Bizimle iletişime geçin

Makale

ABD Seçimleri ve Düşündürdükleri

Uzunca bir süredir neredeyse bir üçüncü dünya savaşını yaşarcasına, emperyalist haydutların pazar dalaşlarını bölgesel ve vekalet savaşlarıyla sürdürerek, dünya halklarına katliam, kıyım ve yıkımları, açlık, yoksulluk ve sefaleti yaşatırken; ezilen halklar bu zulme dur demek için günler, aylar süren mücadeleleriyle meydanları, sokakları doldurmaktan geri durmadılar

İkinci  emperyalist  paylaşım  savaşından  bu  yana, dünya  jandarmalığına  soyunmuş  olan  Amerikan  emperyalizmi, son  yıllarda  her  ne  kadar, özellikle  sistem  içinde  ciddi  söz  sahibi  olmaya  başlayan  Çin ve  Rus  emperyalistleri  karşısında  eski  konumunu  koruyamaz  durumda  olsa da  hala  emperyalist  sistemin  önemli  aktörlerinden  biri  olmaya  devam  ediyor. Doğal  olarak  Amerikan  emperyalizminin  atacağı  her  adım, diğer  emperyalist  ve  tüm  dünya  gerici  güçlerini  yakından  ilgilendirdiği  kadar, dünya  halklarını da  ilgilendirmektedir.

Özellikle  son  10  yıldır  ekonomik  ve  siyasal  krizler  içinde  debelenen  ve  dünya  halkları  için  kan  ve  gözyaşından  başka  bir  anlam  ifade  etmeyen  Neo-Liberalizmin  dibe  vurmasıyla  birlikte, gerek  dünya  halkları  cephesinde  olsun  ve  gerekse  emperyalist  sistemin  bekçileri  tarafından  olsun  kendi  çıkarları  doğrultusundaki  arayışlar,  farklı  farklı  projeler  ve  mücadele  biçimleri  hız  kesmeden  devam  ediyor. Tam da  böylesi  bir  süreçte  Amerika  seçimleri,  pek  çok  değişik  çevrelerce  enine  boyuna  tartışılmakta, çeşitli  teoriler  hatta  komplo  teorileri  üretilmektedir.  Bu  dönemde  emperyalistler  arası  çelişkilerin de  daha  belirgin  bir  şekilde  su  yüzüne  çıktığı, bölgesel  ve  vekalet  savaşlarıyla  pazar  dalaşlarını  sürdürdükleri  bilinen  bir  gerçektir. Özellikle  Çin  emperyalistlerinin  sermaye  ve  teknoloji  atakları, diğer  emperyalistlerin   pazar  daralmalarını  beraberinde  getirmiş, önümüzdeki  dönemde  emperyalist  sistemin “patronu” olacağı  tespitleri aleni  bir  şekilde  yapılmaktadır. Bu  çok da  uç  noktada  bir  tespit  değildir.

Dünyanın  çok  büyük  bir  kesiminde  dolaşıma  giren  Çin  sermayesi, hatta  ABD‘nin  bile  Çin‘e  önemli  derecede  borçlandığı  gerçeğini  göz  önünde  bulundurursak, Çin‘in  emperyalist  sistem  içindeki  yerinin  her  geçen  gün  daha da  sağlamlaştığını  görmek  için  kahin  olmaya  gerek  yok. Öte  yandan  emperyalistlerin  bloklara  bölündüğü, pazar  arayışı  ve  dalaşları  bu  blokların  çıkarları  doğrultusunda  yürütüldüğü de  bir  başka  somut  durumun  ifadesidir.  Çin‘in  ekonomik  ve  teknoloji  gücü, Rusya‘nın  askeri  gücüyle  yan yana  gelince  ( İran‘ın da  bu  bloğun  müttefiki  olduğunu  unutmamak  gerekiyor), emperyalistler  arası  pazar  dalaşlarında  epeyce  bir  yol  aldıkları, diğer  emperyalist  bloğun ( ABD  ve  AB) , bir  yandan  bu  gidişin  önünü  kesmeye  çalışırken, bir  yandan da  çıkarları  doğrultusunda  pazar  paylaşımlarına  yönelik  emperyalist  politikalarını  devam  ettirdiklerini  görüyoruz.

