200 yıl önce Engels, babasının tekstil fabrikalarının sahibi olduğu burjuva bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailenin yedi çocuğundan biri olarak orta ve lise eğitimini mutaassıp Alman aristokrat çocuklarının gittiği ve öğretmenleri de özel olan okullarda tamamladı. Babası, o’nun kendi konumunu ve sermayesini devralacak yetenekte biri olarak belirlediği için çok istekli olduğu hukuk eğitimini alacak üniversiteye gidemedi. Lise eğitiminden sonra babasının kararıyla hesap kitap işlerini ve muhasebeyi öğreneceği bir ticarethanede çalışmaya gönderdi.
1840’ların Avrupa’sında yaşanan kaynaşmayı bütün yönleriyle anlamaya hassaslaşmış genç bir insan olarak Engels, çalışmakta olduğu ticarethanede artakalan zamanı bilgi edinmeye; tüm varlığın varoluş sebeplerini bir an önce anlamak istercesine her şeyi anlamaya yoğunlaştı: Sosyal yaşamdaki karşıtlıkları inceledi, okudu ve çok yönlü öğrenme çabasına girdi. Bu yıllarda dikkatini en çok çeken şey, Alman soylularının göklere çıkarmaktan bıkmadığı Hristiyanlık hakkında yapılan eleştirilere, kurulu sistemin verdiği sert cevaplardı. Din eleştirisi yapan yazar ve entelektüellerin gördüğü politik baskı Engels’i bu çelişmeyi anlamaya teşvik etti. Bu farkındalık Engels’in hem ilk uyanışı hem de bulunduğu sınıfsal konumundan ilk sarsılışıdır.
Daha 19 yaşındayken destanları konu ettiği ilk makalesinde, “Destanlar özgürlük savaşı’na hizmet etmeli, günün olaylarını etkilemeli ama asla iki yüzlülüğü, soylulara dalkavukluğu ve dinsel gericiliği körüklememeli ” derken adeta ‘etkilemeye çalıştığı’ günün olaylarının sonucun da ‘ikinci günün’ olaylarını; yani süreci ve yaşamı ileriye taşıyacak devrimci aydın ve entelektüel insan tipinin de tarifini yapmış oluyordu.
1841’de gönüllü olarak yapmak istediği askerlik için gönderildiği Berlin’de babasının otoriter atmosferinden kurtulmanın fırsatını kullandı. Askerliğin yanı sıra üniversiteye kaydoldu. Hem askerliği hem de üniversiteyi daha yoğun öğrenmenin ve kendini düşünsel olarak gerçekleştirmenin fırsatına çevirdi. Üniversite dersliklerinde Genç Hegel’ciler ile tanışması Engels’in felsefeye olan ilgisine daha üst bir düzeye çıkardı. Bu arada henüz doğrudan tanışmasa da Marks tarafından yönetilen Renanya Gazetesine yazılar gönderdi. 1842 sonlarında Köln’de makalelerini gönderdiği Renanya Gazetesine uğrayıp Marks’la tanıştı. Sonradan kimi kaynaklar bu İlk tanışmada, “Marks’ın Engels’i soğuk karşıladığı hatta, üstenci bir üslupla diyalog kurduğunu” yazsa da bu görüşmeden sonra Engels, babasının sahibi olduğu Tekstil fabrikasında çalışmak üzere İngiltere’ye doğru yol alırken günlüğüne, bu görüşmeden edindiği intibahı; “Treier’li; Babacan, Esmer, cezbe dolu bir ruha sahip” notu ile kaydetti.
İngiltere hem sanayinin ve yeni teknolojik gelişmenin odağı olarak kapitalist ekonominin kaptan gemisi konumuyla hem de bu olgusal gerçekliğin sonucu olarak kırsal nüfuzu bir vantuz gibi kentlerin kalbine taşırken işçiler ve aileleri için yarattığı sefaletin odağı durumundaydı. Ucuz iş gücünün sonucu olarak yaratılan bu sefaletin başını ise tekstil sanayi alıyordu. Bu durum Engels’e emek sermaye karşıtlığını bütün çıplaklığıyla gözlemlemesine paha biçilmez olanak sağladı ve tam ortasında durmuş olarak gördüğü sosyal resmin ifade ettiği şeyin ne olduğunu senteze ulaştırması da uzun sürmedi.
İlki, burjuva iktisat kuramını hallaç pamuğuna dönüştürürcesine eleştiriye tabi tuttuğu makalesi olurken, makaleyi Marks’ın çıkardığı “Alman Fransız Yıllığı’na göndermesi Marks’ı da durumdan haberdar etmek işleviyle ikili bir görev gördü. Marks’ın ilham verici değerlendirmesine konu olan ve 1945’te yayınlanan ikinci çalışması da İngiliz işçi sınıfının durumunu inceleyen ölümsüz eseri oldu.
Bugünden bakıldığında, vurgulanmaması halinde eksik kalacak olan şudur ki, bu eserin önemi sadece Marks’a ilham verecek düzeydeki içeriği değildi. En az bunun kadar önemli olan diğer tarihsel tutum da Engels’in ait olduğu burjuva sınıfı ile ilişkisine getirdiği karardı. Kitabın başına düştüğü ön sözde: “Emekçiler!” diyordu Engels, “…Alman ülkedaşlarımın önüne koymaya gayret edindiğim bu çalışmayı sizlere adıyorum. Şirketten, ziyafetten, orta sınıfın porto şarabından vazgeçtim, tüm zamanımı siz emekçilere adadım” tereddüt duymadan söylenebilir ki bu ön söz, bilinen hiçbir kitabın formatik ihtiyacı kapsamında iş gören ön söz değildir. Engels, ön sözündeki bu metamorfozla, hiç haberdar olmadığı halde, yüzyıllar önce Osmanlı imparatorluk sarayının şeyhülislamlık konumunu ezilen ve sömürülen Anadolu yoksullarının lehine terk ederek devrim örgütleyen Şeyh Bedreddin’in tarihsel yoldaşı olsa da sonrasında henüz bu tutuma ulaşan bir çağdaşı olmamıştır. Burada açık edilen tutum, tarihi olarak özel, ahlaki olarak yüksek insansal bir yüceliş, felsefi olarak da özdeşlik yasasına iradi olarak kazandırılmış bir zafer olarak komünizme ulaşmak üzere, sosyal statüsünden devrimci vazgeçiştir. Engels, bu kararıyla işçi sınıfının saflarına geçtiğini ilan etmekle kalmıyor, işçi sınıfının öncülüğüne geçerek, babasının da parçası olduğu kapitalist sömürü sistemine karşı savaş ilan ediyordu.
Engels, İngiltere’den bu eserler ve paha biçilmez tecrübelerle dönerken, Paris’te sürgün olarak ikamet eden Marks’la ikinci kez görüşür. İlk görüşmelerini yaptıkları Köln’dekinin aksine bu görüşmede uzun hararetli ve kapsamlı tartışmalar yaparlar. Ve sonunda, yaşadıkları sürece, bir an bile ihmal edilemeyecek kadar gerçek bir dava arkadaşlığı ile insanlık ailesinin büyük çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçi halkların gerçek yaşanmışlığında ortaya çıkan acıları hissetmek üzerinden onların bu durumdan kurtulmalarının bilgi bilimini, yol ve yöntemlerini üretip maddi bir güç haline getirmek üzere bütünleşirler.
