Bilgi çoğaldıkça bilgisizliğin kara deliklerinde gözden kaybolmakta olan bir insanlık gerçekliği ile karşı karşıyayız artık. İletişime dayalı teknolojik devrimler, insan iç görüsünü ve ufkunu aydınlatmaktan öte, tarihte eşi görülmemiş bir tarzda, fabrika mekaniğinden artta kalan bilince dair parçalarını adeta atomize etmektedir.
Bilginin bilgisizlik, akıllı makinelerin ise akılsızlık doğurduğu yeni bir çağa doğru ilerliyoruz. Tarih bilimi alanındaki üretimler, merkezinde olguların değil, bir meta- marka olarak iş bölümüne dair salt mesleğin olduğu Post Modern tarihçilikten, yapay zekaların üreteceği tarih metinlerine doğru evirilmektedir. Maddi karşılığı olan tarihsel veriler yerine insan yapımı laboratuvar ve ofislerde yapay üretilen piyasa verilerinin ışığındaki politik analizlere, Kazakistan halk ayaklanması ile ilgili değerlendirmelerde rastlamak mümkündür. İnsanın artık kendisinden başka her şeye dönüştüğü “Modüler” prototipi, taklit ile gerçek, somut ile soyut, yapay ile orijin ve doğru ile eğrelti arasındaki farkı idrak edecek yetenekten yoksun bıraktığı için, Burjuva metinler popüler olarak rağbet görmektedirler.
Kazakistan halk ayaklanmasında temel güç olan işçi sınıfı, tarihsel olarak Sovyet sosyalizminin bir bileşeniydi. Tarihin nesnesi olan maddi süreçlerin yansıması olarak kendisini yeniden gerçekleştiren bilinç, iki aşamalı tarihsel bir engeli aşarak yeni bir senteze ulaştı. Bu iki aşamalı boyut, Rus Sosyal Emperyalizmi ve açıktan tekelci kapitalizm dönemidir. Devrim ve halk hareketlerinin önemli bir merkezinin, eski reel sosyalizmin jeopolitik tarihsel alanlarına doğru kaymış olmasının emareleri güçlü bir şekilde kendisini ele vermektedir. Olası hareketlerin domino etkisi gösterebileceğine dair emperyalist karargâhların bir tedirginlik yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Kazakistan’daki devasa doğal kaynaklar, küçük bir oligark kesimi inanılmaz ölçüde zengin yaparken, halkın çoğunluğu yoksulluk ve sefalet sınırlarında yaşamaktadır. Neo liberal sistemle ekonomik entegrasyon ve büyümeye rağmen, yoksulluk artmakta ve biriken servetler bir avuç insanın cebine girmektedir. Neo liberalizmin talanına sonuna kadar kapısını açan Kazakistan’da üretim güçleri de sağlıksız gelişmektedir. Ülke nüfusunun yarısı kırsalda yaşamasına rağmen, tarımın ülke üretimindeki payı yüzde beşi geçememektedir. Sanayi ise yüzde 35’lerle çoğunluk bir üretici sektör haline gelememiştir. Ayrıca sanayisi madenlerin işlenmeden ham olarak satılmasının yanında, en alt sanayi kolu olan metalürji alanında gelişmiştir. Yeraltı maden ve enerji zenginliklerinin oligarklar tarafından emperyalist tekellere peşkeş çekilmesi üzerinden bir talan ve azınlık zenginleşmesi yaşanmaktadır.
Protestoların sınıf nitelikli sosyal hareketler olduğu ve işçi grevlerinin sürekli olduğu yer olan Janaozen de petrol işçilerinin öncülüğünde geliştiği anlaşılıyor. Bu bölgede yıllar önce bir grevin bastırılmasında toplu işçi katliamı gerçekleşmişti. Bugünkü direniş de başlangıçta ücret, çalışma koşulları ve örgütlenme özgürlüğü gibi taleplerle başlayıp genel greve dönüştü. Sonra siyasi iktidar ve anayasanın değişmesi gibi ileri taleplerle bütün ülkeye yayıldı. Bu olayları tetikleyen merkez kaç üssünde, geçen yıl ABD’li Chevron enerji tekelinin çoğunluk hissesine sahip olduğu şirketten 40 bin işçi işten kovulmuştu. Ayaklanmanın yönü bu anlamda bir yanıyla uluslararası emperyalist tekellere yöneldi. Çünkü işbirlikçi kukla oligark kast ile emperyalist sermayenin arasındaki neo liberal talan ilişkisi nedeniyle ulusal niteliği olan bir sınıf gelişmemişti.
Hükümet, ayaklanmanın kalbi olan petrol ve maden bölgelerinde küçük ortaklık, kira ve hammadde pay parası alıyor, işçilerin ücretlerini bizzat yabancı şirketler belirliyordu. Bir hamlede, yabancı şirketler tarafından 40 bin işçinin işine son verilmesine hükümet kayıtsız kalmıştı. Enerji ve maden alanında ki işçi sınıfı çeşitli milliyetlerden göçmen özellikleri de gösteriyordu.
Devrimci kalkışmanın ikinci büyük müttefikinin, banliyö ve gettolara istiflenmiş işsizler sınıfı olduğu anlaşılıyor. Bahsettiğimiz ihtisas alanındaki işçi sınıfının yüzde 75’i bu ayaklanmayı destekledi. Cephaneliklerin basılması, plakasız araçlar ile silah tedarikleri, hükümet binaları ve uluslararası havaalanında gerçekleşen silahlı işgaller, isyanın devleti hedefleyip parçalamak istediğini açık bir şekilde gösteriyor. Banka ve finans kuruluşlarının hedeflenmesi, polis ve askeri öğrencilerin silah ve depolarının ele geçirilmesi ve ayriyeten şehirde bulunan yedi silah dükkanında ki malzemelere el koyulması, isyanın politik niteliğine dair önemli ip uçlarını ele veriyor.
Kazakistan içişleri bakanı Turgumbayev’in basına verdiği demeçten öğrenebildiğimiz en dikkat çekici “ayrıntı” ise ayaklanmacıların, olayların bu kritik aşamasında bir talepte bulunmayıp müzakerelere yanaşmamış olmasıdır. Böylece Kazakistan işçi hareketi, varoşlarda önceden birikip büyümüş olan işsizler sınıfı ve asgari ücretin altında kıt kanaat yaşayan göçmen işçiler ile birlikte hoşnutsuz halkın önemli bir bölümünün desteğini alarak, üretim araç ve ilişkilerini denetleyen baskıcı bir makine olan devleti tepelemeye yöneldi. Bu durum, maddi üretim güçleri ile üretim ilişkilerini belirleyen nitelikler ile çatışmanın dolaysızlığından başka bir şey değildi.
Cumhurbaşkanının İslami terör ve yabancı savaşçılar söylemi, içte gelişen hareketin sınıf niteliğini gizlemeye ve kendi katliamlarına uluslararası meşruiyet kazandırma çabasından ileri geliyordu. Evet doğrudur isyana çomak sokma girişimleri oldu. ABD ve İngiltere’den misyon tesis etmek için maddi destek sağlayan sivil toplum kuruluşları orada mevcuttu. USAID, NED ve SOROS milyonlarca dolar programlarla isyanı manipüle etmek istedi. İsyanla beraber sosyal medyada derhal beliren “Kazakbaharı” uzmanları (Hastoglar) müdahalede bulunmaya çalıştıysalar da etkili olamadılar. Muhtar Ablyazov gibi sürgünde bulunan burjuva muhalifler, Ukrayna medyasının desteğini alarak isyanı saptırıp çalmak için kurdukları telefon hattı ise bir işe yaramadı. Yine Polonya merkezli NEXTA kanalının Net Blocks yolu ile eylemciler için taktikler yayınlaması, halk ayaklanmasını saptırmaya dönük etkisiz girişimlerden biri olarak kaldı.
Burjuva modernistlerin yanıldığı bir nokta vardı: Yönetenlerle yönetilenler arasında ki ilişkinin niteliğini esasta belirleyen, egemen sınıfların kendi aralarındaki pazar dalaşı değildir. Marks’ın deyimi ile, dolaysız üreticilerin ödenmemiş artık emeğine el koymanın özel ekonomik biçimi olan üretim ilişkileri, esasta yönetenle yönetilen arasında ki çelişkileri belirler. Burada, birincisi, etkileyen ve dışsaldır ama ikincisi ise içsel ve belirleyici olandır. Bu anlamda, Kazakistan halk hareketinin gerçek olgular ile değerlendirilmesini, Diyalektik Materyalizmden yoksun anti komünistlerden ve Marksizm’in, saptırılıp kavramsal mutasyona uğramış Post modern versiyonlarından bekleyemeyiz. Onlar için tarih, ekonomi ve siyaset denkleminde halklar yoktur.
Kazakistan stratejik konumu nedeniyle ile Çin ve Güney Asya’nın hızla büyüyen pazarlarını, Hazar Denizindeki liman yolu ile Rusya ve Avrupa pazarları ile birleştirmektedir. Avustralya’dan sonra yüzde 35 pazar payı ile dünyanın en büyük ikinci uranyum rezervlerinin sahibi ve ayrıca Çin’in “Kuşak ve Yol” projesinde kilit bir nokta olması gibi sebepler Kazakistan’ın uluslararası denklemde önemini artırıyor. Batı ve Doğu blokları ile denge siyaseti uygulayan Kazakistan’da Britanya ticaret hukuku işletilmektedir. Latin alfabesine geçiş kararı, 19 milyonluk nüfusun yüzde yirmisine denk gelen Rus asıllı azınlık için Rusça eğitimin sınırlandırılması ve başka ülkelerden Kazak asıllı insanların ülkeye getirilip konut- iş imkanları tanınması gibi nedenlerden Rusya ile ilişkilerinde problem yaşamıştı. Bu gerçeklerin ışığında bakıldığında, Rusya’nın Kolektif Güvenlik Anlaşmasını Truva atı olarak kullanıp bölgeye girerek, bu krizi fırsata çevirmek istediğini anlamak zor değildir. Ayrıca, Baykonur uzay üssü ve füze test alanlarına ev sahipliği yapması nedeniyle Kazakistan Rusya açısından askeri olarak da stratejik bir önemdedir ve bu olgular dikkate alınmaksızın halk isyanının sınıfsal enerjisi anlaşılamaz.
İsyanın talepleri, işbirlikçi oligarşik yapıyı tasfiyeye zorlayacak nitelikteydi. Cumhurbaşkanlığının ve Anayasanın lağvedilmesi ve ayrıca siyasi tutsakların serbest bırakılması gibi talepleri de içeriyordu. Ordunun halk hareketi karşısında hayırhah tutum sergileyerek savaşmakta isteksiz davranması ve özel güçlerin katliamlara girişmesi hareketin toplumsal ciddiyetini ele veriyordu. Komünist partinin yokluğu, uluslararası destekten yoksunluk, orantısız güç denkleminde ve sürek avından kitleleri koruyacak düzenli bir milis kuvvetinin olmayışı gibi nedenlerle geri çekilme yaşandı. Ama şüphe edilmez ki şimdilik, bu hareket uzun süredir motorize olduğu çekirdek ayarlarına doğru esneyecektir. Zira bu çekirdek bölgelerin mazisi patlamalarla dolu.
Kazakistan işçi sınıfı, sistemin krizini ve dolayısıyla kendisi ile ilişkisini görerek başkaldırmış ama içinde bulunduğu koşullar, talepleri ve hedefleri doğrultusunda durumu değiştirecek sübjektif araçlara; yani sınıfın hareketini hedeflerinde koordine edip kararlı kılacak sınıf partisinden yoksunluğu nedeniyle başarısız kaldı; kopuşu gerçekleştiremedi ve geri, yatağına doğru çekildi. Marksizm’e göre işçi ayaklanmalarının politik ontolojisi, maddi koşulların içinde bulunduğu “an” vasıtası ile gerçekleşmektedir. Yani işçinin kapitalizmin varlığını reddetme ifadesi olarak “Ayaklanma” formu, yine işçinin içinde bulunduğu maddi koşulları “an” yolu ile anlamasından ileri geliyor. Sistemin krizini yine sistemin kendisine doğru çevirerek politize etme eğiliminin tam teşekküllü bir formasyona doğru sıçrayarak tamamlanmış olmayışının sebebi, komünist örgütlenme ve öncülüğün olmayışından ileri gelmektedir.
Bu tarihsel anların bir kopuş ile sonuçlanıp, eski dünyaya ait zaman ve mekandan kurtulmak için, devrimci tarihsel öznelere zorunlu ihtiyaç vardır. Kavramlar sınıfsaldır ve gerçek yaşamda ters yüz durmaktadırlar. Anti sosyal ve vandalist olan ayaklanmacılar değil, bizzat Neo Liberal vahşi politikalar ve bunların yol açtığı Sosyoekonomik ilişkilerdir. Doğum ve ölüm ikileminde kendisini var eden biricik insan yaşamını bizzat ticaretin ve sermayenin bir aracına koşullayan bu vahşi ve barbar yasalara zor ile karşı koymak meşru olduğu gibi, yabancılaşmış öz varlığa karşı, yine insan tarafından yapılan devasa bir doğal müdahaledir ve sosyal dönüşümü ve tarihsel ilerleyişi sürdürecek olan da bu müdahalelerdir. Nereye kadar sorusu anlamsızdır; komünizme varana kadar bu müdahaleler yani devrimler kaçınılmazdır.