Kuşkusuz  bu  paylaşımlar  öyle  masa  başında, “barışçıl” yollarla  yapılan  paylaşımlar  değil. Balkanlar da, Kafkaslar da, Kuzey  Afrika  ve  Ortadoğu da  esas  olarak ta  vekalet  savaşlarıyla  dünyayı  nasıl  kan  gölüne  çevirdiklerinin  yakın  tanıklarıyız.  Bu  emperyalist  haksız  savaşlarda, yüzbinlerce  yoksul  emekçi  katledildi. Şehirler, kasabalar, köyler  yerle bir  edildi, yüzbinlerce  insan  yerinden  yurdundan  olarak  göçmen, mülteci  durumuna  düştü. Milyonlarca  insan  açlığın, sefaletin  pençesinde  kıvranırken; bir  avuç  tekelci  burjuvazi  sermayelerini  beşe, ona  katladı. 10  yıldır  süren  ekonomik  ve  siyasal  krizi  her  bir  emperyalist  güç  kendileri  için  menfaate  çevirme  politikalarını  gütmeye  ve  birbirlerine  karşı  mücadele  atakları  içine  girdiler.

Doğal  olarak  bu  durum   emperyalistler  arası  çelişkiyi  daha  bir  görünür  kıldı. Bu  çelişki  ve  çatışkıların  nedeni, hiç  kuşku  yok ki  Neo- Liberal  politikaların  çöküşü,  pazar  alanlarında ki  daralmalar  ve  genişlemeler,  emperyalist  sermayenin  alabildiğine  yoğunlaşması, çöken  Neo- Liberal  uygulamaların  yerine, emperyalist  sistemi  ayakta  tutabilmek  için  yeni  arayışlar  içine  girilmesi  gibi  nedenlerdir  dersek  yanılmış  olmayız. 

ABD  seçimleri de  söz  konusu  arayışlar  içinde  önemli  bir yer  tutmaktadır. Seçimler kliklerden  birini iktidarda söz sahibi yapacaktır.  dünyada  olduğu  gibi, Amerika‘da da  sermayenin  en  gerici, en  saldırgan, en  ırkçı  ve  en  faşist  kesimi mi  iktidarda  olacak; yoksa  sermayenin  biraz  daha  liberal, burjuva  demokrasisinden  yana, sosyal  devlet  işleyişini  öngören  kesimi mi  iktidarı  ele  geçirecek. İkincilerin  iktidara  geldikleri  artık  kesinleşmiş  durumda.  Bunun  hem  Amerikan  toplumu  ve  hem de  dünya  geneline  nasıl  yansıyacağı, ne  tür  sonuçlar  doğuracağı  çok  geniş  çevrelerce  tartışılmaktadır. Kuşkusuz  her  sınıf, her  gurup  ve  her  klik  burdan  kendileri  için  bir  sonuç  çıkartmaya  çalışacaktır. Peki  biz  emekçiler  ve  dünya  halkları nasıl  bir  sonuç  çıkartmalıyız.

Sınıf  mücadelemizi  düzen  sınırları  içerisine  hapsetmeyelim

Marks‘ın, Lenin‘in  işaret  ettikleri  bir  dönemi  iliklerimize  kadar  hissederek  yaşamaktayız. Yani “sömürge  ve  bağımlı  ülkelere  sermaye  ihracının  artması; nüfuz  alanlarının  ve  sömürgeciliğin  tüm  yer  küreyi  kapsayıncaya  dek  yayılması; Kapitalizmin, bir  avuç “ileri”  ülke  tarafından dünya  nüfusunun  muazzam  çoğunluğunun  mali  bakımdan  köleleştirilmesi  ve  sömürge  zulmüne  uğratılmasının  dünya sistemine  dönüşmesi, mali  sermayenin  hakimiyeti  ve  tahvil  emisyonu, sermaye  ihracı, bozulan  dengeleri yeniden  sağlamanın  tek  aracı  olarak  emperyalist  savaşlar “ diye  devam  eden  tespitleri, emperyalizmin  geldiği  aşamayı, can  çekişen  aşamasını  göstermektedir.

