Bizimle iletişime geçin

Makale

Müslümanların yeşil kușak proje serüveni ve Ortadoğu

Türkiye emperyalist güçlerin “yeşil kuşak projesi”nin başarılması için bir Truva Atı görevini yapar duruma getirildi. DP ile birlikte “yeşil kuşak” etkin hale getirilirken, diğer yandan da Türk – İslam Sentezi anlayışının gelişmesi desteklendi

“Boyun eğmeyen adam, insanların bütün ıstıraplarını kendine mal etmiş olan, her türlü haksızlığı duyan, takibeden adamdır.”(1)

Günümüzde yaşanan tüm bölgesel kriz ve savaşları salt bir Amerikan olgusu olarak görmek de doğru değildir. Dolayısıyla “sadece” katı bir ‘anti-Amerikancı’ anlayışta ısrar etmek, emperyalizmin uluslararası boyutunu görmemek ve de anlamamak anlamına gelir. ABD, genel anlamıyla bu sistem içerisinde, savaş ve müdahalelerde öne çıkmış güçlü bir kuvvettir. Sistemin (kapitalist) korunması için belli kurum ve kuruluşların varlığı, daha doğrusu ortaklıktan doğan bir birlikteliği söz konusudur. ABD gücünün öne çıkmasındaki temel sebep, ABD’nin adı geçen sistemin baş koruyucusu olmasıdır. Bu kuruluşları temsil eden güçler de ABD ile birlikte hareket eden, diğer kapitalist emperyalist ülkelerin egemen çevreleridir. Kapitalist dünya sistemi 1945’lerde kurumlaşmaya başlarken, gelecekteki başarı ve “hür dünya” temsilciliğine soyundu. “Hür dünya” temsilcileri günümüzde olduğu gibi, geçmiş dönemde de tüm kurgularını Amerikan başkanlarından Theodore Roosvelt’in  (1904) ısrarla dile getirdiği Machiavelli’nin ṣu söylemi üzerine kurmaya çalışmıştır:

“Uygar uluslar, yanlış idareli ve devlet otoritesinin sağlanamadığı ülkelere müdahale etme hakkına sahiptirler.”

Zira, aynı Machiavelli ṣu tespitte de bulunuyordu: “Çoğunluğun (güçlünün) dayanacağı yer belli olduğu sürece azınlıgın (güçsüzlerin) hesabı yapılmaz”.(2) Ortaçağ döneminde dile getirilen bu tespitlerin aynı içerik ve iddialarla günümüz çağında (Yakın çağ) savunulmuş olmasına işaret etmek, konun bütünlüğü açısından önem taşımaktadır.

Kapitalist dünya sistemi; bu iddialar doğrultusundaki egemenlik olgusunu, 1945’lerden sonra oluşturduğu örgütlenmelerle sahiplenerek, söylem ve beklentilerini daha da somutlaştırdı. Bu çerçevede kapitalist ülkeler; bugünün kapitalist sistemini yaratmak için, o dönemin olmazsa olmazı sayılan, işgal ve savaşla ifadesini bulan anlayıştan hareketle, kurumlaşmalarını tamamlamaya yöneldiler. Kapitalist dünya sisteminin temsilcileri, son 60 yıllık süreçte ki değişim ve dönüşümün askeri ve siyasi alanda pekiştirirken savaş ve müdahalelerle birlikte en etkin ve güçlü örgütlenmeler oluşturdular:

-12 Mart 1947 Truman Doktrini: Amaç, kapitalist dünya sisteminin askeri, silahlanma vb alanlarda güçlenmesini sağlamak ve dönemin sosyalist ülkeleri karṣısında caydırıcı rol oynayabilmek. Buna paralel olarak, küresel düzeyde kapitalist dünya sistemini meṣru ve egemen kılmak.

-5 Haziran 1947 Marshall Planı: Amaç, savaṣ sonrası Avrupa’yı ekonomik alanda desteklemek ve Amerika’nın ekonomik güç egemenliğini pekiṣtirmek. Bu gücü giderekten de askeri ve savunma ekseninde entegrasyonunu tamamlamak. Diğer bir ifadeyle, ABD’nin askeri ve ekonomik sitemini birlikte ve bir iç içe geçmiṣ sisteme bağlamak. Bu transformasyon bütün emperyalist ülkeler için de geçerlidir.

-1947’de Merkezi Haber Alma Örgütu (CIA) kuruldu.

-4 Nisan 1949’da NATO kuruldu. (Bu örgüte iliṣkin bir önceki yazı dizilerinde yeterince değindik.)

Bu dört örgütün kurulmasıyla birlikte, özelde ABD’nin ve genel anlamda da uluslararası emperyalist güçlerin yeni süreçteki politik ve askeri yapılanmasının artık “zora” dayandığının habercisiydi. Dönemin Amerikan Dışişler Bakanı Dean Acheson şu çarpıcı açıklamada bulunuyordu:

“Güç (Amerikan) komünist olmayan bir dünya sistemi yaratmada büyük bir rol oynayacaktır”. (3)

Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere; emperyalist güçler geçmişten günümüze teknolojik, askeri ve ekonomik üstünlüğü kullanarak hükmetmişlerdir. Amaçları hiçbir zaman demokrasiyi, kardeşliği ve savaşsız bir ‘dünya’ yaratmak olmamıştır. Kendilerince önemli olan bölge ve ülkeleri dolayısıyla ancak ve ancak ‘güç’ kullanarak kalıcı olabilmişlerdir. Tarihin her döneminde, emperyalist güçler değişen uluslararası dengeleri gözeterek, sömürü çarkını döndürmek istemişlerdir. Savaşlar, işgaller, kan ve gözyaşı – günümüze dek bu mantığın eseri olmuştur.

Yeşil Kuşak ve İslami örgütlenme

“Herkes inanç değiştirmiş görünüyor, herkes değişimi istiyor; gerçi, her birisi onu kendi için değil, başkaları için  istiyor”.(4)

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar (1939 – 1945) ABD, dünya siyaset sahnesindeki rolü görünürde bir taraftar konumundaydı. Ancak ABD, İkinci Paylaşım Savaşı’yla birlikte dünya siyasetinin baş aktörlük görevini üstün silahlanma pozisyonundan hareketle yer değiştirdi. ABD, Birinci (1914 – 1918) ve İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın dünya üzerindeki hegemonyasına son verdi. İki savaş sürecinde hızlı geliṣen ABD, Sovyetler Birliği ile karşı karşıya geldi. ABD’nin strateji uzmanları dünyada gelişen sosyalist harekeler ve Sovyetler Birliği’nin önünü tıkamak için “yeşil kuşak” (set oluṣturmak) veya “yeşil hilal” (Osmanlılarda kullanılan sancaklar) olarak anılan teori geliştirdiler. 1933 yılında ABD’nin Moskova Büyükelçisi olan George F. Kenan; “yeşil kuşak” teorisinin mimarıdır. O dönem ve görevi sırasında “X” başlığını taşıyan ve yazdığı “containment” (kuşatma) ve “Roll-back” (püskürtme) adlı bir makaleyi ABD Savunma Bakanlığı’na sunar. (5) Bundan böyle ülkesinin Sovyetler Birliği’ne karşı “yeşil kuşak projesinin” temelleri atılır. Diğer uzmanlarla birlikte bu teorinin amacını daha da somut duruma getirirler. Temel amaç Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan’da oluşturulan ‘yeşil hat’ adı ile dillendirilen coğrafyada yer alan ülkelerde güçlü bir ABD yanlı müttefik ağını yaratmak olacaktı. Dolayısıyla ‘yeşil hat’ üzerinden Sovyetler Birliği önüne bir set çeken ABD, sözkonusu ülkeleri askeri, siyasi ve ekonomik destekle birlikteliği en üst düzeyde tutmak istemekteydi. Bu ciddi anlamda başarıldı da. Türkiye özelinde “yeşil kuşak projesi” Demokrat Parti’nin (DP) iktidarı döneminde (1950- 1960), ABD’nin projeye ilişkin beklenti ve hedefleri istisnasız gerçek olur.

Bu proje ile birlikte, Türkiye ABD tarafından adeta kuşatılır duruma gelir ve ABD bu yaptırımlarıyla tam anlamıyla içselleşir. Türkiye askeri, iktisadi ve siyasi alanlarda artık ABD’ye bağımlı hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle ülke, ABD’nin Ortadoğu’da bir ileri karakolu olmuştur. ABD’nin çok yönlü desteğini alan DP, ülkedeki devrimci, anti-emperyalist ve sol düşünen kesime karṣı bir cadı avı başlatır, paralelinde de islamcı kesimi hortlatarak onların örgütlenmeleri için destek verir ve imtiyazlar sunar. DP iktidar yoluyla ABD güdümlü politikaya alan açarken, anti-Sovyet ve anti-komünist politikayı da ülke sahtına yayar ve bilinçli veya bilinçsiz de olsa, tüm bunlar ülke genelinde bir karşılık bulur. Devrimciler üzerindeki siyasal baskı; gayrimüslimlere uygulanan yağma ve talan adaleti, tam anlamıyla siyasal iktidarın ve “yeşil kuşak” anlayışını tercüme eder olur…

Bundan böyle, Türkiye emperyalist güçlerin “yeṣil kuṣak projesi”nin baṣarılması için bir Truva Atı görevini yapar duruma getirilir. DP ile birlikte “yeṣil kuṣak” etkin hale getirilirken, diğer yandan da Türk – İslam Sentezi anlayıṣının geliṣmesi desteklenir. Bundan böyle ülke genelinde ‘Türk milliyetciliği’ ve ‘ılımlı islam’ tezi bir devlet politikası olarak desteklenir ve de güçlendirilmesi istenilir. Bu anlayıṣa yaslanan genel mantık; olası ‘Sovyet iṣgaline’  veya ‘Komünist tehlikeye karṣı’ milliyetcileri örgütleyerek ülke ‘savunmasını’ yapmak –ve son tahlilde dinin elden gitmemesi için her tür katliam mübah görülmüṣtür. Bu anlayıṣla yola çıkan “yeṣil kuṣak” müslümanlarının Türkiye tarihinde pek kanlı geçmiṣi vardır. Onlar, emperyalist güçlerin uğruna ülkede antikomünist ve karṣı-devrimci propagandayı elden bırakmaz iken – Sivas, Maraṣ, Çorum ve 1 Mayıs gibi birçok kanlı eylemlemin de sorumlularıdırlar. Türkiye’deki  Gladio ve “yeṣil kuṣak” müslümanları yukarıda anlatmaya çalıṣtığımız gerekçe ve nedenlerle, sıkı bir uyum içerisinde ve yan yana iṣbiliği içinde olmuṣlardır.

“Yeṣil kuṣak” örgütlenmesi kirli iṣler projesiydi. ‘50’li yıllardan itibaren Avrupa’da Gladio örgütü etkin bir ṣekilde antikomünist ve de anti-Sovyet mücadeledesinde yer almıṣtır. İleri düzeyde sosyalist ülke yönetimlerine karṣı bir baskı aracı olmak ve uluslararası güçler dengesini kapitalist dünya sistemi leyhine etkilemekti. Oysa “yeṣil kuṣak” bölge ülkelerinde bu durum çok daha farklıydı. Örgütün kirli iṣleri içe dönük yoğunlaṣıyordu. Amaç; devrimci, ilerici ve geniṣ yelpazedeki tüm anti-emperyalist oluṣumları elimine etmekti.

“… bir Sovyet iṣgaline direnmekten öte, komünistlerin söz konusu ülkelerde iktidara gelmesini engel-leyecek bir araç olarak görüyordur”. (6)

“Yeṣil kuṣak” örgütlenmeleri tamda bu alıntıyla örtüṣür amaç ve hedefler için olmuṣtur. Örgütün böl-ge ülkeleri (yeṣil kuṣak)  hemen hemen dünyanın en istikrarsız ve anti-demokratik ülkeleriydi. Dolayı-sıyla rejim değiṣikliklerinin, darbelerin, hak ihlallerinin sürekli gündemlerinde çıkmadığı ülkeler topluluğundan bahsediyoruz. Onların görevi, kendilerine verilen misyonu maksimum düzeyde içe dönük yapmaktı. Zira, Gladio’nun bu kirli projedeki varlığı, tam anlamıyla devlet üstü bir konumdaydı. Gladio “yeṣik kuṣak” yapılanmasını bir koltuk değneği olarak kullanırdı, ihtiyaç durumunda devreye sokar veya birlikte iṣ yapardı.

