“Avrupa’da yerleṣik olan ve çoğu Birleṣik Devletler (ABD) tarafından parayla beslenen hükümet dıṣı örgütler de, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu operasyonlarda yer alırlar.” (Ralph McGehee, 1953-1972 -CIA)
Özellikle 1947’den sonra, Amerika Birleṣik Devletleri ile Sovyetler Birliği karṣılıklı tehditlerle baṣ döndürücü bir silahlanma yarıṣına yöneldiler. Bu durum ABD’nin birçok ülkede askeri yığınak yapmasına neden olurken, uzun vadede kalıcılığı hedefleyerek birçok ülkeyle siyasal ve politik yapılarla iṣbirliğini oluṣturdu. Askeri ve savunma alanında da farklı “stratejik ortaklıklara “ gidildi. ABD, ‘Komünist tehlikeye karṣı uyanık ve birlik olalım’ tezinden hareketle; uyuṣturucu ve silah tacirlerinin yanı sıra İslamcılar ve milliyetçiler ABD’nin Sovyetlere karṣı savaṣımda dönemsel olarak kullandığı birincil derecede müttefiki oldular. 1947’den sonra ve Truman Doktrini ile yürürlüğe giren “kuṣatma” (containment) politikası, açıkcası Sovyetler Birliği’nin dünyadaki iliṣki ve etkisini engellemek üzerine birçok ‘stratejik ortaklık’ yaratıldı. Elbette ABD tek baṣına “kuṣatma” politikasını baṣaramazdı ve dolayısıyla iṣbirlikçilerle birçok alanda ‘stratejik iṣbirliği ’ gerekiyordu. Bunu gerek NATO üzerinden ve gerekse de diğer anti-Sovyet kamptaki ülkeler üzerinde yürütecekti. Bu denklem ekseninde koṣullar mevcuttu. 60’lı yılların sonlarına gelindiğinde, “kuṣatma” stratejisi birçok ülke ile birlikte “yeṣil kuṣak projesi” olarak farklı Müslüman ülkelerle aynı cephede buluṣtular. “Yeṣil kuṣak” üzerinde bulunan ülkelerde ve bu ülkelere lojistik destek sağlayacak olan NATO ülkelerinde yasadıṣı örgütlenmelere gidildi. Bu iṣ için NATO ve sözkonusu ülkelerin anti-sosyalist güçleri görevlendirildi. İtalya’da “Gladio”, Yunanistan’da “Kuzu Postu” ve Türkiye’de “Kontr-gerilla” adı ile yaratılan örgütlenmelerle dün olduğu gibi, bugünde halen o dönem yapılan katliamlarla anılır. Söz konusu dönem Türkiye’sinde yoğun faaliyetler içerisinde bulunan Kontrgerilla, özünde “yeṣil kuṣak projesi’nin” pratikteki yansımasıydı.
Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne sınırdaṣ olması, ABD için çok çekici geliyordu, pek önemli bir stratejik noktaydı. Dolayısıyla, Türkiye’de hem NATO yapılanması, hem ABD’nin askeri üslerinden ve gerekse de Sovyet karṣıtı İslamcıların (“yeṣil kuṣak” ülkeleri) kullanılması noktasında, ABD için önemli bir fırsattı. “Yeṣil kuṣak projesi” ile ilgili bugüne dek yazılmıṣ belkide en önemli eserlerden biri diyebilecegimiz; Robert Dreyfuss’un “Devil’s Game” (Șeytanlar Oyunu) kitabıdır. Dreyfuss bu projeyi yapıtında analiz ederken çok çarpıcı bir oluṣuma iṣaret eder. “Müslümanların ABD tarafından adeta genleri degiṣtirilmiṣ ideolojik bir organizasyon”(1) hale getirilmiṣ olarak yorumlaması örgütün dünyada kapitalizm ve sosyalizm mücadelesinde üslendiği misyonu anlamamıza sanırım yeterince bir ip ucu verdiği kanısındayız. Türkiye üzerinden ABD ve NATO politikası 1989 yılında Sovyetlerin dağıl-masına kadar süregeldi. “Yeṣil kuṣak projesi”nin geçtiği ülkelerde, onarılması güç derin yaralar bıraktı. Bu nedenle bu projenin pratikteki uygulama ve de etki gücünü anlayabilmek için, sınırlıda olsa bazı önemli iliṣki bütününü vurgulamakta yarar var. “Yeṣil kuṣak projesi’nin” iki ana amaca yönelik bir çalıṣma “programı” içınde olduğunu belirtmeden geçemeyiz. Bu proje süresince, ‘sosyalist yönetimler’ tarihinde ‘sosyalizm’ ve kapitalizm savaṣımında belkide yaṣanmıṣ en kanlı mücadele dönemi diyebiliriz. Bu çatıṣmanın ekseninde din (İslam) istismarı anahtar rol oynamıṣtır.
