Bizimle iletişime geçin

Makale

Baba Tâhir-i Uryân- I

Hem beyinsiz kafasından hem de vücudundan memnundur ve aynı zamanda her ikisine de karşıdır. Bu bağıntısızlıkla mayalanmıştır yaşam. Her yer onundur ve hiçbir yer onun değildir. Düzeni altüst olan, yurtsuz yuvasız birisi olarak gösterir kendini şiirinde. Ona yakışan bir durumdur bu. Onun dünyasında, sahiplik kavramı olmadığı için mekanın sahibi yoktur.

 Baba Tâhir, yaşam tarzı olarak, Kalenderilerin Burak Baba’sını anımsatıyor bana. Doğrudanlık ve çıplaklık bakımından doğanın insan suretine girmiş bir biçimi gibidir. Okuma yazma bilmeyen bir oduncu olduğu söyleniyor. Okuma yazma bilmediği doğru değil. Bir ara medreseye girmiş, ama üst tabakalara mensup öğrenciler, bu gam hamalının, görünüş ve davranış olarak medrese meşrebine ters düştüğünü görmüş, dıştalamışlardı. O da bir daha gitmemişti medreseye.

 Kendisine ait bir avuç toprak parçası yoktur, çünkü çıplak bir dünyaya çıplak doğmuştur. Doğum ve ölüm de çıplaktır. O, bu iki çıplak hakikat arasındaki giyinikliği ve mülk sahibi olma halini, hakikatin çıplak doğasına yakıştıramamaktadır. Yer döşektir, gök yorgan, bir tuğla veya taş ise yastıktır onun için. Kimsesizlikten doğmuş bir kimsesizdir. Şehirde de zaten kendi deyimiyle, “Herkes diyor ki; Tâhir’in kimsesi yoktur.”

 Babanın döneminde, beş büyük ana ticaret yolunun Bağdat’tan geçip Mekke’ye ulaşan ve adına, “şehrâh-ı cenûbî” ya da Mekke Yolu dedikleri en büyüğü, Hemedan’dan geçmektedir. Baba, gündüzleri bazen dokumacıların, seramikçilerin, attarların, debbağların ve büyük pazarın bulunduğu şehir merkezinde, bazen de toprak damlı evlerin iç içe geçtiği mahallelerin daracık sokaklarında, çocuk seslerinin, eşek anırışlarının, dilencilerin, delilerin, derbeder köpeklerin ve tavuk gıdgıdaklarının sefil dünyasında çıplak veya yarı çıplak gezinip durur. Şehrin dışına, zenginlere ait su kaynaklarının, bereketli toprakların, güzel bahçelerin bulunduğu alanlara da açıldığı olur. 

 Babaya en çok acıyanlar kadınlardır. Pencerelerden, kapı aralıklarından, duvar deliklerinden onu izlerlerler. Baş örtülerinin çepeçevre sardığı yüzler, duygu haleleri gibi ayı çağrıştırır. Geceleri, en çok ayı seyreder Baba. Ay aşığıdır. Varlığın özünde gülümseyen aşk, Ayda da gülümsemektedir. “Ay parçasının yüzüne hayranım,” der şiirinde. Yıldızları okur. Gam ile mayalanmış kendine özgü sufi bir duygunun kuyumcusudur o an. Durumunu şöyle anlatır:

“Ben öyle bir gönül eriyim ki, adım kalender

Ne evim var ne barkım ne manastırım var ne tekkem Gündüz oldu mu mahallenin civârında döner dururum Gece olunca da başımı kerpiçlere kor uyurum.”

 Elbise sorununu halka devretmiş, rühani ve cismani üryanlığı giyinmiştir. Gövdesiyle upuzun saçlı ve sakallı kafasını, bağlantısı olmayan iki ayrı varlık gibi hissetmektedir. Şehir yoksulları gibi onun da en büyük sorunu, beslenme sorunudur: 

 “Bu memlekette benim için beslenme yoktur 

 Geceleri yerim, gündüzleri ise yemeğim yoktur 

 İçinde beyin olmayan bir kafam var 

 Kafasına aldırmayan bir vücudum var.”

 Hem beyinsiz kafasından hem de vücudundan memnundur ve aynı zamanda her ikisine de karşıdır. Bu bağıntısızlıkla mayalanmıştır yaşam. Her yer onundur ve hiçbir yer onun değildir. Düzeni altüst olan, yurtsuz yuvasız birisi olarak gösterir kendini şiirinde. Ona yakışan bir durumdur bu. Onun dünyasında, sahiplik kavramı olmadığı için mekanın sahibi yoktur. Şöyle dile getirir mekansızlığını: 

 “Benim gibi bir bağrı yanık pervane yoktur 

 Dünyada benim gibi bir divane yoktur 

 Bütün yılanların ve karıncaların yuvası vardır

 Divane olan benim viranem yoktur.”

 Baba, üzüm şarabı gibi parlayan geceyi sever. Gece, varlığın sırrı ve hazinesi gibidir. Gece sınırsızlıktır. “Siyahın üstüne başka bir renk yoktur,” der. Yüreğini dinler. Yüreği gam yüküdür, gamında aşk ateşi, aşk ateşinde ise gönül ve can yanığı vardır. Seyrettiği yıldızlar, ay ve karanlık ona, bal dudaklı, yasemin vücutlu sevgiliyi çağırmayı telkin edince hasret kesilir, ısınır, alev alev olur vücudu. “İki zülfün Rübâb’ımın telidir”, “gel de derdini, kalbime koy,” diye çağırır olanca sessizliği ile. Ama sevgili işkillidir ve ayak diretmektedir; giderse, Baba Üryan’ın kucağında, “ateşte gümüşün ve suda şekerin eridiği gibi” eriyeceğinden korkmaktadır.

 Peki, sevgili nerdedir? Baba Tâhir için sevgili her yerdedir. Kerpiç damların içinde yokluk mumu gibi içten içe ışımaktadır. “Gönlün lale toplayanıdır,” o. Sevdiği için sarhoştur. Görme kudretine erişmiştir sevgi sarhoşluğu onu. Her yerde görür sevgiliyi. Sevgiliyi her yerde gören insanlar, onun gözünde mutlu insanlardır:

“Ne mutlu onlara ki başla ayağı ayırt edemezler

Alev içinde kuru ile yaşı ayırt edemezler

İster kilise veya Kâbe, isterse puthane veya meyhane olsun

Sevgilinin olmadığı bir sarayı düşünemezler.”

 Ancak babanın sevgilisi, bu toprak damlar, izbeler ve yıldızlar aleminde, onun bu görkemli aşkını duyumsayacak, içine alacak durumda değildir. Baba bunun farkındadır. Onun için, “İnleyişlerim yüreğine yol bulmuyor/ Sanki yüreğin Hara taşından daha serttir,” der.

 Kadınlar, ulu bir divane olarak gördükleri Baba’ya ilgi duymakta ama onun gibi açılma cesareti gösterememektedirler. Aşk, Baba’nın en cesur olduğu alandır. Şiirinde:

“Âşık olan canından korkmaz

Zincirden, zindandan korkmaz

Âşığın gönlü aç bir kurt gibidir

Çobanın heyheyinden korkmaz,” der. (Çeviri: Kul Seyyid)

 Baba’nın yaşadığı Hemedan, acılar ve kırımlar şehridir. Elvend dağındaki iki büyük kaya, biri Büyük Darius’a, diğeri oğlu Xerxes’e ait olan, üzeri çivi yazılı kitâbe buna tanıktır. En büyük kırımı, islamlaşma döneminde, Arap emirlerinden görmüştür Hemedan. Rahipler, karşı koyanlar ve tapınaklar yokedilmiştir. Kültür ve inanç kırımı derindir. Zerdüşt bir şehre, “Kürt yattım, Arap kalktım,” dedirten bir durumdur. Baba Tahir ile aynı dönemde yaşayan Baba Serhenge Dewdani‘ye, “Kürt dinini canlandırmak için çocuklarla birlikte araziyi arıyoruz,” dedirten bir durumdur. Daha sonra, 931’de, kökü Deylemli henadanlara dayanan Ziyârî Emîri Merdâvic b. Ziyâr’a karşı halkın başlattığı isyan, kılıçtan geçirilmeleriyle sonuçlanmıştır. Bunu, 955’te korkunç bir deprem izlemiş, depremi de 962’de geniş çaplı ve oldukça kanlı bir mezhep kavgası izleyince yaşam zerresine kadar acıya ve gama kesmiştir. Üç asırı aşkın, kanlı bir geçmişin, acının ve gamın ürünüdür bir bakıma Baba Uryân. 

 Onun için Hemedan, hem yerel zalimlerin hem de nereden, ne zaman geleceği belli olmayan dış istilaların harlandırdığı bir gam şehri olarak yerleşir tüm duygulara. Divaneler, ziyaretlere ve falcılara sordukları gibi gider, Medlerden kalma büyük aslan heykeline, Mücesseme-i Seng-i Şîr’e de sorarlar şehrin kaderini. 

 Hemedanda gam, acının özü ve anlamıdır; insanı kılıç ve ateş çarmıhına geren şeydir. Yaşamı hissetmek, acıyı hissetmekten geçer bu şehirde. “Gönlümü avutan gamdır,” der, Uryân Baba. Gamı her an hissetmektedir. “Bu ne biçim manastırdır ki meceni (yörüngesi) ateştir. Bu nasıl çöldür ki toprağı kan içer,” diye mırıldanır. İşi gücü gam devşirmek, her bağrı yanığa ait gamın inleme sesini dinlemektir. Şöyle diyor:

“Gamın inleme sesini, onu toplayan bilir 

Halis kalbin ayarını fidan bilir 

Gelin ey bağrı yanıklar beraberce inleyelim 

Çünkü bağrı yanığın kıymetini bağrı yanık bilir.”

 Hemedanlı bir bağrı yanık için dünya bir gam yüzüğü ise, Hemedan onun taşıdır. Dünya acılar, haksızlıklar ve açlık dünyasıdır Baba’nın gözünde. Böylesi bir dünya, insanda dert ile aşk yaratmıyorsa o insan insan değildir. Onun için derki:

“Derdi olmayanın ölmesi daha iyidir 

Dert ile aşkı olmayan yüreğin solması daha iyidir 

Sabahları bülbül çiçek dalında şöyle diyor ki, 

Kimin aşkı yoksa ölse daha iyidir.”



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler