İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanlarından Kasım Süleymani’nin öldürülmesi 2020 yılının hemen başında dünya ama özellikle de Orta Doğu için çok tehlikeli bir sonuç olarak değerlendirildi. Bu suikast, ABD ile İran arasında onlarca yıla dayanan çatışmayı başka bir etaba taşımış oldu. ABD, Orta Doğu müdahale savaşını kaybederek hayli geriledi ve en başlarda varmak istediği hedefin çok çok gerisine düştü. ABD’nin bölgede bu geriye düşüşü ters yönden İran’ın yayılmasına da önemli bir zemin oldu. Binlerce kilometre uzaktan yabancı müdahaleci bir güç olarak bulunması ve yanlış strateji ve planlar uygulaması neticesinde ulaşmak istediği hedeflere ulaşamadı. Şimdi durum daha karmaşık hale gelmiştir. “Orta Doğu’dan çekiliyorum” diyen bir ABD, çekilmek bir yana çeşitli saldırı planlarıyla bölgede kalıcı gözükmektedir. Kasım 2019 tarihli Halkın Günlüğü gazetesinde şu belirlemede bulunmuştuk. “Suriye savaşı ve Orta-Doğu’da yürüyen çatışmalar yeni bir evreye geçmiş oldu. Kimileri bu durumu savaşın sonu olarak değerlendirse de gerçek durum böyle değildir. Bu bölgelere ne yazık ki barış henüz uğramadı. Şimdi on yıla yakındır yürüyen savaş başka bir sürece evirilmiş olsa da, bu yeni süreçle beraber savaşın değişik biçim ve araçları en aktif şekilde devrede tutulacaktır. Besbelli ki Suriye ve bölge savaşı farklı ve öncekinden çok daha belirsizliklerle dolu yeni bir çatışma süreciyle malul olacaktır. Böyle olduğu içindir ki bu yeni durum güç ilişkilerinde ve dengelerinde önemli farklılar ortaya çıkarmıştır. Yeni ittifaklar oluşurken bazı ittifaklar bozulmaktadır ki, tüm bu değişim bölgeyi nerelere götüreceği ve nelere yol açacağı ilerde daha net görülecektir”. Kasım Süleymani’ye yapılan suikast göstermiştir ki durum eskisinden çok daha tehlikeli olaylara gebedir. İran mevcut saldırıyı açıkça bir savaş ilanı olarak algıladı ve görüşümüzce ABD ile İran arasında var olan kırmızıçizgi bu olay ile geçilmiş oldu.
Genelleme yapacak olursak savaştaki amaç düşman güçleri her cepheden yenilgiye uğratmak ve mümkünse düşmanını çökerterek amaçlarına varmasını engellemektir. Karşıtlardan hangisinin zafer kazanacağı en nihayetinde güç ilişkilerine ve dengelere, izlenen strateji ve taktiklere bağlı olsa da savaştaki amaç budur. Bu amaç noktasında bakıldığında ciddi gerileme yaşayan emperyalist ABD ve Rusya’dan sonra bu çatlaktan sızarak bölgede yayılan İran yayılmacı ve despot egemen güçleri olmuştur. Buradaki fark şudur ki ABD gerilemiş de olsa asla amaçlarından vazgeçmiş değil ve müttefiki olan ve bir başka söylemle aktaracak olursak bölgedeki küçük ABD diyebileceğimiz İsrail, İran’ın bölgede gelişmesine ve genişlemesine asla tahammül etmez/etmemiştir. Ve fakat tamda bu kaybetme nedeniyle ABD daha da saldırganlaşmıştır. Hal bu olunca savaşın sertleşmesi ve çok daha yıkıcı sonuçlara doğru ilerlemesi olasıdır. Çünkü İran, ABD’nin ve Orta Doğu ve Körfezdeki müttefikleri için de ciddi bir tehlikedir. Bilinen klasik haliyle değil ama değişik saldırı ve imha saldırılarıyla İran’ın savaş gücünü ve İran adına savaşanları hedefleyecektir. Dengeler burada önem kazanıyor. Rusya’nın tutumunu izlemek ve buradan sonuçlar çıkarmak mümkün olabilir. Rusya emperyalizmi her halükarda çatlaklardan sonuna kadar yararlanacaktır. Fakat öyle gözüküyor ki Rusya mevcut kazançlı durumunu tehlikeye atacak yeni bir kaos ortamına evet demeyecektir. Dahası Rusya Suriye ve Orta Doğu savaşında ABD ile belli düzeyde ve el altında anlaşmış gözükmektedir. Denebilir ki bu türden anlaşmalar pamuk ipliği misalidir ve güvenilmezdir. Doğrudur fakat somut durum ve güç ilişkileri ve ittifaklara bakıldığında ABD çeşitli zamanlara yayılmış sert ve güçlü darbelerle İran güçlerini hırpalar ama çok mecbur kalmadıkça daha fazla ileriye gitmek istemez. Trump’ın “İran asla bir savaş kazanmadı ama müzakereleri de hiç kaybetmedi” söylemi diplomatik dilde “gel görüşelim” çağrısından başka bir anlamı yoktur. Bu çağrı ile benzer olan “İran ile gerilimi azaltmaya hala bağlıyız” açıklamayı ABD Dışişleri bakanı Pampoe yaptı. Yani durum göstermektedir ki ABD, İran’la doğrudan bir savaşı henüz genişletmek istememektedir. ABD bu saldırıyla İran yayılmacılığına bir sınır koyma ihtarı çekmiştir.
Peki, buna karşılık İran’ın tavrı ne olur? Kasım Süleymani’nin öldürülmesi İran’ın despotik egemen güçlerine vurulmuş çok ağır bir darbe olduğu aşikardır. Dahası bu saldırıyla Haşdi Şaabi gibi vekalet güçleri by pass edilerek doğrudan İran hedeflenmiştir. Çünkü Kasım Süleymani İran’ın Suriye ve Irak başta olmak üzere Orta Doğu politikasının mimarı ve beyni olan biriydi. Dolayısıyla İran için böylesi bir ağır saldırıyı hiç değilse psikolojik açıdan kaldırması kolay değildir. Ve böyle olduğu içindir ki Cumhurbaşkanı Ruhani “ABD’den sert intikam alınacaktır” açıklamasında bulundu. “Süleymani’nin kaybını telafi etmek kolay değil. Zira o sadece bir askeri komutan ve kritik operasyonların mimarı değil, aynı zamanda son derece yetenekli bir politikacı ve stratejistti”
İran açısından böyle bir kaybı kabul etmek zor gözükmektedir. “İntikamı alınacak” sözlerine rağmen Cumhurbaşkanı Ruhani Kasım Süleymani’nin cenaze töreni sırasında kız kardeşinin “Süleymani’nin intikamını kim alacak” sorusuna, “hemen olmasa da zamanı ve yeri geldiğinde intikamı alınacaktır” sözleri dikkat çekicidir. “Hemen olmasa da” sözüyle aslında İran yönetiminin dikkatli davrandığı ve aynı çapta karşı bir saldırının kendilerine daha büyük belalar yaratacağının bilincinde olduklarına işarettir. Ayrıca, aynı çapta bir karşı saldırı İran-ABD arası çatışmanın çok ötesine geçerek diğer halk düşmanı haydut devletlerarasında ciddi çatışmalara ve hatta dünya savaşına evirilme tehlikesi yaratacağını bilir. Bu nedenle İran yönetiminin temkinli olduğu anlaşılmaktadır ki İran Dış İşler bakanı Zarif’in “İran bölgede gerilim istemiyor, bölge dışı güçlerin varlığı ve müdahalesi istikrarsızlığa, güvenliğin azalmasına ve gerilimin tırmanmasına yol açar” sözleri durumu çok daha net anlatmaktadır. “Bölge dışı güçler” ABD’den ibaret olmadığına göre ve kendileri de yabacı güç olduklarına göre bir genelleme yaparak mevcut kaosu bir dünya savaşı tehlikesine ilerletmek istemediği açıktır. Kaldı ki bu saldırı durup dururken gelmedi. Bir süre önce Körfezde bir kaç tanker ve Aramco tesislerinin İran tarafından hedef alınarak vurulması sonrasında geldi. Dahası İran ABD’ye ait Drone keşif uçağını vurmuştu. İnkardan gelse de ABD bunun İran tarafından veya İran yanlılarınca yapıldığını bilmektedir.
Bütün bu açıktan söylenenlerin yanı sıra, devletlerarası görüşmeler, diplomatik girişimler vs el altında yürüdüğüne hiç bir şüphe yoktur. İran ya da tersten ABD bölgede birbirlerinin önüne çıkmış takozlardır. Bunun ezen ile ezilen arasında bir çatışma değil, bir nüfuz savaşı olduğu açıktır. Bölgeye egemen olma ve egemenlik kurma savaşı makul bir anlaşma ile sonuçlanmaması durumunda tuzlu su misali içtikçe susayıp yeniden içmeye devam edileceğini biliyoruz. ABD Büyükelçiliğinin sarılması ve Kasım Süleymani’nin vurulması bu nüfuz savaşının birer etblarıdır. Olağanüstü bir gelişme olmadıkça da bu böyle olmaya devam edecektir. Lakin durum sadece İran ve ABD’den ibaret değil. Rusya’nın olası tutumunu yukarıda çok kısaca da olsa açıklamıştık. Türk egemen sınıfları da hiç kuşkusuz devrededir. Sultan Tayyip ve ittifak gücü Ergenekoncuların klasik kınama açıklamaları olacaktır. Ama hemen ardında diplomatik kanallara dönülmesi hatırlatılacaktır. Telefon trafiği yoğunlaşacaktır. Türk egemen sınıfları yayılmacı emellerine ters düşecek bir politikayı kabul etmek istemezler. Buradan bakıldığında Sultan Tayyip, Batı Kürdistan’a verdiği destek dolayısıyla bu saldırıyı ABD aleyhine ele almaya çalışacağı kesindir. Diğer bir yandan ise İran’ın bölgede güç olmasından asla haz etmez. Zira kendileriyle İran arasında süren bölge egemenliği için tarihsel çekişmelerin tecrübeleri bilinmektedir. Bu aralarındaki çekişme bugün için Kürlerden dolayı geriden seyretse de henüz ortadan kalkmış değildir. Dolayısıyla bugün için Kürtlere karşı İran ile aynı mevzide duran Türk egemen sınıfları, İran’ın bölgedeki mevcut gücünden rahatsızdır. İslam dünyasına reis olmak Sultan Tayyip’in bilinen arzusudur. İşte İran’ın bölgede daha da genişlemesi Sultan Tayyip ve ittifak güçleri için İslam dünyasına reis olmaya aykırı bir gelişme olur. Bugünkü durumda eğer Kürdistan korkusu olmasaydı Türk egemen yayılmacıları İran’ın başına geleceklerden en küçük bir rahatsızlık duymayacaktı. Tarihe bakıldığında durumun böyle olduğunu anlatan Osmanlı-Türk çekişmeleri ve savaşları görülür.
Şimdi belli ki Orta-Doğu bölgesi hiç bir güç için güvenli değil. ABD hiç bir zaman güven içinde hareket etmedi/edemeyecektir. Keza, İran, Türkiye, Rusya gibi ülkeler içinde durum budur. Çünkü yabancı güçler olarak buralardaki varlıkları haksızdır. Bu noktada bir yanılsamaya değinelim. Yabancı güçler denildiğinde genellikle sadece akıllara ABD ve Rusya gibi ülkeler gelir. Bu eksik bir yaklaşımdır. Aynı zamanda İran ve Türkiye de bu bölgede işgalci, istilacı güçler olarak durmaktadır. Her şey bir yana Kürdistan topraklarında işgalci ve ilhakçı durumundadırlar. Dolayısıyla bunların bölgedeki varlıkları haklı olamaz. ABD’nin son saldırısına “yabancı” güç söylemini dilinden düşürmeyen Türk egemen sınıflarının kalemşörlerinin yazdıkları, gerçekleri tam olarak anlatmadığı bir yana, temsil ettikleri Türk devlet sisteminin bölgede işlediği cinayetleri, işgal ve yayılmacı emellerini gizlemek amaçlıdır.
ABD-İran çatışmasının bu son raundun kesin olarak neyle sonuçlanacağı bilinmese de büyük tehlikeler ihtiva ettiği aşikardır. Saldırı sadece ABD-İRAN arasında değil, Irak ile Amerika arasında da yeni ve aşılması zor ilişkileri devreye sokacaktır. Zira ABD, Kasım Süleymani ile beraber Mehdi el Mühendis’i de öldürmüştür. Ki, Irak hükümeti esasta İran yönetimine yanlıdır. İran şayet söylediği gibi “çok sert bir intikam” çizgisi izlerse, gidişat tüm kurulu köprülerin yıkılması ve sadece bölge için değil dünyanın içinde bulunduğu politik, askeri ve sosyal şartlar komple değişime uğrar ve bu çok tehlikeli olur. “Sert intikam” çizgisi izlemesi demek İran’ın her olasılığı göze alması demektir. Bu İran için bir yol ayrımı olur ki bu yol ayrımına girmek kolay değildir. Fakat sonuç itibariyle İran ABD’ye karşı yerel “özerk” kuvvetleriyle vuruşacaktır. Bu kesindir. Ve Orta Doğu, Körfez yeni bir savaş sürecinin içindedir. Bu yeni sürecin ortaya çıkaracağı güç ilişkileri, dengeleri geleceği belirlemede tayin edici olacaktır. Mevcut yeni süreç Kürtler için var olan avantajları artırırken, bir diğer yandan büyük hengame içinde hiç beklenmeyen dezavantajları devreye sokabilir. ABD emperyalistleri İran’a karşılık Türk egemenlerine beklenmeyen yeni tavizler hediye edebilir. Ki bu tür bir taviz bir katliamdan başka bir anlamı olmaz.
Fakat şu açıktır ki ne olursa olsun böylesi gerici-haksız savaşların ezilen halklara, inançlara ve uluslara getirisi çok kötüdür. Açlık, sefalet, sürgün, mültecilik ve katliam dışında yoksul halklara getirisi olmamıştır. Emperyalist-kapitalist tüm gerici sistemler dünya halklarına zulüm ve sefalet dışında verdikleri hiç bir şey olmamıştır. Bu dünde bugün de böyledir. En büyük olanından en küçük olanına kadar tüm dünya zalimlerinin alt edilmesi tarihin bir emridir. Lakin bu haklı ve bilimsel emri yerine getirecek ve yeni komünal bir yaşama öncülük edecek ne devrimci kuvvetler yeterlidir ne de ezilen halk kitlelerinin bilinci. O halde iç içe olan bu iki görev için tüm gücümüzle çalışmalıyız.