Seçimler üzerinden kendi aralarında çekişen büyük sermaye bloklarının esas olarak gündemi belirlediği bu süreçte, sosyalist işçi sınıfı hareketi adına henüz yeterince güçlü eleştirel bir siyaset dilinin ortaya çıkmaması nedeniyle, esen burjuva reformizmine karşı güçlü bir devrimci siyasal barikatın oluşması zaman alacak gibi görünüyor. Bu durum, iktidarı elinde tutan gerici faşist egemen güçlere karşı kendisini toplumun ezici çoğunluğu nezdinde alternatif bir çözüm gücü olarak gören sosyalist demokrasi güçlerinin, “Altılı Masa” şeklinde kendisini ifade eden burjuva muhalif cephenin siyasal, yönetsel ve ekonomik programına karşıda bağımsız bayrağını güvenle yükseklere çekmeyeceği anlamına da gelmez. “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” özdeyişinin adeta tavan yaptığı bu özgül koşullarda, devrimci proletarya açısından burjuva reformizmin diyalektik kodlarını çözümleyip açığa çıkarmak ve halkın ileri kesimlerine göstermek ertelenemez bir tarihsel görevdir.
Küçük burjuva sosyalistlerinin reformizm bataklığına saplanmak noktasında oldukça güçlü sınıfsal bir eğilim gösterdikleri tarihi tecrübelerle sabittir. Politik arenada kendisini son dönemlerde belirgin bir şekilde; “Siyaseten biraz nefes almak, rahatlamak…” gibi argümanlarla ifade eden bazı tartışmalı eğilimler güç kazanmaktadır. Bu bahsini ettiğimiz dönemin ana akım eğilimi iki kanada ayrılmaktadır. Bir kısmı burjuvazinin muhalif kanadıyla en azından cumhurbaşkanlığı seçimlerinde taktik bir ittifak yaparak iktidarda uzun süredir semirterek şişen savaş kliğini bunun aracılığıyla geriletmek ve böylece demokratik güçlerin bir nebze nefeslenip toparlanması için gerekli zaman ve fırsat yaratmak seklinde bir tezi öne sürerek oportünizme ve burjuva sınıf iş birliğine düşen bir eğilim olarak kendisini göstermektedir.
Bu eğilimde ifadesini bulan taktik politik önermeler, eğer ideolojik eleştirilere tabi tutularak açıklığa kavuşturulmazsa, sınıfsal tutuma dair ideolojik bir sapma ve uzun vadede objektif olarak tasfiyeci rizikolar barındırmaktadır. Tabi ki bu sorunlu tutumların bir kısmı politik kavrayışsızlıklarımızdan kaynaklanabiliyorken, bir kısmı da dönemin ağır koşullarının tetiklediği ideolojik öz güven sendromu ve taktik bilincin proleter berraklığını gölgeleyen Avrupa merkezci “demokratik sosyalizm” rüzgarının olumsuz ideolojik etkilerinden kaynaklanmaktadır. Marks ve Engels yoldaşın bilimsel kuramını ikinci enternasyonalde revize eden anlayışları kendisine tarihsel arka plan yapan Avrupa sol orjinli revizyonist politik ve entelektüel düşün dünyasının Yunanistan işçi sınıfı örneğindeki emek hareketleri üzerinde olduğu gibi Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı üzerinde de etkileri gelişmektedir.
İkinci en güçlü eğilim ise; halkın ve demokratik güçlerin zor koşullardan geçtiği ve bu koşulların daha da kötüye gidebileceği yönündeki mağduriyet siyasetiyle zaten bir sosyal devrimi mümkün görmediği için çözüm olarak gözünü kamaştıran burjuva reformist programlara sorgusuz sualsiz ricat etmek şeklinde kendisini göstermektedir. Devrimci saflarda oportünist bir orta sınıf hareketi olarak kararsız duran bu çoğunluk felsefi olarak teknolojik gelişmelerin sosyalist devrimleri artık olanaksız kıldığı yönündeki post modern çağın burjuva paradigmalarından beslenmektedirler.
Burjuvazinin üretim, iletişim ve askeri alanlardaki yapay zeka yazılımlı teknolojik evriminin devasa boyutlara doğru ilerlediği, yeraltı mücadelesinin koşullarının artık eski devrim romanlarındaki haliyle bir nostalji olarak tarihin tozlu raflarındaki yerini aldığı, aynı zamanda devrimci zorun zaten bizim irademiz dışında bir tarihsel yasa olarak miladını doldurduğu ve dolayısıyla bir sosyal devrimin artık imkansız olduğu gibi nedenlerle burjuva sermaye bayrağının altına girebilmenin kendilerince meşru sebeplerini yüksek sesle ilan edebilmektedirler. Hatta bu kesimlerin, kendilerini kaptırdıkları reformist illüzyonların ufkundan işçi sınıfı adına siyaset yapma zahmetinden vazgeçme yönlü eğilimleri de bizler açısından anlaşılır bir durumdur.
Mangalda kül bırakmayan keskin küçük burjuva radikal eğilimlerin nasıl atom altı parçacıkları gibi aniden sıçrayarak burjuva reformist kulvarlara ricat ettiğine dair de epey tecrübede toplamış olduk bu arada. Trajikomik olanı da Bob Avakian’ın “Yeni Komünizm” tezlerinin savunuculuğunu yapan bazı kesimlerin seçim sürecinde devrimci pozisyon alan SMF özgülündeki sosyalist demokratik kuvvetlere İbrahim Kaypakkaya adına yapmaya çalıştığı radikal nasihatlerdir.
Halbuki burjuva adayları boykot etme tavrını kamuoyu ile paylaşan Sosyalist Meclisler Federasyonu tabiri caiz ise büyük bir açık yüreklilikle; “Benim bu seçimlerdeki niyetim sosyalist devrim için proletarya lehine koşullardan yararlanmaktır” benzeri açıklama yapmasına rağmen, Bob Avakian’ın son ABD seçimlerinde Donald Trump nezdinde faşizmi geriletmek için Demokrat Parti adayı Joe Biden’i desteklediğini unutan bu küçük burjuva kesimler, öküz altında buzağı aramaya devam ettiler.
Biz sosyalist demokrasi aktivistleri olarak her devrimci taktiğin kendi tarihsel doğasının bir ürünü olabileceğinin farkındayız. Ama bazı taktik yaklaşımların kendisine içkin doğası, esnekliği ve tavizleri gerektiriyor olmasına rağmen nihayetinde işçi sınıfının egemen bir sınıf olma yolundaki stratejik hedeflerini gözeten bir ilkeyle bu araçların esas olarak bir ilişki içinde ele alınmasını gerektirir. Bir komünist partisinin, burjuva düzen içerisinde işlerin eskisinden daha kötü gitmeye başladığı bir ekonomik, siyasi ve yönetsel süreçte, önderlik ettiği emekçi kitlelere, devleti eski geleneksel normlarla yönetmeyi taahhüt altına alan ikinci büyük sermaye kanadını adres olarak göstermesinin ideolojik bir kırılma ve sapmaya yol açacağı rahatlıkla ön görülebilinir. Aynı zamanda bu ilkesiz tutum, bilimsel temellerle yeniden muhasebesi yapılarak bilinçlerde düzeltilmediği taktirde, trajik bir şekilde kendi tarihsel öncülük rolünü kendi eliyle reddetmek ve ideolojik yenilgiye kapıyı aralamak kadar sorunsal bir sürecin habercisine dönüşebilecektir…
Devam edecek…