1917-18’nin Bakü kentinde kimler yaşıyordu ve neler oldu? Bu güzel kentte, Azeri, Ermeni, Malakan, Kürt, Gürcü, Yahudi, Lezgi, Tat, Alman vb. milliyetlerine mensup insanlar yaşıyordu. Ezici çoğunluğu Azeriler ve Ermeniler oluşturuyordu.
Bakü bu anlamda bir Azeri-Ermeni şehriydi. Dili, kültürü, açılım ve hayal dünyası zengin bir şehirdi. Bakü mülk hiyerarşisinde, Ermeni ve Rus sanayicileri ile Azeri gemi sahipleri ve Yahudi bankerleri en üst tabakada yer alıyordu. Bunların altında, çoğunluğunu Ermeni tüccar, esnaf ve zanaatkarların oluşturduğu güçlü bir orta sınıf vardı.
Şehirde, petrol, fabrika, liman, ulaşım vb. gibi alanlarda çalışan güçlü bir işçi sınıfı vardı. Bu sınıfın en vasıflı kesimini, Rus, Ermeni ve Yahudi işçiler; vasıfsızlarını da çoğunluk olarak, Azeri, Gürcü, Kürt, Tat vb. kökenli işçiler oluşturuyordu. Şehrin dış mahallelerinde oldukça kalabalık bir geçici işçi kesimi ile hırsızlar, dilenciler, falcılar, fahişelerden vb. oluşan bir yıkıcı lümpen proleter kesim yer alıyordu.
Bakü’de, 1918’in nisanında, Bolşeviklerin önderlik ettiği, dünyanın ikinci komünü kuruldu ve temmuza kadar, tam doksan yedi gün yaşadı. Paris Komünü ’nü şaşılacak derecede andırıyordu bu Komün. Kısa zamanda, Bakü’de yaşayan tüm dilleri, kültürleri, düşünceleri, hatta sınıf ve tabakaları kucaklayan, kimseyi dıştalamayan bir komün demokrasisini yaşama geçirdi.
Vakit geçirmeden, Güney Kafkasya’daki tarihsel boğazlaşmaların ana nedenini ortadan kaldırmaya yöneldi. Petrolü, bankaları ve toprakları komün mülkü haline getirdi. Komünün bu pratiği, ister istemez, petrol baronlarını, Ermeni ve Rus sanayicilerini, Azeri gemi sahiplerini, tüccarları, aracıları, toprak ağalarını ve inanç aristokrasisini harekete geçirdi. Bu sınıfların siyasi kuruluşları durumunda olan Müsavvat Partisi (Azeri), Taşnak, Menşevik ve Sağ Sosyalistler ile bunların dış bağlantılarını, yani Osmanlı Turancılarını, İngilizleri, Almanları ve Çarlık kalıntısı Kornilov, Yudeniç gibi genaralleri de harekete geçirdi.
Komün, Bakü’nün içinde, 1905 ile 1914 arasındaki grevlerde pişen ve çoğunluğu Ermeni, Rus, Malakan işçilerden oluşan üç bin kişilik silahlı bir birlik kurdu. Sol Sosyalistler, Sol Azeri Himmet ve sol Taşnak ile yakın ittifaka girdi. Bakü içinde en güçlü silahlı örgüt, Batı Ermenistan’daki direnişlerde deneyim kazanan ve geri çekilen Rus ordusunun bıraktığı silahlarla donanan sağ Taşnak’tı. Yedi bin silahlı gücü vardı ve Ermeni halkına dayanıyordu.
Mart olaylarında güç toplamış, Bakü’yü önemli ölçüde kontrolüne almıştı. Şehir fiilen, birbirlerine saldırmayan ama fırsat kollayan ikili bir iktidarın denetimindeydi. Şehrin dışına ise, Azeri egemenlerinin, 1911’de kurdukları Turancı ‘Müsavat Partisi’ ile diğer müslüman egemenler hakimdi. Bunları da, Çarlık Ordusunun boşalan esir kamplarından gelen Osmanlı subayları eğitiyordu.