Marksizm’in iki ayağından biri Engels’tir
Marks ve Engels’i bu ikinci görüşmenin sonucunda hidrojen ve oksijenin birleşmesi içeriğinde birleştiren şey ikisinin ortak ülkeleri ve öğrenim yılları sürecinde hayatın anlamının peşine düştükleri Almanya’da, felsefe okumalarında aynı perspektiften yakaladıkları tarih bilinci ve ufuk çizgisidir. Bu perspektif ortaklığında her birinin birbirinden farklı tecrübeler ve uyanışlar gerçekleştiren Fransa ve İngiltere’de yaptıkları araştırma, gözlem ve analizlerin onların diyalektik birliğini gerçekleştirmiş olması da tesadüfü olmamıştır. Çünkü, Marks dönemin Avrupa başkenti olan Paris’te devrim dinamiğinin güncelliği içinde tarih ve siyasetin incelenmesini yaparken, Engels ise sanayinin merkezi konumundaki Manchester’da teknolojinin işçi sınıfının yaşamına yaptığı etkilerin sonuçlarıyla donanmış olarak bir araya gelmişlerdi. Engels’in, bu buluşmaya, “Marks’ı şaşırttığı” söylenen ekonomi politiğin eleştirisi ile gelmiş olması komünizm biliminin temel hareket kaynaklarını tamamlamış ve Marksist metodoloji hem diyalektik hem de tarihsel açıdan tamamlanmıştı. Sonrası bu bilimin teorik kaynaklarının üretimi ve ideoloji ve siyasetin maddi bir güce dönüşmesini sağlayacak örgütlemeydi ve bu da bilinendir.
Komünizm biliminin iki ayakları üzerine yürüyen bir bilge görüntüsünde soyutlanması halinde, bu bilimin ayaklarından biri Marks ise diğeri Engels’tir. Her ne kadar o, Marks’ı ezilenlerin bilincinde sonsuz anımsama töreninde uğurlarken yaptığı konuşmada kendini “ikinci keman” olarak tanımlasa da bu Engels’in bilimden beslenen yüce alçak gönüllüğünün ifadesidir. Gerçekte ise, “ikincilik” betimlemesinde ona bu bilimdeki konumunun adil tarifi, Marksizm’in iki ayağından birinin Engels olduğudur.
Engelsin komünist manifestoyla başlayan komünizm için mücadele kararlaştırması, peşi sıra enternasyonal proletaryayı yaşamın her alanını içerecek yaygınlıktaki eserleriyle aydınlatması, eğitmesi ve örgütlemesi hem barikatın başında savaşçı hem beyaz yakalı konumundaki bir işçi olarak üretimdeki konumuyla onu çok özel kılan bir komünist olarak tarihselleştirmiştir. Bu nitelikleriyle Engels sınıf mücadelesi sürdükçe komünizm için mücadele eden veya ettiğini söyleyen her gerçek kişinin de bu iddiasıyla ilişkisini test edeceğimiz kişilik ölçüsüdür.
Engels, sayısız değerin yanında komünist yaşamı içselleştirmeye arzulu her sınıf bilinçli devrimci için çok değerli olan yoldaşlık kavramının içini de Marks ve öteki işçi yoldaşlarıyla ilişkisinde eksiksiz dolduran en örnek komünisttir. Marks’ın ölümünden sonra, kurduğu şu cümleler, kapitalist sistemle amansız hesaplaşmaya davranan tüm komünistler için kendilerini her gün yeni baştan tasarlayarak mücadeleye adamanın içeriğini vermektedir: “Ben…” diyordu Engels, babasının tekstil fabrikasında çalıştığı yıllar için “18 yıl boyunca, Marks ve çocukları hayatta kalsın ve eserleri yayınlasın diye o iğrenç işte çalışmak zorunda kaldım…” bu cümleyle Engels’in saçtığı ışıkta görülebilecek insan tipi ancak komünizm uğruna mücadeleye adanmış insan tipi olur.
Komünizmin bu “en engin ikinci aklı” da günü gelip söndüğünde o da Marks gibi, “proletaryayı sömürenlere karşı en enerjik savaşçılardan biri olarak ölürken” yer küreyi baştan başa aydınlatacak bir aydınlık ve onu baştan sona sömürücülerden silip süpürecek bir eylem kılavuzu bıraktı, tüm insanlık özgürlük içinde yaşasın diye…
Ve bıraktığı bu ölümsüz eserler nedeniyle Engels yaşayandır ve ölümsüzdür.