Birinci amaç
İçe yönelik bir stratejinin önemle iṣletilmesi gerekiyordu. Bu anlayıṣ proje sahiplerinin önemli beklentisiydi. İç dinamiklerle bütün antiemperyalist unsurların iktidar olma ṣansını ve örgütlenmesini ne pahasına olursa olsun önü tıkanmalıydı. Ülke genelinde ve Soğuk Savaṣ ruhuna uygun bir “Moskof” söylemi yaratıldı. Bu algı ülkenin en ücra köṣesine kadar yayıldı ve zaman zaman karṣılık buldu, çünkü; siyasal yönetimlerin bilfiil desteği vardı. Bununla birlikte “iç düṣman” algısı tetiklendi. Soğuk Savaṣ döneminde ki “yeṣil kuṣak projesi” deyim yerindeyse bu algıyla beslenir hale getirildi. Denilebilinir ki bu çaba, ülkenin siyasal duruṣuna ve de sosyolojik yapısına bire bir yansıtıldı. Zira, 1963’de Türkiye genelinde bizatihi CIA’nin desteğiyle “Komünizmle Mücadele Dernekleri” kurulur –ve gerici faṣist örgütlenmeler yaygınlaṣtırılır. Bu faaliyetlere paralel antikomünist yayınlara hız verilirken, “komünizmi tel’in mitingleri” ve gösterilerle tabanı politize olmanın altyapısı ısrarla bir hazırlık içindeydi. “Komünizmi tel’in mitingleri’nin” esas amacı, Türkiye’de İslamcılık düṣüncesinin oluṣturulmak istenildiği (Panislamizm/Pantürkizm) ve bunun yayınlarla, “din düṣmanları” ṣeklindeki propoganda söylemleriyle yaygınlaṣmasını ve bu düṣüncenin en geniṣ tabana yayılmasını önemle sürdürmüṣ oldular. Dolayısıyla bu siyasal sürecin temel öznesi “yeṣil kuṣak projesi”nin içe dönük eylem vurgusu olduğunu söylemek, yerinde bir saptama olduğu kanısındayız. Gerek bu projeyle bağlantılı olarak ve gerekse de mevcut iktidarın (Adelet Partisi) sunduğu yoğun destekle, “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nin sayısı 1963’ten 1968’e kadar ki süreçte tam 15 kat artar duruma gelir.
11 Șubat 1969 Salı günü, Altıncı Filo’nun İstanbul’a geliṣini protesto etmek amacıyla bir miting yapılır, devrimciler bütün antiemperyalist güçlere çağrı yaparlar. Bu olaydan dört gün sonra da yani 48 yıl öncesinde, 16 Șubat 1969 Pazar günü, Amerikan 6. Filo Protestosu’nun İstanbul’a demirlemesine karṣı yeni bir protesto çağrıṣı yapılır. Bu mitinge “Emperyalizme ve Sömürüye Son”(2) talebini içeren bir organize yapılır. 1968 yılından itibaren Avrupa’yı ve özellikle de Fransa’yı sarsan antiemperyalist kitle hareketi Türkiye’deki devrimcileride etkiler. ABD’nin 1964-1973 yılları arasında Vietnam savaṣında yaptığı katliamlarla anılırken, Avrupa’daki kitle hareketinde olabildiğince etkili olur. Bu savaṣta ABD 60.000 kayıp verir. (3) Bütün Avrupa ülkelerinde tüm bunlar olup biterken, Türkiye’deki 16 Șubat 1969 hareketi farklı niyetle ve farklı güçlerin baskı ve saldırısına maruz kalır.
6. Filo’yu protesto etmek için toplananlara “Komünizmle Mücadele Derneği”, Milli Türk Talebe Birliği ve “yeşil kuṣakçılar” halkın devrimcilere tepki göstermelerini ister ve halk provoke edilir. Önceden örgütlü bir ṣekilde silahlanan bu güçler, devrimci ve ilerici güçlere saldırırlar. Böylece Șubat 1969 İstanbul olayı tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçer. Bu gösteride (16 Șubat 1969 Pazar günü) gericilerin saldırısı sonucunda Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ı öldürülürken, yaklaşık 200 kişiden fazla yaralı olur. 6. Filo’yu protesto mitinginden bahane ederek, 2 gün öncesinde (14 Șubat) Komünizmle Mücadele Derneği, AP, MHP ve “yeṣilciler” “Bayrağa Saygı” mitingini düzenlerler. Mitingde, “komünistlere gereken dersi vermeliyiz”, “silahlı olanlar silahlarıyla” ve “balta olanlar baltalarıyla” gelinsin derken devrimciler açıktan hedef gösterilir. İste bu nedenle “Kanlı Pazar” zihinlerde hep yer edindi ve bugünde unutulmadı.
Bu anlatılanlarla bağlantılı olarak, dikkate değer bir konuya kısa vurgu yapmak gerek. Sözünü ettiğimiz yıllar Avrupa’sında demokrasi, özgürlük ve savaṣ karṣıtı antiemperyalist mücadele Avrupa kıtasını ve giderekten bütün dünyaya dalga dalga yayılırken bu mücadele özünde insanlığa dair özgür yaṣamla eṣdeğerdir. Aynı dönem Türkiye’sinde antiemperyalist güçlerin gerici ve “yeṣil kuṣak”cıların ısrarla hedefinde olduğu bir tarihsel süreçtir. Zira, “yeṣil kuṣak” daha sonraki yıllar da birçok “Kanlı Pazar’ı ” yaratma projesinde kullanılmıṣlardır.
“Yeṣil kuṣak projesi”nin stratejik ve örgütsel yapılanmasında sorumluluk ve de ortaklık payı olan bazı güçlerinlerin, aynı ideolojik ve sınıfsal birlikteliğe sahip olmuṣ olmarı dikkate değer bir durumdu. Hayatın her alanında karṣı-devrimcilerin varlık gücü, antiemperyalist güçlere kıyasla olabildiğince orantısız olmuṣtur. Çünkü onların beslendiği kaynak, ‘devlet üstü’ ve de uluslararası düzeyde bir bağlantı iliṣkisi vardı:
– NATO üsleri ve Gladio,
– Kontr-gerilla – Siyasal irade,
– Komünizle Muçadele Dernekleri
Bu üçlü yapının integral çalıṣma faaliyetleri, ṣüphesiz “yeṣil proje”nin ana gövdesini oluṣturuyordu. ABD ve NATO ile birlikte örgütlenmenin baṣ sponsorluğunu yapan Suudi Arabistan’ın Veliaht Prens Muhammed bin Salman’dan “yeṣil kuṣak projesin”e iliṣkin çarpıcı bir itirafta bulundu.
“Müttefikler istedi diye, komünizmi durdurmak için Vahhabiliği yaydık.”(4)
“Yeṣil”ciler Türkiye’de olası bir antiemperyalist iktidarın varlığı, söz konusu proje sahiplerince hiçbir tereddüt gösterilmeden ṣiddet yoluyla yok edileceğini her fırsatta dille getiriyorlardı. Tıpkı 1970’lerde Șili’deki antiemperyalist Baṣkan Salvador Allende’nin CIA ve yerli iṣbirlikçi güçler tarafından yapılan kanlı bir darbeyle öldürülerek iktidarına son verilmesi gibi. (5) İronik olanda, bu projenin en etkili olduğu dönem Türkiye’sinde; en geniṣ yelpazedeki bütün sol unsurlar ve Aleviler, ülkedeki proje taraftarları ve aṣırı savunucularınca deyim yerindeyse aynı sepette toplamıṣ olmalarıdır. Geçen bu süreçte din ve mezhep ‘çeliṣkisi’ bilinçlice tetiklenirken, projenin amacı doğrultusunda kalıcı ve arka plandaki angajamenti sağmak gerekiyordu. Bu yaklaṣımla bütün ilerici güçler ‘Sunni karṣıtı’ ve ‘din düṣmanları’ ṣeklinde hedefe alınır. Mevcut siyasal iktidarlar projeye yaptıkları katkılarıyla tam bir iṣbirliği içinde olmuṣtur. Bu yaklaṣımdan hareketle, oluṣan antogonist çeliṣkiyi hayatın her alanına bire bir taṣınır olur. Kah Alevilere yönelik katliamlar kah antiemperyalist cephedeki güçlerin önünü tıkamıṣ olmaları “yeṣil kuṣak projesi”ne istenilen maksimum desteğin verildiği tarihsel süreçtir. Toplumun heterojen gerçekliğinin inkar edildiği, çoğulcu yaṣamın gözardı edildiği, demokratik güçlerin egemen sınıfın baskı ve dayatmasıyla karṣı karṣıya kaldığı bir dönemdir. Devrimci ve bütün ilerici güçler bir ‘islam karṣıtı’ ṣeklinde ṣeytanlaṣtırılarak, “yeṣil kuṣak projesi”ne beklenileninde üstünde verilen destekle kurumsal-laṣır hale getirilir. Böylesi bir toplumsal formasyonla, ülkenin sosyolojik değer ve gerçeklerinin alt üst olduğu bir ülke gerçeği yaṣanır.