“Türkiye’deki gizli ordu, Batı Avrupa’daki diğer tüm bölge ordularından daha zorba bir tarihe sahip”. (7)

“Yeṣil kuṣak projesi”nin mimarları, islamın Vahhabi ve Selefi (mezhep ve ilkel din anlayıṣını savunmak) yorumu üzerinde inṣa ettiği dini bir bakıṣ açısına dayanır. Bu önemliydi, çünkü geniṣ bir Sünni ittifaka ihtiyaç vardı. Müslüman ülkeler bu projeyi bir islam savunu (Vahhabi/Selefi) düṣüncesinden hareketle emperyalist güçlerin yanında yer aldılar; her ṣey ‘din iman elden gitmesin’ tezinden hareketle yola çıkarak, adı geçen ülkeler adeta ‘komünizm karṣıtı’ ülke ṣampiyonu oldular. Amerikançılıktan çok Amerikancı olma gibi yarıṣ gündeme geldi ve onlar onu fazlasıyla yaptılar – bu yaklaṣım tarihe geçti. Bu yarıṣ yolundaki ‘yeṣil kuṣak müslümanların’ 70’li yılların ortalarında iṣledikleri cinayet ve katliamlarla, onların uluslararası sisteme olan bağlılıklarının ifadesiydi. Örneğin; 70’li yıllarda Elazığ, Maraṣ Sivas ve diğer birçok ṣehirlerde sol görüṣlü insanları yakalayıp – akıl almaz iṣkencelerle vucutlarına ateṣte tutulmuṣ hilal mühürünü vucuda vurmalar, bunlar insanlığın zihninde unutulur veya silinir ṣeyler değildir. O dönem yaṣanan tüm bu vahṣi olaylar; en genelinde ülkemizdeki Gladio ve “yeṣil kuṣak projesi”nin uygulamadaki sonuçlarından baṣka bir ṣey değildi. Bunun baṣ mimarı  Suudi Arabistan ve diğer “yeṣil kuṣak’a” dahil olan ülkelerdi. Suudi Arabistan  öncülügünde Sovyetlere karṣı Sünni-Müslüman nüfusu olabildiğince etkilerken – iki önemli geliṣmeye de ev sahipliğini yaptı:

Bunlardan birincisi; Rabitatul Alemi İslam (baṣka yazılıṣ biçimi; Rabitat-Ül Alem-Ül İslam.) örgütü üzerinden Sünniliği Vahhabi ve Selefi düṣüncelerini yaymak ve etkili olmasını istediler. Suudi Arabistan etki gücünü Türkiye, Pakistan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaymaya baṣlamış ve sözkonusu ülkeler üzerinde de etkisini hissettirmiṣtir. Bu süreçte; olaya ‘neden ve sonuç’ noktasında bakıldığında; baṣa-rının kilometre taṣları bizatihi ABD’nin sunduğu sınırsız lojistik ve askeri yardımlarla anlam bulmuṣtur.

İkinci olarak da; Suudi Arabistan “yeṣil kuṣak projesi”nin finans ve mobilize olmasında önemli bir rol oynamıṣtır. Antikomünist unsur ve yapılanmalar, “yeṣil kuṣak proje” sahibi emperyalist güçleri pek memnun etmiṣtir. Nedeni ise, dünyanın hiçbir ülkesinde bu düzeyde histerik antikomünist düṣünce ve inanç anlayıṣı toplumda yer edinmemiṣtir. Bunun izlerini Türkiye somutunda gözlemek mümkün. Örneğin; komünist veya devrimci sözcügün karṣılığını ‘dinsiz’ ve ‘islam düṣmanı’ ṣeklindeki algının toplumun büyük çoğunluğunda benimsemiṣ olmuṣ olmasıdır. Geçmiṣten bugüne, emperyalist güçlerin uluslararası düzeydeki antikomunist propogandasının sosyolojik olarak Türkiye’de de önemli ölçüde baṣarıldığını söylemek mümkün. (Rabitatul Alemi İslam veya Rabitat-Ül Alem-Ül İslam örgütü, bütün müslüman ülkelere ṣeriat düzeni üzerine İslam Devletleri Birliğini kurmak istemiṣtir. Örgüte maddi desteği verenler arasında “Aramco” adlı bir Amerikan petrol ṣirketi olmuṣtur. Bu zengin kuruluṣ “İslamcı yayın organlarının desteklenmesinde (8) özen göstermiṣtir. “Yeṣil kuṣak projesi”ne olan  ilgi ve desteğin boyutu uluslararası düzeyde olmuṣtur. Örgütün finansman kısmında, deyim yerindeyse Suudi Arabistan iṣin abiliğini yapmıṣtır…)

Soğuk  Savaṣ döneminde (1945 – 1991) bu projeye etkin bir ṣekilde destek verenler arasında ülke yöneticilerinin yanı sıra, örtülü faaliyetler ve din imamları da önemli rol oynamıṣlardır. Bu dönemde ABD’nin “yeṣil kuṣak” bölge üzerinde ciddi bir denetim ağına sahip olduğu (9) koṣullarının, elbette adı geçen ülke yöneticilerinin sunduğu sınırsız destek belirleyici olmuṣtur. Bunun yanısıra, ülkedeki sosyolojik yapı ekseninde hedef alınan değiṣım uğruna ciddi bir psikolojik etkileṣimde olması gerek-mekteydi. Belki de tüm bunlar baṣarıldığı için, halen ülkemizde halkın dinden yana hasasiyeti bugün-de devam etmiṣ olmasıdır. İnanç ekseninde konuya baktığımızda, esas sorun insanların dindar olup olmamaları değidir. Bir cevaba muhtaç, ṣöyle bir soru sorulabilinir; neden dindarlar kendileri gibi olmayanlara karṣı bir öfke yumağı içinde bir yaṣam tarzına sahiptirler?

ABD merkezli  PEW Araṣtırma Șirketi’nin istemi üzerine, MetroPoll Araṣtırma Șirketi Türkiye’de halkın  yüzde kaçı IȘİD’e sempati duyduğuna iliṣkin bir anket araṣtırmasının (18 Kasım 2015) sonuçlarını yayımladı. Bu araṣtırma verilerine göre Türkiye’de halkın yüzde 11.3 IȘİD’e terör örgütü demeyi reddederken, halkın yüzde 8‘i de açıktan örgüte sempati duyduğunu belirtmiṣtir. Bu ürkütücü rakamlar bir anlamda, Türkiye’de dinin halk üzerindeki etki gücünü yansıttığı anlamına gelir. Gezici Araṣtırma Șirketi IȘİD’le ilgili olarak aynı konuda Mayıs 2016 bir araṣtırma yapar –ve sonuçlarını 15-07-2016’da yayımlar. Bu araṣtırmaya göre de Türkiye’de halkın yüzde 19.7’si IȘİD’i desteklerken, yüzde 23.2’si de örgüte sempati duyduğu yönünde bir sonuc çıkar. Ülkede cihat mentalitesinin halktaki karṣılığının çok üst düzeylerde seyreder olmuṣ olmasının bazı tarihsel nedenleri vardır. Dolayısıyla “yeṣil kuṣak projesi” Sovyet karṣıtı bir tavır alıṣla yetinmedi. Aynı yoğunlukta Türkiye dahil projenin geçtiği bütün ülkelerde ısrarla Vahhabi/Selefi anlayıṣının toplumda yer edinmesinin de ayrı bir çabası verilmiṣtir. Tüm bu geliṣmeler ıṣığında, “yeṣil kuṣak projesinin” etki gücü çok yönlü olmakla birlikte, toplumda biat kültürü dayatılmıṣ – içe dönük siyasi, etnik ve dini baskılar gündeminde ilk sıralarında yer almıṣtır.

                                                                                                                                …devam edecek…

Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar:

  • “Fransız Ihtilali”, Çeviren Mahmut Garan, TAN Matbaası, İstanbul 1966, s. 16.
  • Machiavelli, “Hükümdar”, Sosyal Yayınlar, İkinci Baskı, İstanbul 1984, s. 86.
  • “Power and Diplomacy”, Mass., Harvard University Press, Cambridge 1958, s. 12.
  • “Fransız Ihtilali”, Çeviren Mahmut Garan, TAN Matbaası, İstanbul 1966, s. 20.
  • Kennan, George F., “American Diplomacy 1900 – 1950 New York, Mentor, aktaran Van der Pijl, Kees, “De Wereldorde en Machtspolitik”, Het Spinhuis 1992, Amsterdam 1992, s. 165-167.
  • Ganser, Daniele, “NATO’nun Gizli Orduları – Gladio Operasyonları, Terörizm ve Avrupa Güvenlik İlkeleri”, Güncel Yayıncılık, Dördüncü Baskı, Ocak 2007, İstanbul 2007, s. 124.
  • Ibidem, s. 391.
  • Mumcu, Uğur, aktaran Hürriyet, 2 Ekim 1984. www.oxfordislamiestudies.com – http:islamicus.org/rabit-al-alam-alislami/
  • Dreyfuss, R., “Devil’s Game” (ṣeytan oyunu) Nou the United States Helped Unleash Fundamentalist İslam”, Globalist Bookshelf Previous Next, January 18, 2006. www.globalresearch.ca

A. Can Ataṣ

 

 



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler