Bizimle iletişime geçin

Makale

“İt Dalaşı”

Bu savaşlarda bizim tavrımızı belirleyen asıl unsur, ulusların bağımsız yaşama ve kendi kaderlerini tayin etme hakkı ilkesidir. Bu ilke, bağımsız yaşamın ve sağlıklı gelişmenin yolunu açan, sınıf mücadelesini öncelikli hale getiren, ona güç ve imkan veren bir ilkedir. Direniş, işgale karşı önderlik eden sınıfın niteliğine bağlı olarak, anti-emperyalist, anti-sömürgeci veya anti-işgalci niteliğinde ortaya çıkabilir. Hangi nitelikte ortaya çıkarsa çıksın, özünde haklı bir direniştir. Yeter ki ulusun kendi kaderini tayin hakkını çiğneyen güce yönelmiş olsun.

Küreselleşen teoriler ne derse desin mevcut dünya, hala uluslardan, devletlerden, ülkelerden, sınırlardan oluşuyor. Bu devletlerin bir bölümü çok uluslu devletlerdir. Bir bölümü modern bir yaşam sürdürürken bir başka bölümü orta çağ karanlığından tam çıkamamanın sancısını yaşıyor.

Ulus, çarmıha gerilmiş bir toprak parçasıdır, orada yaşayanlar ortak bir dile, tarihe, ruhi şekillenme ve pazar birliğine sahiptir. Ulus, en üst mülk sahibi sınıflardan, en altta yer alan, telef olmuş, mülksüz sınıflara kadar çeşitli sınıf ve tabakalardan oluşur. Sınıfların varlığını besleyip güçlendiren, iç ve dış savaşlara kaynaklık eden, insanlığı bölen, temel ögelerden biridir ulus. Hayatın yakıcı ve hazin bir gerçeğidir.

Biz, uluslu bir dünyadan değil  bir komün dünyasından yanayız. Böylesi bir dünyaya da sağlıklı ve derin bir gidişten yanayız. Bundan dolayıdır ki her ulusun, kendi bağımsız gücüne dayanarak, baskı altında kalmadan, kendi özgür iradesi ile gelişmesinden yanayız. Bu durum doğal, gönüllü entegrasyon şartlarının yaratılmasında temel bir unsurdur. Ulus gerçeğini doya doya yaşayan uluslar, daha kolay entegre olurlar. Doğal entegrasyon şartları ise, kendi bağımsız güçlerine dayanarak, diğer uluslarla ortak demokratik birlikler kurarak, gelişmeyi her alanda derinleştirerek olur. Bu, sadece ulus için değil, birey için de doğrudur. Bizim işgallere karşı tavizsiz ve dik duruşumuzun temel nedenlerinden birisi budur.

Bir devletin bir başka devleti işgal etmesi durumu, işgale uğrayan ulusun tüm sınıf ve kategorilerini infial içine sokar. Bu bir kartalın tavuğa ve civcivlerine saldırması gibidir. Aniden parlayan bu infial giderek bir savunma savaşına yol açar. Bu savaşa da o anda hazır olan güçler önderlik ederler. Bu hazır güçler Asya’da genellikle burjuvazi ile toprak ağalarının en üst kesimleridir. Türkiye’de Mustafa Kemal, Afganistan’da Emanullah Han ve Hindistan’da Gandhi önderliğinde yürütülen işgal karşıtı savaşları örnek gösterebiliriz buna. Taliban’ın zaferiyle sonuçlanan bu son savaşı da örnek gösterebiliriz.

Bu savaşlarda bizim tavrımızı belirleyen asıl unsur, ulusların bağımsız yaşama ve kendi kaderlerini tayin etme hakkı ilkesidir. Bu ilke, bağımsız yaşamın ve sağlıklı gelişmenin yolunu açan, sınıf mücadelesini öncelikli hale getiren, ona güç ve imkan veren bir ilkedir. Direniş, işgale karşı önderlik eden sınıfın niteliğine bağlı olarak, anti-emperyalist, anti-sömürgeci veya anti-işgalci niteliğinde ortaya çıkabilir. Hangi nitelikte ortaya çıkarsa çıksın, özünde haklı bir direniştir. Yeter ki ulusun kendi kaderini tayin hakkını çiğneyen güce yönelmiş olsun.

