VIII) ERDOĞAN (AKP) HÂLİ
Selahattin Demirtaş’ın, “Cumhuriyet tarihinin en fazla suça bulaşmış siyasi anlayışı… çürümüş bir parti,”[229] olarak tanımladığı AKP’nin icraatlarıyla; Baruch Spinoza’nın, “Zalim bir yönetimin üstünlüğü ve sırrı köleleri aldatmak, onları sindiren korkuyu özel din kılığı altında maskelemekte yatar. Böylece insanlar kölelikleri için sanki güvenceleriymiş gibi cesurca savaşacak, kan ve canlarını despotun boş gururu için utanma değil yüce bir onur duyarak riske atacaklardır,” deyişini anımsatırken; “Erdoğan’ın kendi adına gördüğü ilk başarısızlık Gezi Parkı… Gezi onun kırılma noktası ve siyasetinin çöküşünün başladığı yer oldu.”[230]
Tam da bu acıyladır ki İstanbul’daki ‘Fetih ve Gençlik’ konuşmasında Başbakan Erdoğan, “Fikrin, düşüncenin olmadığı yerde şiddet vardır. İşte bu Geziciler var ya Geziciler onlar fikri olmayandır. Onlar düşüncesi olmayandır. Onlar dikili bir ağacı olmayandır. İşte siz öyle bir gençlik olmayacaksınız,”[231] derken; İstanbul’da Yeditepe Bienali’nin açılışındaki konuşmasında da ekledi: “AKM için de çok bağırdı Geziciler. İstediğiniz kadar bağırın çatlayın patlayın yıktık. Aynı şeyi Ankara’da yaptık. Cumhuriyet tarihi boyunca bir tane eser ortaya koyun be. Demek ki bizi beklediler”![232]
Yine “15 Temmuz’da sokağa çıkanlar Gezi Parkı’nın gençleri değildi,” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde Ensar Vakfı 38. Genel Kurulu’ndaki konuşmada ekledi:[233]
“Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum.”[234]
Bunların yanında TBMM’de Gezi tartışmasında AKP’li Naci Bostancı, “Gezi’de toplananların 3 milyar ağaç diken AKP’ye teşekkür mitingi yapması gerektiğini,” söyleyebildi![235]
Oysa Gezi eylemleri sırasında “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar. Hıristiyanlığın bu kadar etkili olmasının sebebi 2000 yıldır aynı şeyi söylüyor olması,” diyen Joseph Goebels’i aratmayacak şekilde onlarca yalanla halkı kandırmaya çalışan Erdoğan’ın yalanları bir bir ifşa oluyordu; işte o yalanların kısa bir dökümü:[236]
“ÇEVRECİNİN DANİSKASINDAN” AĞAÇ YALANI | Gezi Parkı’ndaki yıkıma gösterilen tepkilere “bizim iktidarımızda 2.5 milyar ağaç dikildi, biz çevreciyiz” diye yanıt veren Erdoğan’ın yalan söylediği ortaya çıktı. Resmi verilere göre, son 10 yıllık dönemde ağaçlandırılan sahaların toplam büyüklüğü ve dikilebilecek ağaç miktarı hesaplandığında dikilen ağaç sayısının kesinlikle Erdoğan’ın verdiği rakama ulaşmadığı görülüyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün, yıllar itibariyle orman tesis çalışmaları istatistiğine göre 2003- 2012 kesitinde kamu ve özel, ağaçlandırma yapılan alanın toplam büyüklüğü 438 bin 732 hektar. Türüne göre, bir hektar alana en fazla 2 bin fidan dikilebilir. Bu durumda, 10 yılda dikilen ağaç miktarı en iyimser tahminle 877 milyon adet. Yani Erdoğan’ın dediği rakamın ancak üçte biri kadar. |
CAMİ’DE İÇKİ İÇTİLER YALANI | Başbakan Erdoğan Ankara Esenboğa Havalimanı’nda yaptığı konuşmada Gezi Parkı protestoları sırasında eylemcilerin Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Cami’ne bira şişeleriyle girdiğini ifade etti. Polisin müdahalesi nedeniyle biber gazı ve tazyikli sudan etkilenen eylemcilerin camiye bira şişeleriyle girdiği ve içki içtiği yönündeki iddialara cami müezzini daha önce reddetmişti. Konuyla ilgili açıklama yapan Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii müezzini Fuat Yıldırım, “Burada içki içilmedi. Eylemciler buraya sığındıktan sonra içki içen görselerdi zaten kendileri dışarı atardı,” demişti. Cami imamı ise yaşananları şöyle anlatmıştı: “Polisin kovaladığı büyük bir grup kapıları zorlayarak içeri girdi. Engellemeye, kapıyı kapatmaya çalıştık ama başaramadık. Bu iki günlük süre içinde yaralılar tedavi edildi. Polis gazından kaçanlar camiye sığındı. Caminin içindeki kameralar kırıldı. Grupla polis arasında arabuluculuk yaptım. Polisin çekilmesini sağlayıp grubun dışarı çıkmasına yardımcı oldum. Lütfen bu olaylar bitsin. Sükunet gelsin” dedi. |
“TÜRK BAYRAĞINI YAKMA” YALANI | Erdoğan TRT Haber’in “Ankara’da bayrak yakıldı,” diyerek duyurduğu ancak görüntülerin yıllar önce İstanbul’da çekilen bir görüntü olduğu kanıtlanan yalanı ağzına dolayarak halkı tahrik etmeye çalışıyor. |
“TÜRBANLI BACILARA SALDIRI” YALANI | Erdoğan Taksim’de ve Gezi Parkı’nda “Türbanlı bacılarımıza saldırdılar” dedi, ancak 15 güne yakın zamandır süren eylemlerde değil Taksim’de, Gezi’de ülkenin hiçbir noktasında türbanlılara saldırı olmadı, tam tersine eylemlere birçok türbanlı kadın da katıldı. Kabataş yalanı da yerle yeksan oldu. |
“VATANDAŞLARIN ARAÇLARINA KADAR HERKESE SALDIRI” YALANI | Gösterilerde halkın mal ve can güvenliğine kast edenin polis olduğu tüm kamuoyunun bildiği bir gerçek olmasına rağmen Erdoğan yine eylemlere katılanları suçladı. Benzer suçlamalar sosyal medyada defalarca denendi. “Gezi’de türbanlılar taciz ediliyor” yalanından “Göstericiler esnafa saldırıyor” yalanına kadar bir çok tahrik girişimi denendi ve tutmadı. |
“BAŞKOMİSERİMİZİN DAHA DOĞMAMIŞ BEBEĞİ YETİM BIRAKILDI” YALANI | Erdoğan Adana’da beş metreden düşerek ölen baş komiser için de halkı suçladı. Oysa tüm devlet kurumları ve olayın tanıkları polisler ve hatta polisin ailesi baş komiserin kaza sonucu düştüğünü kabul ediyor ve “siyasete malzeme yapmayın,” diyor. |
“WALL STREET OLAYLARI’NDA 17 KİŞİNİN ÖLÜMÜ” YALANI | Başbakan Erdoğan’ın AB toplantısında yaptığı “Wall Street olayları’nda biber gazıydı, 17 kişinin ölümüydü, hepsi oldu” sözlerine, ABD Büyükelçiliği hesabından yanıt geldi. Başbakan Erdoğan, AB Bakanlığı’nın Swiss Otel’de düzenlenen, ‘Küresel Sorunlar Karşısında Türkiye ve Avrupa Birliği İçin Ortak Gelecek’ konulu konferansta, Gezi Parkı’ndaki polis şiddetine ilişkin, “Bize ders vermeye gayret edenler Wall Street olaylarına nasıl bakıyorlar? Orada biber gazıydı, 17 kişinin ölümüydü, hepsi oldu. İngiltere ve Fransa’da, Almanya’da, Yunanistan’da çok daha büyükleri yaşandı,” demişti. Kısa bir süre önce, ABD Büyükelçiliğin resmi Twitter hesabından bu konuda bir açıklama geldi. ABD Büyükelçiliği’nin attığı Tweet’te ‘US Occupy Wall Street/ Wall Street’i İşgal Et’ hareketi ile ilgili raporlar yanlıştır. Bu harekete istinaden hiçbir polis müdahalesi ölümle sonuçlanmamıştır” denildi. Yani Erdoğan, iktidarının bekası için hangi dala tutunmaya çalıştıysa da, hangi yalana sarıldıysa da yandaş medyasına, avantacı, ihaleci yeşil sermayesine rağmen hepsi elinde kaldı. |
Şimdi çok öncelerdeki bir soruyu hatırlayalım!
“Başbakan, ekranda gördüğü Türkiye’den memnun mu acaba?
İstanbul’daki Beyrut manzarasından hoşnut mu?
Türkiye’nin bir polis devleti görüntüsüne büründüğünü görmüyor mu?
Taksim’e bakıp “Gaz sıkıp hepsini temizledim” diye övünüyor mu?”[237]
Bu soru(n)lara “Evet” yanıtı vermek mümkünken; dönemin AKP Kütahya Milletvekili Prof. Dr. İdris Bal’ın yaptığı ‘Avrasya Global Araştırmalar Merkezi’nin araştırmasında Gezi olayları için “stratejik hata yapıldı” denilirken;[238] “Projede halka danışılmamasını, çevreci duyarlılıkla parkı sahiplenenlere müdahâlenin şekli” eleştiriliyordu.[239]
Ayrıca adı yolsuzluk ve rüşvet iddialarına karıştıktan sonra AKP tarafından “aklanan”, internette yayınlanan bir ses kaydında “Bu Bakara iyi makara” diyerek Kur’an’la dalga geçtiğinden söz edilen Egemen Bağış, İtalyan’daki ‘La Republica’ya röportajında, “Sosyal medya üzerinden seferber olmayı öğrenmiş, kendi sesini ve değişim getirme kapasitesini keşfetmiş kitleleri susturamazsınız,” dedi ve daha sonra da röportajını yalanladı.[240]
Nihayet eski İçişleri Bakanı AKP’li İdris Naim Şahin, Gezi eylemleri için “demokrasi buluşması” dedi.[241]
Elbette bu “muhalifleri” ciddiye almamakta yarar vardır; çünkü onlar; -Jack London’ın, “Kılıçla yükselenler yine kılıçla düşer,” ifadesindeki- AKP’nin reddi değil, restorasyonudurlar sadece! Ve iktidarın suç bilançosunun paydaşlarıdırlar.
IX) KENDİNDEN MENKUL “İDDİALAR”
Gelelim Gezi/ Haziran’a ilişkin kendinden menkul “iddialar”a!
Gezi/ Haziran, Cumhuriyet tarihinin büyük direnişlerinden birisi olarak tarihe geçti.
Herkesin farklı “anlamlar” yüklediği hâle ilişkin olarak abartılı bir iyimserlik de, karamsarlık kadar işlevsizdir; gerçekçi olmak, direnişe sahip çıkarak genellemelerden uzak durmak en iyisi. Tıpkı Benedictus De Spinoza’nın, “Aşırı değer verme ve küçümseme her zaman kötü duygulardır,”[242] uyarısındaki üzere…
Mesela; “Gezi’ye katılanların ortak simgesinin kalpaklı Mustafa Kemal bayrağı olduğunu hatırlayalım. Temel ideolojik konumları Cumhuriyetçiliktir. Gezi mitingleri de, Türkiye’nin Cumhuriyetçi ve demokrat insanlarını bir araya getirmiştir. Zira, Cumhuriyetçi, aslında demokrattır; çünkü aydınlanmacıdır,”[243] toptancılığındaki gibi…
Coğrafyamızın örgütsüz, kendiliğinden bir sınıf kalkışması olarak görülmesi gereken Gezi/ Haziran’ın başat öğesi emekçi niteliğidir.
Onlar “Beyaz Yakalılar” mı? “Beyaz Yakalılar” da ücretli; hayatlarını kafa emeğini satarak kazanan insanlar yani işçi değil mi? Hem Friedrich Engels açıkça, “Emeğini satan herkes işçidir,” demez mi? O hâlde?
Peki emekçiler dışında kim katılmıştı Gezi/ Haziran’a? Gençler/ öğrenciler… Onlar da yarın ki işçi sınıfının yedek emek ordusudur değil mi?
Şimdi bu yapısal özelliği “Mustafa Kemal bayrağı”na, “Cumhuriyetçilik”e bağlamaya kalkışmak nasıl mümkün olabilir?
Hayır ne bu mümkündür ne de AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun, “Gezi insanları günlük hayatını etkileyen kararlarda söz sahibi olmak isteyen canlı bir sivil toplumun hikâyesi. Reformlarla büyüyen bu çocuklar sonuçta seslerini yükseltiyor,” tespiti![244]
Mesele Kemalizm’i de, “Sivil Toplumculuk”u da aşan bir yerdedir; Martin Luther King’in, “Kapitalizm iktisadi kaynakların düzenli akışına izin vermez. Bu sistemde küçük bir ayrıcalıklılar grubu tahayyül edilemeyecek ölçüde zenginken, geri kalan herkes şu ya da bu düzeyde yoksuldur. Sistem böyle işler. Ve sistemin kuralları değiştirmeyeceğini bildiğimize göre, sistemi değiştirmek zorundayız,” diye tarif ettiği koordinatlarda…
Ne reklamcı yazar Ateş İlyas Başsoy’un, “Türkiye’de siyasetsiz ve faydacı seçmen kitlesinin sonu iddiası”dır;[245] ne “Gezi olaylarında gözünü yitirenler, CHP Belediye Meclis üyeliklerine aday gösterilecek,”[246] siyasal pragmatizminin ucuzluğu; ne de Soros’cu bir “komplo”!
IX.1) “KOMPLO YAYGARALARI”
Gezi/ Haziran’ın akabinde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “olayların” Türkiye’nin itibarı açısından çok fazla olumsuz etkisi olduğunu belirtip: “Türkiye’nin dış algısında ciddi bir hasar meydana geldi. Bu hasarın öyle hemen toparlanabilecek bir hasar olduğunu düşünmüyorum. Algı bozulduğunda o algı yatırımcı kararlarına etki ediyor,” demişti.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da, “Türkiye’de her şey olumlu noktada zirve yapmışken, en büyük yatırımlar başlamışken, faizler düşüp enflasyon yerlerde sürünürken, Türk parası kıymetlenip şaha kalkmışken,” Gezi’nin Türkiye üzerinde soru işaretleri yarattığından şikâyet etmişti ve Türkiye’nin imajı, bile isteye yerle bir edilmişti.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yükselen bir ülkeyle ilgili bir imaj operasyonu yapıldığından dem vurup, uluslararası basındaki belli odakların Türkiye’nin bir imaj kirlenmesi yaşamasını istediğini dile getirmişti.
Başbakan Erdoğan başta olmak üzere AKP ile AKP yanlıları Gezi hareketinin iç ve dış mihrakların elbirliğiyle hükümeti devirme, Türkiye’yi karanlığa sürükleme girişimi olduğu görüşünde hemfikirdiler![247]
Özetle Gezi/ Haziran’ı, Soros’cu bir “komplo” olarak “lekelemeye” kalkışan AKP zihniyeti; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2018 yılında 12. sınıflar için hazırlanan “Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi” başlıklı kitapta Gezi/ Haziran direnişinin “Hükümeti devirmek için düzenlenen uluslararası komplo,” göstermeye kalkışıyordu![248]
James Madison’un, “Tiranlık ve baskı bu ülkeye gelecekse, bu yabancı düşmana karşı savaşmak kisvesi altında olacaktır,” ifadesindeki üzere “yabancı komplo” tezgâhına sarılanlar Gezi/ Haziran’ın, “Kapansın el kapıları,/ bir daha açılmasın./ Yok edin insanın/ insana kulluğunu./ Bu davet bizim,” dizelerindeki Nâzım Hikmet’in yoldaşları olduğundan bi haberdi!
IX.1.1) ONLARIN ZIRVALARI!
Albert Camus’nün, “Demokrasi çoğunluğun gücü değil, azınlığın korunmasıdır,” deyişiyle altını çizdiği gerçeği kavramayan Erdoğan (ile AKP), “Bilinç başkaldırıyla doğar,”[249] gerçeğinin kanıtı Gezi/ Haziran ile yüzleşmek zorunda kalıp; yalan(lar)a sarıldılar!
Mesela Özcan Tikit, “Gezi’nin sanıldığı gibi bir demokrasi arayışı olmadığı somut şekilde görüldü. Gezi’nin sandık yoluyla iktidara gelemeyenlerin ‘demokrasiden vazgeçiş’ eylemi olduğu iyice anlaşıldı. Ayaklanmayı sessiz sedasız izleyen milyonlar da bu gerçeği görüp ona göre pozisyon aldı. Neticede de olay eşyanın tabiatına uygun şekilde noktalandı. Demokrasi kendini savundu… Gezi’den 1 ay sonra ve biraz da Gezi’den alınan ilhamla Mısır’da yapılana bakalım…”[250] derken; Abdülkadir Selvi de ekliyordu:
“Belli ki, bir Sisi de bizde çıksa şu Tayyip’i devirse rüyaları görüyorlardı. Mısır’daki darbeye heyecanlandılar, Sisi’nin katliamları karşısında suskun kaldılar. Ama Tahrir üzerinden, ‘Tayyip’e mesaj vermeyi de ihmal etmediler.”[251]
Öncelikle “Mısır mı Gezi’yi örnek aldı” (İlk “iddia” bu!)? Yoksa “Mısır’daki darbe mi Gezi’yi heyecanlandırdı” (İkinci “iddia” da bu!)
Zırva tam da budur; böyledir.
Ayrıca “demokrasi kendini savundu” denilirken; insanların katlinden mi söz ediliyor?
Öte yandan Mehmet Ziya Gökalp’in, Gezi olaylarının… Tamamıyla önceden kurgulandığı çok belli bir senaryo çerçevesinde ortaya konmuş talimatlar fırtınası”[252] tespiti; ya da İstanbul Barosu üyesi bir grup avukat, Gezi Parkı’nın yıkılmaması mücadelesini haberleştiren 10 gazete ve 12 internet sitesini, “Hükümeti devirme gayretiyle toplumu maniple edecek kasıtlı haberler,” yaptıkları iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyeti;[253] veya “Ortak düşman Erdoğan’dı. Bugüne kadar kamuoyunu ona karşı harekete geçiremeyenler, darbe yapamayanlar, önünü kesemeyenler, Türkiye toplumuyla gönül bağını kurutamayanlar yeni senaryolar deniyordu,”[254] söylenceleri demogojik manipülasyonlardan başka bir şey değildi!
Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın, batılı ülkeleri suçlayıp, “Bugün Mısır yarın Türkiye,”[255] diye haykırdığı tabloda Hilâl Kaplan’ın, “Gezi, 27 Mayıs’tan bu yana varolan mücadelede ‘ille de bürokratik oligarşi olsun, ister askerî ister F-tipi olsun’ diyenlerin kendilerine verdikleri isimdir”;[256] Yasin Aktay’ın, “Demokrat, tarafsız, hakkaniyetli gibi görünen birçok gazetecinin, sanatçının, ilerleyen saatlerde bile yangına körükle giden, olayı kışkırtan tavırlarının ağaç hassasiyetiyle veya hükümetin otoriterliğiyle hiç ilgisinin olmadığı çok açık. Onlar bu olay vesilesiyle Taksim’den Tahrir’e yol aradılar. Oysa Taksim’den bu yürüyüşle Tahrir’e değil Harbiye’ye gidilir, o yol da artık kapalı”;[257] Erol Kurubaş’ın, “Ülke Batı’nın tazyiki altında kaldı! Batılı hükümetler, başbakanlar, sözcüler, atıp tutmaya başladılar. Taksim Tahrir’di,”[258] kinayeleriyle Gezi/ Haziran’ı “darbeci” olarak sunmaya kalkıştığı nafile gafletin, “Çamur at izi kalır”cı yalandan başka hiçbir malzemesi yoktu; Honoré de Balzac’ın, “Yalancılık meslek dalı ilan edilmeli artık, o kadar çok ustası var ki,” deyişindeki üzere…
Bu kadar da değil! Mehmet Ziya Gökalp’in, “Gezi akademisinden neler öğrendik? Taksim dayanışmasının, Taksim dayatması olduğunu;… Cinin lambadan çıktığını öğrendik”;[259] Salih Tuna’nın, “Sivil dikta dediler; sivil darbe yapmak için her türlü tezviratı yaptılar. Bunlar kendilerine demokrat. Bunlar kedilerinin dışında kimseyi düşünmeyecek kadar bencil. Bunlar halkların, kardeşliğin, barışın düşmanı… Bunlar ikiyüzlü, riyakâr; çünkü bunlar sahtekâr mahlûklardır. Bunlar faiz lobisinin, Neo-Conların, vesayetçi İstanbul sermayesinin işbirlikçisidirler,”[260] türünden lağımları cephanelik olarak kullanmaya kalkışan tutumları; onların ne olduklarının da en özlü anlatımıydı!
Tüm bunların toplamı ise Gezi/ Haziran “suçlamaları” olarak karşımıza çıktı!
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosundan sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Hasan Yılmaz, “Gezi olayları, planlı bir senaryonun ürünü”; “Sui generis, yapıya haiz odakların eylemleri”; “Kavala’nın amacı, yabancı ülkelerin silahlı müdahalesine uygun ortamı hazırlamak”; “Ülkenin başkanına karşı ayaklanmaya teşvik eden tiyatro oyunu”; “Gezi Parkı projesi 2011 yılında başladı,”[261] deyiverdi!
Şimdi burada Soros hikâyesine ilişkin bir parantez açmak gerekiyor!
IX.1.2) SOROS HİKÂYESİ
1970’li yıllarda kapitalizmin yaşadığı büyük kriz, neo-liberalizm dediğimiz ve sosyal devleti tasfiye edip hayatın her alanını piyasalaştırmayı hedefleyen bir anlayışı tüm kapitalist dünyada egemen düşünce hâline getirdi. Neo-liberalizmin “kurucu babaları” ise Mont Pelerin Cemiyeti’nin üyeleri Friedrich Hayek, Ludvig Von Mises, Milton Friedman’dı. Yani kuruluşunun üzerinden geçen 35 senenin sonunda cemiyetin fikirleri iktidar olmayı başarmıştı.
Cemiyet’in başka bir üyesi olan Karl Popper hayatını Marksizmi çürütmeye adamıştı. Bir bilim felsefecisi olan Popper bir yandan Marksizmin bilim olmadığını ispatlamaya çalışırken, öte yandan da “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı kitabıyla Marx’ın Hegel ve Platon’la birlikte totaliter rejimlerin fikir babası olduğunu iddia ediyordu.
Onun öğrencilerinden ve hayranlarından biri olan George Soros adlı bir Macar finans spekülatörü, Popper’in kitabının isminden esinlenerek 1984’de “Açık Toplum Vakfı”nı ilk kez Macaristan’da kuracak, sonrasında da dünyanın birçok ülkesine bu vakıf ağını yerleştirecekti.
Soros’un adının ve vakfının esas popüler hâle gelmesi ise 2000’lerin başındaki “renkli devrimler” adı verilen toplumsal hadiselerle birlikte olacaktı. Gürcistan, Ukrayna, Sırbistan gibi ülkelerdeki “otoriter rejimler”e karşı başlayan isyanları ABD, AB ve bunlara bağlı sayısız örgütle birlikte Soros’un vakfı da destekledi ve fonladı. Eylemcilerin eğitilmesinde, yayınlarının ve eylemlerinin finanse edilmesinde, uluslararası bağlantıların kurulmasında Açık Toplum Vakfı büyük bir rol oynadı.
Soros’un ve Açık Toplum’un etkinliği “zamanın ruhu”na çok uygundu. 90’ları ve 2000’lerin ilk on yılını kapsayan Sovyet-sonrası küresel çağda, kapitalizmle demokrasi arasında bir özdeşlik kuruluyor, kapitalizmin tüm dünyaya refah, barış ve özgürlük getireceği iddia ediliyordu. Soros ise küreselleşmenin ideolojisinin tüm dünyaya yayılmasında özellikle sivil toplum alanındaki faaliyetleriyle ve renkli devrimler aracılığıyla önemli bir rol oynuyordu.[262]
3 Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelişi, o süreçte Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan’da yaşanan “renkli devrimler”den ayrı bir şekilde değerlendirilemez, AKP’nin iktidara gelişi açıkça bir “renkli devrim”dir.
Emperyalizmin küresel sistem açısından kullanışsız hâle gelen yönetimlerin yerine daha kullanışlı aktörler bulma arayışı ile Türkiye’de düzenin istikrar arayışının çakışmasının sonucu AKP iktidar olmuştur.
Diğer ülkelerden farkı ise iktidara geliş biçimidir. Türkiye’nin “renkli devrim”i bir halk ayaklanmasıyla değil, sandık aracılığıyla gerçekleşmiştir. Ancak süreç boyunca yaşananlar, Ecevit hükümetinin başına gelenler, ABD’yle yapılan görüşme ve pazarlıklar, Kemal Derviş vakası vs. ortada bir müdahale ve yönlendirme olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Türkiye’ye özgü bu “renkli devrim”le birlikte AKP, Kemal Derviş’in ekonomik programını devam ettirmiş, IMF politikalarına bağlı kalmış, özelleştirmeleri tamamlamış, taşeron ve güvencesiz çalışmayı kural hâline getirmiş, yani neo-liberal reçeteyi uygulamış, bunları yaparken de yarattığı “sadaka mekanizmaları” ile bir sosyal patlamayı önlemiştir. Kapitalist sistem açısından bundan daha iyisinin bulunmayacağı açıktır.
Öte yandan dış politikada da ABD, AB, İsrail ekseninde kalınmış, Afganistan ve Irak işgallerine destek verilmiş, NATO’da etkin bir rol üstlenilmeye çalışılmış, “Arap Baharı”nda ve Suriye’ye yönelik saldırıda emperyalizmin koçbaşı olunmuştur.
Tüm bunlar yapılırken ise “demokratikleşme” adı altında ve Batı’nın büyük desteğiyle devlet dönüştürülmüş, Ergenekon ve Balyoz operasyonları aracılığıyla büyük bir tasfiyeye girişilmiş, hükümet olmaktan devlet olmaya geçilmiş ve adım adım yeni bir rejim inşa edilmiştir.
Bu süreç boyunca hem Soros hem de onun Türkiye’deki uzantıları ve liberaller iktidarın arkasında durmuş, onu “demokratikleşme” ve “sivilleşme” adı altında desteklemişlerdir. Ancak özellikle 2013’ten itibaren iktidar partisi rejim inşasını hızlandırmaya başlamış, Soros uzantıları ve liberaller ise önce Gezi’nin gerçekleşmesi, sonra da “çözüm süreci”nin bitişiyle birlikte iktidara verdikleri desteği çekmişlerdir, zaten iktidarın da bu desteğe ihtiyacı kalmamıştır.
AKP iktidarı dünyadaki sağ popülist rejimlerin yükselişine paralel bir şekilde, yani küresel konjonktürü kullanarak kafasındaki rejimi daha kolay hayata geçirebilmiş, devletteki dönüşümü tamamladıktan sonra ise “demokratikleşme” masalından vazgeçmiştir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin “renkli devrim”i Gezi değil, AKP’nin iktidara gelişidir. AKP önce “renkli devrim” konjonktürünü fırsat bilip devletleşmek için gereken adımları “demokratikleşme” makyajıyla atmış, sonrasında ise dinsel karakterli bir sağ popülist parti olarak kendi rejimini kurmuştur.
Gezi bu iktidara ve inşa etmek istediği rejime karşı bir isyandır ve renkli devrimlerden farklı olarak emperyalizmin ve Soros’un belirleyici olamadığı, dış güçlerden medet ummayan, bağımsızlıkçı, yurtsever bir eylemdir. Dolayısıyla kendisi “renkli devrim”le iktidara gelen ve Soros tarafından uzun yıllar desteklenenlerin “Gezi’nin arkasında Soros var” demeleri de anti emperyalizmleri ve Soros düşmanlıkları da koca bir yalandan ibarettir.[263]
Şunu net olarak ifade etmekte yarar var: Gezi Türkiye tarihinin en haklı, en meşru, en demokratik eylemlerinden biriydi. Gezi’yi kimse örgütlemedi, öfke kendiliğinden ve kimseler beklemezken patladı…
Sokakta milyonların olduğu her hadiseye birileri müdahale etmek ister, provokasyonlar, yönlendirmeler devreye sokulur, bunlar hep olmuştur, hep olacaktır. Gezi için de birileri, Sorosçular, Cemaat, ABD, her neyse, aynısını düşünmüş ve hatta denemiş olabilir, mümkündür. Ancak sokakta ortaya çıkan kolektif akıl, bu müdahaleyi minimuma indirmiş, olanca sağduyusuyla hadisenin meşruluğuna zarar verecek tek bir girişime bile izin vermemiştir.
Gezi’de bir tane bile ABD bayrağı, AB bayrağı, NATO bayrağı açılmamış, bir kere bile dış güçlere çağrı yapılmamış, bilakis eylemlere başından sonuna kadar bağımsızlıkçı, yurtsever, anti-emperyalist bir duruş damgasını vurmuştur.[264]
IX.1.3) SİLİVRİ SAVUNMALARI
Silivri’de İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki “Gezi Dava”sındaki savunmalarında Avukat Can Atalay, “Direnişin yurtdışından destek aldığı” iddialarına ilişkin olarak, “Gezi direnişi anti-faşisttir, polis şiddetine ‘Geçit yok/ No pasaran demektir. Gezi emperyalizme karşıdır. Hiçbir yabancı oyunu ile, ‘komplo’ ile izah edilemez. Bu başından beri Gezi’yi anlamama-anlayamama-anlamazlıktan gelme hâlinin devamıdır,”[265] derken; Mücella Yapıcı da savunmasında ekliyordu:
“Gezi bizim yarınımızdır, çocuklarımızın aydınlık geleceği için umut fişeğidir.”[266]
Bunlara ek olarak Tayfun Kahraman da savunmasında şunların altını çiziyordu: “Gezi öngöremediğimiz bir şey oldu. Gezi toplumun vicdanı hâline geldi. Toplumun vicdanı bazı yerlerde kabarıyordu, 1 Mayıs, Tekel, Emek Sineması, kürtaj gibi… Fakat bizlerin orada gördüğü şiddet ve Taksim’in özellikle siyasal simge olma özelliğini de eklerseniz polis şiddetiyle birleşince Gezi ortaya çıktı…
Gezi’yi büyüten unsur destek çağrıları değil, dönemin hükümetin gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamaları olmuştur. Gezi Direnişi yaşanan olaylarla birlikte kendiliğinden oluşmuştur. Bilinçli bir kurgu değildir. 10 milyon insana ne para yeter ne de organizasyon. İddianame başarısız bir senaryodur. Kusura bakmayın ama hiçbir senarist böyle bir protesto yazamaz…
Gezi anti-emperyalisttir. Gezi, temsil eksikliği hissedenlerin tepkisidir. Gezi barışma, kucaklaşmadır.”[267]
Ve nihayet İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Osman Kavala, “Soros İddiaları”na ilişkin soru(n)ları sıralıyordu:
“Gezi’yi benim aracılığımla Soros’un finanse ettiği iddia edilmekte ama MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) raporlarının da ortaya koyduğu üzere bu yönde bir delil ortaya konulamamıştır… George Soros’un hem Arap Baharındaki ayaklanmaları hem de Gezi’yi organize ve finanse ettiği fantastik biçimde iddianamede yer almakta, bazı siyasetçiler ve medya organları benzer değerlendirmeler yapmış ama bu konuda ne bir delil ne de bir bilimsel makale bile ortaya konulmamış… Somut olgular tahrif edilerek, fantastik bir kurgu üretilmiştir… Madem ki Soros’tan talimat alarak tüm bunları yapmışım, Gezi’yi finanse etmişim o zaman Soros’un bu davanın şüphelisi dahi olmaması bir garip değil mi?”[268]
X) GEZİ/ HAZİRAN DAVALARI (MI?)!
Friedrich Schiller’in, “Gelecek yavaş geliyor, şimdiki zaman uçuyor ve geçmiş sonsuza dek duruyor,” saptamasıyla müsemma Gezi/ Haziran’ın maruz kaldığı şiddet (ve hak ihlâlleri) ayan beyan ortadayken; davalar traji-komik bir tulûattan başka bir şey değildi.
Gezi/ Haziran Direnişi’nde polis şiddetiyle yaralanan, sakat kalan ve yaşamını yitirenlerin dosyalarında kayda değer ilerleme sağlanamayıp; dosyalar sumen altı edildi.[269]
Protestolarda öldürülenlerin yakınları ve avukatları, dava süreçlerindeki hukuksuzluğa dikkat çekerken; Taksim Dayanışması, “Hiçbir toplumun böylesi bir adaletsizliğe daha fazla tahammül edemeyeceğini biliyor ve uyarıyoruz. Adalet talep ediyoruz,” diye haykırıyordu.
Mimarlar Odası eski Genel Sekreteri Mücella Yapıcı ise, “Gezi direnişi süresince yaşanan devlet şiddetinin uygulayıcısından, emir verenine tüm sorumlulardan hem hukuken hem de toplumsal olarak hesap sorulması düne değil geleceğimize ilişkin bir yükümlülüktür. Hâlâ hiç utanmadan ve sıkılmadan 14 yaşında bir canın anısına dahi saygısızlık edebilenlerin karşısına dikilip Berkin Elvan’ın katillerinin ‘cezasızlık’ ile ödüllendirilmesine engel olmak görevimizdir. Hiçbir toplumun böylesi bir adaletsizliğe daha fazla tahammül edemeyeceğini biliyor ve uyarıyoruz,”[270] vurgusuyla ekliyordu:
“Suç işlemek için örgüt kurmuşum. Suçu işleyen, hukuka uymayan sensin. İçinde olduğum kurum seni hukuka davet ediyor, örgütü sen değil ben kurmuş oluyorum öyle mi? Evet, Taksim Dayanışması’nın sekreteriyim. Evet, bildirilerini yazıyorum. Hepsi açık, ne var? Niye öldürdün o çocukları? İnsan halkına bunu yapar mı?”[271]
Binlerce haksızlığa maruz kalan milyonların katıldığı Gezi/ Haziran Direnişi’nde katledilenlerin davalarındaki adaletsizlikler, hukuksuzluklar hiç son bulmadı. Yıllar geçmesine rağmen kimi davalarda bir arpa boyu dahi yol alınmadı. Berkin Elvan davasında 6 yıl sonra ancak keşif yapılırken, Ethem Sarısülük davası ise 15 bin lira cezayla kapatılıverdi!
Antakya’da ODTÜ’ye destek eylemlerinde öldürülen 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ın ailesi yıllardır adalet bekliyor.
Diyarbakır Lice’deki askerlerin açtığı ateş ile öldürülen 19 yaşındaki Medeni Yıldırım’ın davasında 5.5 yıl sonra asli delillere ulaşılabildi![272]
Bu işin bir yanıydı; diğerine gelince!
Mesela; Anayasa Mahkemesi (AYM) Avukat Onur Cingil’in Gezi Direnişi sırasındaki polis şiddeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlâl edildiğine ilişkin başvurusunu “kabul edilemez” bulup; “Kötü muamele yasağı”nın ihlâl edilmediğini savunurken, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı’nın da ihlâl edilmediğine karar verdi. AYM, kararına dayanak olarak ise, binlerce kişinin yaralandığı olaylarda, bireysel başvuru yapan Av. Onur Cingil’in “Yaralandığına dair kanıt olmaması”nı gösterdi![273]
Mesela; Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın önünü açan Danıştay 6’ncı Dairesi’nin bu kararında, değişen üyeler etkili oldu. Yeni HSYK, 15 Aralık 2014 tarihinde Danıştay’a yine cemaatin tasfiyesi amacıyla 33 üye atadı. Bu üyelerden Mehmet Gökpınar, Ekrem Özbek ve Ramazan Özdemir’in görevlendirildiği Danıştay 6’ncı Dairesi, eski üyelerin kışla ile ilgili 2014’de verdiği iptal kararını, atandıktan sadece 3 ay sonra değiştirdi ve yapılaşmanın önünü açan karara imza attı![274]
Mesela; Gezi soruşturması, direnişin ilk günlerinde o dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş tarafından başlatıldı. Akkaş, o günlerde soruşturmaya delil bulmak için belirlediği şüphelilerin telefonlarının dinlenmesi talimatını verdi. Yüzlerce sayfa telefon görüşmesi tapesi, polis fezlekesi, polisin fiziki takip sırasında çektiği fotoğraflar ve sosyal medya paylaşımları soruşturmanın delilleri arasına girdi. Akkaş, Gezi soruşturmasını yürütürken 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmasını yürüttüğü için görevden alındı. Temmuz 2013’te Gezi Direnişi nedeniyle Taksim Dayanışması üyelerinin de yer aldığı çok sayıda isim gözaltına alındı. İfadeleri alınan isimler daha sonra serbest bırakıldı. Haklarında iddianame hazırlanan bu isimler İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti. Dört yıl sonra raftaki dosya yeniden indirildi. Şu an FETÖ firarisi olan Akkaş’ın topladığı delillerin yer aldığı ikinci bir Gezi iddianamesi yazıldı. İddianamede16 sanığın ayrı ayrı 606 yıldan 2 bin 970 yıla kadar hapisleri istendi![275]
Hepimize Friedrich Schiller’in, “Çanta çalmak bir suç, servet çalmak bir cüret, taht çalmak ise yücelik göstergesidir. Suç büyüdükçe kabahat küçülür”; Frederic Bastiat’ın, “Yasallaştırılmış yağmanın eninde sonunda yağmacıların da aleyhine döneceğini bilmek bir bilinçlenme sorunudur,” sözlerini hatırlatan bu duruma ilişkin kimi çarpıcı verileri ardı ardına sıralarsak…
X.1) İSTANBUL, ÇARŞI, HASAN FERİT, MEHMET AYVALITAŞ
Önce İstanbul ile başlayalım!
i) İstanbul’daki Gezi Direnişi’nde gaz kapsülünün isabet etmesi sonucu ayağından ağır yaralanan ve yürümekte zorluk çeken Aydın Aydoğan soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz, şiddet uygulayan polislerin tespiti için Ulusal Kriminal Büro’ya gönderdiği görüntüleri bir yıl sonra geri istedi. 28 Ocak 2015 tarihli “Bilirkişi İncelemesinden Vazgeçilmesi Kararı” dilekçesinde savcı Kiraz, “Her ne kadar 12 Aralık 2014 tarihli karar gereğince dosyamıza bilirkişi olarak atanmış ise de iş bu karar ile bilirkişi incelemesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir,” dedi![276]
Aydın Aydoğan’ın İstanbul Valiliği aleyhine açtığı davada, valilik mahkemeye gönderdiği bir yazıda davaların 2013 itibariyle 5 yıllık iş hacmine ulaştığını belirtti. Dava sayısındaki patlama, mahkemelere “kes – yapıştır” ile oluşturulan matbu savunmaların da nedenini ortaya çıkardı. İl Emniyet Müdürlüğü davacının ayağının gaz fişeğinden ötürü yaralandığına ilişkin delil olmadığını, “ayağının takılıp düşmesi nedeniyle de” bu yaranın oluşabileceği savunuldu![277]
Polisin attığı biber gazı kapsülüyle bacağından yaralanan Aydın Aydoğan, kendisini yaralayan polislerin bulunamaması ve dosyanın ‘Faili Meçhul Suçlar Bürosu’na gönderilmesine itiraz etti. Aydoğan, soruşturmanın Faili Meçhul Suçlar Bürosu’na gönderilmesinin nedenini öğrenmek amacıyla 2 Ekim 2017’de savcılığa gitti. Savcının sözlü olarak bilgi vermemesi üzerine Aydoğan dilekçe vererek, “Hakkımda soruşturması yürütülen toplumda ‘Gezi Davası’ olarak bilinen 2016/12677 dosya No’lu soruşturmadaki polis memurları hakkında İstanbul 1. İdare Mahkemesi soruşturmanın devamına karar vermiştir. Bunun gerekçelerini savcılık makamınızdan öğrenmek istiyorum,” dedi.[278]
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında da, Gezi eylemine katılanlar için söylediği sözler nedeniyle suç duyurusunda bulunan Aydın Aydoğan, şimdi, ne zaman adliyeye gitse gözaltına alındığını, polislerce darp edildiğini belirterek ekledi; “Başvurum takipsizlikle kapatıldı. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, mahkeme masraflarının da benden tahsil edilmesine karar vermiş. 6 Şubat’ta adliyeye gittim. İki sivil polis beni takip ediyordu. Mahkeme masrafının ne kadar olduğunu ve neden benden tahsil edildiğini öğrenmek için kaleme girdim. Yargıç oradaymış, ‘Bize hesap mı soruyorsun’ deyince polisler beni ite kaka dışarı çıkardılar. O sırada yere düştüm ve başımı yere vurdum. ‘Akıllı ol. Dua edin nefes alıyorsunuz, seni de etrafındaki herkesi de toza çeviririz’ diye tehdit ettiler. Gözaltına alındım. Akşam altı gibi bırakıldım. Bu olay hakkında da suç duyurusunda bulundum ama ailemle ilgili tedirginim, korkuyorum. 3 çocuğum var. Bizlere vebalıymışız, potansiyel suçluymuşuz gibi davranılıyor. Neden? En baştaki kişi bizleri terörist olarak tanıtıyor çünkü. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yaptım. Oradan da bir şey çıkmazsa sayın Erdoğan’ın hakaretlerini AİHM’e taşıyacağım”![279]
ii) Gezi’de polisin attığı gaz fişeği ile tek gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya davasında yeni gelişmeler yaşandı. Dosyasında hatalar yapıldığı ve dosyanın “faili meçhul” yapılarak kapatılmak istendiği ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunun, 2 Mayıs’ta polisler hakkındaki “ek kovuşturmaya yer yoktur” kararını Sarıkaya’nın eski adresine tebliğ etmesiyle başladı. Ardından posta görevlisinin, 15 Mayıs 2017 tarihi kaşesi yerine 15 Nisan 2017 kaşesini basmasıyla Sarıkaya karara itiraz süresini kaçırdı![280]
Erdal Sarıkaya’nın epikriz raporları “buhar oldu”. Çapa Tıp Fakültesi “teslim ettik”, mahkeme “almadık” diyor. İstanbul 9. İdare Mahkemesinin Gezi Parkı gösterileri sırasında polisin attığı biber gazıyla sağ gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın epikriz raporlarını istediği Çapa Tıp Fakültesi, evrakların mahkemeye teslim edildiğini söylüyor. Ancak ne belge ne de belgeyi teslim alan memur ortada yok![281]
iii) 1 Haziran 2013’teki Gezi eylemleri sırasında Taksim’deki İngiliz Konsolosluğu önünde başından gaz kapsülüyle ağır yaralanan 25 yaşındaki Okan Göçer, vurulduktan sonra sol kulağı işitme yetisini kaybedip, aylarca iş bulamadı. Bu nedenle de üniversiteyi de bırakmak zorunda kaldı. Bacağındaki arter damarı da tıkanan Göçer’in sigortası olmadığı için tedavisi bir süre yarıda kaldı. Daha sonra ağabeyinin, sigortasını dışarıdan ödemesi sayesinde tedavisine kaldığı yerden devam edildi. Soruşturmada cezasızlığın sürdüğünü ifade eden Göçer’in avukatı Emine Erel de ulaştıkları görüntüde Okan’ı vuran ekibin belli olduğunu, fakat gaz kapsülünü atan polisin kim olduğunun belli olmadığını ifade ederek, “Soruşturmaya dair bir gelişme olmuyor. Bizim gibi 300 soruşturma daha var. Tümü tek dosya altında birleştirildi. Tüm şüpheli polislerin bu şartlar altında incelenmesi imkânsız. Bu birleştirmenin cezasızlık için yapıldığını düşünüyoruz,” dedi![282]
iv) Gezi Parkı Direnişi’nin başladığı 30 Mayıs 2013’te ağaçların kesilmesini engellemek isteyen yurttaşlar tarafından parkın içine kurulan çadırları yaktıkları iddiasıyla yargılanan 7 zabıta, “görevi kötüye kullanma” ve “kasten yangın çıkarma” suçunu işlediklerinin ispatlanamadığı gerekçesiyle beraat etti![283]
v) Gezi Direnişi’nde Fındıklı’daki polis müdahalesinde omurgası kırılan C. Ö.’nün İstanbul İdare Mahkemesi’nde İçişleri Bakanlığı’na açtığı tazminat davasında, bakanlık Hukuk Müşavirliği’nden “Her makul insan önlem alır,” savunması geldi. Bakanlık savunmasında, C. Ö.’nün polislerce dövülüp omurgasının kırılmasını tedbir almadan olaylarında merkezinde olmasına bağlayarak, kusurun kendisinde olduğunu savundu. Bakanlık talep edilen 10 bin TL tazminat talebinin fahiş olduğunu, sebepsiz zenginleşmeye neden olacağını belirtti![284]
vi) Gezi’nin birinci yılında haber takibi yapan ve bu esnada polisler tarafından darbedilen ‘Evrensel’ Gazetesi muhabiri Erdal İmrek’in şikâyetine “Kovuşturmaya yer olmadığı” yanıtı verildi![285]
vii) Gezi Direnişi’nin simgelerinden “Sapanlı Teyze” Emine Cansever hakkında tamamlanan iddianamede -Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Halkın Hukuk Bürosu ve 150 kişinin tutuklanmasına neden olan!- gizli tanık Berk Ercan’ın tek cümlelik ifadesi var: “Halk Cephesi’nin düzenlediği eylemlere katılır”![286]
viii) Gezi Parkı gösterileri sırasında polis müdahalesini protesto etmek için Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda eylem yapan 41’i avukat 44 kişi hakkında dava açıldı. Avukatlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet suçundan 3 yıla kadar hapis cezası istendi![287]
ix) Gezi Direnişi sırasında ekmek almaya giderken polis tarafından gaz fişeğiyle vurulan 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın yaşamını yitirdiği gün, Avcılar Gezi Dayanışması, Marmara Caddesi’nde protesto eylemi yaptı. ÇHD Genel Merkez yöneticisi avukat Gökmen Yeşil, avukatlar Zülfükar Erden ve Turan Hançerli de olası hak ihlâllerine karşı hukuki destek vermek üzere olay yerine gitti. Polis, yürüyüşe izin vermeyerek, eylemcilere gazla müdahale etti. Bazı göstericiler gözaltına alındı. Müdahaleden iki buçuk yıl sonra, üç avukat dahil 9 kişiye dava açıldı. Erden ve Hançerli 6 yıl, Yeşil ise 9 yıl hapis istemiyle yargıç karşısına çıkacak. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, avukatlar Gökmen Yeşil ve Turan Hançerli’nin, yasadışı toplanan ihtara rağmen yürüyüşe geçen grubun içerisinde bulunduklarının tespit edildiği ifade edildi. Yeşil’in ayrıca, güvenlik güçlerinin müdahalesi sırasında koşarak yerdeki yeni atılmış gaz kapsülünü ayağı ile tekme atarak, görevli çevik kuvvet ekibine doğru fırlattığının görüntülendiği belirtildi![288]
x) Gezi eylemlerinde 1-2 Haziran 2013’te polisin orantısız müdahalesinden kaçanların sığındığı Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nde içki içildiği iddiaları ve yaralılara tıbbi müdahale edilmesiyle ilgili 255 kişi hakkında açılan davada 14 sanık daha hâkim karşısına çıktı. Davanın 3. gününde savunma yapan Furkan Bülent Ongan, sıkılan biber gazından etkilendiği için polise sığındığını belirterek, “Toplu hâlde gözaltılar yapılıyordu. Beni de çekiştirdiler. Ne olduğunu sorunca ‘Yanlış zamanda yanlış yerdesin’ diyerek gözaltına aldılar,” dedi![289]
Aralarında iki doktor ile Dolmabahçe Bezm-i Âlem Camii’ne sığınan göstericilerin de bulunduğu 255 sanıklı “Gezi davası”nın 47. celsesi Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’ndaki İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dönemin Dolmabahçe Bezm-i Âlem Camii imamı Halil Necipoğlu ile caminin temizlik görevlisi Yaşar Tüylü “tanık” olarak ifade verdi. İmam Halil Necipoğlu, “Cami içerisinde alkol kullanan herhangi birisi görmedim,” dedi![290]
Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi’nde polisin orantısız müdahalesi sonucu ağır yaralanan kişilere tıbbi yardımda bulundukları gerekçesiyle yargılanan hekimlerin İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında -insanları öldüren polis şiddeti cezasız kalırken- 244 direnişçi 2 ay ile 1 yıl 2 ay arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı![291]
xi) Gezi protestolarında polisten aldığı darbeyle bir gözünü yitiren akabinde de işinden olan servis şoförü Hakan Yaman, Sancaktepe’de saldırıya uğramasının üzerinden 15 ay geçmesine rağmen olayın faillerinin hâlâ tespit edilemediğini ve dava açılamadığını dile getirdi!’[292]
xii) Gezi Direnişi sırasında İstanbul’da Talimhane’de eylemcilere palayla saldırmaktan yargılanan Sabri Çelebi’nin davasında tanık olarak dinlenen polislerle palalı saldırgan birbirine düştü. İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Polislerin, Çelebi’nin kendilerine de saldırdığını iddia etmesi üzerine tutuksuz yargılanan Çelebi, polislere “Senin DHKP-C ile bir alâkân var mı?” diye seslendi![293]
Bir de çArşı mevzusu vardı…
Bilindiği üzere Gezi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle Beşiktaş’ın taraftar grubu çArşı’nın yöneticileri hakkında “hükümeti yıkmaya teşebbüs” iddiasıyla açılan davada aralarında çArşı liderlerinin de bulunduğu 35 kişi hakkında müebbet hapis cezası isteniyor.
Dünyada ilk kez bir taraftar grubu darbecilikle yargılanırken, balık pazarındaki restoranın garsonundan, kahvaltıcılar sokağı müdavimine, Ihlamurdere sakininden Köyiçi esnafına kadar herkes üç aşağı beş yukarı aynı değerlendirmede bulunuyor: “Dava komik, kısa bir süre sonra Türkiye bunu bir utanç madalyonu gibi göğsünde taşıyacak.” Semtin birikimi, “muktedirin” okuması için mahalle diliyle “Böyle başa, böyle tarak” misali bir dipnot iliştirmeyi de ihmal etmiyor: “Üç kornerden bir penaltı yaratmaya çalışmayın, ofsayta düşmeyiz. Bu dava sadece çArşı’nın değil, hepimizin!”[294]
Evet “darbe teşebbüsü” iddiasıyla çArşı’dan 35 kişiye açıldı. çArşı kurucularından Cem Yakışkan duruşma öncesinde (15 Aralık 2014’de) “Darbe gücümüz yok, olsaydı da Beşiktaş’ı şampiyon yapardık,” derken;[295] çArşı davasının temelinde bir polis memurunun çArşı’nın yürümek için para aldığı iddiası vardı. Başka da delil yoktu. O polisin telefondaki asılsız iddia ve iftirası, gözaltına hatta hakkınızda müebbet istenmesine dayanak olabiliyordu. Dosya o kadar özensizdi ki, sözü edilen para 25 bin TL’di! Bu para bazı yerlerde 24 bin olarak geçiyor; sonra yeniden 25 bine yükseliyor. “İnsanlar hakkında 49 sene istemişsiniz bin liranın ne önemi var değil mi! Bu da Türk hukuk istemi işte!”[296]
Sonra da Mehmet Ayvalıtaş…
Gezi Direnişi’nin ilk kaybı 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın davası, aile için ıstıraba dönüşmüştü. Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 25 Mart 2015’de görülen 6. duruşmada baba Ali Ayvalıtaş ve yakınları darp edildi. Ayvalıtaş ailesiyle polisler arasındaki arbedede baba Ali Ayvalıtaş, fenalık geçirdi. Duruşmaya giren baba, “Hem oğlumu aldınız, hem eşimi aldınız. Şimdi de beni dövüyorsunuz. Kime sığınacağız size güvenmiyorum,” dedi.[297]
İzleyicilerin duruşma salonuna girmesi engellendi. Yargılamanın sonunda adaletin gerçekleşeceğine dair umudunu yitiren baba Ayvalıtaş, “Adalet arıyorum, yani okyanusun dibindeki bir iğneyi,”[298] diye haykırıp, gözyaşları içinde duruşmadan ayrıldı.
Daha sonra Gezi protestolarını destek için Ümraniye’de gerçekleşen yürüyüş sırasında 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın, bir aracın çarpması sonucu ölümüyle ilgili görülen davada, olay yerine ait görüntüleri mahkemeye sunmadığı gerekçesiyle haklarında “Görevi ihmal” suçundan dava açılan 3 polisin davasını düşüren mahkeme hâkimi, Ataşehir Kaymakamlığı’nın polisler hakkında soruşturma izni vermediğini ve müşteki avukatlarının karara itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin değerlendirme yaparak “soruşturma izni verilmemesi” kararını onadığına dair cevap verdiğini belirtti.[299]
Konuya ilişkin olarak Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan raporda “Söz konusu yolda emniyet şeridi ve yol şerit çizgisi vardır. Bu karayolunda yaya geçişine izin verilmemektedir” görüşüne yer verildi. Raporda şu bilgilere yer verildi: “Kazaya uğrayan yayalar Mehmet Ayvalıtaş ve Seyit Kartal’ın hiç bir önlem ve tedbir almadan bulunmaları yasak olan ve izin verilmeyen tek istikametli 2 şeritli karayolunda bulundukları için kazanın meydana gelmesinde asli ve tamamen kusurlu oldukları kanatine varılmıştır. Sanıklar Mehmet Görkem Demirbaş ve Cengiz Aktaş’ın çok ani gelişen bu olayda kazayı önleyecek ve yayalara çarpmamak için yapması gerekli önlemler açısından herhangi bir kusurlarının olmadığı sonucuna varılmıştır,”[300] denildi!
“Son”(uç) malumdu!
Ve İstanbul Gülsuyu’nda 2013’ün Eylül ayında uyuşturucu çeteleri tarafından katledilen Hasan Ferit…
Hasan Ferit Gedik davasında önce, sanıkların yargılandığı dava, dosyanın nakline ilişkin Adalet Bakanlığı’ndan üç ay yanıt gelmediği için kilitlendi. Mahkeme heyeti, bakanlığın yanıtının beklenmesine karar verirken, karşı oy kullanan üye hâkim davanın naklinin taraflarının kovuşturmayı takibini zorlaştıracağını, duruşmaların aleniliğini engelleyeceğini belirtse de, bir şey değişmedi.[301]
Daha sonra da İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savcı ve sanık avukatlarının talebi üzerine mahkeme duruşmaların kapalı yapılmasına karar verildi.[302] Duruşmada çete üyeleri avukatları tehdit etti.[303] Polis adliye önünde saldırdı ve davada tutuklu yargılanan 22 kişiden 6’sı tahliye edildi. Adliye içinde pankart açan 5 kişi ise gözaltına alındı.[304]
Ardından davanın 25. celsesinde tutuklu sanık, diğer tutuklu sanıklara taş attı, küfretti. Tutuklu sanığın avucunda saklayarak duruşma salonuna soktuğu taşı ne şekilde temin ettiği müphemdi.[305]
Hasan Ferit Gedik davasında tutuklu sanık Zafer Tuna mahkemedeki ifadesinde, “Ben Saffet Okumuş polis karakolunu arayarak, ‘Size silahlı saldırı olacak’ diye ihbarda bulundum ve bu olay oldu. Eğer terör örgütleri insanlar üzerinde baskı kurarsa insanlar da polislerin yetişemediği yerde anayasal hakkını kullanır ve mermiyi çakar,” diyordu![306]
“Son”(uç) malumdu!
X.2) ANKARA İLE ETHEM SARISÜLÜK’Ü
Ankara ile Ethem Sarısülük’üne gelince…
i) Ankara 10. İdare Mahkemesi, Gezi protestolarında yüzüne isabet eden gaz kapsülü ile yaralanan ve yüzüne platin takılan Mustafa Başnamlı’nın açtığı tazminat davasını reddetti. Mahkeme, olayda idarenin bir kusuru olmadığını öne sürdü![307]
ii) Ankara 4. İdare Mahkemesi, Çankaya Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak görev yapan Muharrem Dalsüren’in Gezi Parkı eylemlerine müdahale eden bir Akrep’ten atılan gaz bombası fişeğinin isabet etmesi sonucu bir gözünü kaybetmesi olayında İçişleri Bakanlığı’nı 142 bin TL tazminata mahkûm etti.[308] Bakanlığın “gaz bombası fişeğinin eylemlere katılan kişilerin kafasına gelecek şekilde kullanıldığı” gerekçesiyle yüzde 50 kusurlu bulan mahkeme, temizlik işçisi Dalsüren’i ise “Emniyetli bir alanda bulunmaması ve şahsi güvenliğini sağlama noktasında tedbirsiz davranması” nedeniyle yüzde 20 kusurlu gördü![309]
iii) Ankara’daki Gezi eylemlerinde katledilen Ethem Sarısülük’ün 16 Haziran 2013’te cenaze töreninde, gaz bombasıyla başından vurulan Dilan Dursun’un yaralanmasına neden olan polis memurlarının kimliği savcılıktan gizleniyor. Emniyet, savcılığa gönderdiği üç ayrı yanıtta farklı isimler bildirdi![310]
Dilan Dursun’u gaz bombası fişeğiyle başından vurarak ağır yaralan polis memuru, 5 yıl sonra bulundu. Soruşturmayı yürüten Ankara Savcılığı, olay tarihinde gaz tüfeği kullanmaya yetkili polis memurlarının cep telefonu sinyal bilgilerini inceleyerek, polis Serkan Kurnaz’ın ismine ulaştı. Ancak savcılık, Dilan Dursun’u başının arkasından hedef gözeterek vuran, beyin kanaması geçirip 4 gün yoğun bakımda yatmasına ve yüzde 10 engelli kalmasına neden olan polis Kurnaz hakkında “kasten öldürmeye teşebbüsten” değil; “bilinçli taksirle yaralamaya sebebiyet vermekten” dava açtı. İddianamede şüpheli polisin 2 yıla kadar hapisle yargılanması ve dava sonunda verilecek cezanın da paraya çevrilmesi istendi![311]
iv) Ankara’da Gezi Parkı eyleminin birinci yıldönümünde Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yerde anma etkinliği düzenleyen gruba yönelik müdahaleye karşı çıktığı için polislerce kolu kırılan Avukat Engin Gökoğlu, polislere dava açılmasını beklerken sanık durumuna düştü. Gökoğlu ile kolu kırılan meslektaşlarını kurtarmak isteyen üç avukata “Polise direnme, mala zarar ve kamu malına zarar vermek”ten dava açılan iddianamede, “Şüphelilerin direnme ve karşı koyması gibi durumlar değerlendirildiğinde bazı şüphelilerde meydana gelen ufak sıyrıkların kabul edilebilir nitelikte olduğu,” savunuldu![312]
Yargıtay’ın bozma kararından sonra “güvenlik” gerekçesiyle Ankara’dan Aksaray’a taşınan Ethem Sarısülük davası skandallarla başladı. Tutuksuz sanık Ahmet Şahbaz, dosyanın daha güvenli denilerek gönderildiği Aksaray’a dahi gelmeyerek, duruşmaya “güvensiz” bulunan Ankara’dan telekonferans sistemiyle bağlandı. Sarısülük ailesi, sanığın duruşmaya getirilmesini ve tutuklanmasını isterken, görüşü sorulan savcı, “Sanığa, huzurda savunma yapmak isteyip istemediği sorulsun” dedi.
Sanık Şahbaz, “SEGBİS’le savunma yapmak istiyorum” karşılığını verdi. Sanığın tutuklanması talebini reddeden mahkeme, “Sanık huzura gelmek istemiyor” diyerek Şahbaz’ın Aksaray’a getirilmesi taleplerini reddetti![313]
Bu kadar da değil; Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ethem Sarısülük davasındaki gerekçesinde sanık polis Ahmet Şahbaz’ın delil olarak saklanan silahının, sanığa teslim işlemlerinin yapılması için Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne verilmesine karar verdi.
Sanığa “Kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma” maddesinden ceza arıtırımı yapılmasına gerek olmadığını belirten mahkeme, gerekçesinde silahın kamu malı değil, sanığa ait zati demirbaş olduğunu ifade etti.
Kararda, Gezi eylemlerinde sıkça dile getirilen “baskıya karşı direnme hakkı”, “ütopik” olarak nitelendirildi; “Polisler, mevcut linç girişimine ve yasal olarak silah kullanma yetkileri bulunmasına rağmen silah kullanmaktan sürekli imtina ettiler. Dolayısıyla hükümeti devirmeyi amaçlayan, ülke için güvenlik sorunu yaratan göstericilere karşı kolluk görevlilerinin sessiz kalması düşünülemez,” denildi.[314]
Sarısülük davasında tanık sıfatıyla ifade veren polislerden Erol Ulusağ, “Bugün olsa aynı şeyi ben de yapardım,” derken;[315] Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’nde Sarısülük’ün avukatı mahkeme heyetine “Biliyoruz siz gene (Şahbaz’ı) tutuklamayacaksınız, ama biz de bıkmadan usanmadan geleceğiz ve sizleri rahatsız edeceğiz,” dedi.
Tutuksuz sanık polis memuru Şahbaz, savunmasında, “Yere düştüğümde eylemciler üzerime atlayacak sanarak, silahı çıkarttım ve havaya ateş açtım. Yerden doğrulurken bana doğru hamle yapan yanımdaki eylemciyi uzaklaştırmak için tekme attım. Tekme atmamla üçüncü atışı tamamlamam arasında 3 saniye var. Bu 3 saniye içerisinde vücuduma toplam 8 taş isabet ediyor,” dedi[316] ve mahkemeye heyeti de, Şahbaz’ın tutuklanması talebinin reddine karar verdi.
Sonrasında da Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, sanık polis memuru Ahmet Şahbaz’ın, “meşru müdafaa sınırını aşmak suretiyle taksirle ölüme neden olmak” suçundan yargılanmasını talep etti. Tarafların avukatları, savcılığın yargılanmasını talep ettiği cezanın alt sınırının 10 ay hapis cezası olduğunu söyledi.[317] Mahkeme heyeti sanık polis Ahmet Şahbaz’ı 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezasına çarptırdı. Bu cezayı da 10 bin 100 lira adli para cezasına çevirdi.[318]
Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ahmet Şahbaz’ı 10 bin TL’lik para cezasıyla kurtardığı kararının gerekçesinde de öldürülen Sarısülük ve Gezi eylemlerini suçlayarak, “Polislerin de silaha sarılma yetkisi vardı, kullanmadılar,” dedi.
Gerekçeli kararda eylemlerin “hükümeti devirmeyi amaçlayan organize saldırı” olduğu değerlendirmesi yapıldı. Ethem Sarısülük ise “taşlı saldırıya iştirak etti, olaydan bir süre önce yerden taş topladı” denilerek suçlandı.[319]
Bu kadar da değil!
Ahmet Şahbaz’a verilen ve paraya çevrilen 10 bin 100 lira ceza kararı, Yargıtay tarafından bozuldu. Yeniden görülen davada ceza 15 bin 200 liraya yükseltildi![320]
Ve Yargıtay tarafından Aksaray’daki mahkemeye gönderilen Ethem Sarısülük davasının dosyasının tahrip edildiği ortaya çıktı. Tutanak tutan Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, dosyanın klasörlerinin bozulduğunu, klasör sayısının 14’ten 9’a düştüğünü, dava dosyanın yüklü olduğu CD’nin kırıldığını bildirdi.[321]
“Son”(uç) malumdu!
X.3) ESKİŞEHİR İLE ALİ İSMAİL KORKMAZ’I
Eskişehir ile Ali İsmail Korkmaz’ına gelince…
Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’la aynı gece, aynı sokakta dövülen Doğukan Bilir’i darp eden polislere verilen 3 biner lira para cezası Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nce ertelendi; Bilir’e odunla saldıran Serkan Kavak’ın cezayı 12 taksitte ödemesine karar verildi![322]
Ve Ali İsmail Korkmaz![323]
Eskişehir’deki Gezi protestolarında sokak ortasında dövülerek katledilen 19 yaşında Ali İsmail Korkmaz davasında mahkeme, sanıkların suçunu “kasten adam öldürme” olarak değil, “kasten yaralama suretiyle ölüme sebebiyet verme” kararlar verdi.[324]
Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 100 sayfalık gerekçeli kararında, “sanıklar ile maktul arasında öldürmeyi gerektirir bir husumet bulunmadığı ve sanıkların öldürme kastlarının olmadığı,” belirtildi.[325]
Davanın temyiz duruşması Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde yapılırken; Ali İsmail Kormaz’a son tekmeyi atarak ölümüne neden olmaktan 10 yıl 10 ay hapis cezası alan polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “emri ben verdim” dediğine dikkati çekerek; “Ama ne hikmetse görevi verenler değil sadece görevi alanlar, müvekkil konu mankeni olarak bu suçu işlediği yönünde algı oluşturulmuştur. Yargılamanın selameti açısından eğer yargılama olacaksa bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir,” dedi.[326]
Bu arada Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü sokağa bakan otele ait güvenlik kamerasını, “Kameraları kapatın, hatta daha önceki saate gel, on dakika öncesine” şeklinde emir vererek sildiren polis memuru Hüseyin Engin ile bu emre uyup şalteri indirerek görüntülerin silinmesine yol açan otel sahibi Erdoğan Gözseçen beraat etti.[327] Hüseyin Engin’e verilen 9 aylık ceza önce “iyi hâl”den 7.5 aya indirildi, ardından da “bir daha suç işlemeyeceğine” kanaat getirilerek ertelendi.[328]
Daha sonra da İçişleri Bakanlığı, Gezi protestolarında polis ve esnafın dayağı sonucu öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın ailesine 709 bin lira tazminat ödenmesine hükmeden mahkemenin kararının bozulması için istinaf mahkemesine başvurdu. Korkmaz’ın öldürülmesinde Bakanlığın “hizmet kusuru” olmadığını ve polislerin suç teşkil eden eylemlerinden devletin sorumlu tutulamayacağını savunan bakanlık, ayrıca emsal kararlara göre hükmedilen 650 bin TL manevi tazminatın fahiş olduğunu ve sebepsiz zenginleşmeye neden olduğunu ileri sürdü.[329]
Bu arada davaya ilişkin Yargıtay’ın bozma kararının ardından Kayseri 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi kararında direndi. Fırıncı üç sanık tutuklu kaldıkları süre dikkate alınarak tahliye edildi. Anne Emel Korkmaz “Bu ülkenin adaleti buymuş. Başka bir şey demiyorum. 19 yaşındaki bir çocuğun değeri bu kadarmış,” diye haykırırken;[330] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, polis memurları Mevlüt Saldoğan’a verilen 10 yıl 10 ay ve Yalçın Akbulut’a verilen 10 yıl hapis cezasını onaylayıverdi.[331]
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Ali İsmail Korkmaz’a son tekmeyi atan polis memuru Mevlüt Saldoğan’ın avukatı, yargılandığı FETÖ davasında 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Avukat Mutlu Karayılan’ın “varis ameliyatı olacağı” için karar duruşmasından önce tahliye edildiği ortaya çıktı![332]
Toparlarsak: Ali İsmail Korkmaz davasında sanıklara “yaralama sonucu ölüme neden olmak” suçundan ceza verilmesi benzer durumdaki davaları hatırlattı. Çok sayıda davada da “işkence fiillerinin yaralama” kapsamına alınması, sanıkların daha az ceza almasına yol açtı…[333]
“Son”(uç) malumdu!
X.4) ANTAKYA İLE ABDULLAH CÖMERT’İ
Antakya ile Abdullah Cömert’ine gelince…
Antakya’daki Gezi gösterilerinde Abdullah Cömert’in biber gaz fişeği atarak ölümüne yol açtığı için Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “olası kastla öldürme” suçundan en az yirmi yıl hapis verilmesi istenen polis Ahmet Kuş’a, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce “işlem yapmaya gerek görülmediği” ve şüpheli polisler hakkında yürütülen idari soruşturma evrakının ulaşması sonucu “aklama raporu” açığa çıktı.[334]
Balıkesir’deki duruşmaya Antakya’dan gelen anne Hatice Cömert, “Ne adalet var ne vicdan,” diye isyan edip, Hatay’dan Balıkesir’e 18 saatte geldiklerini belirterek, “Katile değil bize ceza veriyorlar,” dedi.[335]
Gerçekten de öyle oldu; Abdullah Cömert’i öldüren polis memuru Ahmet Kuş, 13 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sanığa yurt dışı yasağı koyan mahkeme ayrıca, kararın temyize açık olması nedeniyle tutuklamayı da gerekli görmedi.[336] Polis Ahmet Kuş için “kasten öldürme” ya da “olası kastla öldürme” suçlarından ceza vermemesini gaz tüfeğinin öldürücü bir silah niteliğinde olmamasına dayandırdı…[337]
Mahkûmiyet gerekçesinde mahkeme sanığın gaz tüfeğini kural dışı bir biçimde Cömert’in başına gelecek şekilde kasten ateş ettiği belirtilen kararda, buna rağmen “kasten öldürme” suçundan ceza verilmemesi biber gazı fişeğinin “doğrudan öldürme sonucunu doğuran bir silah olmadığı” gerekçesiyle açıklandı. Oysa fişeğin üzerinde “Doğrudan insanların üzerine ateş etmeyin” uyarısı vardı.[338]
“Son”(uç) malumdu!
X.5) MEDENİ YILDIRIM İLE DİĞER KENTLER
Lice’nin Kayacık Köyü’nde 28 Haziran 2013 günü kalekol yapımına karşı çıkan grubun protesto gösterisi sırasında Medeni Yıldırım’ın vurularak öldürüldü, 8 kişi de yaralandı. Olayla ilgili olduğu gerekçesiyle 23 yaşındaki er Adem Çiftçi hakkında, “Haksız tahrik altında olası kastla adam öldürme” suçundan 18 yıla kadar hapis istemiyle Diyarbakır 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın bir önceki duruşmasında, esas hakkındaki mütalaasını veren savcı, karakolda bulunan askerlerin havaya ateş açtığını, bu sırada grup içinde bulunan Medeni Yıldırım’ın vücuduna isabet eden kurşunla yaralandığını, daha sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiğini söyleyerek askerin beraatını istemişti. 9 Kasım 2016’da kararını açıklayan mahkeme, tutuksuz yargılanan asker Adem Çiftci’nin beraatına karar verdi![339]
Yine ve bir kez daha “son”(uç) malumdu!
Devamla…
i) Adana’da Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle devlet memurluğundan atılıp, hakkında TKP/K üyeliği iddiasıyla dava açılan Eğitim Sen Üyesi Eser Çapar’ın davasında,[340] 41 yaşındaki 17 yıllık sınıf öğretmen, “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılanmasından beraat etti. Çapar’ın, meslekten atılma kararına karşı “yürütmenin durdurulması ve iptali” istemiyle İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyla ilgili ise henüz karar verilmedi![341]
ii) Antalya’daki Gezi olayları sırasında 3 Haziran 2013 gecesi Kaleiçi’ndeki bir ara sokakta, ellerinde sopa ve cop bulunan polisler tarafından dövülen Mustafa Düştegör, avukatı Hakan Evcin aracılığıyla 40 kişiden oluşan amir, müdür, komiser ve polis memuru hakkında 20 Kasım 2013’te suç duyurusunda bulundu. Müzisyen Mustafa Düştegör’ü sopa ve coplarla dövmekten yargılanan komiser yardımcısı A.S., “Kızlı- erkekli alkol alıyorlardı. Müdahale edip, cumhuriyet meydanından uzaklaştırdık,” sözleriyle kendini savundu![342]
iii) Antalya’da Gezi protestolarıyla ilgili iki davada 103 yıl hapis cezasıyla yargılanan, “Kırmızı Fularlı Kız” olarak tanınan 22 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil, “Davada kırmızı fular takmakla suçluyorlardı,” dedi![343]
iv) Antalya’da 1 Haziran 2013’teki Gezi olayları ve devamındaki eylemlere ilişkin 13 çocuğun yargılandığı dava sonuçlandı. 3 çocuğa barikat kurma, taş atma gibi suçlardan 8’er ay 10’ar gün hapis cezası verildi![344]
v) Gezi Direnişi nedeniyle Bursa’da polis tarafından THKP-C üyeliği iddiasıyla aylarca dinlenen ve 3 ayrı dava açılan oda yöneticileri, sendikacılar ve demokratik kitle örgütü yöneticilerine, Berkin Elvan ve ODTÜ’ye destek eylemleri nedeniyle de 2 ayrı dava açıldı. Hakkında 13 soruşturma bulunan ve 5 dava açılan eski TMOBB Kimya Mühendisleri Odası yöneticisi Ali Uluşahin “2 bin kişilik ODTÜ eyleminde 25 kişiye dava açıldı. İfade verirken polise bunu söylediğimde ‘biz tanıdıklarımıza dava açıyoruz’ cevabını aldım. Hedef seçerek dava açıyorlar. Polisler, ‘Siz olmasanız Bursa’da kimse yürümez’ diyor. Bu da zihniyeti ortaya koyuyor,” dedi![345]
vi) Berkin Elvan için 12 Mart 2014 tarihinde Pamukkale Üniversitesi’nde düzenlenen protesto eylemine katılan 65 öğrenci hakkında dava açıldı. Cumhuriyet savcısının hazırladığı iddianamede, öğrencilerin ellerinde taşıdıkları ekmek, tahrik aracı olarak nitelendi. Polisler hakkında ise basit yaralama ve hakaret suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi![346]
vii) Edirne’deki Gezi davasında 28 kişi hakkında 6 bin ile 22 bin TL arası para cezası ve 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Sanıkların hapis cezaları 5 yıl suç işlememeleri şartıyla ertelendi. Para cezalarında ise bazı sanıkların cezalarına erteleme yapılmadı![347]
viii) Gezi protestoları sırasında Erzincan’da gösteri yapan 16 kişiden 14’üne 1 yıl 8 ay ile 17.5 yıl arasında değişen hapis cezası verildi. Erzurum Özel Yetkili 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, “Görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası” ile suçlanan 16 kişinin 2 Şubat 2016 tarihli karar duruşmasında, tutuksuz yargılanan Çetin K.’ya 17 yıl 6 ay; Hasan S.’ye 17 yıl; Mukamet Ç.’ye 14 yıl 6 ay; Ali S. ve Can K.’ya 14’er yıl; Özgün K., Özcan K., Dağlar D. ve Hasan Ş.’ye 13’er yıl 8 ay; Tuncay A.’ya 4 yıl 8 ay hapis; Emre E.’ye 2 yıl hapis, 15 bin TL para; Yücel T. ile Uğur P.’ye 1 yıl 8’er ay hapis, 15’er bin TL para; Davut D.’ye 1 yıl 8 ay hapis ile 13 bin TL para cezası verildi. Aynı davada yargılanan Fuat E. 6 bin TL, Ahmet D. ise 500 TL adli para cezası aldı![348]
ix) İzmir’de Gezi eylemlerine destek amacıyla 1 Haziran 2013 tarihinde, sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla gösterilere katıldıkları iddiasıyla 94 kişi hakkında, iki yıl sonra, 6’şar yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı![349]
x) İzmir’deki eylemlere katıldığı için 3 ay hapis cezası alan, İstanbul’daki polis müdahalesinde başına isabet eden gaz fişeği nedeniyle günlerce komada kalan lise öğrencisi Mustafa Ali Tombul hakkında iki yıl sonra bir soruşturma daha açıldı. Tombul’un avukatı Dinçer Çalım, Tombul’u başından gaz fişeğiyle vurup komaya girmesine neden olan polislerin ise aradan geçen iki yıla rağmen bulunmadığını ancak Gezi sürecinin hâlen hükümet tarafından takip edildiğini, Gezi’nin mahkeme salonlarına sıkıştırılmak istendiğini, siyasal sonuçlarından bu şekilde kaçılmaya çalışıldığını söyledi![350]
xi) Mersin’de 21 Haziran 2013’te yapılan Gezi protestoları nedeniyle, 6 kişiye 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet ve yol kapatarak trafiği engellemek suçundan dava açıldı. Ancak mahkemeye sunulan fotoğraflarda yolu göstericilerin değil polisin kapattığı ortaya çıktı![351]
Daha da uzatmamak için duruyoruz!
X.6) GEZİ/ HAZİRAN’IN BERKİN ELVAN’I
Albert Camus’nün, “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın”; Elias Canetti’nin, “Yaralara bakmak yücelticidir,” saptamalarını anımsatan Berkin Elvan, Gezi/ Haziran’ın vicdani hafızası oldu.[352]
Başından gaz fişeği kapsülüyle vurulup, 269 gün sonra tedavi gördüğü hastanede ölen Berkin Elvan davasında olanlar malum olsa da; tekrarda yarar var…
Berkin soruşturmasında Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde görev yapan polislerin ifadeleri alındı. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görevli 7 polis, Memur Suçları Soruşturma Bürosu savcısı Abdullah Yıldırım’a verdikleri ifadede hiçbir suçlamayı kabul etmedi. Polisler eylemler sırasında çok yoğun çalıştıklarını, nerede görev yaptıklarını hatırlamadıklarını söyledi. Polisler Gezi olayları boyunca herhangi bir şekilde gaz kullanmadıklarını savundular. 7 çevik kuvvet polisi suçlamaları kabul etmeyerek Berkin’i yaralamadıklarını söylediler.[353]
Soruşturmada, sekiz ayı aşkın sürede hiçbir ilerleme olmadı. Berkin’in vurulduğu sokağa ait hiçbir görüntüye ulaşamadığını açıklayan polis ve savcılık, avukatların bulduğu üç tanığı da beş ay sonra dinledi. O sokakta polis görevlendirilmediğini ileri süren Emniyet, yanlış bir saate ait polis listesini savcılığa gönderdi. İfadesi alınan 14 polis ya o gün gaz tüfeği kullanmadığını ya Okmeydanı’nda olmadığını ya da hiçbir şey “hatırlamadığını” ileri sürdü.[354]
19 Mart 2014 tarihli dava soruşturmasında iki kişi tanık dinlendi. Görgü tanıklarından birinin polisin direkt Berkin’in kafasına ateş ettiğini söylediği belirtildi. Daha önce polis merkezinde, “Gaz kapsülü duvardan sekerek Berkin’in kafasına düştü” yönünde ifade verdiği belirtilen 14. yaşındaki M.A. söz konusu ifadesinin tutanaklara yanlış geçtiğini, gaz kapsülünün doğrudan Berkin’in kafasına geldiğini söylediği ortaya çıktı.[355]
Bu arada TRT’de katıldığı programda Başbakan Erdoğan, “Yurt dışında verilen reklamları biliyorum. Bir çocuk ölüyor, bunun için ekmek almaya gidiyordu deniyor, katili olarak da beni gösteriyorlar. Ekmek almaya giden çocuğun elinde bilyeler var. Annesi ölümünden beni sorumlu tutuyor. Çocuğun üzerinde patlayıcılar çıkıyor. Çıkıp derseniz bu uluslararası komplo değildir diye bu olmaz,”[356] diyerek cinayeti normal göstermeye çalıştı.
Oysa Berkin Elvan’ın gaz kapsülüyle vurulmadan 11 gün önce Emniyet’e çağrılıp “Eyleme katılma” diye uyarıldığı ortaya çıkarken; baba Sami Elvan, “Oğlumun bilerek öldürüldüğünü düşünüyorum,”[357] açıklaması yaptı.
Daha sonra Berkin’in anne ve babasının da aralarında bulunduğu 11 kişi hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “izinsiz yürüyüş yapma” iddiasıyla soruşturma açıldı.[358]
Ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Berkin Elvan’ın polislerce vurulmasına dair yürütülen soruşturma kapsamında, bin 270 gün sonra şüpheli polis F.D. hakkında “olası kastla öldürme” suçundan hazırlanan iddianame, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.[359]
Aylarca süren “soruşturma”da failden çok Berkin üzerinde yoğunlaşılırken; katliam failine yönelik bin 270 gün süren soruşturma sürecinde Elvan’a adeta suç arandığı ortaya çıktı. Şüpheli polis Fatih D. hakkında hazırlanan iddianamede Elvan’ın üzerinden çıktığı iddia edilen 11 adet torpil ile küçük çaplı bomba etkisi yaratılmak istendiği savunuldu. Buna rağmen, Elvan’ın üzerinden çıktığı iddia edilen torpil,[360] sapan ve cam bilyelerin olay sırasında kullanıldığına dair bilgi ve belgeye ulaşılamadığı belirtildi.[361]
Ardından da Berkin’in katil zanlısı Fatih Dalgalı’nın olası kastla öldürme suçlaması ile tutuksuz yargılandığı davada polisler tanık olarak dinlendi. İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 28 Şubat 2018’de görülen duruşmada 9 tanık polisten biri haricinde hepsi izletilen görüntülerde kimseyi hatırlamadı, olay gününe ilişkin hiçbir şey hatırlamadıklarını söylediler.[362]
Ancak Berkin soruşturmasında, hedef alarak gaz fişeği atan polis kısa bir süre önce belirlenmişti ve aynı polisin, 1 seneyi aşkın süre öncesinden kimliğinin bilindiği anlaşılmıştı. E.Y. isimli polisin kimliği çok önce tespit edilmiş. Ancak Ulusal Kriminal Büro’ya fotoğraf yollanmaması ve Adli Tıp’ın görüntülere rağmen çözümleme yapamaması işi uzatmıştı.[363]
Geçerken anımsatalım: Berkin’in ölümüne yol açan polis E.Y’nin; Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Disiplin Büro Amirliği’ne verdiği ifadede kendi görüntülerini izleyip, “Ben değilim,” dediği ortaya çıktı. Rapora göre, arkadaşları da E.Y.’yi “tanıyamamış”tı![364]
Davanın 9. duruşmasında tanık polisler, sanık polis Fatih Dalgalı ile ilgili sorulan sorulara “Bilmiyorum, hatırlamıyorum,” şeklinde cevaplarını yenilediler.[365]
Bir şey daha: “TRT, ‘Berkin Elvan’ın vurulmasına ilişkin görüntüleri iyileştirecek uzmanı olmadığını’ mahkemeye bildirdi! Avukatlar, TÜBİTAK’ın ‘İyileştirdik’ dediği bazı fotoğrafların anlaşılmaz hâle geldiğini açıkladılar”![366]
Ayrıca Berkin’in davada ilişkin olarak avukat Çiğdem Akbulut, “Berkin yerdeyken insanların yardım etmesine izin verilmeyerek gaz sıkıldı. Diğer polisler de iştirakçidir,” dedi![367]
Berkin’in davasında, tam 6 yıl sonra olay yeri keşfi yapıldı![368]
Nihayet 26 Eylül 2019 tarihli 14’üncü duruşma mahkeme başkanı, avukat Çiğdem Akbulut’a, “Eleştirebilirsiniz ama dosya bize geldiğinden beri gerekeni yaptık. Konu toplumsal bir olay olunca rapor gelmesi zor oluyor, biliyorsunuz,” dedi![369]
Bunlara ilişkin olarak Berkin’in ailesi twitter üzerinden “Adil yargılama inancımız iyice bitmiştir,”[370] diyen bir mesaj yayınladılar.[371]
Toparlarsak; Anne Gülsüm Elvan’ın, “Benim çırpınışlarım, bir daha çocuklar ölmesin diye… Benim öfkemi acım bastırıyor. Umudumu kaybettiğim oluyor ama oğlum gözümün önüne geldiğinde başka çocuklar ölmesin diye mücadele duygum kabarıyor,”[372] diye haykırdığı tabloda; kardeşinin 269 gün komada kaldığını hatırlatan Berkin’in ablası Gamze Elvan da, “Kardeşim gözlerimin önünde eridi. Tek isteğim yaşamasıydı. Yeniden bisiklet sürmesiydi. Hayat sadece Berkin’i çalmadı bizden. Onun çocukluğuyla beraber benim ve ortanca kardeşimiz Özge’nin de çocukluğunu çaldılar… Biz yıllardır adalet bekliyoruz. Kardeşimi öldüren katil Van’da hâlen görevde. O polise ‘Berkin’i vur’ diyen kişi hâlen görevde. Berkin yaşamayı hak eden bir çocuktu. Bir an önce yargıçların bağımsızlaşmasını ve adaletin tecelli etmesini istiyorum. Katillerin, katillerin diyorum çünkü fail bir kişi değil. ‘Emri ben verdim’ diyen de faildir. Yani o günün başbakanı şu an cumhurbaşkanı olan kişi de faildir. Vuran kişi de, talimat veren de faildir,”[373] derlerken; sonuna dek haklılardı…
Coğrafyamızda Berkin Elvan benzeri, hemen her acı olaydan sonra “Unutmayacağız” ya da “Unutma, unutturma” gibisinden sloganlar dilimize dolanır. Ama “Unutmama” çoğunlukla yıldönümlerinde alevlenir. Fakat esas olan hatırlamaktır.
Hatırlamanın, diri ve özel bir tarafı vardır: Tek günü değil, bütün bir zamanı kapsıyor olması… Öyle olmalı zaten; hangi acıyı hatırlamamız gerekiyorsa, benzeri bir daha yaşanmasın diyedir…
Gezi/ Haziran Direniş hepimize pek çok şey öğretti ama en başta kendi vicdanımızla yüzleşmeyi. Berkin Elvan bunun büyük bir örneği. Elbette başkaları da: Ceylan Önkol… Uğur Kaymaz… Ali İsmail Korkmaz… Abdullah Cömert… Ethem Sarısülük… Ahmet Atakan… Medeni Yıldırım… Mehmet İstif…
Onlar vicdanımız oldular.
Ve en “alt”tan en “üst”e bir “örtbas organizasyonu”nun işbaşında olduğunu anımsatıyorlar bize…
XI) “SON(UÇ)”U SONRASI
Geniş yelpazeli direnişin duruşumuzu da düşüncelerimizi etkilememesi mümkün değildi; öyle de oldu; etkiledi…
Horatius’un, “Dün geçti, yarın gelmedi, öfkelenme, sakin ol,” uyarısını kulağımıza küpe ederek Gezi/ Haziran meselesini toparlarsak: 2008’deki krizin akabinde birbiri ardına dünyanın farklı coğrafyalarında patlayan halk hareketleri ile devamındaki Gezi/ Haziran Direnişi de kaçınılmaz olarak büyük bir deneyim ve esin kaynağıdır.
Gezi/ Haziran toplumsal muhalefet açısından muazzam bir sıçramaydı. Ancak örgütlülüğümüz söz konusu sıçrayışı sürekli kılamadı ve atılım önce yarım kaldı; sonra da geri çekilerek büzüldü. Ancak geriye önemli bir deyimin birikimini bıraktı. Yüz binlerce insan -şu ya da bu biçimde- sokakla tanıştı, militan deneyimler edindi… Bunlar, küçümsenmesi mümkün olmayan önemli şeylerdi…
AKP’yi derinden sarsarak, endişelere gark eden Gezi/ Haziran için Hilal Kaplan, “Gezi eylemi yatışsa bile, operasyonel odakların sadece şimdilik ‘uyumaya’ yatacağı ve yine günü geldiğinde saldırıya geçecekleri açıktır. Bu seferlik ağaç arkasına saklanıp ateş edenler, başka bir toplumsal ivme gördüklerinde göreve kaldıkları yerden devam edecektir”;[374] Süleyman Seyfi Öğün, “Taksim olaylarının Wall Street olaylarına daha fazla benzediğini görmek istememeleriyle âlâkalıdır,”[375] derlerken;[376] “Türkiye tarihinin en büyük sivil itaatsizliği”[377] bir halk hareketi ortaya çıktı.
Özetle Gezi/ Haziran, toplumun farklı kesimlerindeki ezilenlerin ağzından çıkan kocaman bir “Yeter” haykırışıydı!
Tarihsel önemdeki bu “Yeter”in toplumsal mirası hakkında düşünüp, yarattığı dönüşümün ve geleceği hakkında; “İkinci bir Gezi/ Haziran olmaz, olmaz; ama birinciyi aşan bir boyut mümkündür,” demek mümkünken; bir “öz-bilanço” çıkarmalıyız. Çünkü söz konusu koordinatlardaki hâlimiz ile etkili bir siyaset düzlemi inşa edemediğimiz kendiliğinden patlamanın; plansız-hesapsız parlamasının sunduğu imkânları değerlendiremediğimiz aşikârdır. Lakin Albert Camus’nün, “Herkes her şeye yeniden başlayacak… Yeniden başlayacak bir yaşam var,” deyişini unutmamakta da büyük yarar var.
Hayır; “Gezi sürecinde büyük umutlarla yükselen heyecan bu coğrafyadaki barışçıl direniş dilinin son nefesi, hatta ölüm iyiliğiydi. Aklın ve cesaretin bu ülkeye düzenlediği soylu bir veda töreniydi”;[378] veya “Gezi benzersiz bir tecrübe olarak sivil muhalefetin kendisine yeni bir dil, yeni bir üslup geliştirmesinde geniş bir yol açtı,”[379] türünden “yergi” ve “yüceltmelere” prim vermeden; yaşananlardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacağını, olmayacağını unutmamak gerek. Bundan sonra geçmişini aşan bir Gezi/ Haziran’ın olabilme imkânıysa; kapitalizm karşısında, emek eksenli ve militanca her yerde olabilmesine bağlıdır.
2014 yılında ‘Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun hazırladığı raporda, “Türkiye’nin giderek otoriter, hatta totaliter rejime doğru hızla yol aldığı,” belirtilirken;[380] “Nasıl” mı? Geçmişten dersler çıkartarak…
Bakın bu konuda Musa Piroğlu ne(ler) diyor:
“Gezi’nin yazılmayan tarihinde, Tarlabaşı barikatını tutanların, daha 1 Haziran günü tüm siyasi hareketlere ortak yürütme çağrısı yaptığı, bunun kabul edilmediği yazılıdır. Hatırlanması gereken bir diğer olgu polisin ortalığı gaza ve dumana boğduğu, insanların gaz fişekleriyle öldürüldüğü, gözünü kaybettiği ayaklanma sırasında ‘barışçıl eylem’ söylemleri altında, direnenlerin provokatör ilan edildiği, kitlelerin direnenlere karşı yönlendirildiğidir.
Aynı şekilde Taksim’e ve parka sıkışan eylem, tüm siyasi içeriğinden arındırılmış, bir çeşit karnaval havasına büründürülmüş, yaygınlaştırılarak iktidara karşı büyümesi durdurulmuştur. Oysa Gezi’nin ‘üç beş ağaç’ meselesi olmadığı, halkın iktidara karşı birikmiş öfkesinin bir yansıması olduğu biliniyordu. Siyasal kökenleri olan bir ayaklanma ekolojik, kültürel bir başkaldırıya dönüşmüş ve sönümlenmiştir.
Hepimiz ordaydık diye paylaşılan fotoğraflarda polisin Taksim’e girdiği ve aslında ayaklanmanın yenildiği, 11 Haziran gününe ait fotoğrafların bulunmaması normaldir. Çünkü aslında hepimiz ordaydık diyenlerin önemli bir kısmı, 11 Haziran günü polise direnenlerin yanında yoktur. Barikatlar boşaltılmış, direneler yalnız bırakılmıştır. Paylaşılmayan fotoğraflardan birisi de, TOMA’nın üzerine çıkıp polis megafonuyla, parktakilere yerinizden kıpırdamayan çağrısının yapıldığı fotoğraftır. Bütün ülke ve ebetteki parktakiler, ayaklanmanın yenilmesini televizyonlardan izlemiştir.
Bugün hatırlanmak istenmeyen fotoğraf budur. 11 Haziran saldırısı devletin son hamlesi idi ve barikatlar tutulsa ve direniş sahiplenilebilseydi, bugün Sarayın mutlak hâkimiyeti tartışılmıyor olunacaktı. Gezi’nin eğlenceli yönleri elbette sohbetlerde anlatılabilir, ancak yapılması gereken neden yenilindiği sorusuna cevap vermektir. Elbette 11 Haziran barikatlarında dövüşenlerin de halk kitlelerini harekete geçiremedikleri sürece, barikatları tutamayacaklarını görmeleri gerektiği gibi bir ders de mevcuttur. Eğer 1905’in ‘genel provası olmasaydı’, 1917 Ekim ihtilâlinin zaferi mümkün olmazdı. (Lenin). Gezi bir başlangıçtır ve yeni ayaklanma ancak hatalarından öğrenmeyi becerdiği oranda başarıya ulaşacaktır.”[381]
O hâlde Samed Behrengi’nin,[382] “Küçük Kara Balık” olabilme merak ve cüretiyle; aslî meselenin Terry Eagleton’ın, “Seyirciler aslanın aslan terbiyecisinden daha güçlü olduğunu bilir… Hatta aslan terbiyecisi de bunu bilir… Sorun aslanın bunu bilmemesidir,” saptamasında mündemiç olduğunu göz ardı etmeden; “Bir şeyle mücadele etmek için kendini o mücadeleye dönüştürmek gereklidir; başka bir deyişle, mücadele ettiğin şeyin tam zıddı olmak gereklidir,”[383] hakikâtinin altını çizerek; Samuel Adams’ın, “İnsanların akıllarında özgürlük yangınlarını tutuşturmaya kararlı, öfkeli, yorulmak bilmez bir azınlık yeterlidir”; Jack London’un, “Bu kez yenilgiye uğradık, ama her zaman yenilmeyeceğiz. Çok şey öğrendik,” uyarılarını kulağımıza küpe ederek geleceği bugünden biçimlendirmeliyiz…
NOTLAR
[229] Alican Uludağ, “Selahattin Demirtaş: İlk Sandıkla Tarihe Gömülecekler”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2019, s.6.
[230] Zehra Özdilek, “Ayşe Yıkıcı: AKM’yi Hırsla Yıktı”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2018, s.8.
[231] “Erdoğan’dan ‘31 Mayıs’ Öncesi Çok Ağır Sözler”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2014, s.4.
[232] “Erdoğan: Çatlayın, Patlayın… Atatürk Kültür Merkezi’ni Yıktık”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2018, s.5.
[233] Erdoğan’ın Gezi Parkı’na topçu kışlası yapılmasına yönelik tahrik edici açıklamalarına tepki yağdı. Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, “Bu projenin gündeme gelmesi hâlinde Erdoğan bütün toplumun direnişiyle yüzleşmek durumunda kalacaktır. Erdoğan başkanlık sistemi adı altında savaş çığırtkanlığı ile bu süreci götürmek istiyor,” diye konuştu. (Hazal Ocak, “Direneceğiz”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2016, s.10.)
[234] “Erdoğan: 15 Temmuz’da Sokağa Çıkanlar Gezi Parkı’nın Gençleri Değildi”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2017, s.4.
[235] “TBMM’de Gergin Oturum… AKP, Gezi’de Teşekkür Beklemiş”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2016, s.5.
[236] M. Utku Şentürk, “Yalancı Bahar Gibi Yalancısın Tayibim”, toplumsol, 18 Haziran 2013… http://www.toplumsol.org/yalanci-bahar-gibi-yalancisin-tayyibim-m-utku-senturk/
[237] Can Dündar, “Polis Devleti Gibi”, Milliyet, 17 Haziran 2013, s.19.
[238] Tarık Işık, “Gezi’de Stratejik Hata Yapıldı”, Radikal, 12 Ağustos 2013, s.8-9.
[239] Mehmet Y. Yılmaz, “AKP’de Gezi Etkisi”, Hürriyet, 13 Ağustos 2013, s.17.
[240] “… ‘Makaracı’ Bağış’tan Direniş Yorumu: Değişim İsteyen Kitleleri”, Birgün, 10 Haziran 2015, s.9.
[241] “İdris Naim Şahin Geri Döndü”, Birgün, 9 Temmuz 2013, s.8.
[242] Benedictus De Spinoza, Ethica, çev: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yay., 2012, s.288.
[243] Enver Aysever, “Korkut Boratav: Bugünkü İslâmcı Bir Faşizm”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2019, s.9.
[244] Aktaran: Mehmet Tezkan, “Gezi İnsanları Türkiye’nin Şansı”, Milliyet, 30 Eylül 2014, s.7.
[245] Berkant Gültekin, “Başsoy’dan Analiz: Siyasetsiz Seçmen Öldü”, Birgün, 25 Mart 2014, s.11.
[246] Ayşe Sayın, “Gezi Mağdurları CHP Listelerinde”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2014, s.8.
[247] Melis Alphan, “Bizi Dünyaya Rezil Edenler”, Hürriyet, 10 Şubat 2014, s.5.
[248] “Lise Kitabında Gezi Direnişi’ni Çarpıttılar”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2018, s.5.
[249] Albert Camus, Başkaldıran İnsan, çev: Tahsin Yücel, Can Yay., 2015, s.25.
[250] Özcan Tikit, “Gezi Başarılı Olsaydı Yıldönümünde Anılmazdı”, Haber Türk, 2 Haziran 2014, s.14.
[251] Abdülkadir Selvi, “#direngezi”, Yeni Şafak, 23 Ağustos 2013, s.14.
[252] Mehmet Ziya Gökalp, “Gezi Olayları ve Son Operasyonun Ortak Noktası”, Yeni Şafak, 15 Ocak 2014, s.9.
[253] “Basın Hükümeti Devirmeye Çalışmış”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2013, s.7.
[254] İbrahim Karagül, “Taksim’den Tahrir Çıkmaz!”, Yeni Şafak, 2 Haziran 2013, s.14.
[255] “Mısır’da Gezi’yi Gördü”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.4.
[256] Hilâl Kaplan, “Neden Hâlâ Gezi’yi Konuşuyoruz?”, Sabah, 16 Mart 2015, s.7.
[257] Yasin Aktay, “Taksim’den Harbiye’ye Seslenmek”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2013, s.9.
[258] Erol Kurubaş, “Gezi Parkı Eylemleri Demokrasinin Neresinde?”, Yeni Şafak, 27 Haziran 2013, s.18.
[259] Mehmet Ziya Gökalp, “Gezi Akademisinden Neler Öğrendik?”, Yeni Şafak, 19 Haziran 2013, s.9.
[260] Salih Tuna, “Suçüstü Yakalandınız”, Yeni Şafak, 17 Haziran 2013, s.9.
[261] “Alabora Hakkında Tutuklama Kararı”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2018, s.9.
[262] Fatih Yaşlı, “Gezi’yi Soros mu Yaptı-I: Renkli Devrimler”, Birgün, 29 Kasım 2018, s.9.
[263] Fatih Yaşlı, “Gezi’yi Soros mu Yaptı-III: Asıl ‘Sorosçu’ Kim?”, Birgün, 5 Aralık 2018, s.9.
[264] Fatih Yaşlı, “Soros, Soğan, Seçim”, Birgün, 25 Kasım 2018, s.9.
[265] Rıfat Kırcı, “Gezi Direnişi Toplumun Vicdanıdır”, Birgün, 26 Haziran 2019, s.7.
[266] Seyhan Avşar, “Mimar Yapıcı ‘Gezi Yarınımız’ Dedi”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2019, s.9.
[267] Rıfat Kırcı, “Gezi Direnişi Toplumun Vicdanıdır”, Birgün, 26 Haziran 2019, s.7.
[268] Eylem Nazlıer, “Gezi Davasının İlk Duruşması Görüldü”, Evrensel, 25 Haziran 2019, s.2.
[269] Elçin Yıldıral, “Gezi Dosyalarında İlerleme Yok”, Birgün, 15 Nisan 2015, s.6.
[270] “Taksim Dayanışması: Adalet İstiyoruz”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2014, s.9.
[271] Pınar Öğünç, “Mücella Yapıcı: Biz O Gün ‘Dayanışma’yı Kurduk”, Radikal, 18 Ağustos 2013, s.14-15.
[272] Burcu Cansu, “Gezi’nin Çocukları İçin Hukuk İşlemedi”, Birgün, 13 Nisan 2019, s.5.
[273] Uğur Şahin, “AYM, Gezi’de İhlâl Bulamadı”, Birgün, 1 Temmuz 2018, s.7.
[274] Oya Armutçu, “İmza 33’lerden”, Hürriyet, 17 Temmuz 2015, s.14.
[275] “Gezi Direnişi’nin 6. Yılında Haklarında İddianame Düzenlenen 16 Kişi Hâkim Karşısında”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2019, s.5.
[276] Elçin Yıldıral, “Gezi’deki Polis Şiddeti Savcı Eliyle Karartılıyor”, Birgün, 16 Şubat 2015, s.7.
[277] Kemal Göktaş, “Gezi’den Sonra Valiliğe 1 Yıl İçinde 5 Yıllık Dava”, Milliyet, 18 Mayıs 2015, s.13.
[278] Ali Açar, “Gezi Gazisi Aydın Aydoğan: Dosyam Neden Faili Meçhul?”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2017, s.10.
[279] Hilal Köse, “Gezi Gazisi Aydoğan: Ailem İçin Tedirginim”, Cumhuriyet, 4 Mart 2018, s.11.
[280] “Gezi’de Gözünü Kaybeden Sarıkaya’ya ‘Posta’ Oyunu”, Birgün, 19 Temmuz 2017, s.7.
[281] Cansu Pişkin, “Sarıkaya Dosyasında Rapor Muamması”, Evrensel, 10 Mayıs 2018, s.3.
[282] Zeki Kadıoğlu, “Gezi’de Vurulan Okan Göçer İş Bulamıyor”, Evrensel, 19 Şubat 2015, s.4.
[283] Canan Coşkun, “Gezi’de Çadır Yakan Zabıtalar Aklandı”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2015, s.7.
[284] Canan Coşkun, “Omurga Kıran Şiddeti Savundu”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, s. 6.
[285] Çağrı Sarı, “Polis Sınırı Aşmamış!”, Evrensel, 23 Aralık 2014, s.13.
[286] Seyhan Avşar, “Gizli Tanık: ‘Sapanlı Teyze’yi Bile Tanıyormuş”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2018, s.9.
[287] Damla Güler, “Avukatlara 3 Yıl Hapis İsteniyor”, Milliyet, 29 Temmuz 2015, s.18.
[288] Seyhan Avşar, “Yeni Atılmış Gaz Kapsülüne Tekme Attın Davası”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2017, s.10.
[289] Canan Coşkun, “Polis Yoldan Geçeni Toplamış”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2014, s.5.
[290] “Dolmabahçe İmamı İfade Verdi: Camide İçki İçen Görmedim”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2015, s.10.
[291] “Kurtarmak Suç Öldürmek Serbest”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2015, s.6.
[292] “15 Ay Geçti Ama Hâlâ Yargılanmadılar”, Taraf, 6 Kasım 2014, s.7.
[293] “Palalı Saldırganla Polisler Birbirine Düştü: Senin DHKP-C ile”, Birgün, 22 Mayıs 2015, s.7.
[294] Erk Acarer-Arif Kızılyalın, “Yargılanan Gezi Ruhu”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2014, s.8.
[295] Önder Abay, “Yaşamak Görevdir Yangın Yerinde”, Birgün, 15 Aralık 2014, s.2.
[296] Erk Acarer-Arif Kızılyalın, “10 Maddede çArşı Davası”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2014, s.9.
[297] Esra Alus, “Hem Oğlumu Hem Eşimi Aldınız”, Milliyet, 26 Mart 2015, s.25.
[298] Hilal Köse, “Ölmek İstiyorum”, Cumhuriyet, 27 Mart 2015, s.11.
[299] Arzu Kaya, “Kaymakam İzin Vermedi 3 Polisin Davası Düştü”, Radikal, 29 Mayıs 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/kaymakam_izin_vermedi_3_polisin_davasi_dustu-1368699
[300] “Bilirkişi ‘Ayvalıtaş Asli Kusurlu’ Dedi”, Milliyet, 16 Ocak 2016, s.20.
[301] “Yargıç Bile İsyan Etti”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2015, s.9.
[302] “Hasan Ferit Gedik Davasında 22 Tutukludan 6’sı Tahliye Edildi”, Evrensel, 7 Nisan 2015, s.3.
[303] Elçin Yıldıral, “Gedik Davasında Yasak”, Birgün, 7 Nisan 2015, s.7.
[304] “… ‘Hasan Ferit Gedik Davası’nda 2 Tutuklu Sanık Tahliye Edildi”, Cumhuriyet, 22 Mart 2016, s.5.
[305] “Sanık Mahkemede Taş Attı”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2016, s.13.
[306] “Hasan Ferit Gedik Davasında Tutuklu Sanıktan Skandal İfade: Polislerin Yetişemediği Yerde…”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2016, s.11.
[307] “Kusursuz Şiddet”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2015, s.3.
[308] 3 Haziran 2013 tarihindeki Gezi eylemi sırasında polisin attığı gaz fişeği sonucu gözünden olan Çankaya Belediyesi İşçisi Muharrem Dalsüren’in bakanlık aleyhine açtığı tazminat davasına İçişleri Bakanlığından yanıt geldi. Mahkemeye gönderilen yanıtta, “İdaremiz olaylar gününde, yasaların kendisine yüklediği görevleri yerine getirmekten öte bir eylemi olmamıştır” dedi. Bakanlık yetkilileri davanın reddini talep etti. (Hasan Akbaş, “Dalsüren’in Gözünü Yasaya Uygun Çıkarmışlar!”, Evrensel, 23 Aralık 2014, s.3.)
[309] Alican Uludağ, “Yargıdan Bir Garip Tazminat”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2017, s.6.
[310] “1.5 Yıldır ‘Bulamadılar’…”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2015, s.4.
[311] Alican Uludağ, “Savcılık’tan O Polise Mükafat Gibi Ceza”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2018, s.9.
[312] İsmail Saymaz, “Polis Tarafından Kolu Kırılan Avukata ‘Direnme ve Mala Zarar’ Davası Açıldı”, 3 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/polis_tarafindan_kolu_kirilan_avukata_direnme_ve_mala_zarar_davasi_acildi-1372202
[313] Alican Uludağ, “Buraya mı Gelirsin Orada mı Savunursun”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2016, s.11.
[314] “Sarısülük Davasının Görüldüğü Mahkemeden Bir Skandal Karar Daha”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2017, s.6.
[315] Can Uğur, “O da Ethem’i Vururmuş!”, Birgün, 23 Şubat 2016, s.6.
[316] “Ethem Sarısülük Davasında Yine Tutuklama Yok”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2016, s.6.
[317] “Ethem Sarısülük Davasında Sanık Polis Şahbaz İçin Ödül Gibi Ceza İstemi”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2016, s.7.
[318] “Bir Canın Bedeli 10 Bin Lira…”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2016, s.5.
[319] Alican Uludağ, “Suçlu Ethem Sarısülük Oldu”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2017, s.7.
[320] “Sarısülük’ü Vuran Polise Para Cezası”, Cumhuriyet, 22 Mart 2018, s.7.
[321] Alican Uludağ, “Ethem Sarısülük’ün Dosyası da Tahrip Edilmiş”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2018, s.10.
[322] Can Hacıoğlu, “Odunla Dayağa 12 Taksit”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2014, s.7.
[323] Ali İsmail Korkmaz Eğitim Vakfı’na destek (ALİKEV) olduğu için Turkcell’deki 12 yıllık işinden çıkarılan TMMOB Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Alper Merdoğlu, açtığı davayı kazandığı hâlde işine geri dönemedi. Turkcell, İstanbul İdare Mahkemesi’nde karara itiraz ederken Merdoğlu’nun işe iade talebinin samimi olmadığını savundu. (“Turkcell’den Bir Garip Savunma”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2018, s.10.)
[324] Alican Uludağ, “Son Tekme Yargıdan”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2015, s.9.
[325] “Gerekçeli Karar: Ali İsmail’i Öldürme Kastı Yokmuş”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2015, s.13.
[326] Alican Uludağ, “Polisin Avukatı: Emri Veren Nerede?”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2016, s.6.
[327] İsmail Saymaz, “Ali İsmail’in Dövüldüğü Sokakta Görüntüleri Sildiren Polise Beraat”, Radikal, 19 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/ali_ismaili_dovuldugu_sokakta_goruntuleri_sildiren_polise_beraat-1381996
[328] “Öldürülen Gençler, Gelmeyen Adalet”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2017, s.6.
[329] Kemal Göktaş, “Bakanlık Ali İsmail Tazminatına İtiraz Etti”, Cumhuriyet, 30 Mart 2017, s.10.
[330] Oktay Ensari-Zafer Barış-Yasin Dalkılıç-Olcay Düzgün, “Bu Ülkenin Adaleti Buymuş”, Milliyet, 19 Nisan 2016, s.18.
[331] “Yargıtay Ali İsmail Korkmaz Davasında Cezaları Onadı”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2016, s.13.
[332] “Varis İçin Tahliye Ettiler”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2017, s.12.
[333] Yargıtay’ın işkence olarak gördüğü ancak mahkemelerin veya savcılıkların yaralama kapsamında değerlendirerek cezasız kalmasına neden olduğu vakalardan bazı örnekler şöyle:
– İzmir Karabağlar Polis Merkezi’nde polislerin dakikalarca dövdüğü Fevziye Cengiz’le ilgili dava da önce “yaralama” suçundan açılmıştı. Ancak polis bilirkişisinin görüntülerdeki işkence fiillerini tutanağa almadığı ortaya çıkınca mahkeme görevsizlik vererek dosyayı işkence suçundan ağır ceza mahkemesine gönderdi. Burada da savcı suçun “yaralama” olduğunda ısrar etti. Bu yüzden sanık polislere istenen ceza 1 yıl 1 ay oldu.
– Taksim Polis Merkezi’nde dalağı patlayacak kadar dövülen Nezir Çirik davasında savcı, “İnsan onuru ile bağdaşmayan, kişilerin aşağılanmasına yönelik davranışlar içermediğinden işkence sayılmaz” gerekçesiyle yaralama suçundan ceza verilmesini istedi. Mahkeme de 6 polise “kasten yaralama” suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası verip hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına hükmetti.
– Beyoğlu Polis Merkezi’nde bir bar çalışanını önce tahta copla ve ardından plastik copla döven Komiser Mehmet Kurt, “işkence”den yargılandığı dava sonunda, “basit yaralama” suçundan iki yıl iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay kararı bozarak işkence suçundan ceza verilmesini istedi.
– Antalya’daki Gezi eylemleri sırasında polis şiddetinden kaçarak otoparka sığınan 3 genci darp eden polisler için “basit yaralamadan” ceza istendi.
– Antalya’daki Gezi olayları sırasında müzisyen Mustafa Düştegör’ü sopa ve coplarla döven 3 polis hakkında önce “yaralama” suçundan dava açılda ama Asliye Ceza Mahkemesi suçun işkence olduğunu belirterek dosyayı ağır cezaya gönderdi.
– Tiyatro yönetmeni Metin Boran’ı Beyoğlu’nda darp eden 3 polis hakkında açılan “Sistematik işkence uygulanmamıştır” diyerek bu suçtan hüküm kurulmasına gerek olmadığına karar vermişti. Ancak Yargıtay polislerin işkenceden yargılanması gerektiğini belirterek mahkemenin kararını bozdu.
– Şırnak İdil’de bir gösteride gözaltına alınan 5 kişiye yönelik kaba dayak ve işkence uyguladıkları belirtilen 5 polis hakkındaki dava da yine “basit yaralamadan” açıldı, sanıklar beraat etti. (Kemal Göktaş, “Yargının Yaralayan Kararları!”, Milliyet, 26 Ocak 2015, s.16.)
[334] İsmail Saymaz, “Polis Müfettişleri Cömert’in Katil Zanlısını Böyle Aklamış”, Radikal, 27 Şubat 2016… http://www.radikal.com.tr/turkiye/polis-mufettisleri-comertin-katil-zanlisini-boyle-aklamis-1518583
[335] “Anne Cömert: Ne Adalet Var Ne Vicdan”, Milliyet, 16 Ocak 2016, s.20.
[336] Yusuf Özkan, “Abdocan’ın Katiline 13 Yıl 4 Ay Hapis Verdiler, Temyiz Hakkı Var Diye Tutuklamadılar”, Cumhuriyet, 15 Mart 2016, s.14.
[337] Gökçer Tahincioğlu, “Gaz Tüfeği Öldürücü Nitelikte Silah Değil!”, Milliyet, 4 Nisan 2016, s.21.
[338] Kemal Göktaş, “Abdullah Cömert Davasında Skandal Gerekçe”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2016, s.6.
[339] “Medeni Yıldırım’ın Katil Zanlısı Beraat Etti”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2016, s.15.
[340] “Cadı Avı Devam Ediyor”, Evrensel, 8 Ocak 2015, s.3.
[341] Yusuf Baştuğ, “Gezi’den Meslekten Atılan Öğretmen Beraat Etti”, Hürriyet, 3 Mart 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28348261.asp
[342] “Kızlı Erkekli İçki İçiyorlardı”, Evrensel, 6 Kasım 2014, s.3.
[343] “… ‘Kırmızı Fularlı Kız’ Kandil’e Uzanan Öyküsünü Anlattı”, Cumhuriyet, 25 Mart 2015, s.3.
[344] “Gezi Davasında Şok Karar… Çocuklara Ceza Yağdı”, Taraf, 14 Ocak 2015, s.7.
[345] Selin Görgüner, “Hedef Seçerek Dava Açıyorlar”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2014, s.8.
[346] “Ekmek Tahrik Ediciymiş”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2015, s.7.
[347] Burak Ekici, “Edirne’deki Gezi Parkı Davasında Sanıklara Ceza Yağdırıldı”, Birgün, 26 Ocak 2017, s.6.
[348] “Erzincan ‘Gezi’ Davasında Mahkeme Ceza Yağdırdı”, Radikal, 4 Şubat 2016… http://www.radikal.com.tr/turkiye/erzincan-gezi-davasinda-mahkeme-ceza-yagdirdi-1505157
[349] “94 Kişiye Gezi Davası”, Cumhuriyet, 23 Eylül 2015, s.7.
[350] Taylan Yıldırım, “2 Yıl Sonra da ‘Gezi’den Soruşturma”, Hürriyet, 20 Nisan 2015, s.23.
[351] “Yolu Eylemciler Değil Polis Kapatmış”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2014, s.14.
[352] Mersin Pakize Kokulu Lisesi’nde öğrenciler Berkin Elvan için eylem yaptı. Milli Eğitim Müdürlüğü, okulun müdür yardımcısını “eyleme destek vermek ve devlet aleyhine konuşmakla” suçladı. Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nün 2014’ün Mart ayında valiliklere gönderdiği yazıda, okul müdürlerinin “okullarda siyasi yorum, yönlendirme ve faaliyette bulunan öğretmen ve öğrenciler hakkında yasal işlem yapması” istenmişti. Bakanlığın bu yazısının valiliklere ulaşmasından kısa süre sonra Mersin’de ilginç bir soruşturma yaşandı. Pakize Kokulu Anadolu Lisesi’nde Müdür Yardımcısı Mustafa Özçelik ve 10 öğrenciye soruşturma açıldı. (Abidin Yağmur, “Milli Eğitim’de ‘Cadı Avı’ Başladı”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2014, s.4.)
Mezuniyet töreninde Berkin Elvan’ı andığı için okul birinciliği elinden alınan Işıtan Önder’e üniversite yolunu açan mahkeme kararına itiraz edildiği ortaya çıktı. İtiraz, Önder’e verilen cezanın bozulmaması durumunda “kaos ortamının oluşacağı ve kamu düzeninin bozulacağı” gerekçesine dayandırıldı. İzmit Gazi Anadolu Lisesi öğrencisi Işıtan Önder yüksek dereceyle bitirdiği okulun 12 Haziran 2014 tarihli mezuniyet törenindeki konuşmasında “Bu kürsüde aklıma Berkin Elvan’ın ve Ali İsmail Korkmaz’ın gelmemesi herhâlde imkânsız, çünkü bu insanların eğitim hakları, yaşam hakları da gasp edildi. Bu yapılan gaspa en büyük cevabı tarih verecek, en büyük cezayı tarih kesecektir,” dedi. (Sinan Tartanoğlu, “Berkin’i Anma Toplumda Kaos Oluşturur”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.6.)
[353] Canan Coşkun, “Hafızalarını Yitirdiler”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2014, s.7.
[354] İsmail Saymaz, “Tanığı Avukat Buldu, Görüntü Kayıp, Polisler Hatırlamıyor…”, Radikal, 12 Mart 2014, s.10.
[355] “Görgü Tanığı: Polis Direkt Kafasına Ateş Etti”, Cumhuriyet, 19 Mart 2014, s.7.
[356] “Erdoğan Suçluyu Koruyor”, Cumhuriyet, 21 Mart 2014, s.6.
[357] İsmail Saymaz, “Polis Berkin’i ‘Eyleme Gitme’ Diye Uyarmış”, Radikal, 27 Mart 2014, s.10-11.
[358] “Berkin’in Ailesine ‘Cumhurbaşkanı’na Hakaret’ Soruşturması”, Evrensel, 20 Ekim 2015, s.4.
[359] “İddianame Bin 270 Gün Sonra Kabul Edildi”, Özgürlükçü Demokrasi, 8 Aralık 2016, s.10.
[360] Emniyet’in raporunda Berkin Elvan’ın üzerinden “torpil” çıktığı belirtilerek piyasadan rahatlıkla satın alınan torpiller ‘küçük çaplı bomba’ diye nitelendirilmiş. Berkin’in ‘üzerinde bulunan’ o torpiller de nedense savcılığa 2 gün sonra teslim edilebilmiş.” (İsmail Saymaz, “Berkin Komadayken İfadeye Çağrılmış”, Radikal, 14 Mart 2014, s.6-7.)
[361] Canan Coşkun, “İddianamede Berkin’i Suçlu Çıkarma Çabası”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2016, s.7.
[362] Canan Coşkun, “Polisin ‘Hatırlamama’ Geleneği”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2018, s.10.
[363] Erk Acarer, “Berkin’in Katili 1 Yıl Önce Bulunmuş!”, Birgün, 9 Mart 2016, s.7.
[364] Erk Acarer, “Berkin’i Vuran Polis de Görüntüleri İzlemiş Ama Kendini Tanımamış!”, Birgün, 10 Mart 2016, s.7.
[365] “Berkin Elvan Davası’nda Tanıktan Sanığa ‘Abi’li Hitap”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2018, s.9.
[366] Canan Coşkun, “Fotoğrafları Daha da Bozmuşlar”, Cumhuriyet, 17 Kasım 2017, s.11.
[367] Çiğdem Akbulut da olay gününe ait görüntüleri TÜBİTAK’ın iyileştiremediğini söyleyerek, görüntülerin Ulusal Kriminal Büro’ya gönderilmesi gerektiğini belirtti. Akbulut, Berkin Elvan’ın vurulduğu andan sonraki 18 saniye içerisinde 5 gaz fişeğinin daha aynı doğrultuya sıkıldığını söyledi. Bu görüntüde dahi Fatih Dalgalı’nın suratının açık şekilde göründüğünü söyleyen Akbulut, “Berkin yerde yaralıyken, insanların yardım etmesine, ambulans çağırmasına izin verilmeden gaz fişeği sıkılmaya devam edildi. Diğer polisler de iştirakçidir” dedi. Akbulut, İsrail askerlerinin gözlerini bağlayarak gözaltına aldığı 14 yaşındaki Filistinli çocuğun fotoğraf karesini hatırlatarak şunları söyledi: “Cumhurbaşkanı Erdoğan bu olay için, ‘İsrail terör devletidir. Bu teröristler 14 yaşındaki çocuğu, gözleri bağlı olarak sürüklüyorlar’ dedi. Bizler Cumhurbaşkanı’nın bu ifadelerine katılıyoruz. Ama Gezi Direnişi sırasında aynı zulüm bu ülkede yaşandı. Cumhurbaşkanı o dönem Başbakan’dı. Cumhurbaşkanı’na sorarsak Filistinli çocuğa bunu yapanların tutuklanmasını ister. Ama 14’ündeki Berkin Elvan’ın katilleri ise hâlen görevde ve ellerinde silah var. Sanığın tutuklanmasını ve duruşma salonuna getirilmesini talep ediyoruz.” (Seyhan Avşar, “Diğer Polisler de Suçlu”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.10.)
[368] “Berkin Elvan’ın Vurulduğu Yerde 6 Yıl Sonra Keşif”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2019, s.12.
[369] “Berkin Elvan Davasında İtiraf”, Evrensel, 26 Eylül 2019, s.3.
[370] Berkin Elvan ile babası Sami Elvan’a Twitter üzerinden hakaret ettiği gerekçesiyle Mustafa A., hakkında “Tehdit”, “Kişinin hatırasına hakaret” ve “Hakaret” suçlarından açılan dava karara bağlandı. “Hakaret” ve “Tehdit” suçlarından, beraat kararı veren mahkeme, Mustafa A.’nın “ölenin hatırasına hakaret” suçundan 4 bin 200 TL adli para cezasına çarptırılmasına hükmetti. (“Berkin Elvan’a Hakaret Davasında Karar”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2015, s.6.)
[371] “Berkin Elvan’ın Ailesi’nden ‘Son Açıklama’…”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2015, s.5.
[372] Zehra Özdilek, “Gülsüm Elvan: Yanımızda Olun”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2017, s.10.
[373] Seyhan Avşar, “Çocukluğumuzu da Çaldılar”, Cumhuriyet, 11 Mart 2020, s.9.
[374] Hilal Kaplan, “Gezi Dersleri”, Yeni Şafak, 16 Haziran 2013, s.17.
[375] Süleyman Seyfi Öğün, “Daha İyi Bir Dünya ve Taksim-Gezi…”, Yeni Şafak, 13 Haziran 2013, s.10.
[376] “Komplocunun bir komplosu varsa, onun karşısında mutlaka başka komplolar da vardır. Hiç uzatmadan bitirelim, kısaca, şer güçlerin bir planı varsa Allah’ın da bir planı vardır.” (Yasin Aktay, “Gezi’deki Komplo ve Sosyoloji”, Yeni Şafak, 22 Haziran 2013, s.14.) İktidarın yapıp ettiklerini “Allah’ın iradesi” olarak gösteren bir profesör!
“AKP’nin başarılarını gölgelemek ve Sn. Başbakanımızın imajını zedelemeye yönelik başlatılan dezenformasyon çabaları çerçevesinde ifade edilen ‘diktatör Erdoğan’, ‘Türk Baharı’ gibi söylemler ancak bir akıl tutulması ile açıklanabilir. Yaşanan olayları Arap Baharı ile kıyaslamak ancak cahillik veya art niyetle ifade dilebilir. Zira Arap Baharının ortaya çıkışına neden olan toplumsal dinamikler ile ülkemizde yaşanan protestoların toplumsal dinamikleri taban tabana zıttır.” (Emrullah İşler, “Arap Baharı’ndan Gezi Parkı’nı Okumak”, Yeni Şafak, 19 Haziran 2013, s.17.)
“Tahrir’de ‘iş, aş’ diyen umutsuz bir kitle var. Taksim’de ‘Açız’ diyen çıkmadı. Çıksaydı da herhâlde çok inandırıcı olmazdı. Taksim’in talepleri ‘hayat tarzıma dokunma’ diyen çok, ama çok lüks bir çizgide tezâhür etti.” (Süleyman Seyfi Öğün, “Tahrir ve Taksim”, Yeni Şafak, 4 Temmuz 2013, s.12.)
[377] Zehra Özdilek, “Beş Benzemezi Bir Araya Getirdi”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2018, s.2.
[378] Mine Söğüt, “Gezi… Bu Ülkenin Neresi?”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2017, s.11.
[379] Eray Özer, “Sokak’ın Gündemi Gezi: Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Değil”, Cumhuriyet Sokak, No:12, 31 Mayıs 2015, s.12-14.
[380] “Gezi Raporu: Türkiye Totaliter Rejime Gidiyor”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2014, s.13.
[381] Musa Piroğlu, “Hepimiz ‘Gezideydik’…”, Yeni Yaşam, 20 Kasım 2018, s.6.
[382] “Küçük karabalık biliyordu dünyanın sadece yaşadığı gölden ibaret olmadığını. Denizlerin, okyanusların olduğunu biliyordu ve görmek istiyordu. (…) Yeni balıklar yeni yerler görmek istiyordu ama ailesi ve çevresi öyle değildi. Onlar yaşamı sadece o gölden ibaret sanıyorlardı. Onların dünyasında başkaları olamazdı, farklılıklar olamazdı. Küçük kara balık onlara inat doğrularına, aklına ve kalbine uydu. Kamasını da aldı yanına ve yola çıktı. Pelikana, kılıç balığına inat gördü denizi, okyanusu. Aşmayı bildi engelleri…” (Samed Behrengi, Küçük Kara Balık, çev: Lena Mahmoudi Azar, Doğan ve Egmont Yay., 2017.)
[383] Jean Paul Sartre, Sartre ile Sartre Hakkında, çev: Yücel Göktürk, Metis Yay., 2016, s.48.