Eskiyen zamanın yeni zamana sunduğu birikimlerle tarihler arası geçiş anlam kazanır. Bu anlam, sınıflı toplumlar aşamasında her zaman tarihte vardır. Çünkü bu tarih sınıflar mücadelesine mahkum ve ondan ibarettir. Ona tanıklık yapmış, yapacaktır. Tarihe gerçek anlamını veren sınıf mücadeleleri olmuştur. Sınıfsız topluma ulaşana kadar bu anlam değişmeyecektir…
İnsan, egemen olan ile olmayan, sömürülen ile sömüren, üreten ile tüketen, üretim araçlarına sahip olan ile olmayan veya özel mülkiyet sahibi olan ile olmayan kategorilerde ayrışan sınıf konumu ile anlam kazanır. Toplumsal sistemler de sınıf niteliklerine uygun olarak ya gerici ya da ilerici sınıf sistemleri olarak anlam kazanırlar. Ne toplumsal sistemler, ne de bu toplumların birer öğesi olan insanlar sınıflardan tecrit değildir. Sınıf karakteriyle anlam kazanırlar.
İnsan, düşünen, üreten, duyguları olan, yorumlayan, anlayan ve değiştiren bilinçli bir canlı türüdür; bu türün genel ya da ortak bir ifadesidir. İlk insan türü sınıf ve farklılıkları dahil hiçbir ayrım bilmeyen, imtiyaz ve bencillikten uzak, özel mülkiyet ve buna bağlı hiçbir kirlilik tanımayan, nesnel tüm yetersizliklerine karşın harikulade bir varlıktır. Bir bebek ya da çocuk kadar temiz, masum ve önyargısızdır. Barınma ve yiyecek gibi temel ihtiyaçların karşılanarak yaşamını idame etmekten başka bir eylem ve amacı olmayan bu insan, bu ihtiyaçların karşılanması-temin edilmesi sürecinde, kendi türü olan diğer insanla (kabile vb ile) yiyecek üzerine ya da yiyecek bulma faaliyetinde kavgalara girdi. Güçlü olan zayıf olanın avını elinden aldı. Avlanma faaliyetinde, daha fazla avlanmak ve kabilenin yiyecek ihtiyacını karşılamak için av aletleri üretmeye başladı. Avadanlıkların ortaya çıkmasıyla daha fazla avlanma durumu gündeme geldi. Buna koşut olarak av aletlerine sahip olma ihtiyacı ya da bunları üretme faaliyeti de gelişti. Av ve avadanlıklarla başlayan bu süreç, onlara sahip olmayı gündeme getirmekle birlikte, özel mülkiyetin de temelini attı. Avadanlıkların üretilmesiyle birlikte, yiyecek ihtiyacından fazla av hayvanlarına sahip olma durumu gündeme geldi. Aynı zamanda bu avlanmada başka kabilelerden alınan (ve önceleri öldürülen) ‘’esirlerin’’ öldürülmemesi bilinci oluştu. Böylece geçilmiş olan yerleşik yaşamda üretim yapıldı. Hayvanlar beslendi, bitkiler yetiştirildi ve ‘’esirler’’ bu işlerde çalıştırıldı. Köleci toplumun kapısını aralayan bu gelişmeler-bu süreç, ilkel düzeyde de olsa özel mülkiyetin doğuşunu ve insanın insan üzerindeki baskısını-egemenliğini gündeme getirdi. Ki, bu süreç giderek kölelerin zapt edilerek çalıştırılması için onların zorla denetim altında tutulup çalıştırılmasının mekanizmalarının doğuşuna tanık oldu. Devletin temelleri burada, köleci toplumun bu aşamasında atılmış oldu… İlkel Komünal toplumdan sınıflı toplumun doğuşu olan köleci topluma, av aletlerinin üretimi, bu aletlerin üretimiyle bunlara sahip olma ve dolayısıyla özel mülkiyetin edinilmesi ve buna paralel olarak başka kabileden insanın esir alınıp köleleştirilmesi ve yerleşik yaşama geçilerek hayvancılık ve tarımın yapılması ile ilk büyük toplumsal iş bölümünün ortaya çıkışı sonrası geçilmiş oldu… Köle ile köle sahibi, ilkel Komünal toplumun bağrında doğan ilk sınıflar oldu ki, bu köleci toplumun da doğuşuydu… İnsanın ayrışması sınıflara bölünmesiyle oldu ki, bu, özel mülkiyetle birlikte ya da ondan beslenen insanın insan üzerindeki baskı ve sömürüsünün, egemenliğinin de doğuşuydu. İnsan, artık iki nitelikte sınıf kategorisiyle tanımlanmaya başlandı. İlk insanın temizliği bozulmuş, insanlığın çocukluğu kirlenme sürecine girmiş oldu. ‘’İnsan’’ demek yetmiyordu bu türün tarif edilmesine. Tür kendi içinde sınıflara bölünmüş, özel mülkiyet ve bundan alınan güçle siyasi nitelikler kazanmış