Taliban’ın yirmi yıllık Amerika ve NATO işgaline karşı yürüttüğü direniş, anti-emperyalist değil, ama emperyalizme darbe vuran, işgali defetmeye matuf, anti-işgalci bir direniştir. Anti-emperyalizm, emperyalizmin yeryüzündeki varlığına karşı olmada bulur asıl anlamını. Taliban’ın böyle bir derdi yoktur. Onun ABD Emperyalizmine dediği şudur: Pazarlarım üzerinde kurduğun işgali kaldır, beni modern bir sömürge haline getirme. Bunu yaparsan, seninle her konuda işbirliğine varım.

Savaş, Siyasetin tıkanan yolunu açmakla kalmaz aynı zamanda siyaseti ateş içinde öğretir. Çünkü nihayetinde o siyasetin silahla yürütülen bir biçimidir. Taliban, Afgan milliyetlerinden olan ve nüfusun yüzde kırkını oluşturan Peştun asıllı bir harekettir. İşgal sürecinde, daha geniş çapta modern silahlarla ve siyasetle çıplak bir şekilde tanıştı. Onun siyaseti, temsil ettiği sınıfın gerçekliğinden, hakim Afgan tarihinden, kültüründen ve yaşam tarzından kopuk değildir. Bu, bölgede yükselen ve emperyalistler tarafından da pompalanan siyasal İslam’ın etkisi ile şeriat olarak biçimlendi. Şeriat zaten ortaçağ kalıntılarından henüz kurtulamamış bu ülkenin 1400 yıllık inancına özgü bir yönetim biçimiydi. Bu bakımdan ona pek yabancı da değildi. Küresel ekonominin ve işgal tehditlerinin savunma psikozu içine soktuğu, inanç ve ata kültü ile korunmaya yönelttiği bir halkın ruh durumuna da denk düşüyordu. Bu, burjuva feodal güçlerin, toprak ağaları ve ruhban sınıfının, halkı çok daha kolay yönetmesinin de bir aracıydı. Suudilerdeki gibi ısırmadığı müddetçe emperyalizmin de işine geliyordu.

Bugünkü devrimci güçlerin ezici çoğunluğu Taliban’ın Amerikan işgaline karşı 20 yıldır sürdürdüğü savaş noktasında haklı olmadığını söylüyor. Onu, ortaya çıktığı topraklar üzerindeki ezilen inançları ve milliyetleri hedef alan İŞİD ile aynılaştırıyor. Bu çoğunluğa göre, Amerika’da, Taliban’da haksızdır ve bu savaş, 20 yıllık danışıklı bir savaştır, bir it dalaşıdır. Keyhüsrev’in satraplarına, İskender’in ve Timur’un güçlü ordularına, ve ayrıca İngiliz, Çarlık ve Sovyet ordularına karşı verilen savaşlarda mı danışıklıydı, birer it dalaşı mıydı acaba diye düşünmeden edemiyor insan.

Peki Amerika ne yaptı? Dokuz yıllık bir işgal ve iç savaştan yeni çıkmış yoksul bir ülkenin yönetimini, “benim ikiz kulelerimi yıkan teröristi bana teslim etmiyorsun,” diye, komik bir gerekçeyle, bir vuruşta yıktı ve NATO’yu da yanına alarak, Rusya ile Çin’in yumuşak böğrüne yerleşiverdi. Nasıl bir dönemdi bu? Amerika’nın rakipsiz kaldığı, zayıflayan hakimiyet alanlarını tahkim etmek istediği, Asya’da ve Ortadoğu’da yeni hakimiyet alanları arayışı içine girdiği ve önüne çıkanı tepelediği bir dönemdi. 

