Tasfiyeciliğin nedenlerini ve mücadelenin neden gelişmediği-geliştirilemediği sorusuna yanıtlar ararken, meselenin özünde yatan gerçeğin esasta şu olduğu kanaatindeyiz; emperyalist dünya sistemi gericiliğinin büyük bir tahakkümle ortaya koyduğu nüfuz ve bir gerçek olarak özellikle askeri teknik-teknolojide sağladığı devasa gelişmeler karşısında, sınıflar mücadelesi ve devrimin geliştirilerek başarıya ulaştırılmasında, dolaysıyla bu gericiliğin yenilip yıkılmasında, açıktan kabul edilmemiş fakat içten içe yaşanan ciddi bir kırılma ve inançsızlığın sökün ettiği söylenebilir. Bu durum bir genelleme olarak her temsil için geçerli değildir, olmayabilir. Lakin genel ekseriyetin bu ideolojik kırılmadan mustarip olduğu inancındayız. Tek-tek her hareket için aynı düzeyde etkilenme ve dolayısıyla aynı iddiada bulunmak sübjektif olur. Zira, her şeye karşın direnen, direnç gösteren, mücadele eden ve bedel ödeyen bir komünist ve devrimci hareket gerçekliği inkar edilmez biçimde mevcuttur…
Faşist baskılar altında geri çekilmek, sinmek ve edilgen pozisyona geçmek, bir bakıma onun tarafından yönetilmek ve kontrole alınmak anlamına gelir. Bu anlamda, mücadelenin militan çizgide geliştirilememesinin nedenlerini faşist baskılarda aramak ya da azgın baskı ve saldırıları gerekçe göstermek, bir gerçeği ifade etse de, son tahlilde şartlara boyun eğme tavrı ve eğilimiyle bir yanlıştır. Devrim ve mücadele zorlu bir iştir ve siyasi içeriğiyle faşizme karşıdır. Dolayısıyla faşizmin varlığı mücadelenin geri çekilerek tasfiyeci şartlara yatırılmasına gerekçe edilemez. Mücadele aslen pratiğin içinde gelişir, pratikten kopuk mücadele kördür. Savaşmadan savaşın kazanılmasından bahsedilemez…
Keskin kopuşlara ötelenemez derecede kesin bir ihtiyaç vardır. Bunun zorluğu aşikardır. Özellikle yaşanan ideolojik kırılma ve derin tasfiyecilik şartlarında bu zorluk çok daha kuvvetlidir. Lakin imkânsız değildir. Daha da önemlisi, bu kopuş bilinci ve perspektifine sahip olmaktır. Hemen gerçekleştirilmeyecek militan kopuş, stratejik bakış ve yönelimle sağlanacak birikim ve hazırlıklarla yakın-orta vade geleceğin çıkışını temsil edebilir. Doğrultuyu devrimci özde tayin etmek önemliyken, bu doğrultuyu besleyen arterleri pekiştirmek şarttır. Devrimin atar damarları stratejiktir, bunlara kan taşıyan toplar damarlar ise ‘‘soluk borularıdır.” Stratejinin ana darbeyi vurması için taktik siyasetlerin yeteneğinden yararlanmak kaçınılmazdır. Militan kopuş ve bilinç perspektifini aktüel görev olarak önümüze koymalı, bu geleceğe hazırlanmalıyız. Müdahale ve çalışmalarımız bu süreci hızlandıran etkenlerdir. Şartlar devrimin lehine gelişecek, gelişmektedir; bu kaçınılmazdır…
Emperyalist dünya gericiliği ve onun piyonel türevi iktidarlar bizzat krizlerin kaynağı, yoksulluğun üretim merkezleri, savaş, acı ve felaketlerin yaratıcılarıdır. Yoksul dünya halkları ve tüm ezilen emekçi sınıflar bu gerçeği her gün daha derinden yaşayarak görmektedir. Toplumsal talep ve çelişkileri arkasına alan mücadele pratiği yükselen devrimci eğilimi yöneterek alt-üst oluşlara taşıyacaktır. Tasfiyecilik karşıtını doğurmaya mahkumdur, daha güçlü doğuracaktır…
Devrimci Mücadelenin Mantığına Uygun Pratik Çözümler …
Devrim istiyoruz! Mücadelenin gelişip büyümesini istiyoruz! Bunlar katıksız biçimde haklı, masum-meşru, niyet ve irade olarak tamamen doğru istemlerdir! Lakin salt istemek yetmez. İstenileni gerçekleştirmek ve gereğini yerine getirmek, yani yapmak asıl olandır. Dahası, bu istemlerin tutarlı olabilmesi, bir o kadarda gerçekleşebilmesi belli şartlara bağlıdır; bizzat bizlerin yerine getirmesi gereken şartlardır. Biz istiyorsak ve şayet samimi olarak istiyor isek, o halde şartları öncelikle biz yaratmalı, geliştirilip gerçekleştirilmesini istediğimiz mücadeleyi öncelikle biz yerine getirmeliyiz. Bilinç bu olmalı, tavır-tutum ve pratik bu olmalıdır. Gelişmenin ve başarmanın yasaları buradan geçer, mantık bunu emreder. Tutarlı olmak olmazsa olmaz bir kuraldır; güven veren, etki yaratan, kazanan gücün temel bir unsuru tutarlılıktır. Tutarlılık, söz-eylem birliğidir, kararlılıktır, ısrar ve özgüvendir…
Bunlardan hareketle;
Birinci şart: Davranış ve bilinç olarak ne devrimi ve ne de mücadeleyi başkalarına havale etmemeli, kendi görev ve sorumluluğumuz dışına atarak başkalarından beklememeliyiz. Önce biz yapmalıyız. Biz yapmadan başkalarının yapmasını bekleyemez, yapılması gerekenleri başkalarından isteyemeyiz. Daha da önemlisi, az çalışıyorsak, çok çalışmaya başlamalıyız. Gevşek tutuyorsak, sıkı sarılmalıyız. Yeterince zaman ayırmıyorsak, yeteri kadar zaman harcamalıyız. Az araştırıp inceliyorsak, daha çok araştırmalı, okumalıyız. Bilmiyorsak öğrenmeliyiz. Başaramıyorsak başarmalıyız. Geliştirmek için gelişmeli, değiştirmek için değişmeliyiz… Bu bilincin özümsenerek pratikleştirilmesi yabana atılamaz bir gereksinimdir. Çünkü devrimci olan da budur, eksik ve yetersiz olan da budur.
İkinci şart: Devrimciliğe aykırı olan her zaaf ve hastalığı ayıklayarak terk etmek zorunludur. Mesele devrim ve mücadelenin geliştirilmesi ise, bu ancak burjuva ideolojik etkilerin ürünü olan sorunların mümkün olduğu ölçüde törpülenerek, yerine devrimciliğin sağlam temellere oturtulması ve yalın devrimciliğin ikame etmesi-ettirilmesiyle mümkün olur. Bir ayağımız burjuva düzen ve yaşamda, bir ayağımız devrimde olursa devrimciliğin hakkı verilemez. Her türden ikircik, tereddüt ve kişisel-bencil kaygı aşılarak, duruşta netlik sağlanmalıdır. Şartların değişmesi, koşulların başkalaşması, ihtiyaçların yenilenmesi, metot ve siyasetlerin geliştirilmesi gibi sıralanacak hiçbir tartışma devrimciliğin temelini değiştirmez. Devrim gerekli, devrimcilik her durumda geçerlidir. Her değişim ve farklılığı göğüsleyerek geçerli olan, yalnızca ve yalnızca devrimdir, devrimciliktir, mücadeledir. Gücü büyütecek, gelişmeyi sağlayacak, zorluk ve engelleri aşacak tek yol ve silah budur…
Üçüncü şart: Yakınmak devrimci tutumla bağdaşmaz. Çünkü devrimcilik, zorluklar karşısında cüretkâr bir müdahale pratiği, bilimsel bir değiştirme eylemi ve engel tanımayan bir yaratıcı çözüm iradesidir. Yakınmak ise bunun tam tersidir; devrimci nitelik karşısında geçersiz ve hükümsüzdür. Yakınmacılığın her türü çaresizliktir; acizliğin ve çözümsüzlüğün bir yansımasıdır. Aciz ve çaresizliğin ve çözümsüzlüğün tipik bir yansıması olan yakınmacılık, devrimci tutuma temelden ters ve yabancıdır. Zorluk ve sorunlar karşısında devrimcinin sergileyeceği tek tavır, yılgınlık ve karamsarlığa kapılmadan azimli mücadele tavrıyla bu zorlukları yenmektir. Tersi tutum, zorluklara boyun eğmek ve teslim olmaktır.
Dördüncü şart: Hareketsizlik, durağanlık, tembellik, eylemsizlik, edilgenlik ve müdahalesizlik halleri, devrimciliğin ruhuna aykırı olmakla birlikte, kendiliğindenciliğin görüngüsü, pasifizmin izdüşümleridir. Devrimcilik, her an yaşanan bir dinamizm halidir. İş yapan, kafa yoran, uğraşan, geliştiren ve değiştiren dinamik bir uğraştır. Kendiliğindencilik ise, işleri oluruna bırakan, eklemleri pas tutarak müzmin hareketsizlik ve müdahalesizlik sergileyen, gelişmeler ve gidişat karşısında inisiyatifsiz kalarak seyirci duran ve “bekle-gör” tavrıyla malul bir iradesizliktir… Pasifizm kendiliğindenciliğin sonuçlarından biridir; nedeni de sonucu da devrimciliğe taban-tabana zıttır…
Beşinci şart: Dogmatizm gelişmenin önündeki ciddi bir engel, mevcudu korumakla biçimlenen anti-bilimsel, dar-döngücü ve statükocu engellerden biridir. Devrimcilikle bağdaşmayan ve yeniliğe kapalı bilim dışı bir anlayış problemidir. Aşırı-demokrasi, bir burjuva özgürlükçü anlayış olarak, merkeziyetçilik ve disiplini baltalayan, aynı zamanda laçkalık ve liberalizmi besleyen diğer bir zararlı anlayış sorunudur. Liberalizm, uzlaşmacı yapısıyla ilkesizliğin bir türü ve kaynağıdır. Tipik bir oportünizm yatağıdır. Tepki, yöntem ve yaklaşım bağlamında sekterizmi koşullayan bir anlayış sorunudur liberalizm. Liberalizm de sektarizm de yıkıcı etkileriyle gelişmeyi sabote eden birer sapma ve ilkesizliğin sağ ve sol biçimleridir. Sekterizm “sol” ve dogmatik özelliğiyle, sabit, mekanik, statik, tekrar siyaseti ve gerçekten kopan yapısıyla oportünist iken, liberalizm de elastiki, omurgasız, tutarsız, uzlaşmacı ve ilkesiz siyasetiyle oportünisttir… Liberalizm zor karşısında geriye çekilerek, sektarizm de aşırıya kaçarak birer kırılma çizgisidirler; bu nitelikleriyle bilimsel devrimci çizgiden uzaklaşan yaklaşımlardır.
Altıncı şart: Günü kotarmaya hapsolan yönelim aşılması gereken siyaset tarzıdır. Uzun vadeli düşünüş ve planlamaya oturan bir doğrultu devrimci siyasetin stratejik motivasyonudur. Güncel siyaset motivasyonu devrimci mücadeleyi besler. Ancak bu devrimin temel sorunlarında kalıcı çözüm yaratmaya yetmez, temel taşların döşenmesini karşılamaz. İkisini elden bırakmamalı, yerine göre kullanmalı ama önceliği stratejik mücadele esası ve biçimlerine ayırmalıyız. Çünkü köklü kazanımlar stratejik tarz ve mücadelelerin eseriyken, taktik unsurlar bunu destekleyen zorunlu gereksinimlerdir. Devrim için mücadele salt strateji kuruluğuyla geliştirilemeyeceği gibi, salt taktikler veya taktik siyasetler üzerinden de geliştirilemez. Stratejik siyasetin yürütülmesi elzemdir. Taktik siyaset stratejik siyasetin altında biçimlenir ve ona hizmet ettikçe anlam kazanır. İkisinin uyumu ve birliği gerçek mücadele tarzıdır.
Yedinci şart: Kibir, küçümseme, üstencilik, kendini beğenmişlik, popülizm ve kariyerizm gibi ideolojik deformasyondan ideolojik mücadele yolu benimsenerek kesinlikle arınılmalı; mütevazı ve alçakgönüllü olma prensibiyle hareket edilmelidir. Etikete, rütbe ve kariyere düşkünlük yıkılmalı; bu iktidar ve toplum tasavvurumuzun şimdiden güvenceye alınması değerinde önemlidir. Yukarıdakilerden negatif kategoriye ait olan unsurlara karşı gerçek bir mücadele ve pratik sergilenmek durumundadır ki, bu pozitif özelliklerin geliştirilmesinin kaçınılmaz yoludur. İdeolojik sağlamlık ve netlik şarttır; komünist devrimci niteliğin temsil edilmesi bu netlikle sağlanabilir. Proleter ve burjuva olmak üzere iki karşıt ideolojinin harmanlanması veya ikisinin aynı anda taşınıp temsil edilmesiyle devrimci yol yürünemez… Ne bireyler-kahramanlar, ne de mevki ve rütbeler kurtarıcıdır; kolektif akıl, bilinç ve biçim en güçlü kuvvettir…
Sekizinci şart: Son derece sade, yalın ve berrak bir devrimciliğin örgütlenerek hakim kılınması gerekliyken, burjuva ideolojik kırılma ve tahrifatın önlenerek düzeltilmesi de şarttır. Devrimcilik ne şartlı ve koşulludur ne de imtiyazlı bir üstünlük ve ayrıcalıktır. Bilakis tabii görev ve tarihi sorumluluktur; her şeyden de önce somut siyasi bir gereksinimdir. Görev, sorumluluk, mücadele ve bedel gerektirir. Bedelin karşılığı siyasi iktidardan başka bir şey değildir. Sınıf adına mücadele etmek, sınıfa karşı üstünlük vesilesi olamaz. Toplumsal kitleler devrimciye borçlu değil, devrimci toplumsal kitlelere borçludur. Borçlu olan toplum değil, devrimcidir. Bu bilinçle devrimcilik yapılmalı, yapılabilir. Hakim kılınması gereken devrimcilik budur; yaşamını devrime, halka ve sınıfa, sınıfın ve insanlığın kurtuluşuna adamaktır. Bu düzey ve nitelikte, yani profesyonel karakterde bir devrimcilik temsil edilip yürütülmeden mücadelenin geliştirilmesinden ve devrimin gerçekleştirilmesinden bahsedilemez.
Dokuzuncu şart: Devrimcilik görevi, hem zamanı mücadele açısından doğru değerlendirmeyi ve hem de bu zamanı dolu geçirmeyi emreder. Zamanı boş ve işlevsiz geçirmek ya da memur-bürokrat tavrıyla verili görevin yapılmasına indirgemek devrimci dinamiği ilerletmeye yetmez. Yaratıcılık, kafa yorma, sürekli bir uğraş içinde olma, daima durumu geliştirme ve ilerlemeye dönük didinim içinde olmak devrimciliğin tabiatıdır. Sorun ve görevler karşısında her türden edilgenlik ve durup bekleme tavrı, sorumluluklardan kaçma ya da lakaytlık devrimcilik ve devrimci ciddiyetle bağdaşmaz. Devrimcilik sorumluluk duymaktır, müdahaledir, değiştirmedir, geliştirme ve ilerletmedir. Aylar ve hatta yıllar boyunca somut bir kazanım, ilerleme, katkı ve hatta görev icra etmemek ancak ve ancak çürüme üretir. Bilinçli, somut ve niceliği fark etmeksizin başarıya-kazanmaya odaklı olan bir çalışma performansının izlenmesi gereklidir ki, bu zor değil, gerçekleştirilmesi mümkün olandır…
Onuncu şart: Hedef kitle, yani örgütlenecek ve kazanılacak hedef kitleyi belirlemek, yürütülerek başarılacak görevler bağlamında hedefler saptamak, bütün bunlar doğrultusunda harekete geçerek çalışma yürütmek, insanlara ve sorunlara uzak durmadan onlara dokunmak, yüz yüze gelmekten sakınmadan yaşamı ve sorunları paylaşmak ve bu sorunlar zemininde alternatifler sunarak çözümler üretme üzerinden örgütlenmek; işte somut örgütlenme faaliyetinde izlenmesi gereken basit kural budur. Bunların hiçbirini yapmadan örgütlenmeden başarıdan bahsetmek boş bir vaazdır…
Sonuç olarak; çözüm perspektifleri olarak doğru-yanlış karşıtlığı içinde özetlediğimiz yukarıdaki şartlardan negatif örnekleri teşkil eden kırılma-sapma-hata-yetersizlik ve yanlışlar tasfiyeciliğin gizli ortakları ve besleyici gıdalarıdır. Tasfiyeciliğe karşı mücadele bu basamaklarda doğru anlayış ya da devrimci tavır, pratik ve bilinç temelinde örülerek geliştirilmek durumundadır. Gerisi hamasetten başka bir şeyi ifade etmez… Bıkıp usanmadan teorik doğruları tekrarlayın, en keskin devrimci şiarları cesurca atın, tamamen komünist olan ilke ve stratejilerden söz edin; bunlar son derece anlamlı ve kuşkusuz ki değerlidir fakat bunlar gerçek yaşamla buluşturulup hayata geçirilmeden somut-maddi kazanımların dinamiği ve silahı haline gelmez-getirilemezler…
Kısacası, mesele açık ve basittir; devrimcilik görev ve sorumluluk tavrı bağlamında neyi gerektiriyor ve neyin karşılığı ise (ki, bunu hiç değilse somut görevler bağlamında on maddelik asgari şartta basit olarak özetlediğimizi kabul edelim), ona uygun davranmalı, hareket etmeli ve onu yapmalıyız. Yapma eyleminin ötelendiği yerde sadece ve sadece yapılmamış olanlar filiz verir, pratiksizlik egemen olur… İster basit, ister küçük ve isterse “önemsiz” olsun ama mutlaka devrimci olan bir şeyler yapılmış olsun; işte geliştirecek olan yalnızca budur. Pratiktir, iş yapmaktır, daha çok iş yapmaktır. “Bir müspet, bin nasihate yeğdir.” “Pratikte atılmış bir adım bir dizine programdan daha değerlidir.” Meselenin özü budur. Ruhu ise, katıksız biçimde yoldaş olmaktır; devrim kaygısına dayanan yoldaşlık birliğinin sürekli olarak pekiştirilip daha ileri nitelikte hakim kılınmasıdır: Bu devrimcilik gelişir, büyür ve kazanır!