Eğer  hasta  yatağındaki  kapitalist-emperyalist  sistem  en  zayıf  halkalarından  başlanarak  mezara  gömülememişse, bu bir  yandan  tasfiyecilik, öte  yandan  dogmatizm  illeti ile  çepe çevre  çevrelenmiş  dünya  komünist  hareketinin  izlediği  siyasetin payı vardır. Çünkü  bilinir ki, revizyonizme, tasfiyeciliğe  ve  oportünizme  karşı  zafer  kazanılmadan, burjuvaziye  karşı  zafer  kazanmak  pek  olası  değildir. Bundan  ötürüdür ki  dünya  halkları  emperyalist  saldırılar  karşısında  kendiliğendencide olsa  önemli  bir  mücadele  süreci  yaşarken, komünist  hareket  bu  sürece  önderlik  etme  vasfını  yerine  getirme  sıkıntısını  yaşamaktadır.

Kimi  istisnalar  mevcut  genel  durumun  olumsuzluğunu  bozmaya  yetmiyor. Özellikle  Maoistlerin  dünyanın  çeşitli  coğrafyalarında  bir  umut  ışığı  yakmış  olmaları, dünya  halkları  nezdinde  tam  olarak  karşılığını  bulmuş  değildir. Bunları  belirtirken, somut  gerçekliğimizi  ifade  edip, eksiklik  ve  yetmezliklerimizle  yüzleşmektir  amacımız. Kendi  kendisiyle  hesaplaşma  becerisini  gösteremeyenlerin, düşmanla  hesaplaşmasının  mümkün  olamayacağı  bilincinde  olmalılar.

Uzunca  bir  süredir  neredeyse  bir  üçüncü  dünya  savaşını  yaşarcasına, emperyalist  haydutların  pazar  dalaşlarını  bölgesel  ve  vekalet  savaşlarıyla  sürdürerek,  dünya  halklarına  katliam, kıyım  ve  yıkımları, açlık, yoksulluk  ve  sefaleti  yaşatırken; ezilen  halklar  bu  zulme  dur  demek  için  günler, aylar  süren  mücadeleleriyle  meydanları, sokakları  doldurmaktan  geri  durmadılar. Özellikle  kadın  hareketleri  dünya  çapında  ciddi  bir  güç  olarak  burjuvazinin  karşısına  dikildi. Yunanistan‘da  özellikle  köylüler  traktörleriyle  günlerce  yolları  tıkayarak  trafiği  felç  ettiler. Sarı  yelekliler  aylarca  Paris  sokaklarını  savaş  alanına  çevirdiler. Gençlik  üniversiteleri  işgal  etti, Amerika‘da  ırkçılığa  karşı  dalga  dalga  büyüyen  kitlesel  eylemler  uzunca  bir  süre  devam  etti  ve  Avrupa‘ya  yayıldı. İtalya, İspanya, Polonya, Portekiz’de  kısacası  dünyanın  bütün  coğrafyalarında  irili  ufaklı  eylemler  protestolar  emperyalist  haydutlara  karşı  yürütüldü  ve  bu  dalgalar  şeklinde  devam  ediyor.

Türkiye- K. Kürdistan‘da  doğanın  yağmalanmasını engelleme  hareketleri, taciz, tecavüz  ve  katliamlara  karşı  kadın  hareketleri, fabrika  duvarlarını  aşarak  yollara  düşen  işçi  hareketleri, köylülerin  her  an  isyana  dönüşecek  çığlıkları, ve  tabi  uzun  yıllardır  süren  Kürt  ulusal  hareketi, farklı  inançların  demokratik  talepleri  gibi  pek  çok  mücadele  biçimleri, geniş  halk  kitlelerinin  sisteme  olan  öfkesini  ve  kinini  göstermektedir.

Komünizmi, sosyalizmi  benimsemek, istemek  yetmiyor. Kitlelerin  kendiliğindenci  mücadeleleri ile  tek  başına  arzulanan  hedefe  varılamıyor. Komünistlerin  acil  görevi  mevcut  durumun  somut  tahlilini  yapmak  ve  mücadelenin  başına  geçerek, kitlelere  güven  verme  ve  umut  olma  becerisini  gösterebilmektir. Kurtuluşun  sosyalizmde  olduğunu  söylerken, oraya  varılacak  yolun  taşlarını  döşemektir. Uzun  ve  zor  bir  yolun  yürüneceği  bilincinde  olmaktır. Belki  bugün, kısa  zaman  diliminde  sosyalist  devrimi  gerçekleştirmek  mümkün  olmayabilir, ama  devrimci  mücadelemizle  pekala  dünya  halklarına  yönlendirilmiş  bu emperyalist  saldırıların  önüne  geçebilir  ve  uzun  yürüyüşümüzün  köşe  taşlarını  döşeme  olanaklarını  yaratabiliriz.

Yani  yıllardır  süren, dünya  halklarına  ölüm  ve  zulüm  getiren  bu  haksız  emperyalist  bölgesel  ve  vekalet  savaşları  devrimlerle  sonuçlanmamış  olabilir. Ama, devrimci  mücadelemizle  bu  haksız  savaşların  önünü  alabilir  ve  sosyalizm  yolunda  ilerlemenin  olanaklarını  yaratabiliriz.  Bu  mümkündür, yeter ki  dostumuzu  ve  düşmanımızı  tanıyalım. İttifaklarımızı  doğru  kurup, müttefiklerimizi  doğru  seçelim. Sınıf  mücadelemizi  düzen  sınırları  içerisine  hapsetmeyelim. Stratejimize  hizmet  edecek, proletaryayı  ve  ezilen  halkları  o  hedefe  yakınlaştıracak  her  türlü  taktik  mücadele  araç  ve  yöntemlerini  doğru  kullanalım.

Seçimler amaç  değil, araçtır.

Hakim  sınıflar  iktidarlarını  devam  ettirebilmek  için  seçimleri  bir “kurtuluş” yolu  olarak  lanse  eder  ve  kitleleri  kandırmanın  bir  aracı  olarak  kullanırlar. Hatta  sıkıştıkları  an, bu  aracı  bir  kenara  fırlatıp  atarlar. Kitlelere, kurtuluşun, demokrasinin vazgeçilmez  unsuru  olarak  gösterdikleri  seçimlerin, kendileri  için  bile  amaç  değil  bir  araç  olduğunu  böylece  göstermiş  olurlar.

Sorun, seçim  sandığından  hangi  adayın  çıkacağı  sorunu  değildir. Çıkacak  her  aday  sistemin  beklentilerini  yerine  getirmekle  mükelleftir. Yani  hakim  sınıflar  ihtiyaçlarına  cevap  olabilecekleri  hükümet  ederler.  Kuşkusuz  hakim  sınıflar  kendi  aralarında  çelişkisiz  yekpare  değildirler. Her  klik, her  sermayedar  kendi  çıkarları  doğrultusunda  hükûmetler  kurmak  isterler. ABD‘deki  seçimler de  bundan  muaf  değildir. Ancak  bu  kez  sorun, sadece  ABD‘deki  tekelci  sermayedarların  sorunundan  öte bir  sorun  olduğudur. Genel  olarak  emperyalist- kapitalist  sistemin  içine  düştüğü  ekonomik  ve  siyasal  kriz  ve  bu  krizden  “çıkış”  yolu  arama  sorunu  olarak  karşımıza  çıkıyor.  ABD  seçimlerini  bu  denli  önemli  kılan da  budur.

Mevcut  krizi  kimler  kendi  lehlerine  fırsata  çevirdi, kimler  sermayeyi  kediye  yükledi gibi  konular  üzerinde  durmayacağız. Ancak  bir  gerçek  var ki, on  yıllardır  uygulanan  Neo- Liberal  politikaların  dibe  vurduğu  ve  bundan  ötürü  sistemin  tehlikeye  düştüğü  gerçeğidir. Yani  emperyalizmin  can  çekişir  oluşudur. Buradan  “kurtulmanın” yolu  olarak  hakim  sınıfların  ve  onların  akıl daneleri  ekonomistlerin, hukukçuların  ve  bilim  insanlarının  tartıştıkları  su  yüzüne  çıkmıştır. Bu, emperyalist  tekeller  ve  onların  tek  tek  devletlerdeki  işbirlikçileri  arasındaki  klik  çatışmalarını da  ifşa  etmiştir. Sadece  ifşa  etmekle  kalmamış, korkularını da  açığa  çıkartmıştır.

Kliklerden  bir  kesimi, yaratılan  bunca  yoksulluk, işsizlik, yapılan  bunca  katliamlar, yürütülen  haksız  savaşlar ve  sosyal  hak  gasplarından  sonra, mutlaka  ama  mutlaka  geniş  kitle  hareketlerinin, isyanlarının  kaçınılmaz  olacağı, bunun  önünü  almak  için, faşist  baskıların, sindirme  politikalarının, ırkçılığın, daha da  yaygınlaştırılması  ve  uygulamaya  sokulmasını  savunurken; bir  diğer  sermaye  kesimi, bunun,  sistemin  geleceği  açısından  bu  aşamada  çıkar  bir yol  olmadığı  ki  zaten  uzun  yıllardır  bu  politikalar  uygulanmasına  rağmen halk  hareketleri  sistemi  tehdit  eder  boyutlarda  yükselmektedir. Bunun  yerine, liberal  politikalara, kitlelerin  ağzına  bir  parmak  bal  çalacak “iyileştirmelere”, kısmen de  olsa  sosyal  devlet  politikalarına  dönülmesine  ihtiyaç  olduğu  politikası  etrafında  birleşmekteler.

ABD  seçimlerini  önemli  kılan  emperyalist  klikler  arasındaki  bu  farklı  politikalardır. Hangi  politik  eğilim  iktidar  olursa, sadece  ABD‘de  değil, genel  olarak  dünyada   bu  eğilim  hakim  rol  oynayacaktır. Kuşkusuz, her  iki  durumda da  emperyalistlerin, dünya  halklarına  yönelik  saldırı  ve  sömürü  politikalarının özünde  bir  değişiklik  olmayacaktır.  Sadece  nicelik  olarak  saldırıların  şiddeti  ve  dozajı  konularında  kısmi  farklılıklar  olabilir  o  kadar.

Kapitalist- emperyalist  sistemin  bunalımlardan, krizlerden  kurtulması  mümkün  değildir. Bu  kriz  ve  bunalımlar  sistemin  yapısal  krizleridir. Yani  sistemin  üzerine  kurulu  olduğu  üretim  ilişkileri  ve  üretim  güçleri  üzerindeki  özel  mülkiyetin  kaçınılmaz  sonuçlarıdır  krizler  ve  bunalımlar. Bu  yüzden, kapitalist  sistemin  oluşumundan  bugüne  kadar  kendi  yapısında  var olan krizler, bunalımlar  hep  vardı, var  olmaya da  devam  edecektir. Sadece  bunların  derinliği  ve  kapsamı  değişiklikler  gösterir  o  kadar. Bu  durum  şunu  gösterir; hem  emperyalistler  arası  çelişkileri  ve  bu  çelişkiler  derinleştikçe  emperyalist  dünya  savaşları da  dahil  farklı  farklı “çözüm”  arayışları  kendileri  açısından  sürgit  devam  edecektir. Ezenler  ve  ezilenler  oldukça, aralarındaki  sınıf  kavgası  hiç  durmayacaktır. Ta ki  mülksüzleştirenler, mülksüzleşene  kadar.

 ABD  seçimlerini, kimileri  gibi  “faşizm“ ile, burjuva  demokrasisi  arasındaki  bir  mücadele  olarak  değerlendirme  gafleti  içinde  değiliz. Trump‘ın  emperyalist  faşizan  politikalarından  yola  çıkarak, ABD‘de  bir  faşist  diktatörlükten  söz  edilemeyeceği  gibi, Jon  Biden‘i de  demokrasi  kahramanı  ilan  etmek  gibi  sınıf  işbirliğine  denk  düşecek  bir  yaklaşımı,  devrime  ve  halka  karşı  işlenmiş  ihanet  olarak  görmek  gerekir. Bu  seçimlerin  neden  her  zamankinden  daha  fazla  önem  arz  ettiğini  ele  alırken, ne  liderlerden  yola  çıktık  ve  ne de  sadece  Amerikan  tekelci  burjuvazisinin  sorunu  olarak  meseleye  baktık. Bu  seçimlerin  önemi, dünyayı  saran  ve  oldukça  derinlik  kazanan  ekonomik  ve  siyasal  kriz, Neo- Liberal  politikaların  çöküşü, dünya  halklarının  patlamaya  hazır  isyan  bombaları  ve  emperyalistlerin “çıkış” arayışlarından  kaynaklı  olarak  ABD  seçimlerinin  önem  kazandığının  altını  çizdik. Somut  olgular da  apaçık  bunu  göstermektedir. Emperyalist  arayışların, dünya  halkları  lehine  iyiye yorulur  bir  rüya  olmayacağının da  bilinci  içindeyiz.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler