İkinci emperyalist paylaşım savaşından bu yana, dünya jandarmalığına soyunmuş olan Amerikan emperyalizmi, son yıllarda her ne kadar, özellikle sistem içinde ciddi söz sahibi olmaya başlayan Çin ve Rus emperyalistleri karşısında eski konumunu koruyamaz durumda olsa da hala emperyalist sistemin önemli aktörlerinden biri olmaya devam ediyor. Doğal olarak Amerikan emperyalizminin atacağı her adım, diğer emperyalist ve tüm dünya gerici güçlerini yakından ilgilendirdiği kadar, dünya halklarını da ilgilendirmektedir.
Özellikle son 10 yıldır ekonomik ve siyasal krizler içinde debelenen ve dünya halkları için kan ve gözyaşından başka bir anlam ifade etmeyen Neo-Liberalizmin dibe vurmasıyla birlikte, gerek dünya halkları cephesinde olsun ve gerekse emperyalist sistemin bekçileri tarafından olsun kendi çıkarları doğrultusundaki arayışlar, farklı farklı projeler ve mücadele biçimleri hız kesmeden devam ediyor. Tam da böylesi bir süreçte Amerika seçimleri, pek çok değişik çevrelerce enine boyuna tartışılmakta, çeşitli teoriler hatta komplo teorileri üretilmektedir. Bu dönemde emperyalistler arası çelişkilerin de daha belirgin bir şekilde su yüzüne çıktığı, bölgesel ve vekalet savaşlarıyla pazar dalaşlarını sürdürdükleri bilinen bir gerçektir. Özellikle Çin emperyalistlerinin sermaye ve teknoloji atakları, diğer emperyalistlerin pazar daralmalarını beraberinde getirmiş, önümüzdeki dönemde emperyalist sistemin “patronu” olacağı tespitleri aleni bir şekilde yapılmaktadır. Bu çok da uç noktada bir tespit değildir.
Dünyanın çok büyük bir kesiminde dolaşıma giren Çin sermayesi, hatta ABD‘nin bile Çin‘e önemli derecede borçlandığı gerçeğini göz önünde bulundurursak, Çin‘in emperyalist sistem içindeki yerinin her geçen gün daha da sağlamlaştığını görmek için kahin olmaya gerek yok. Öte yandan emperyalistlerin bloklara bölündüğü, pazar arayışı ve dalaşları bu blokların çıkarları doğrultusunda yürütüldüğü de bir başka somut durumun ifadesidir. Çin‘in ekonomik ve teknoloji gücü, Rusya‘nın askeri gücüyle yan yana gelince ( İran‘ın da bu bloğun müttefiki olduğunu unutmamak gerekiyor), emperyalistler arası pazar dalaşlarında epeyce bir yol aldıkları, diğer emperyalist bloğun ( ABD ve AB) , bir yandan bu gidişin önünü kesmeye çalışırken, bir yandan da çıkarları doğrultusunda pazar paylaşımlarına yönelik emperyalist politikalarını devam ettirdiklerini görüyoruz.
Kuşkusuz bu paylaşımlar öyle masa başında, “barışçıl” yollarla yapılan paylaşımlar değil. Balkanlar da, Kafkaslar da, Kuzey Afrika ve Ortadoğu da esas olarak ta vekalet savaşlarıyla dünyayı nasıl kan gölüne çevirdiklerinin yakın tanıklarıyız. Bu emperyalist haksız savaşlarda, yüzbinlerce yoksul emekçi katledildi. Şehirler, kasabalar, köyler yerle bir edildi, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan olarak göçmen, mülteci durumuna düştü. Milyonlarca insan açlığın, sefaletin pençesinde kıvranırken; bir avuç tekelci burjuvazi sermayelerini beşe, ona katladı. 10 yıldır süren ekonomik ve siyasal krizi her bir emperyalist güç kendileri için menfaate çevirme politikalarını gütmeye ve birbirlerine karşı mücadele atakları içine girdiler.
Doğal olarak bu durum emperyalistler arası çelişkiyi daha bir görünür kıldı. Bu çelişki ve çatışkıların nedeni, hiç kuşku yok ki Neo- Liberal politikaların çöküşü, pazar alanlarında ki daralmalar ve genişlemeler, emperyalist sermayenin alabildiğine yoğunlaşması, çöken Neo- Liberal uygulamaların yerine, emperyalist sistemi ayakta tutabilmek için yeni arayışlar içine girilmesi gibi nedenlerdir dersek yanılmış olmayız.
ABD seçimleri de söz konusu arayışlar içinde önemli bir yer tutmaktadır. Seçimler kliklerden birini iktidarda söz sahibi yapacaktır. dünyada olduğu gibi, Amerika‘da da sermayenin en gerici, en saldırgan, en ırkçı ve en faşist kesimi mi iktidarda olacak; yoksa sermayenin biraz daha liberal, burjuva demokrasisinden yana, sosyal devlet işleyişini öngören kesimi mi iktidarı ele geçirecek. İkincilerin iktidara geldikleri artık kesinleşmiş durumda. Bunun hem Amerikan toplumu ve hem de dünya geneline nasıl yansıyacağı, ne tür sonuçlar doğuracağı çok geniş çevrelerce tartışılmaktadır. Kuşkusuz her sınıf, her gurup ve her klik burdan kendileri için bir sonuç çıkartmaya çalışacaktır. Peki biz emekçiler ve dünya halkları nasıl bir sonuç çıkartmalıyız.
Sınıf mücadelemizi düzen sınırları içerisine hapsetmeyelim
Marks‘ın, Lenin‘in işaret ettikleri bir dönemi iliklerimize kadar hissederek yaşamaktayız. Yani “sömürge ve bağımlı ülkelere sermaye ihracının artması; nüfuz alanlarının ve sömürgeciliğin tüm yer küreyi kapsayıncaya dek yayılması; Kapitalizmin, bir avuç “ileri” ülke tarafından dünya nüfusunun muazzam çoğunluğunun mali bakımdan köleleştirilmesi ve sömürge zulmüne uğratılmasının dünya sistemine dönüşmesi, mali sermayenin hakimiyeti ve tahvil emisyonu, sermaye ihracı, bozulan dengeleri yeniden sağlamanın tek aracı olarak emperyalist savaşlar “ diye devam eden tespitleri, emperyalizmin geldiği aşamayı, can çekişen aşamasını göstermektedir.
Eğer hasta yatağındaki kapitalist-emperyalist sistem en zayıf halkalarından başlanarak mezara gömülememişse, bu bir yandan tasfiyecilik, öte yandan dogmatizm illeti ile çepe çevre çevrelenmiş dünya komünist hareketinin izlediği siyasetin payı vardır. Çünkü bilinir ki, revizyonizme, tasfiyeciliğe ve oportünizme karşı zafer kazanılmadan, burjuvaziye karşı zafer kazanmak pek olası değildir. Bundan ötürüdür ki dünya halkları emperyalist saldırılar karşısında kendiliğendencide olsa önemli bir mücadele süreci yaşarken, komünist hareket bu sürece önderlik etme vasfını yerine getirme sıkıntısını yaşamaktadır.
Kimi istisnalar mevcut genel durumun olumsuzluğunu bozmaya yetmiyor. Özellikle Maoistlerin dünyanın çeşitli coğrafyalarında bir umut ışığı yakmış olmaları, dünya halkları nezdinde tam olarak karşılığını bulmuş değildir. Bunları belirtirken, somut gerçekliğimizi ifade edip, eksiklik ve yetmezliklerimizle yüzleşmektir amacımız. Kendi kendisiyle hesaplaşma becerisini gösteremeyenlerin, düşmanla hesaplaşmasının mümkün olamayacağı bilincinde olmalılar.
Uzunca bir süredir neredeyse bir üçüncü dünya savaşını yaşarcasına, emperyalist haydutların pazar dalaşlarını bölgesel ve vekalet savaşlarıyla sürdürerek, dünya halklarına katliam, kıyım ve yıkımları, açlık, yoksulluk ve sefaleti yaşatırken; ezilen halklar bu zulme dur demek için günler, aylar süren mücadeleleriyle meydanları, sokakları doldurmaktan geri durmadılar. Özellikle kadın hareketleri dünya çapında ciddi bir güç olarak burjuvazinin karşısına dikildi. Yunanistan‘da özellikle köylüler traktörleriyle günlerce yolları tıkayarak trafiği felç ettiler. Sarı yelekliler aylarca Paris sokaklarını savaş alanına çevirdiler. Gençlik üniversiteleri işgal etti, Amerika‘da ırkçılığa karşı dalga dalga büyüyen kitlesel eylemler uzunca bir süre devam etti ve Avrupa‘ya yayıldı. İtalya, İspanya, Polonya, Portekiz’de kısacası dünyanın bütün coğrafyalarında irili ufaklı eylemler protestolar emperyalist haydutlara karşı yürütüldü ve bu dalgalar şeklinde devam ediyor.
Türkiye- K. Kürdistan‘da doğanın yağmalanmasını engelleme hareketleri, taciz, tecavüz ve katliamlara karşı kadın hareketleri, fabrika duvarlarını aşarak yollara düşen işçi hareketleri, köylülerin her an isyana dönüşecek çığlıkları, ve tabi uzun yıllardır süren Kürt ulusal hareketi, farklı inançların demokratik talepleri gibi pek çok mücadele biçimleri, geniş halk kitlelerinin sisteme olan öfkesini ve kinini göstermektedir.
Komünizmi, sosyalizmi benimsemek, istemek yetmiyor. Kitlelerin kendiliğindenci mücadeleleri ile tek başına arzulanan hedefe varılamıyor. Komünistlerin acil görevi mevcut durumun somut tahlilini yapmak ve mücadelenin başına geçerek, kitlelere güven verme ve umut olma becerisini gösterebilmektir. Kurtuluşun sosyalizmde olduğunu söylerken, oraya varılacak yolun taşlarını döşemektir. Uzun ve zor bir yolun yürüneceği bilincinde olmaktır. Belki bugün, kısa zaman diliminde sosyalist devrimi gerçekleştirmek mümkün olmayabilir, ama devrimci mücadelemizle pekala dünya halklarına yönlendirilmiş bu emperyalist saldırıların önüne geçebilir ve uzun yürüyüşümüzün köşe taşlarını döşeme olanaklarını yaratabiliriz.
Yani yıllardır süren, dünya halklarına ölüm ve zulüm getiren bu haksız emperyalist bölgesel ve vekalet savaşları devrimlerle sonuçlanmamış olabilir. Ama, devrimci mücadelemizle bu haksız savaşların önünü alabilir ve sosyalizm yolunda ilerlemenin olanaklarını yaratabiliriz. Bu mümkündür, yeter ki dostumuzu ve düşmanımızı tanıyalım. İttifaklarımızı doğru kurup, müttefiklerimizi doğru seçelim. Sınıf mücadelemizi düzen sınırları içerisine hapsetmeyelim. Stratejimize hizmet edecek, proletaryayı ve ezilen halkları o hedefe yakınlaştıracak her türlü taktik mücadele araç ve yöntemlerini doğru kullanalım.
Seçimler amaç değil, araçtır.
Hakim sınıflar iktidarlarını devam ettirebilmek için seçimleri bir “kurtuluş” yolu olarak lanse eder ve kitleleri kandırmanın bir aracı olarak kullanırlar. Hatta sıkıştıkları an, bu aracı bir kenara fırlatıp atarlar. Kitlelere, kurtuluşun, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak gösterdikleri seçimlerin, kendileri için bile amaç değil bir araç olduğunu böylece göstermiş olurlar.
Sorun, seçim sandığından hangi adayın çıkacağı sorunu değildir. Çıkacak her aday sistemin beklentilerini yerine getirmekle mükelleftir. Yani hakim sınıflar ihtiyaçlarına cevap olabilecekleri hükümet ederler. Kuşkusuz hakim sınıflar kendi aralarında çelişkisiz yekpare değildirler. Her klik, her sermayedar kendi çıkarları doğrultusunda hükûmetler kurmak isterler. ABD‘deki seçimler de bundan muaf değildir. Ancak bu kez sorun, sadece ABD‘deki tekelci sermayedarların sorunundan öte bir sorun olduğudur. Genel olarak emperyalist- kapitalist sistemin içine düştüğü ekonomik ve siyasal kriz ve bu krizden “çıkış” yolu arama sorunu olarak karşımıza çıkıyor. ABD seçimlerini bu denli önemli kılan da budur.
Mevcut krizi kimler kendi lehlerine fırsata çevirdi, kimler sermayeyi kediye yükledi gibi konular üzerinde durmayacağız. Ancak bir gerçek var ki, on yıllardır uygulanan Neo- Liberal politikaların dibe vurduğu ve bundan ötürü sistemin tehlikeye düştüğü gerçeğidir. Yani emperyalizmin can çekişir oluşudur. Buradan “kurtulmanın” yolu olarak hakim sınıfların ve onların akıl daneleri ekonomistlerin, hukukçuların ve bilim insanlarının tartıştıkları su yüzüne çıkmıştır. Bu, emperyalist tekeller ve onların tek tek devletlerdeki işbirlikçileri arasındaki klik çatışmalarını da ifşa etmiştir. Sadece ifşa etmekle kalmamış, korkularını da açığa çıkartmıştır.
Kliklerden bir kesimi, yaratılan bunca yoksulluk, işsizlik, yapılan bunca katliamlar, yürütülen haksız savaşlar ve sosyal hak gasplarından sonra, mutlaka ama mutlaka geniş kitle hareketlerinin, isyanlarının kaçınılmaz olacağı, bunun önünü almak için, faşist baskıların, sindirme politikalarının, ırkçılığın, daha da yaygınlaştırılması ve uygulamaya sokulmasını savunurken; bir diğer sermaye kesimi, bunun, sistemin geleceği açısından bu aşamada çıkar bir yol olmadığı ki zaten uzun yıllardır bu politikalar uygulanmasına rağmen halk hareketleri sistemi tehdit eder boyutlarda yükselmektedir. Bunun yerine, liberal politikalara, kitlelerin ağzına bir parmak bal çalacak “iyileştirmelere”, kısmen de olsa sosyal devlet politikalarına dönülmesine ihtiyaç olduğu politikası etrafında birleşmekteler.
ABD seçimlerini önemli kılan emperyalist klikler arasındaki bu farklı politikalardır. Hangi politik eğilim iktidar olursa, sadece ABD‘de değil, genel olarak dünyada bu eğilim hakim rol oynayacaktır. Kuşkusuz, her iki durumda da emperyalistlerin, dünya halklarına yönelik saldırı ve sömürü politikalarının özünde bir değişiklik olmayacaktır. Sadece nicelik olarak saldırıların şiddeti ve dozajı konularında kısmi farklılıklar olabilir o kadar.
Kapitalist- emperyalist sistemin bunalımlardan, krizlerden kurtulması mümkün değildir. Bu kriz ve bunalımlar sistemin yapısal krizleridir. Yani sistemin üzerine kurulu olduğu üretim ilişkileri ve üretim güçleri üzerindeki özel mülkiyetin kaçınılmaz sonuçlarıdır krizler ve bunalımlar. Bu yüzden, kapitalist sistemin oluşumundan bugüne kadar kendi yapısında var olan krizler, bunalımlar hep vardı, var olmaya da devam edecektir. Sadece bunların derinliği ve kapsamı değişiklikler gösterir o kadar. Bu durum şunu gösterir; hem emperyalistler arası çelişkileri ve bu çelişkiler derinleştikçe emperyalist dünya savaşları da dahil farklı farklı “çözüm” arayışları kendileri açısından sürgit devam edecektir. Ezenler ve ezilenler oldukça, aralarındaki sınıf kavgası hiç durmayacaktır. Ta ki mülksüzleştirenler, mülksüzleşene kadar.
ABD seçimlerini, kimileri gibi “faşizm“ ile, burjuva demokrasisi arasındaki bir mücadele olarak değerlendirme gafleti içinde değiliz. Trump‘ın emperyalist faşizan politikalarından yola çıkarak, ABD‘de bir faşist diktatörlükten söz edilemeyeceği gibi, Jon Biden‘i de demokrasi kahramanı ilan etmek gibi sınıf işbirliğine denk düşecek bir yaklaşımı, devrime ve halka karşı işlenmiş ihanet olarak görmek gerekir. Bu seçimlerin neden her zamankinden daha fazla önem arz ettiğini ele alırken, ne liderlerden yola çıktık ve ne de sadece Amerikan tekelci burjuvazisinin sorunu olarak meseleye baktık. Bu seçimlerin önemi, dünyayı saran ve oldukça derinlik kazanan ekonomik ve siyasal kriz, Neo- Liberal politikaların çöküşü, dünya halklarının patlamaya hazır isyan bombaları ve emperyalistlerin “çıkış” arayışlarından kaynaklı olarak ABD seçimlerinin önem kazandığının altını çizdik. Somut olgular da apaçık bunu göstermektedir. Emperyalist arayışların, dünya halkları lehine iyiye yorulur bir rüya olmayacağının da bilinci içindeyiz.