İkinci amaç
Soğuk Savaṣ dönemi gerekçe gösterilirken, projenin geçtiği bütün ülkeler ABD ve NATO üslerinin etkisinde kalmakla yetinmedi. Her ṣey Batı dünyasının ve ABD’nin çıkarlarının korunması ve güvenliğinin sağlanması için olmuṣtur. Yabancı güçlerin baṣka ülke topraklarında bulunması, zannedildiği kadar o ülkeleri koruyup ve onlara bir güvence olmak için olmamıṣtır. Esas amaç, kapitalist dünya sisteminin çıkarlarına küresel düzeyde hizmet edecek yeni yapılanmalarla daha güçlü ve kalıcı olmayı öngörüyorlardı. Bu oluṣum üzerinden hareketle, yerli iṣbirlikçi güçlerin desteğini alarak kendi güvenliğini ve de sömürü düzenini en üst düzeyde sağlamak olmuṣtur. Bu gerekçelerle, iṣgal konumundaki ülke toprakları adeta ‘egemenlik’ hakkının yok sayıldığı ülkeler topluluğu konumunda olmuṣlardır. Bu iliṣkiler bütününde bir amaç hedefleniyordu; ABD ve NATO güçlerinin konuṣlandırıldığı ülkeler üzerinden Sovyet’leri casusluk, dinleme vs gibi daha etkin ve birçok çalıṣma alanlarında bir denetim ağını sağlamaktı. Süregelen “ortaklık” serüveni ve müttefiklik antlaṣmaları, Batı ve ABD’nin “stratejik iṣbirliği projesi”yle orantılıydı. ABD ve Batı kendi güvenliğini sağlarken, angaje olan ülkeler ise, pratikte “dost müttefik” söylemiyle yetiniyorlardı. Dolayısıyla, “stratejik iṣbirliği”ne dahil bütün ülkelerin önemli bir buluṣma noktası vardı yani, istisnasız olarak biat etmekti.
Bu bağlamda iṣgalci güçlerin bulundukları ülkelerde güçlü bir arka plana sahip olmak düṣüncesi hep ön plandaydı. Bunu, yukarıdaki anlatımda (“birinci amaç”) tanımlamaya çalıṣtığımız karṣı devrimci toplumsal ve örgütsel yapının oluṣturulmasının önemsenmiṣ olmasının, nedenleri ve sonuçları itibarıyla bakmakta yarar vardır. Bu denklem üzerinden meseleye bakıldığında, ‘böl – yönet’ esprisinin muazzam bir ṣekilde etkili olduğu görülecektir. İṣgalci güçler ülkedeki devrimci ve demokratik güçlerce deṣifre edilmesini ve de halkın anti-emperyalist tepkisini önlemek için, “yeṣil kuṣak”cıların ülke sathındaki varlığı ve gerek fiziki gerekse de lojistik destekle kendini olabildiğince kamufle edebilmiṣtir…
İṣgalci güçlerin “yeṣil kuṣak” üzerinden “birinci amacı”, devlet aygıtını kendi siyasal hesapları doğrultusunda kurumsallaṣtırmak ve tabanı buna entegre (siyasal taraf ve ideolojik alt yapı) etmek gerekiyordu. Bu oluṣumdan hareketle “ikinci amacı”nda uzun vadeli çıkarlar doğrultusunda gerekli yapılanmanın dizaynını tamamlamak olacaktı. Birinci alıntıdaki “Müslümanların genleri değiṣtirildi” söylemi yukarıda anlatmaya çalıṣtığımız “projenin” baṣarı öyküsü noktasında olduğu kanısındayız. ABD’nin “Kuṣatma” politikasının İslam coğrafyasındaki etkisi 40’lı yılların ortalarından itibaren hisseder olmuṣtur. Zira, 5 Nisan 1946 yılında Türkiye’ye gelen Amerikan askerleri için –ve onların en “iyi” ṣekilde eğlenmelerini sağlamak amacıyla- Kadıköy’deki genelevlerinin boya ve badanasının yapılmasına bizzat devlet yetkilerince talimat verilmesi manidardır. Bu yetmiyormuṣ gibi, hatıra pullarının basılması, birde camilere Welcome (hoṣ geldiniz) ṣeklinde mahyaların açılması boṣuna olmamıṣtır. (6)
“Dört gün süren ve halkımızın kalbinde pek tatlı hatıralar bırakan ziyaretlerinden sonra, dost Amerikalı denizciler dün sabah saat onda limanımızdan ayrıldılar”.(6)
Bu “ikinci amacı”n fiilen etkili olmasına kaynaklık eden ve daha önceden imzalanan (ABD ve Batı’nın Türkiye, Pakistan ve Ortadoğu ülkeleriyle) birçok Antlaṣma ve İṣbirliği Sözleṣmeler’in resmiyetine bağlı kalma noktasında – karar verme mekanizması süphesiz etkili olacaktır. Süregelen yükümlülükler doğal olarak yeni sözleṣme ve “anlaṣmalar”ı daha da büyüterek ṣartları ağır olacaktır. Bu noktada söz konusu ağır ‘ṣartlar´ iṣgal edilen ülkeler üzerinden iṣgalci güçlerin siyasi, askeri ve stratejik oyun planlarını kolaylaṣtırır olacaktır. Örneğin; izin alınmadan herhangi bir NATO veya ABD üsünün kapatılmasının imkansızlığı gibi. Bu yaklaṣım bir anlamda iṣgalci güçlerin üslendikleri toplardaki savaṣ oyununun acımasızlığı anlamına gelir.
Ortadoğu’yu karakterize eden geçmiṣten bugüne -ve önümüzdeki 30 yıla yayılmıṣ kültürel, ekonomik, siyası, askeri vb. birçok sözleṣme dıṣ bağımlılığı daha perçinler olmuṣtur:
- 1955 Bağdat Paktı (anti-Sovyet gerekçelerle).
- 1957 Eisenhower Doktrini (bölgenin jeostratejik ve jeopolitik öneminden ötürü, bütün Ortado-ğu’ya Amerika’nın egemenliğini veya daha doğrusu kalıcılığını sağlayan yeni bir oluṣum).
- 1980-1988, İran-Irak Savaṣı. Bu savaṣtan ötürü birçok Ortadoğu ülkesi güvenlik meselesini gerekçe göstererek, ABD ve diğer birçok Batı ülkesiyle yapılan İṣbirliği Sözleṣmeleri vardır. Tüm bunlar ihtiyaçtan doğan antlaṣmalar değildir, savaṣ gölgesinde yapılan zorunlu sözleṣmelerdir.
- ABD ve Batı ile petrol satıṣından ihracat/iṣletme sözleṣmesini içeren ortaklıklar .
- ABD ve Batı ülkeleriyle önümüzdeki 30 yıla yayılmıṣ, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Ürdün ve Fas’ın yüzlerce milyar doları bulan silah satıṣ sözleṣmeleri. (Ortadoğu’nun silahlanma yarıṣına iliṣkin olarak, önümüzdeki dönemde gelecek bölümlerde veri ve analizini vermeye çalıṣacağız.)
….devam edecek….
Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar:
- Dreyfuss, Robert, “Devil’s Game” – How the United States Helped Unleash
- Fundamenttalist Islam?, Holt Paperbacks, New York 2005, s.3.
- Günaydın, 17 Șubat 1969.
- Leurdijk, J.H., “De Wereld Politik”, Countinho, Bussem 2001, s. 245,317-318
- Cumhuriyet, 28 Mart 2018.
- Ganser, Daniele, “NATO’nun Gizli Orduları – Gladio Operasyonları, Terörizm ve Avrupa Güvenlik İlkeleri”, Güncel Yayıncılık, Dördüncü Baskı, Ocak 2007, İstanbul 2007, s. 124 – 126.
- Toker, Metin, “Türkiye Üzerinde 1945 Kabusu”, Akıṣ Yayınları, Ankara 1971, s.73.
- Cumhuriyet, 10 Nisan 1946, (Aktaran, Metin Toker, “Türkiye Üzerinde 1945 Kabusu”, Akıṣ Yayınları, Ankara 1971, s.VII.
A. Can Ataş