Seçimler bitti, Erdoğan ya da ‘’cumhur ittifakı’’ cumhurbaşkanlığı-başkanlık seçimini kazandı. Aynı ittifak mecliste de çoğunluğa ulaşarak ‘’başarı’’ sağladı. Erdoğan’ın ‘’baraj altında bırakın’’ talimatlarına rağmen demokratik güçler seçim ittifakının adresi olan HDP barajı net bir şekilde aşarak seçimlerin gerçek kazananı oldu. Ki seçim sonuçlarında bizleri esasta ilgilendiren Kürt ulusu ve demokratik güçlerin elde ettiği bu başarıdır.
Sonuçlar, kimi öngörü ve yorumları doğrularken, istemleri yansıtan kimi yorum ve genel beklentileri esasta ters köşe yaptı. ‘’Kim öngörüsünde haklı çıktı, kim yanıldı’’ ikilemi üzerinden bir tartışma yürütmek anlamsız, gereksizdir. Zira burjuva seçimlerde, özellikle de bu seçimlerde sonuçların nesnel durum ve olağan gerçeğe uygun çıkması düşünülemez. Tüm emareler bir durumu işaret etse de, seçimlerin demokratik ve eşit koşullarda yapılmaması, yasal düzenlemeler düzeyinde hilelerin devrede olduğu, sonuçları etkileyen baskıların yapılması, gizli anlaşmalar temelinde uluslar arası güçlerin seçimlerde aldığı pozisyon, sermaye sınıflarının bu zeminde aldıkları tavırlar gibi bir dizi etmen, seçim sonuçlarının bağımsız seçmen tavrı, iradesi ve objektif göstergelere paralel çıkmasını engelleyerek bütün gerçeğe ters orantılı sonuçların çıkmasını sağlayabilmektedir. Nitekim bu seçimlerde yaşanan tam da buydu.
Aynı biçimde, ‘’seçim sonuçları, seçimlere girme politikasının iflasını gösterdi’’ şeklindeki boykotçu böbürlenmelerin de bir o kadar yersiz ve sübjektif olduğunu, sığ bir yaklaşımdan malul olduğunu da söyleyelim. Sonuçlar boykotu değil, seçimlerde daha etkin rol oynamanın gerekliliğini işaret etmekte ve aynı zamanda Kürt ulusunun demokratik iradesinin faşist baskılara karşı rüştünü ispatlaması gibi anlamlı sonuç da seçimlere katılma taktiğinin son derece isabetli olduğunu tanıtlamaktadır. Özcesi, bunun üzerinde ayrıntılı bir tartışma yapmak da en azından burada-şimdilik gereksizdir. Seçim sonuçlarının önümüze koyduğu görev veya sonuçlardan çıkaracağımız ders kitlelerle bağ ve ilişkilerin daha da yoğunlaşılması, kitlelerin örgütlenmesi, daha fazla örgütlenip çalışmamız gerektiğidir vb vs… HDP’nin başarısı yürütülen çalışmaları olumlarken, bu çalışmaların daha da büyütülmesinin daha büyük başarılar elde edebileceğini göstermekte, öğretmektedir.
Genel olarak seçimlerin canlı politik atmosferi, yoğun siyasi aksiyonu ve gerilimi dindi denilebilir ki, bu olağan bir durumdur. Ancak seçim sonuçlarının ortaya koyduğu siyasi sonuçlar tartışmalara vesile olmakla birlikte, gerilimlere gebe bir süreci de koşullamaktadır. Gerilimin kaynağı ve nedeni, tek adam sultasının tüm prosedürleri aşıp engelsiz biçimde işbaşına gelmesiyle yaşanacak saldırganlığın aldığı nitelik iken, daha şimdiden içişleri bakanının Pervin Buldan’ı arayıp hoyratça tehdit etme küstahlığını sergilemesi yaşanacak bu gerilim ve gerginliğin ilk işaretlerini vermiş durumdadır. Kısacası sistem değişikliği ve bu sistem değişikliğinin Erdoğan ve güruhuyla özel anlam yüklenip tekçi faşizmin tek adam tekçiliğiyle pekişip keyfiyetçi faşist bir sultanın pervasızlığında nitelenecek siyasi şartlar gerilimin bizzat kendisi ve odağıdır. Seçimlerin sonuçlarında geniş halk kitlelerini ve ezilen ulus, inançlardan azınlıkları derinden etkileyecek nitelikteki bütün siyasi şartları tayin eden siyasi sonuç budur.
Siyasi sonuçların yarattığı tartışmalar ise, CHP içinde yaşanan tartışmalar örneğinde görülmekle birlikte, yapılan ittifaklar, yapılan baskı ve hileler, meclis aritmetiği ve bunun muhtemel sonuçları, cumhurbaşkanlığı sisteminin ülkeye getireceği sonuçlar vb vs şeklinde sıralanabilir. Burjuva düzen partileri ve iktidar şahsında, seçimlere, seçimlerin niteliğine ilişkin tartışmaların burjuva cephedeki yansımaları veya sonuçları bunlardır. Ki, sistem değişikliği ve iktidarın niteliği proletarya ve emekçi sınıfları da ilgilendiren, dolayısıyla devrimci siyasetin de kayıtsız olmadığı-olamayacağı sorunlardır. Bundan sonraki süreç yeni sistem ve bu sistemin toplum ve halk kitleleri aleyhine getirdiği siyasi-ekonomik sorunlar, yaratacağı gelişmelere tanık olacaktır. Kısa bir yumuşama eğilimi gündeme gelse de (ki, gelecektir) esasta faşist saldırılar, baskılar çok daha pervasız biçimde devrede olacak, halk kitlelerini, ulus, azınlık ve ezilen inançları derinden etkileyecektir. Özellikle krize doğru yaşanan ekonomik gidişatın, iktidarı kemer sıkma politikalarıyla başlayan ve kitlelerin haklı tepkisine yol açan gelişmelerle birlikte, ekonomik ve siyasi olarak daha baskıcı, daha saldırgan olmasını koşullayacaktır. Ekonomik şartlar gibi, sınıf ve siyasi karakteri de iktidarın izleyeceği koyu baskıcı-saldırgan yönetiminin niteliğinde rol oynayacaktır-oynar. Özcesi, kısa bir dönem adına iktidarın yumuşak bir geçiş yapacağına şans versek de, hemen bu kısa süre sonra hem iktidarı bekleyen ve hem de kitleleri bekleyen ağır şartların gündemde olacağını söyleyebiliriz. İktidar açısından, ekonomik kriz koşullarında yönetememe sorunu gündemde olacağı gibi, emekçi halk kitleleri açısından iktidarın baskı, sömürü ve zulmünün çok daha acımasız biçimde gündemde olacaktır.
Önümüzdeki süreç işçi sınıfı ve halk kitlelerinin gündemde olacağı bir dönem olacaktır
İşte bizlerin öngörmesi veya üzerinde tartışması gereken ve tartışmamıza değer olan budur. Kimin yanıldığı, kimin doğru çıktığı şeklindeki ‘’sidik yarışı’’ değil. Seçime katılma taktiğinin yanlışlığı hiç değil. Önümüzdeki dönem ciddi sorunlara gebedir. Ekonomik kriz şartları fiilen kitlelerin kendiliğinden gelme hareketi demektir ki, önümüzdeki dönemde işçi sınıfı ve halk kitlelerin hareketi gündemde olacaktır. Yaşanan ekonomik problemler bu hareketi koşullamaktadır. Ekonomik çöküşte olan iktidarın kitleleri baskı altına alarak susturmaktan başka şansı yoktur. Baskılardan bıkan ve üstüne açlık ve işsizlikle, pahallılık ve enflasyonla yaşamsal düzeyde karşı karşıya kalacak olan kitlelerin öfke ve tepkisini dışa vurmaktan, harekete geçmekten başka bir davranışı yoktur, olmaz. Dolayısıyla proleter devrimci politikanın şimdi ilgilenmesi gereken esas mesele, seçimleri kimin kazandığı değil, seçim sonuçlarının da katkı sunduğu önümüzdeki sürecin siyasi gelişmeleri olmalıdır.
Seçim sonuçları önemli sorunlar önümüze koysa da, bu sonuçlarla birlikte anlam kazanacak olan önümüzdeki sürecin ekonomik kriz zemininde yaşanacak olan siyasi dalgalanmalar-çalkantılar dikkate değer olup, esas yoğunlaşma görevimizi oluşturmaktadır. Bu süreç, devrimci durum ve dalganın-hareketin gelişmesine gebedir. Örgütlü devrimci hareket için daha uygun şartların gündeme geleceği iddia edilebilir. Bu iddia tamamen önümüzdeki sürecin ekonomik siyasi gelişmelerine dayanan nesnel bir iddiadır. Hakim sınıfların kendi ağzıyla itiraf ettiği ekonomik kırılganlıklar, göstergeler kendi açılarından iç açıcı olmamakla birlikte, ağır bir ekonomik krizin kapıda olduğu bütün ekonomistlerce paylaşılmaktadır. Doların yükselişi, Tl’nin değer kaybında durdurulamayan gidişat geçici bir dolar ateşi değil, evrensel ekonomik savaşların ve dalgalanmaların ürünü olarak ciddi bir tehdit yaratan kalıcı bir trenddir. Tl’nin değer kaybederek düşüşü gündemde olacaktır. Bu iç piyasa açısından, merkezi ekonominin çöküşüne giden yoldur. Bunun halk kitlelerine yansıması pahalılık ve karşılığında ücretlerin düşüşüyle birlikte yaşanan enflasyon, kemer sıkma politikaları, ağır zamlar ve vergilerle faturanın yoksul sınıflara yüklenmesi, alım gücünün zayıflayarak ekonominin giderek hareketsiz bir durağanlığa gömülmesi, üretimin daralarak küçülmesi, daha çok emekçi sınıfın işsiz kalması, daha büyük kitlelerinin açlık sınırına girmesi, açlık ordusunun büyümesiyle işçi-emekçi kesimlerin hareketinin gündeme gelmesi ve yönetenlerin yönetmede zorlanarak siyasi krizlerin patlaması biçiminde gelişmeleri kaçınılmazlığı anlamına gelecektir…
İşbaşına gelen iktidarın kazandığı zaferin ‘’Pirus zaferi’’ olarak değerlendirilmesi yerinde olacaktır. Ekonomik olarak hüküm sürecek koşullar sıradan olmayıp pansuman tedbirlerle giderilebilecek şartlar olmayacaktır. Evet, Erdoğan ve güruhu seçimi kazanarak iktidarı elinde tuttu. Fakat bu iktidar dönemi, diğerlerinden çok daha ağır, kapsamlı ve köklü ekonomik sorunlarla boğuşmayı gerektirecek bir süreçtir. Hiçbir iktidarın önümüzdeki ekonomik şartların ağırlığı altından sorunsuz biçimde kalması mümkün değildir. Yani Erdoğan ve güruhu seçimleri-iktidarı almakla, ağır ekonomik şartlara gebe olan bir süreci omuzlama sorumluluğuyla kaldıramayacakları bir yükün altına girmiş oldular. Bu anlamda kazandıkları zafer sefasını sürecekleri bir zafer değil, ‘’cefasını’’ çekecekleri bir zaferdir. Kuşkusuz ki, fatura emekçi halk kitlelerine çıkarılacaktır. Fakat bu da, kitlelerin hoşnutsuzluğunu büyüterek hareketlerine yol açacak ve egemen sınıfları siyasi ‘’krizlerle’’ karşı karşıya getirecektir. Yönetememe sorunu, hem ekonominin ayakta tutulması ve hem de ekonomik durumun yansıması olarak kitle hareketinin yarattığı siyasi ‘’krizi’’ yönetme sorununda yaşanacaktır. İktidarı daha ağır bir sürecin beklediğini ve bu sürecin altından kolayca kalkamayacağı söylenebilir. Bu süreç iktidar için kendi oy tabanıyla da karşı karşıya gelme düzeyinde geniş halk kitleleriyle karşı karşıya gelerek teşhir olup kitle desteğini kaybedeceği bir süreç olacaktır.
Bütün bu şartların bir anlamı da, ağır sömürüye paralel olarak ağır baskıların devrede olacağı gerçeğidir. İktidar yönetebilmek için daha fazla baskıya başvurmak durumundadır. Saldırganlığın daha da ağırlaşacağı, savaş saldırganlıklarının ve ağır baskıların aktüel olacağı da beklenmelidir. Kısacası faşist baskılar, saldırganlıklar ile acımasız sömürü at başı gidecektir. Bir taraftan devrimci durum gelişecek, diğer taraftan faşist baskılar azacaktır.
İşte seçimleri kaybeden burjuva kliklerin kazanımı kitlelerle ve kitle hareketleriyle karşı karşıya kalacakları bu ekonomik-siyasi şartlar veya sürecin sorumluluğundan kurtulmuş olmalarıyken, seçim zaferiyle iktidara gelenlerin kazandıkları zaferi çöküşlerinin başlangıcı yapan gerçek tam da bu ekonomik krizi eşiğidir. İktidarın burjuva manada yenilgisinin başlangıcı seçim zaferi olmuştur.
Devrimci hareketin kitlelerle buluşup büyümesinin şartları önümüzdeki süreç açısından tamamen mümkündür
Kuşkusuz ki, yukarıda işaret etmeye çalıştığımız şartlar sadece iktidarın karşı karşıya kalacağı şartlar açısından anlam taşımamaktadır. Bu şartların esas anlamı devrimci durum ve harekette yaşanacak gelişmelerdir ki, bu da örgütlü devrimci hareketin kitle hareketiyle buluşması ve kitle hareketi zemininde devrimci mücadeleyi büyüterek devrim doğrultusunda ileri taşıma şartlarının gündeme gelmesidir. Dolayısıyla örgütlü devrimci hareket ‘’geliyorum’’ diyen bu uygun şartlara göre hazırlanıp görev ve sorumluluklarına uygun hareket etmelidir. Devrimci hareketin kitlelerle buluşup büyümesinin şartları özellikle önümüzdeki süreç açısından öngördüğümüz gelişmeler bağlamında tamamen mevcuttur. Uygun şartların gelmesi veya olması kendi başına devrimci gelişmeye yetmez. Devrimci hareketin bu şartlardan devrim adına yararlanması ve gerekli gelişmeleri göstermesi için bir dizi hazırlıklara girişmesi, gecikmeksizin bu görev ve hazırlıklarını ciddiyetle yerine getirmesi şarttır. Gerekli çalışma ve örgütlenmeler yapılmadan önümüzdeki sürecin lehte şartlarından yararlanmak ve tabiatıyla büyüyüp ilerlemek de mümkün olmaz. Hazırlık derken kastımız devrimci görevlerin örgütlenme faaliyetleri ve mücadele pratiğinde sergilenmesinden başka bir şey değildir. Hazırlık, şartların önümüze getirdiği koşullara uygun pratiğe girmek, örgütlenmek ve eyleme geçmektir. Hazırlığın da, gelişip büyümenin de yolu bu pratikten geçer. Kitlelerle birleşmekten ve onları birleştirmekten geçer.
Başarısız darbe girişimi ve sonrası kısa dönem de olsa, hakim sınıflar ve devletlerinin en büyük zayıflıklar ve zaaflar yaşadığı dönemdi. Ancak devrimci hareket varlık gösteremediği için bu şartlardan faydalanmak şöyle dursun tam bir edilgenlik içinde kalarak hakim sınıfların inisiyatifi ele geçirerek toparlanmalarına fırsat verdi. Özcesi, şartların uygun olması elbette önemli bir etmen ama asıl etmen örgütlü devrimci hareketin ne durumda olduğudur. Dolayısıyla muhtemel gördüğümüz önümüzdeki sürecin devrim-devrimci hareket için uygun olması yetmez, örgütlü devrimci hareketin görev ve sorumluluklarını yerine getirme durumunda olması, yeterli örgütsel güce sahip olması gerekmektedir. Bunun için zaman yitirmeden devrimci eylemi geliştirmek, örgütlenme çalışmasını yoğunlaştırmak ve devrimci kuvvetler arasındaki ittifakları büyütmek gerekmektedir. Bu perspektifle hareket eden örgütlü devrimci hareket belki çok büyük başarılar ve kazanımlar elde etmeyecektir ama öyle ya da böyle kazanımlar sağlayarak gelişmeler gösterecektir. Bu da devrimci hareket ve mücadelenin gelişme seyrine uygundur. Uygun olan bir koşuldan hemen devrim çıkarmak mümkün değildir ama ilerlemeler sağlamak mümkündür. Devrim bu birikim ve kazanımlar üzerinden ilerler.
Devrimci durum ve hareket adına öngördüğümüz olumlu şartlardan devrim beklentimiz yoktur ama devrimci hareketin gelişmesini mümkün görmekteyiz. Daha da önemlisi, gerek ekonomik durum ve bunu takiben gelişecek siyasi şartlar ve gerekse de buradan doğacağını varsaydığımız uygun devrimci durum ile devrimci dalga hakkındaki öngörülerimiz her ne kadar toplumsal çelişkiler ve bu çelişkilerin besleyenleri tarafından doğrulanan teorik bir doğru olsa da, teorik olarak doğru olan her durumun gerçek yaşamda birebir gerçekleşmediğini de unutmamak lazım. Seçimlere dönük yapılan yorum ve öngörüler genellikle Erdoğan ve şürekâsının kaybedeceğine dairdi. Teorik olarak bu tamamen mümkündü ve mevcut şartlar tarafından da desteklenen bir doğruydu-yorum ya da öngörüydü. Yani, yaşananlara, emarelere, gelişmelere vb vs bakıldığında Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi tespit edilebilir bir doğruydu, bu tespit teorik yorum ve dayanaklarla doğruydu. Ne var ki, seçim sonuçları bu mantıki yorumlara göre değil, aksine çıktı. Burada olağanın dışında başka unsurların belirleyici olduğu söylenebilir. Yani seçimleri emperyalist proje ve destekler temelinde kazandığı söylenebilir. Kısacası teorik doğru seçimlerde ispatlanmayıp tersi doğrulandı. O halde teorik olarak doğru olmasına karşın, başka etmenler vasıtasıyla teorik doğruya ters gelişmelerin yaşanması mümkündür. Ki, önümüzdeki sürece dair belirttiğimiz öngörüler teorik olarak doğru olsa da, öngördüğümüz gibi bir ekonomik kriz ve onu takip eden gelişmeler gerçekleşmeyebilir. Zira emperyalist haydutlar kendileri için önemli olan bir pazarı siyasi olarak da ekonomik olarak da ayakta tutmaktan yana tavır alıp ekonomik-siyasi desteklerle bu süreci erteleyebilirler. Fakat böyle de olsa, işaret ettiğimiz gelişmeler esastır ve buna dair öngörülerimiz bir gerçekliği ifade etmektedir.
Emperyalist dünya şartları ve dengeleri ciddi ekonomik krizleri koşullayan ve onu besleyen özelliklere sahip bir dönemden geçmektedir. Ekonomik sarsıntı ve krizler, içinde bulunduğumuz süreçte genel bir karakteri-durumu tanıtlamaktadır. Uluslar arası ekonomiden bağımsız olmayan ve bağımlı ekonomi olan ülke ekonomisinin bu şartlardan çok daha fazla ve doğrudan etkilenmesi olağan olandır.
Sonuç olarak, çok kısa da olsa biçimsel bir yumuşama döneminin gündeme gelmesi mevcut baskılanma altındaki iktidar için mümkündür. Bu dönem kısa süre sonra ve belki de yumuşama dönemi dediğimiz bu sürçle iç içe ağır baskıcı saldırgan bir dönem devreye girip egemen olacaktır. Ekonomik veriler de iktidarın sınıf ve siyasi karakteri de bunu koşullamakta, doğrulamaktadır. Havuç-sopa politikası kısa süreçte geçerli olsa da, büyük saldırganlık altında azgın sömürü ve faşist baskılar çıplak biçimde ve gecikmeden devreye girecektir. Faşizmin her ton ve taktiğine karşı daha fazla örgütlenmekten, daha fazla mücadele etmekten başka bir tercih ve yolumuz yoktur!
Disiplinli, sıkı çalışan, bedel ödeme pahasına mücadele eden, şartların esiri olmayan, zorluk ve zayıflıklara karşı sağlam iradeyle karşı koyan, devrimde kararlı olan, devrimim bütün meşru eylemlerini pratiğe dökmekte tereddüt etmeyen, halka ve devrime samimi olarak bağlı olan, gericiliğin her türü ve siyasi egemenliğine karşı savaşma cüreti olan örgütlü-kararlı devrimci tavır ve nitelikle ağır şartları omuzlayıp devrimci gelişmelere kilitlenelim!