ve birbirine düşman olmuştu… Sınıflara dayalı bu düşmanlık toplumlar boyunca varlığını sürdürerek günümüz toplumlarına ulaştı. Dün olduğu gibi, bugünkü toplumda da gerici olanla ilerici olan, egemen olanla olmayan, ezenle ezilen, sömürenle sömürülen çelişkisi insan arasındaki sınıf çelişkisi olarak yaşanıp devam etmektedir… İnsan bu sınıflardan bağımsız olmadığı gibi, mensubu olduğu sınıfla anlam-değer taşımaktadır. İnsan derken, ezen-sömüren egemen sınıfa mensup ‘’insan’’ mı, yoksa ezilip sömürülen egemen olmayan insan mı sorusu nesnel gerçekte karşılığı olan haklı bir soru olarak sorulmak durumundadır. İnsan(lığ)a düşmanlaşmış ‘’insan’’ ve insanlığı savunan insan olarak, aynı türün iki niteliğinden söz etmek sınıflı toplumun yadsınamaz somut gerçeğidir…
Biz insanlığın değerlerini taşıyan insan niteliğine insan demekten yanayız. İnsan derken kastımız insan türünün bu niteliğidir. İnsanlığa düşman olan ‘’insan’’ sadece tür olarak insandır ama insanlık değerleri açısından insanla aynı değildir, siyasi sınıf niteliği açısından insanla eş tutulamaz…
Özel mülkiyet sisteminin gelişim seviyesi, buna bağlı olarak insan arasındaki sınıf çelişkilerinin derinleşmesi temelinde gelinen toplumsal aşama ve egemen sınıfların bu toplumsal aşamada ulaştığı sömürgecilik ve barbarlık düzeyinin vahşi boyutu ile insanla birlikte doğayı da felaketlerin eşiğine getiren insan evrenini yok edici karakteri dikkate alındığında, emperyalist kapitalist ve bilumum gerici sınıflar sistemine insani demek, dolayısıyla bu sınıflar sistemine mensup egemen ‘’insan’a insan demek insan(lığ)a en büyük hakarettir. Ki, biz bunlara bir tür olmanın ötesinde bir insan değeri vermemekte, insan dememekteyiz. Diyemeyiz! Bu sınıf ve sistemlerinin egemenlerine tür dışında insan demezken, bu egemenlerin gadrine uğrayan ve onların dışında olan bütün diğer sınıf ve sistemlerden insanlara insan demekteyiz. Bebeğin mamasına göz dikmiş bir sömürgeciye, sömürücüye, egemene insan denilemez. Çocukları açlık ve sefalete mahkum etmekle yetinmeyip onları gerici çıkarları uğruna savaşlara kurban eden, denizlere gömen egemenlere insan diyemeyiz… İnsanlığın tarihsel ilerleyişini sürdürebilmek için bu sınıf niteliğini göz ardı edemez, sınıf ayrışımını silikleştirip yok sayamayız. İnsanlığın ilerleyişi için insanlığın değerlerini sahiplenerek ilerletmek bir sınıf tutumu olarak şartken, insanlığa ve insani değerlere düşman olan egemen sınıflara veya bu sınıfların egemenlerine karşı acımasız bir savaş yürütmek sınıfsal bir görev olduğu kadar, bir insanlık görevidir de…
***
İnsanı iliklerine kadar sömüren emperyalist kapitalist sistem, doğanın da ‘’canına okumayı’’ başarmıştır. İnsan emeğini sömürerek emek gücünü gasp etmek artık tüketici kapitalist sisteme yetmemekte, doğa ve üretici güçlerin tüketilerek yok edilmesi talep edilmekte, yaşanmaktadır. Kendisi felaket olan bu sistemin, doğayla birlikte insanı yok eden felaketler üretmekten başka şansı yoktur. Bugün bu gerçeklik, insanlık tarafından çok daha çıplak biçimde izlenmekte, ağır tahribatlar eşliğinde yaşanmaktadır. İnsanlığın emperyalist kapitalist yıkım ve kıyım karşısında daha fazla bekleyerek kaybedecek zamanı yoktur!…
Emperyalist dünya gericiliğinin temsil ettiği köhne kutup, kan ve katliama muhtaç olan sömürgeci-talancı egemenliğini sürdürürken, bloklar şeklinde örgütlenmiş olan emperyalist kutup güçleri şahsında, dünya hegemonyası ve nüfuzu uğruna yürüttükleri iç dalaştan da muzdariptir. Ekonomik daralma ve yapısal krizlerin ürünü olarak açığa çıkan yeni pazar ihtiyacı temelinde siyasi nüfuzda bozulan ve kurulan yeni güç dengeleri bu kutbun iç dalaş ve hegemonya çatışmasını derinleştirirken, bu çatışma esasta yoksul halklar ve mazlum uluslar üzerinden yürütülmekte, onlara fatura edilmektedir.
Emperyalist barbarlık ve yerelde biçimlenen gerici sınıf iktidarlarınca yürütülen gerici savaş ve saldırganlıklar çeşitli uluslardan halkların katliamlardan geçirilerek büyük dram ve acılara boğulmasına tanık oldu. Olmaya da devam ediyor. Aynı dünya gericiliğinin kar ve egemenlik hırsıyla yürüttüğü talan ve çapul odaklı vahşi sömürü, işçi-emekçi sınıflardan halk kitlelerini derin yoksulluk ve açlığa mahkum etti, ediyor. Tüm türevleriyle emperyalist dünya sistemi altında mazlum ulus ve emekçi halklara reva görülen, işgal-ilhak saldırında birer denek olarak kullanılıp yok edilmek ve kışkırtılan iç çatışmalarla kaosa itilip geleceksizliğe sürülmek, kıyımlardan geçirilmek oldu. Azgın sömürü, baskı ve katliamlar, gerici sistem tarafından yoksul dünyanın ‘’kaderleri’’ olarak tayin edildi, yaşatıldı, yaşatılıyor… Kar uğruna tahrip edilen doğa geri döndürülemez yıkımlarla felaketlerin eşiğine getirilmiştir. Doğa dengeleri/eko sistemi onarılmaz ölçülerde bozulup alt-üst edilirken, canlı türleri yok olmakta, kuraklık ve kıtlık tehdidi vb gibi ‘’doğa afetleri’’ koşullanarak insan yaşamı risk altına sokulmuştur. İnsanlığın olağan yaşamını sürdürebileceği doğasal şartlar hızla tüketilirken, doğa da infilak etmenin eşiğine getirilmiştir… Bütün bunlarda, emperyalist kapitalist tahakküm ve hegemonya hırsı, emperyalist nüfuz ve pazar savaşları ve bunlara bağlı silahlanma yarışları, daha fazla kar için daha fazla sömürü, daha masrafsız-karlı üretim, daha fazla talan ve işgal-ilhak saldırganlığı, daha fazla gerici savaş gibi emperyalist sistem ve politikalarının, doğanın tahrip edilerek yok olmanın eşiğine getirilmesinde doğrudan ve belirleyici rol oynadığı açıktır. O halde, felaketlerin eşiğine getirilmiş olan insanlığın, emperyalist kapitalist sistem ve egemenlerle hesaplaşması ötelenemez bir zorunluluktur. İnsanlığın ve ona ait toplumların gerici sınıflara karşı savaşmaktan ve sınıf sistemleri ve egemenlikleriyle birlikte onlardan kurtulmaktan başka bir şansı kalmamıştır. İnsanlık bu savaşa kesin biçimde kalkışmadan özgürlüğüyle birlikte, yaşam doğasını da kaybetmekten kurtulamayacaktır…
İnsanlık bu savaş için ayaklanmıştır. Tarih bu savaşların itici devrimci gücüne tanık olmuş, bununla günümüz düzeyine kadar ilerlemiştir. Ne ki, bu ilerleyiş insanlığın büyük özgürlüğü ile insanlığın yaşamını sürdürebileceği doğayı korumak için yeterli olmamış-değildir. Sınıf mücadeleleri zemininde sağlanan günümüze kadarki ilerleyiş, yine sınıf savaşımlarıyla insanlığın büyük özgürlüğüne kadar ilerletilmek durumundadır. İnsanın özgürlüğü gibi, doğanın özgürlüğü de bu savaşımla mümkün olacaktır. Ve, insanlık bunun için de ayaktadır! Emperyalist kapitalist köhne egemenliğin bütün barbarlığına karşın, insanlığın özgürlük savaşları ve doğa mücadelesi gündemden düşmemiş, günbegün cereyan etmektedir. Ezilen ulus ve yoksul halklar değişik vesilelerle ayaklanmakta, savaşlar vermektedirler. Henüz yetersiz de olsa, toplumlar sınıf mücadeleleri ve emperyalist barbarlığa karşı mücadelede bilinçlenerek ilerlemektedir, mücadeleler vermektedir. İnsanlığın geleceği ve umudu, yetersizliklerle de olsa süren devrimci sınıf mücadeleleridir. İnsanlığın tarihsel eğilimi bu mücadelelerden yanadır… Tarihsel ilerleyişi hızlandırmak ve tarih tekerleğini hızlandırmak, insanlığın geleceğini temsil eden Komünist toplum mücadelesinin omuzlarındadır. Bu mücadele devrimci sınıfların proletarya önderliğinde temsil ettiği sınıf mücadelesidir. Bu mücadelenin öncü-önder kurmayı, proletaryanın ideolojik-siyasi-örgütsel önderliğini ifade ve temsil eden Komünist partisidir. Tarih tarafından proletaryanın omuzlarına yüklenen bu sorumluluk, onun seçkin önder, kadro ve üyelerinden oluşan kendi sınıf partileri tarafından, yani Komünist parti aracıyla başarılacak, onun önderliğinde zafere taşınacaktır. Bu zafer, proletarya önderliğinde gerçekleştirilecek sınıf devrimiyle, proletarya ve emekçi sınıfların özgürlüğünden insanlığın özgürlüğüne çıkacak olan Komünist toplum yürüyüşüyle mümkün olacaktır.
‘’Sınıf mücadelesi ve savaşının olmadığı’’ denilen en ‘’durağan’’ tarih ve yerde bile, sınıf savaşımı içten içe de olsa, zayıf ve yetersiz de olsa, kesintisiz biçimde devam etmektedir. Bu, diyalektik kanun olduğu kadar, uzlaşmaz karşıtlığa dayalı köklü düşmanlıktan beslenen sınıflar arası mücadelenin kaçınılmazlığını öngören sınıf mücadeleleri yasasının da tezahürüdür. Dahası, somut sınıf mücadelelerinin mevcut seyridir de… Gerici egemen sınıfların iktidar ederken sömürü, baskı, şiddet, katliam, savaş gibi pratik politikalar uygulamadığı bir tek gün ve hatta bir tek coğrafya gösterilemez ise, bu sınıf savaşımının sürdüğünü açıklar. Ki, bu savaş tek taraflı değil, yönetilen sınıfların mücadelesi veya savaşımına da tanıktır. Sınıf mücadelesinin içeriği tam olarak anlaşıldığında; her hak arayışının, her tepki ve demokratik talebin, her grev ve direnişin, egemen sınıfları muhatap ve hedef alan her ekonomik, demokratik, siyasi hak arayışı ve bunun sözlü ya da eylemsel dillendirilişinin, ücret ve iş koşullarında iyileştirme, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, edebi-sanatsal-akademik üretim alanındaki ilerici çalışmalar, yazınsal ve sözlü propaganda, gazete-dergi çıkarma, etkinlikler düzenleme vb vs bütün bunların sınıf mücadelesi kapsamında yaşanan gelişmeler olduğu görülecektir. Dolayısıyla, devrimci sınıf savaşı ve mücadelesinde, en keskin, en uç-ileri ve silahlı eylem biçimlerinde bir zayıflık ve yetersizlikten haklı olarak söz edilse de, bu, devrimci sınıf mücadelesinin olmadığı-devam etmediği anlamına gelmez… Gerici egemen sınıflar istisnasız olarak her an devrimci sınıf ve halk kitlelerini ezip sömürmektedir. Ezilip sömürülen sınıfların buna rıza göstermesi tasavvur edilemez. Ezilen ve sömürülen dünya bu baskı karşısında sesini her zaman yükseltmese de, sessiz bir protesto içindedir. Bu bir mücadeledir. Bu mücadelenin niteliği pasif ya da uysaldır ama bu yine de bir sınıf mücadelesidir. Kabuklarını parçalamak için beklemekte, patlamak üzere içten içe birikmektedir. Bir kıvılcımın tutuşturabileceği kadar yakın ve güçlüdür bu birikim. Mesele bu kıvılcımın çakılmasında, yani öncü-önder güçlerin sınıf mücadelesinin önünü açıp sosyal pratikte bu bayrağı görülür biçimde ve güven verir tarzda kaldırmasındadır…
Unutmayalım ki, tarihi yazan devrimci halk kitleleri, ezilen-sömürülen büyük yığınlar oldu. Toplumlar tarihini ilerleten onların savaşımıydı. Bundan sonra da tarih aynı dinamiklerin mücadeleleriyle ilerleyecek. Toplumlar tarihi yerinde saplanıp durmayacaksa, bu sınıflar mücadelesinin varlığı ve devam edeceğinin müjdesidir. Bunda kuşkuya yer yoktur… Proletaryanın bayrağı er ya da geç insanlığın umudu olarak yükselecektir!
Yeni Yıl’da bu bayrağın daha güçlü kaldırılması umudu ve özlemiyle, çeşitli millet ve milliyetlerden dünya halkları ve coğrafyamız devrimci sınıf savaşı güçlerine başarılar…