Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri tarihi 2019 olarak kararlaştırılmasına karşın, Erdoğan-Bahçeli koalisyonu savaşın ekonomiye yüklediği ağır faturalarla ve uluslararası alanda yaşanan siyasi gelişmelerin ekonomiye yansımalarının sonucu olarak kapıyı çalan ekonomik çöküntü zemininde yaşadığı siyasi-ekonomik handikapları aşmak için baskın erken seçim kararı alarak seçimleri 24 Haziran 2018 gününe aldılar.
Söz konusu seçimlerin burjuva siyaset algoritmasında değişim yaratma ve yeniliklere tanık olma özelliği önemsiz bir gelişme değildir. Burjuva siyaset yelpazesi esasta iki ana blokta şekillenme eğilimine fiilen girerken, Kürt ulusunun siyasi partisi ile diğer demokratik güç ve partilerden teşekkül olan demokratik blok ayrı bir kulvar olarak siyasete damga vurmaya devam edecektir. Erdoğan-Bahçeli “Cumhur İttifakı” karşısında, dört siyasi partiden (CHP, FP, İyi Parti, DP) oluşan burjuva muhalefet cephesinin ittifakı gerçekleşti. Bu iki ana blok ya da cephe, burjuva siyasetin mevcut hali olmakla birlikte, burjuva siyasetin gelecekteki şekillenişinin de süreçsel olarak başlamış olan genel eğilimidir. Burjuva siyasette olgulaşan iki eksenli bloklaşma eğilimi ve bu zeminde cereyan eden ittifak pratiklerinin yanı sıra, bu ittifakları koşullayan yüzde onluk milletvekilliği ve yüzde 51’lik cumhurbaşkanlığı seçim barajları da bu sürecin diğer özelliklerindendir. Ki, ittifakların gerçekleşmesiyle birlikte yüzde onluk seçim barajı otomatikman önemini yitirmiştir denebilir. Bu durum parlamento bileşimini çok daha renkli ve çok sesli kılacaktır. En önemlisi de cumhurbaşkanlığını kazanmak yetmeyecek, meclis çoğunluğunu kazanmak da önem taşıyacaktır. Dolayısıyla Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasını varsaysak bile, bu, Erdoğan için her şeyin yolunda gittiği anlamına gelmez. Zira dört partili ittifakın meclis üye çoğunluğunu elde etmesi durumunda Erdoğan’ın bay-pas edilmesi mümkün olacaktır. Tabi Erdoğan’ın da meclisi bay-pas etme yetkisi karşılıklı olarak vardır…
Bu seçimlerin başından beri lekeli, hileli, kirli ve anti-demokratik olup halk kitlelerin gerçek iradesini yansıtmaktan uzak olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Bütün burjuva seçimlerin aynı karakterde olmasına karşın, bu seçimlerin farklı olarak OHAL koşulları, KHK’lar yönetimi ve açık faşizm şartları altında yapılması, özel seçim yasalarının çıkarılarak hile ve sahtekârlıkların yasalarla meşrulaştırılması, burjuva muhalefet cephesinin iki ayağının bir pabuca sıkıştırılması ya da bazılarının seçim dışında bırakılması hedefiyle baskın seçim biçiminde gündeme getirilip yapılması, bu seçimlere daha büyük leke ve gölgenin düşmesini sağlayarak diğer seçimlerden farklı özellikler taşımasını barındırmaktadır.
Her şeye karşın, azgın bir dikta açık faşizmi ve tekçi-faşist tek-adam sultası biçiminde hukuksuz bir keyfiyetçiliğin hüküm sürdüğü mevcut iktidar şartlarında, burjuva muhalefetten geniş halk kitlelerine ve oradan da AKP içine kadar en büyük toplumsal yelpaze, bu iktidara karşı büyük bir hoşnutsuzluk ve tepki beslemekte, ezilip sömürülen emekçi kitleler büyük bir öfke duymaktadırlar. Tek-adam tekçiliğiyle ünlenen açık faşizm diktasının azgın baskıları büyük bir mağdurlar ordusu yaratmış, burjuva muhalefet cephesi şişerek büyümüş, geniş halk kitlelerinin öfkesiyle devasa bir iktidar karşıtı cephe oluşmuştur. Uluslararası alanda izlenen emperyalist güdümlü politika, işgalci ve savaş kışkırtıcısı siyaset iktidarı adeta “dünyadan” tecrit ederek yalnızlaştırmış, ciddi ekonomik-siyasi sorunların göbeğine sürüklemiştir. Bütün bu şartlar Erdoğan iktidarını istenmeyen bir iktidar olarak zayıf duruma getirip hedef haline getirmiştir.
Bu şartlarda Erdoğan’ın uluslararası alanda tek dayanağı Rusya emperyalizmi, içerde ise Sünni İslam eksenli inanç siyasetiyle yedeklediği kitle desteği kalmıştır. Tam da burada içerideki bu zeminin kırılıp bölünmesi-parçalanması burjuva siyaset adına önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Devrimci siyaset açısından burjuvazinin iç çelişki ve çatışmalarından yararlanma politikası temelinde komprador tekelci burjuva klikler arasındaki çelişkiyi derinleştirme ihmal edilemez olduğu gibi, burjuva muhalefet cephesinin de Erdoğan-AKP kliğini bölüp parçalama siyaseti temelinde onlar arası çelişkilerin derinleştirilmesini benimsemeliydi. Ne var ki, burjuva muhalefet cephesi Sünni İslam eksenli Erdoğan-AKP cephesini bölüp parçalamaya dönük fırsatı değerlendiremedi… Ancak bütün bunlara karşın, burjuva muhalefet seçimleri kaybetmiştir-kaybeder demek veya Erdoğan-AKP (Bahçeli MHP’si de dâhil) iktidarı seçimleri kazanır demek hiç de mümkün değildir. Erdoğan güruhu ile burjuva muhalefet cephesi arasında bir denge durumundan, birbirine yakın bir oy potansiyeli ve seçimleri kazanma şanslarının eşit olduğundan bahsedilebilir. Olağan koşullarda Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi esas olasılıktır. Fakat hile, hırsızlık ve manipülasyonda usta olan Erdoğan ve şürekâsının bu becerileri dikkate alındığında iki cephe arasındaki şans eşitlenmektedir. Bu eşitlenme mutlak olmayıp Erdoğan iktidarı aleyhine, esasta burjuva muhalefet cephesi lehinedir. Kuşkusuz ki, bu cephede CHP’nin göstereceği aday da önemli bir etmen olacaktır. Meral Akşener’in tüm pohpohlanmaya karşın önemli bir oy desteği toplasa da Erdoğan’a rakip olamayacağı ve milletvekili seçimlerinde de büyük patlamalar yakalayamayacağı söylenebilir. CHP özellikle “Adalet Yürüyüşü” ile başlayan dönemden itibaren ve son olarak “İyi Parti’ye” vekil transferi yaparak siyaset sahnesinde oynadığı rol ve etkili siyaset açısından söylenenin tersine oylarında bir gelişme sağlayacaktır. Ki bu, CHP’nin seçim ittifakıyla alacağı oylarla da doğrudan ilintili bir gelişmedir. Sınıf cephesindeki kimi reformist demokratik partilere kadar uzanan seçim ittifakı CHP oylarında bir büyümeyi sağlayacaktır. Zaten belli bir standartta olan oy oranı, bu unsurlarla daha da büyüyecektir. CHP’nin etki alanının büyüdüğünü görmek isabetli olur ki, bu oy oranı CHP’nin göstereceği cumhurbaşkanı adayı ile önemli bir oranı yakalayacaktır. Bu anlamda Erdoğan’a karşı şansı olan tek aday CHP adayıdır.
Burada unutmamak gerekir ki, bu CHP adayının Kürt ulusu tarafından kabul görmesi ve oylarını alması can alıcı bir konudur. İster CHP’nin başını çektiği blok olsun ve isterse Erdoğan’ın başını çektiği blok olsun, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmalarının kritik şartı Kürt ulusunun desteğini almaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmanın yolu son tahlilde Kürt ulusundan geçecektir. Mevcut durumda Kürt ulusu siyasi partisinin seçimler ikinci tura kaldığında Erdoğan’ın karşısındaki adayı desteklemesi muhtemeldir, öngördüğümüz bir durumdur. Fakat belirttiğimiz gibi, Erdoğan’ın karşısında ikinci tura kalacak adayın kim olduğu tayin edici sorundur. CHP’nin bunu telakki ettiğini ve HDP ile örtülü ya da zımni bir anlaşma içinde olduğunu da varsaymaktayız. Kısacası CHP adayına şans vermemizin nedeni de HDP’nin ikinci turda CHP’nin doğru adayını destekleyeceği yönündeki bu varsayımımızdan ileri gelmektedir. CHP’nin önemli manevralar yaparak Erdoğan-Bahçeli oyunlarını esasta boşa düşürdüğünü söylemek yerinde iken, Erdoğan’ın son anda bir karşı hamle geliştirmesini de beklemek gerekir. Şayet anketler durumu açıktan Erdoğan’ın aleyhine gösterirse, Erdoğan’ın bu seçimleri manipüle edememesi durumunda provoke ederek ertelenmesini de beklemek yanlış olmaz. Zira CHP, Gül faktörüyle elde ettiği Erdoğan’ı devirme fırsatını kaçırsa da önemli hamleler-siyasetler geliştirerek Erdoğan’ı daraltıp bunaltmayı başarmış durumdadır…
Burjuva Muhalefet Cephesi Şansını Yitirmese de Önemli Bir Fırsatı Kaçırdı
“Seni başkan yapmayacağız” iddiası gündeme geldiği ilk seçimde gerçeğe büründü. Seçim sonuçlarının manipüle edilerek seçimlerin yenilenmesi oyunuyla Erdoğan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen başkanlığı cebine koymayı başardı. Lakin bu başarının kan-katliamlar, provokasyon ve komplolar geliştirilerek toplumun korku basıncı altına alınmasıyla, aynı zamanda hile ve oyunlarla sağlandığı da unutulamaz. Özcesi, esasta Erdoğan başkan yapılmadı, başkanlığı Erdoğan katliamcı, komplocu politikalarla gasp etti. Bu gaspın utancından fiilen yürütse de başkanlık sistemine resmen geçişi 2019 yılına erteledi. Gelinen aşamada 2019 tarihinde yapılması planlanan seçimler baskın erken seçim kararıyla kapıyı çaldı.
Baskın biçimde erkene alınan bu seçimlerle başkanlık sistemine geçiş her bakımdan devreye sokulup resmiyete kavuşturulmak istenmektedir. Buna karşı burjuva muhalefet cephesi ise seçimleri kazanarak parlamenter sisteme geri dönmeyi tasarlamaktadır. Ancak burjuva muhalefet cephesi bu iddiasına karşın, “seni başkan yaptırmayacağız” söylemindeki iddialı tutuma ve zemine sahip görünmemektedir. Zira burjuva muhalefet cephesinin eline önemli bir fırsat geçmesine rağmen bu fırsatı değerlendiremedi. Neydi bu önemli fırsat? Erdoğan’ın karşısında Abdullah Gül ismini çıkarma şansıydı. Gül’ü Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkarmakta birleşemeyen burjuva muhalefet cephesi bu fırsatı kaçırmış oldu. Elbette kaçırılan bu fırsat Erdoğan’ın seçimleri kazanacağı anlamına gelmez, gelmiyor. Fakat Gül’ün Erdoğan’ın karşısına dikilmesi, Erdoğan ve güruhunun yenilgiye uğratılmasında kayda değer önemde bir fırsattı. Gül’ün aday olması durumunda Erdoğan-AKP cephesinin ciddi bir tahribata uğrayarak oy kaybetmesine yol açacaktı. Gül, bu cephenin yarılıp parçalanması için biçilmiş kaftan misaliydi ki, Gül dışında Erdoğan-AKP cephesinin parçalanıp kan kaybına uğramasında aynı fonksiyonu oynayacak başka bir alternatif adayın hâlihazırda mevcut olmadığı açıktır. Bir cephenin parçalanarak birbirine rakip hale getirilmesi her halükarda muhalefet cephesinin lehine olan bir durumdu. Ne ki burjuva muhalefet cephesi bu durumu iyi değerlendiremedi, bu fırsatı kaçırdı. Bütün bunları söylerken Gül’ü desteklediğimiz, olumladığımız vb. anlaşılmamalıdır, anlaşılamaz da. Kastımız, Erdoğan-AKP cephesinin bölünerek zayıflatılmasının en isabetli aktörünün Gül olmasıdır. Ki, bunu da devrimci cephenin yaklaşım ve anlayışı olarak değil, burjuva muhalefet cephesinin politikası açısından ifade etmekteyiz. Yoksa Erdoğan gibi, Gül veya başka bir aday da bizlerin öyle ya da böyle tercihi olamaz. Bizlerin en iyimser haliyle benimseyeceğimiz tercih, komprador tekelci burjuva düzen partileri ve klikleri dışında, Kürt ulusal hareketinin reformist-demokratik siyasi partisi olan HDP ve adayıdır. Bunun dışında hiçbir burjuva düzen partisi ve komprador klik temsilcisi bir adayı desteklememiz vb. söz konusu olamaz.
Seçimlerde Tavrımız ve Gerekçeleri
Yukarıda özetlediğimiz seçimlerin gerçekleştirildiği koşullar ve seçimleri erkene alma gerekçeleri, bu seçimleri başından itibaren büyük şaibe altına sokmaktadır. Bu şartlarda yapılacak seçimlerin muhalefet açısından eşit ve demokratik şartlarda gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, kitlelerin gerçek iradesini yansıtmayacağı aşikârdır. Seçimlerde iktidar lehine hile ve hırsızlıkların yapılacağı, sonuçların manipüle edileceği, çıkarılan yeni seçim yasalarının bütün bunlara olanak verdiği ve vermek için çıkarıldığı, devlet olanaklarının iktidar partisi tarafından her zamanki gibi hoyratça kullanılacağı, medyadaki tekelleşmenin seçimlerde iktidar lehine kullanılacağı ve rol oynayacağı, dolayısıyla adil-eşit-demokratik bir seçim ve seçim sürecinden söz edilemeyeceği aşikârdır.
Ne var ki, seçimleri kazanma ve bunun üzerine hayaller kurma hamlığında olmayan, aynı zamanda burjuva düzen partileri ve adaylarından kimin kazanacağı konusuna esasta kayıtsız olan ve seçimler sürecini sadece devrimci çalışma ve örgütlenmelerimizde bir basamak olarak kullanma, seçimlerde kazanılacak milletvekilleri vasıtasıyla burjuva parlamentoyu bir kürsü olarak kullanma hedefinden bağımsız olmamak kaydıyla seçimleri salt taktik bir siyaset bağlamında ele alan proleter devrimci siyasetin, siyasi atmosfer olarak çalışmalarımızı olanaklı kılan bu süreci devrimci hedefler uğruna kullanması reddedilemez. Şayet sınıf siyaseti zemininde yürüteceğimiz çalışma şartları ortadan kaldırılmamış ve bu çalışmaları yürütme olanakları varsa, stratejik yörünge ve ilkelerimizle uyumlu taktik siyasetler temelinde seçimlere girme ve seçimler sürecini bir olanak olarak devrimci çalışmalarımız menfaatine kullanmaktan sakınamayız. Hiçbir mücadele biçimini ilkesel olarak reddetmeyiz anlayışının arkasında duran devrimci politika seçimler sürecini de ilkesel olarak reddetmez, tamamen somut koşullara bağlı olarak ele alıp değerlendirir. Dahası, tekçi-faşist tek-adam Erdoğan sultasının geriletilip bertaraf edilmesine karşı da kayıtsızlık sergilemez. Ya da faşizmi maskeleme rolünü oynayan parlamenter sistemin tüm faşist niteliğine karşı, yarı-faşizm olan bu sistemden açık faşizm olan tekçi tek-adam sultası başkanlık sistemine geçmeyi benimsemez. Bu anlamda tek-adam sultasının geriletilmesini sağlama konusunda en azından cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda seçime katılarak HDP adayını destekleyerek bir tavır alır. Milletvekilliği seçimlerinde de aynı kulvarda yürür. Kürt ulusuna uygulanan milli zulüm ve ulusun iradesine darbe yaparak onu yok sayan faşist teröre karşı Kürt ulusuyla dayanışma içinde olmayı sorumluluğu olarak algılar, buna uygun davranır. Bütün bu gerekçeler temelinde seçimlere girmeyi benimser.
“Nasıl olsa Erdoğan kazanacak, seçim sonuçları bir şeyi değiştirmeyecek, seçimler demokratik ve adil şartlarda gerçekleşmiyor, faşist baskı ve OHAL koşulları altında yapılan seçimlere girmenin anlamı yoktur” vb. biçimindeki yaklaşımlar hatalı olup, seçimlere girme gerekçelerimizi ve taktik siyasetimizi doğru okuyamayan anlayışlardır. Seçimlerin demokratik olduğu, seçim sonuçlarının burjuva sistemi değiştireceği, bizlerin kazanacağı vb. şeklinde bir değerlendirme ve beklentimiz olmadığı gibi, seçimlere girme gerekçelerimiz de bunlar değildir. Bilakis, seçim sonuçlarıyla esasen ilgilenmemekte, seçimler ve seçimler sürecini sınıf siyaseti adına ya da devrimci faaliyetlerimiz adına bir araç olarak kullanma hedefi ve bilinciyle ele almaktayız. Bu çalışmaları yürütme koşullarımız olduğu sürece, ister faşizm koşulları olsun, isterse başka koşullar olsun seçimlere girmekten imtina edemeyiz. Güçlü devrimci rüzgâr ve dalga koşullarında devrimi sürükleme şartları söz konusu olduğunda seçimlerle meşgul olma yerine devrimi ilerletmekle meşgul olmayı tercih ederiz. Bu doğru olur. Fakat süreç devrimci faaliyet, örgütlenme ve mücadeleyi bin bir araç ve yöntemle geliştirmeye muhtaç bir süreçse ve bu süreci devrimci örgütlenme ve mücadele doğrultusunda kullanma imkânlarımız varsa, bu koşullardan yararlanmamak gibi bir taktik siyaset izlememiz doğru değil, hatalı olur…
Devrimci politika taktik siyaset bağlamında seçimlere girmeyi benimserken, Kürt ulusuyla dayanışma temelinde ittifak etmeyi önemser. Aynı zamanda ittifak siyasetini, sosyalist, devrimci, değişik azınlık ve inanç kesimlerinden bütün diğer demokratik halk güçlerini kapsayacak biçimde mümkün olan en geniş yelpazede gerçekleştirmeyi öngörür, benimser. İttifak zemininde demokratik normların egemen olmasını, siyasi iradenin bağımsızlığını, siyasi temsil ve söz hakkının şartsız tanınmasını, her ittifak bileşeninin gücü oranında temsil hakkına sahip olmasını ve bu dengenin gözetilmesini, eylemde birlik ajitasyon-propaganda da serbestlik ilkesinin geçerli kılınmasından taviz vermez.
İttifak politikası esas alınmakla birlikte, bazı özgün durumlarda veya ittifakta uzlaşma sağlanmadığı koşullarda bağımsız aday gösterilmesi de mümkün olabilir. Bu durum esasta potansiyelimizin güçlü olduğu alanlarda gücümüze denk gelen aday belirlenmelerinin ters orantılı ele alınması şartlarında geçerlilik kazanır. Fakat bu konuda mutlak ve katı bir yaklaşıma sahip olmamız, aday meselesini bir ilke sorunu olarak ele almamız doğru olmaz. Zira esas olan düzen partileri ve özellikle de Erdoğan iktidarına karşı demokratik güçlerin başarı kazanmasıdır.