Bir dev, diğer devleri de yedeğine alarak, bir cücenin evine saldırıyor. Cüceyi 20 yıl boyunca işgal ettiği evin içinde çevire çevire dövüyor. Ve biz bu durumu uzaktan seyrederken şöyle diyoruz: Bu bir it dalaşıdır. 

Bu durumda, Kafkasya’da, şer’i hükümlere göre hareket eden İmam Şeyh Şamil’in Çarlık istilasına karşı direnişini nasıl değerlendireceğiz? Balkan halklarının, ticaret burjuvazisi, toprak ağaları ve ruhban sınıfların önderliğinde, Osmanlı egemenliğine karşı açtıkları bağımsızlık savaşlarını nasıl değerlendireceğiz? Şerif Hüseyin’in, “İslam’ı ve Arap haklarını çiğnediği” gerekçesiyle, Arap bağımsızlığı için ilkin, İngiliz desteği alarak Osmanlı’ya, sonra da İngiliz ve Fransız mandasına karşı direnişine ne diyeceğiz? Yıllarca dini tedrisattan geçen ve El-Kasr’daki Senusi aşireti lideri olan Ömer Muhtar’ın İtalyan sömürgecilerine karşı direnişini nasıl değerlendireceğiz? Bu orta çağ artıkları, üretici güçlerin özgürce gelişmesinin önünde engeldir, haksızdır, gericidir diye bir değerlendirme yapabilir miyiz acaba? Peki şunu diyebilir miyiz:  hangi sınıfı temsil etmişlerse, varoluşlarını hangi din, düşünce ve yaşam tarzı üzerinde kurmuşlarsa, bu hareketler nihayetinde, sömürgeciliğe, baskıya ve zoraki asimilasyon politikasına karşı yükselmiş, bağımsız yaşamı talep etmiş ve halkın desteğini almış haklı hareketlerdir. Ben bu ikinci noktayı savundum 50 yıl. Geldiğimiz nokta, bu konuda bana çok aydınlık görünmüyor. 

Modern, ileri düşüncelerle değil de orta çağ düşünce ve değerleriyle donanan bir üst sınıf hareketi, bağımsız yaşama şiarıyla emperyalist bir işgale karşı direndiğinde, biz bu direnişe neden haklı bir direniş diyemiyoruz? Böylesi bir dünyada, ülkesini işgal eden bir emperyalist güce karşı direnirken, emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanmayan, işgalci emperyaliste karşı diğer emperyalist güçlerin şu veya bu şekilde desteğini almayan bir milli hareket var mı? Bunların üzerinde düşünmemiz gerekiyor. 

Halka, işgale karşı direnen bir hakim sınıf hareketinin, direnişinde haklı olduğunu açıklarken, onun sınıf karakterini, halka karşı gizli planlarını, emperyalistlerle kurduğu ilişkileri, iktidara gelmesi durumunda yapacaklarını da aynı zamanda açıklamak neden bu denli zor geliyor bize bilemiyorum. Uluslar da insanlar gibidirler; onların bağımsız yaşama hakkı, düşüncelerine, tarihlerine, inançlarına ve yaşam tarzlarına bakılarak tayin edilecek bir hak değildir. Tüm bunları aşan bir haktır. Bizim anlamakta zorlandığımız şey de budur sanırım.

Yirmi Yıllık işgal sürecinde Afgan halkının baş düşmanı merkezi iktidarı ele geçiren Amerikan emperyalizmi idi. Bu işgale karşı yönelen direnişler haklı ve meşruydu. Şimdi durum değişti. İşgal kırıldı. Merkezi iktidar işgalcilerden ve onların işbirlikçilerinden Taliban’a geçti. Yeni durumda Afgan halkının baş düşmanı, Afgan egemenlerinin bir bölümünü temsil eden Taliban’dır. 



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler