ve İslamcı ülkelerle, İran gibi Şii, İslamcı ülkeler arasında da bir rekabet mücadelesine sahne oluyor.
Öte yandan, Kürt Ulusal Hareketi’nin mevcut siyasal konjonktürde ABD ve NATO müttefikliğine oynaması, belki yakın gelecek için bir Kürt devletinin kurulmasıyla sonuçlanabilirse de Kürt Hareketi’nin bütün umutlarını böylesi bir senaryoya bağlaması uzun vadede kendisine çok şey kaybettirir. Çünkü, Kürt Ulusal Hareketi, bugün, küçük burjuva, ulusalcı, aydın bir önderlik altında bir köylü hareketi olarak gelişmekte ve fakat, buna karşılık, Kürt köylülüğü Anadolu’nun metropol şehirlerinde proleter ve yarı proleterlere dönüşmektedir. Proleter bir arka cepheden yoksun olan bir Kürt Ulusal Hareketi’nin aralarında sınıf karşıtlıkları bulunan Kürt burjuvazisi ve toprak ağalarını da ulusal cephe içine davet eden bir Kürt birliğinden çok metropol şehirlerdeki Kürt ve Türk milliyetinden proleterlere ve Orta Doğu’daki diğer devrimci dinamiklere ihtiyacı vardır.
Kürt Ulusal Hareketi gibi Filistin Özgürlük Mücadelesi’nin de tutarlı bir anti emperyalist – anti faşist niteliğe bürünebilmesi ve emperyal ablukayı aşabilmesi için ulusal dinamiklerden çok sınıfsal dinamiklere yaslanması elzemdir. Bu nedenle, Kürt Ulusal Hareketi’nin, Kürt sorununun köylü ve tarım sorunuyla iç içe geçmiş olan niteliğini kavrayarak her farklı ulusal sorunun çözüm dinamiklerinin de gerek yerel ve gerekse dünya konjonktüründeki gelişmelere bağlı olarak farklı biçimler alabileceğini ve söz konusu sorunun en makul çözümünü bir Anadolu ve Orta Doğu devrimiyle bulabileceğini kavraması büyük önem taşımaktadır. Kürt Ulusal Hareketi ile ittifak halinde olan komünist hareketlerin özellikle bu konuda ufuk açıcı bir propaganda ve ajitasyon çalışması yapması ve Kürt Hareketi’nin ufkunu genişletmesi özellikle bu konjonktürde büyük bir önem taşımaktadır.
Kürt Ulusal Hareketi, bir taraftan ABD ve Batı emperyalizmiyle onurlu bir diplomasi faaliyeti sürdürürken, diğer taraftan Orta Doğu ve Anadolu coğrafyasının devrimci dinamikleriyle de sıkı bir dayanışma içinde olması ve programatik hedeflerini bir Orta Doğu ve Anadolu devrimini de içerecek bir denklemde Kürdistan devrimine göre belirlemesi gerekmektedir.
Yeni bir devrimci duruma gebe bir bölgesel savaş her an bir genel savaşa dönüşebileceği gibi komünist hareketin gelişme emareleri gösteren bir devrimci duruma dağınık ve hazırlıksız yakalanması bir devrim olasılığının heba olması anlamına gelir. Bence, halk savaşından Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisine, Sovyetik örgütlenmeden, İşçi örgütlenmesine kadar farklı devrim stratejilerine sahip siyasal yapıların ortak bir program etrafında birleşmesi mümkündür. Bütün bu farklı örgütlenme biçimleri ve stratejilerinin her biri bizim coğrafyamız için uygulanabilir ve geçerli bir nitelik göstermektedir. Bu ise komünistlerin birliğini teorik bir sorun olmaktan ziyade pratik bir sorun haline getirmekte, farklı örgüt biçimleri ve devrim stratejilerinin her birinin birer özgün uzmanlık alanı biçiminde birleşik bir komünist partisi içinde ortaklaşmasını mümkün hale getirmektedir.
Programatik önceliklerde ve esas mücadele biçimlerinde uzlaşıldıktan sonra bir devrim stratejisine Sosyalist Halk Savaşı ya da PASS denilmesinin pratik hiçbir sakıncası yoktur. Çünkü, halk savaşı da başlangıç aşamasında geniş kitlelerce sahiplenilmeden önce bir tür öncü savaşı biçiminde gelişmek durumundadır ki coğrafyamızda halk savaşı sürdüren siyasal yapıların pratiği öncü savaşına daha çok benzemektedir zaten. Sosyalist Halk Savaşı da öncelikle tamamlanmamış demokratik devrimin, örneğin, milli mesele gibi öne çıkan sorunlarını çözerek ve aşama aşama gelişmek zorunda olduğuna göre nihai amaca göre belirlenmiş bir isimlendirme birleşik bir komünist partisi yaratmanın önünde engel olmamalıdır.
Enseyi karatmayalım, emperyal sistemin pazar dalaşları her zaman için yeni paylaşım savaşlarına ve dolayısıyla da yeni devrimci gelişmelere gebedir. Tabi ki böylesi yerel ve bölgesel savaşlarla karakterize siyasal konjonktürel süreçler halk kitleleri için büyük acılar getirir. Fakat, herhangi bir olasılığın en kötüsü yaşanmadan da en iyisi gerçekleşemiyor, çünkü, büyük kitleleri hareket ettiren siyasal motivasyonlar ancak büyük yıkım ve acılarla birlikte gerçekleşebiliyor. Unutmayalım ki Sovyet devriminin sloganı ‘’Ekmek ve barış’’tı. Büyük halk kitleleri ekmek, özgürlük ve barış için savaşmayı göze almadıkça, yani bir devrimci durumun nesnel şartları ortaya çıkmadıkça hiçbir teorik açılım bir devrim olasılığı yaratamaz.