Bu her iki kesim de Komüne ve onun 26 kişilik Bolşevik Yürütme Konseyine karşıydı. Müsavvat Partisi, Bolşevikleri mülk ve din düşmanı olmakla, Bakü’yü, Taşnak’a teslim etmekle suçluyordu. Bu hem bir sınıf kini hem de milli bir kindi. Ermeni egemenlerinin temsilcisi sağ Taşnak da aynı şekilde Bolşeviklerin önderliğinde kurulan Komün’e karşıydı. Bolşevikler’in Rus ordusunu Batı Ermenistan’dan çekerek, ikinci soykırımın yolunu açtıklarını söylüyorlardı. Taşnak’ın Bolşeviklere duyduğu milli kin, sınıf kinine ağır basıyordu.
Komün ’ün karşısında, iç ve dış olmak üzere iki muhasım güç vardı. Müsavat, Sağ Taşnak, Sağ sosyalistler ve Menşevikler iç muhasımları oluşturuyordu. Turancı Osmanlı Ordusu, İngiliz Ordusu, Alman ordusu ve Çarlık kalıntısı General Yudeniç ve Kolçak yanlıları ise dış muhasımları oluşturuyordu. Bunlar, Komünü devirip Petrol yataklarını ele geçirmek için güç topluyorlardı. Nasıl ki Paris Komünü, kendi düşmanı olan Versay’ın üzerine yürüyüp onu dağıtmadıysa, ona toparlanma fırsatı kazandırıp kendi kuyusunu kazdıysa, Bakü Komünü de kendi kuyusunu kazan iç muhasımlarının üzerine yürümedi, yürüyemedi.
Son derece hassas dengeler üzerinde hareket eden, yeterli güce sahip olmayan Komün, Taşnak’ın, Sağ Sosyalistlerin ve Menşeviklerin Komün içindeki kader örücü ağ faaliyetlerini izlemekle yetindi. Sonunda olan oldu. Bu güçler, söz ve karar birliği ile Komünü ele geçirdiler. Seçim, Komünü ele geçirmenin bir aracı oldu. Turancıların Bakü’ye yaklaştığı bir anda Komünü yıkan bu güçler, 26 kişilik komiserler konseyini tutukladı.
Bakü artık, Komünü yıkıp Merkezi Hazar Diktatörlüğünü kuran burjuva güçlerin elindeydi. Ardından, 4 ağustosta kentin kapısı İngiliz ordusuna açıldı. İçlerinde komün başkanı, Stepan Şaumyan’ın da bulunduğu 26 kişilik Komün Yürütme Konseyi Sağ Sosyalist güçler tarafından götürülüp bir çölde kurşuna dizildi.
Komünü müttefikleriyle birlikte yıkan Taşnak, Bakü’ye tamamen hakim olmuştu ama kaybeden Bakü halkıydı. Ne oldu? Komünün kurduğu birlik parçalandı, yerini kargaşa aldı, Bakü dışında bekleyen güçlere fırsat doğdu. Turancı Osmanlı Ordusu, Enver Paşa’nın üvey kardeşi Nuri Paşa’nın komutasında, Müsavat Partisi’nin de katılımıyla saldırıya geçti. İç birliği kalmayan, direnme gücü zaafa uğrayan Bakü’nün düşeceğini anlayan İngiliz ordusu, kanlı bir mağlubiyet ihtimalini hesaba katarak şehirden çekildi.
Şehri işgal eden Turancılar, Ermeni halkından 20 bini aşkın insanı, labirenti andıran iç şehirin dar sokaklarında ve diğer mahallelerinde hunharca katlettiler, geride kalanların bir bölümünü de Müsavat Partisi taraftarları, mart ayında katledilen üç bin Azerinin öcünü alma gerekçesiyle şehirden sürdüler. Bir Azeri-Ermeni şehri olan o güzelim Bakü, gövdesinin, dilinin ve ruhunun yarısını kaybetmiş, kazıklar ve sondaj platformları üstünde kurulan bir petrol ve kan şehrine kesmişti
Komün yıkılmasaydı, birliğini korusaydı, Bakü’yü Turancılar ele geçirebilir miydi? Hiç sanmıyorum. Çünkü Gence’den Bakü’ye ilerleyen Turancılarla Bolşevikler ve müttefikleri olan sol Taşnak taraftarları cebelleşiyordu. Kaldı ki Turancılar, Almanlarla petrol konusunda bozuşmuşlardı ve şehri fazla kuşatma altında tutacak bir tarihsel şansa da sahip değillerdi. Mondoros mütarekesi ilan edilmek üzereydi. Bu mütareke ile geri çekilmek zorunda kalacaklardı.
Sonuçta, Bakü Osmanlı Turancılarına kalmadığı gibi Müsavat’a da kalmadı. Üç yıldır, emperyalist destekli beyaz orduları tepeleye tepeleye kuzeyden gelen Kızıl Ordu, Kafkasya’yı mezbahaneye çeviren tüm mülk sahiplerinin ve onların burjuva cumhuriyetlerinin egemenliklerine son verdi. Kurşuna dizilen 26 Bolşevik’in çölden cesetlerini çıkardı, ve hepsini Bakü merkezinde yaptırdığı bir anıt mezara yerleştirdi. Heykellerini diktirdi, adlarını caddelere, köylere, şehirlere verdi. İyi mi oldu, kötü mü oldu bu da tartışılır. Ama hiç değilse, 70 yıl, sömürücü sınıfların sevk ve idaresinde, birbirlerini boğazlamadı Kafkas halkları.
Peki ne oldu bu son otuz yıl içinde? Azeri burjuvazisi, Karabağı (Artsakh) ilhak etmeye kalkıştı. Bakü yakınlarında Sumgayıt katliamını yaptı. Kurşuna dizilen 26 Komün önderinin anıt mezarını, azgın bir sınıf kiniyle yıktı. Üzerine Ticaret Binası inşa etti. Onların adını tüm caddelerden, yerleşim yerlerinden sildi.
Ermeni burjuvazisi ne yaptı peki? O da Karabağ’ı ve onun çevresindeki Azerbaycan topraklarını işgal etti. Hocali katliamını yaptı. 26 Bakü Komiserlerinden ve Azerbaycan’ın ilk Bolşeviklerinden Meşedi Azizbeyov’un Erivan’daki bir meydana verilen adını fizikçi Sakharov’un adıyla değiştirdi. Meydandaki heykelini de kaldırdı. Bu noktada örnek tavrı Karabağ (Artsakh) halkı gösterdi. Başkent Stepanakert’in adını değiştirmedi.
O günden günümüze kadar, otuz yılda, 30 bin insan öldürüldü, bir milyondan fazla insan da yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda bırakıldı. Halklara, kendi aralarında ciddi bir sorunun olmadığını anlatmak durumundayız. Bakü petrollerini sömüren BP, Amaco, Lukoil gibi tekelleri; Kafkasya’ya silah satan tekelleri ve tüm bu küresel vantuzların oynadıkları rolleri ve Kafkas burjuvazisiyle kurdukları karmaşık, karanlık çıkar ilişkilerini anlatmak durumundayız.
Bir Azeri milliyetçisinin Ermeni halkına, Bir Ermeni milliyetçisinin de Azeri halkına anlatacağı pek fazla bir şey yok. Ama bizim var. Yeter ki tüm yönleriyle, çıplak ve yalın bir şekilde, ısrarla ortaya koyabilelim gerçeği. Halkın, akıl ve aksiyon duygusu gerçeğe açıktır. Kendini anlatabilecek ve vicdanlarda yankılanabilecek tek şeydir gerçek. Evet, böylesine güzel bir şeydir. Her şeydir.