Her şeyde iki yüzün olduğunu ya da her şeyin iki yanın olduğunu doğru olarak öğütler felsefe. Buna şeylerin görülen yüzü ve görülmeyen yüzü ya da ön yüzü ve arka yüzü diyebiliriz. Bu, açıkça söylenen ve kapalı olarak söylenen ya da ön plan ile arka plan olarak da ifade edilebilir. ‘’Satır arası’’ diye söylenen şey de ‘’görülen ve görülmeyen’’ gerçeğini anlatan bir betimlemedir. Alenen yazılıp söylenenler ayrı ama bunlarla anlatılmak ya da kast edilmek istenen daha başka şey olabiliyor. Yazılıp söylenenin kendisiyle sınırlı olmayıp başka şeyleri anlattığı gerçeği işte bu satır arası denen şeydir. Genellikle de ‘’esas gerçeğin satır aralarında saklı olduğu’’ haklı olarak söylenir. Açıkça söylenen ya da yazılanlar bazen ve hatta genellikle daha başka şeylere işaret eder ve başka şeylerin ipuçlarını verir. Bütün bilimlerin anası durumunda olan felsefenin üğütlediği bu doğru hemen yaşamın tümünde geçerlidir. Elbette siyaset aparatında da aynılıkla geçerlidir.
‘’Yerli ve milli’’ lafzının arkasında yatan esas gerçek nedir
Bilindiği gibi Erdoğan bir süreden beridir ‘’yerli ve milli’’ lafını tekrar edip durmaktadır. Bunun sebepsiz olduğunu düşünmek olası değildir. Sarf edilen bu lafzın belli bir siyaset ve belli bir amaçla dillendirdiğini düşünmek yanlış değil, doğru bir sorgulamadır. Neden, niçin sorularının sistematik olarak sorulmasını da felsefe öğütler. Felsefenin öğüdü dışına çıkmak gerçeğe değil, yanlışa ulaştırır. Bilimsel şüphecilik de ‘’neden’’ sorusunu sormamızı emreder. O halde sebepsiz söylenmediğini iddia ettiğimiz ‘’yerli ve milli’’ lafzının ‘’neden-niçin’’ gündemleştirildiğini sormak ve elbette yanıtını bulmak gereklidir. Kısacası, Erdoğan’ın ‘’yerli ve milli’’ gerici-milliyetçi söylemini salt laf olsun diye ya da öylesine tekrarlayıp durduğunu düşünemeyiz. Özellikle de beyinlere kazıma ısrarıyla, sistemli ve moda haline getirircesine tekrar etmesinin bir rastlantıdan ibaret olmadığı, bilakis bilinçli bir siyaset olarak ve belli amaçlar için ve bellek yaratmak hedefriyle tekrarladığını düşünmek yerinde olacaktır…
‘’Yerli ve milli’’ sakızı zevk olsun diye çiğnenmediği gibi, ‘’yerli ve milli’’ olmakla övünen ya da öyle olduğunu zihinlere yerleştirmeye çalışan bu çabanın ‘’yerli ve milli’’ olduğundan şüphe duymasının ürünü olmadığı açıktır. Eğer Erdoğan ‘’yerli ve milli’’ olduğundan kuşku duyuyorsa bu sakızı çiğnemesini anlamak lazım. Yok eğer kendisinden kuşku duymuyorsa, o zaman bu sakızı bu denli çiğnemesinin başka başka sebeplerinin olduğu aşikardır… Evet, ‘’neden’’ altını çize çize ve bıkıp usanmayan bir tekrarla ‘’milli ve yerli’’ sözü bayrak edilmektedir?… Seçmenin oyu uğruna en keskin faşist liderlerin ‘’demokrasi ve özgürlük’’ timsali kesildiklerini bilmekteyiz ve bu, burjuva ahlak, burjuva pragmatizmi ve burjuva siyaset açısından anlaşılırdır da. Ancak Erdoğan, çağdaşlık ve değerlerinden, ‘’demokrasi ve özgürlükten’’ bahsetme yerine, modern ve çağdaş yaşam değerleri açısından ‘’paslanmış teneke’’ olan ‘’yerli ve milli’’ simidine sarılmayı tercih etmektedir. Neden? Toplumumuzda ‘’yerli ve milli’’ sloganının hala ‘’geçer akçe’’ olup, örmek istediği siyasal sistemin toplumsal tabanını yaratmanın biricik yollarından biri olduğunu bildiği için ilkel milliyetçiliği kullanıyor ve özüne uygun olarak da ırkçı-şoven milliyetçiliği kabartıyor…
Bu söylemin ırkçı-şoven Türk milliyetçiliğini köpürtüp kabartmak için bu ısrarla tekrar edildiği bilinen doğrudur. Milli duygulara hitap ederek bu duygular sömürülüp gerici politika ve saldırganlıklarına basamak yapılıyor. Milliyetçi gericilikle bir ağ örülüyor ve milli duygularla sağlamlaştırılan bu ağ içinde yuvalanıp korunmak isteniyor. Bütün bunlar kesin. Ve bunları bilinmeyen bir yanı da yoktur.
Geliştirilen bu gerici zeminin muhalefeti öteleme, etkisizleştirme, sıkıştırma gibi hedeflerin gerçekleştirildiği veya gerçekleştirilmek istendiği de doğrudur. Fakat ‘’yerli ve milli’’ argümanının sadece muhalefeti ofsayta düşürüp muhalefet karşısında avantaj elde etme gibi nispeten basit-dar bir amaçla dillendirildiğini, sistemetik siyaset haline getirildiği söylenemez. Ki, bizce bu söylemi muhalefeti sıkıştırma amacıyla kullansa da esas amacın bu olmadığı, arka planında daha büyük gerçeklerin yattığı açıktır…
Arka plandaki büyük gerçeği açıklamadan önce bu söylem (milli ve yerli söylemi) üzerinde neden durduğumuzu açıklamayı gerekli görüyoruz. Neden önemsedik ve üzerinde duruyoruz ‘’milli ve yerli’’ söyleminin üzerinde? Çünkü, bu söylemin arka planı olarak değerlendirdiğimiz sorun doğrudan yakın geleceğimizi ilgilendirip etkilemekte ve bu geleceği ve tehlikelerini görerek hazırlıklı olmamızın yaşamsal bir yerde durduğunu düşünmekte, buna inanmaktayız. Bu değerlendirmemiz bahis konusu yaptığımız söylemin arka planındaki gerçek görüldüğünde daha da anlaşılır olacaktır. Ki ileride yakın geleceğimizi ve dolayısıyla neye ve neden hazırlıklı olmamız gerektiğini açıklamaya çalışacağız… Geçmeden ekleyelim ki, ‘’yerli ve milli’’ argümanıyla, bir taraftan ABD emperyalizmiyle ilişkilerin koparılmasını anti-emperyalistlik olarak pazarlamaya çalışmakta, öte taraftan da Rusya emperyalizmi ile girilen bağımlılık saklanmak isteniyor. Öyle ya, şimdiye kadar ABD emperyalizminin tahakkümü vardı ve onunla köprüler atılacak ama yeni efendinin kucağına oturma gerçekliği saklanamazsa nasıl anti-emperyalist olmakla ahkam kesilip geniş oy bileşenine hitap edilecektir?! Rusya emperyalizmine bağımlılık ‘’yerlilik ve millilik’’ safsatasıyla örtbas edilecek, böylece ABD emperyalizmi ile köprülerin atılmasında taban sağlamlaştırılarak büyütülecek… Bunun da ‘’yerli ve milli’’ sakızıyla hedeflenen esas gerçek olmadığını söyleyebiliriz…
‘’Yerli ve milli’’ argümanının arka plandaki büyük gerçek hakkındaki değerlendirmemiz şöyledir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, milli duygular zirve niteliğinde kabartılmak, sağlam ve sıkı bir milliyetçilik iklimi oluşturulmak isteniyor. Zira ancak bu zeminde siyasetlerini sürdürebilir veya ayakta kalarak varlığını sürdürebilir. Şayet bu düzeyde sağlam ve sıkı milliyetçilik zemini yaratılıp buna yaslanılmaz ise, ne hedeflenen siyasetleri yürütebilir ve ne de hüsrana uğramaktan sakınabilir Erdoğan… Evet, Erdoğan iktidarını koruma(başkanlığı kazanma) ve ayakta kalabilmek için tasavvur ettiği politikaları yürütebilme uğruna büyük bir milliyetçi dalgaya muhtaçtır, bunun için ‘’milli ve yerli’’ argümanını bilinçli bir siyaset olarak geliştirmektedir. Bununla, ancak bununla tasavvur ettiği yönelim ve amaçlarına ulaşabileceğini düşünmektedir. Nedir bu yönelim ya da ne için kullanmaktadır bu milliyetçiliği?
Erdoğan ABD emperyalizmi tarafından gözden çıkarıldığını faşist darbe girişimiyle, Sarraf davasıyla vb vs her vesileyle anlamış, görmüş durumdadır. Buna karşı gardını ise Rusya emperyalizmine yaslanarak almaktadır. Daha da açığı ‘’eksen kayması’’ denen yönelimini netleştirmiş durumdadır. Belirsizlikler taşıyan bu eğilim giderek netleşmiş durumdadır. Yani ABD emperyalizmi ile ilişkilerin onarılma ihtimalini dikkate alarak belli bir temkinlilik içinde hareket ederek kapıları açık tutarak işlettiği sürecin sonunda, ABD emperyalizmiyle istediği şartlarda çalışamayacağını gördü ve yönelimini giderek netleştirdi. Yani, ‘’eksen kayması’’ esprisine uygun olarak ABD emperyalizmi yerine Rusya emperyalizmi ile işbirliğini sürdürmeye, Rusya’nın himayesine girmeye karar verdi. Füze anlaşmaları, nükleer enerji santrali vb vs anlaşmaları girilen eksen rotasını netleştiren adımlar ya da göstergeler olarak değerlendirilebilir.
Bu efendi değişiminin kolay bir süreç olmayacağı açıkken, Erdoğan da bunun kolay bir süreç olmayacağını iyi bilmektedir. Kolay olmamaktan öteye son derece zor ve ağır bir süreç olacağını da mevcut aklıyla bile görebilmektedir. Ağır faturaların gündeme geleceği hesaplanamaz bir durum değildir. Hem siyasi alanda, hem de ekonomik alanda, hem ulusal ölçekte ve hem de uluslar arası ölçekte ağır bir sürecin kapıda olduğu söylenebilir. Ki süreç hızla buraya doğru ilerlemektedir. Bu sürecin ağırlığı sadece ABD emperyalizmi ve ekonomik-siyasi yaptırım sonuçları, açtığı-açacağı davalar ve sonuçları vb vs ile de sınırlı değildir. AB ülkelerinin önemli bir kesimi tarafından da benzer bir çemberle karşı karşıya kalacaktır Erdoğan. AB ülkelerinin Rusya’ya karşı ABD ile birlikte hareket edeceği ya da Erdoğan’ın Rusya’ya yanaşmasını kabul etmeyerek ABD ekseninde Erdoğan iktidarına karşı eğilim geliştirecekleri gizli değildir. NATO üyeliği ve ilişkileri bağlamında da Erdoğan aynı tecrit ve tavırla yüzyüzedir. NATO’dan çıkarılması bile gündeme gelecektir. Yeni partnerlerle yeni iktidarlar yaratma projeleri mümkün olmadığında ‘’TC’’yi NATO’dan çıkarmaları mümkün olacaktır. Askeri alanda da ciddi sorunlarla tanışacaktır. Kuşkusuz ki, bütün bu fatura ve sonuçlar komprador tekelci sınıf ve sermayesini de doğrudan etkileyecek ve Erdoğan içerde de önemli sorunlarla muhatap kalacaktır…
Bu ağır sürecin göğüslenmesi nasıl mümkün olacaktır? Rusya’nın desteği yetmeyecektir. Ama Erdoğan’ın başka şansı kalmamıştır. Yani ABD emperyalizmi kendisini gözden çıkarıp başka partnerleri tercih ettiği için, iktidarını koruma uğruna yapabileceği tek şey Rusya emperyalizmine yaslanmaktır. Başka şansı olmadığı için bu yolu denemekte, zorunlu olarak tercih etmektedir. Peki bu ağır fatura ve süreci içerde nasıl göğüsleyebilecektir? Kuşkusuz ki, en avantajlı ve olanaklı koşul Türk milliyetçiliğinin tavan yaptığı koşullardır. Bu düzeyde bir milliyetçiliği geliştirip arkasına almaz ise veya bu milliyetçiliği basamak yapmazsa ayakta kalmasının hiçbir koşulu yoktur. Dolayısıyla Erdoğan, bencil iktidar hırsı ve sorununu bir milli dava olarak yutturmak ve ona yaslanarak ayakta kalmak için savaş saldırganlığını her türünü göze alarak Türk milliyetçiliğini geliştirme peşindedir ki, bu tek şansıdır, tabi şans ise. İşte bu milliyetçiliği ‘’Milli ve yerli’’ argümanının tekrarıyla da geliştirme ve milliyetçi belleği güçlendirmektedir. Bunun sayasinde başkanlık sevdası, iktidar imtiyazı ve ayakta kalma arzusunu gerçekleştirmeyi düşünmektedir. ‘’Milli ve yerli’’ argümanını nakarat etmenin en önemli sebebi, Rusya eksenine oturduktan sonra, NATO’dan çıkarılma, ABD ve AB’li ülkelerce yaptırımlara tabi tutularak yüzleşeceği ağır ekonomik-siyasi fatura şartlarında geliştirdiği bu milliyetçiliği kullanarak kendisine yönelen tepkiyi saptırma ve bu şartlara dayanmayı hedeflemektedir… Bütün mesele olmasa da esas meselenin bu olduğunu söyelersek yanlış söylemiş olmayız.
Erdoğan süreç olarak fiilen başlayan seçimi kazanarak başkan olmak istiyor. Neden istediği yoruma gerek kalmayacak kadar açıktır, yorumlamadan geçiyoruz. Başkanlık için ise yüzde elli bir(%51) çıtasında oy desteğine ihtiyacı vardır. Bu barajı aşmak için Sünni selefist dincilerin desteği, Bahçeli bahçesinin desteği yetmemekte, ulusalcı-milliyetçi-Kemalist ve bunların türevi olan Perinçekçi tabanın oylarına da muhtaçtır. Bu muhtaçlık Erdoğan’ı ‘’milli dava’’ safsatası üzerinden oy devşirmek için savaş saldırganlığına somut adımlarla sürüklemekte ve algı yaratma itibarıyla da ‘’yerli ve milli’’ demagojisine sıkı sıkıya sarılmaktadır. Savaş saldırganlığını da içeren bu serüven, ABD emperyalizmi ve dolayısıyla NATO ve AB’li emperyalist ülkelerle ilişkilerin ağır faturalara gebe olan bir sürecin eşiğine gelerek Rusya emperyalizminin şimdilik sıcak ama sonra soğuğu his edilecek bağımlılık ilişkisi zemininde bir varlık-yokluk eşiğinde ilerleyen bir süreçtir Erdoğan için. Bu girdaptan çıkmak için ‘’milli’’ duygular veya Türk milliyetçiliğine sarılmaktan gayri çaresi yoktur Erdoğan’ın. Öte taraftan Kılıçtaroğlu’nun yeniden keskin çatışma eğilimine girdiği de dikkate değerdir. Anlaşılıyor ki, Kılıçtaroğlu yeni belgelere ulaşmış, Erdoğan’ın suçları kapsamında burjuva açıdan sağlam bazı kanıtlar elde etmiş olarak Erdoğan’ı sıkıştıran bir hamle geliştirmek üzeredir. Dolayısıyla Erdoğan’ın işi zor olmakla birlikte, çılgın projeler misali, savaş saldırganlığını büyütme şeklinde siyasi çılgınlıklara başvurarak dereyi atlamaya çalışacağı beklenmelidir. ‘’Yerli ve milli’’ sözünün bu zeminde anlam kazandığını ve kullanıldığını tespit etmek yanlış olmaz. Ancak bahsini ettiğimiz bu süreç Efrin askeri işgaliyle sınırlı bir süreç olmayacaktır. Ekonomik ve siyasi olarak darboğaza iyice girecek olan Erdoğan sultası savaş saldırganlığını savaş batağına saplanana dek tırmandırma eğilimini ciddi olarak sürdürecek, içerideki açık faşizmi pervasız baskılarla derinleştirecektir. İşte bizleri bekleyen ağır süreç budur…
Aktüel sürecin stratejik yönelimi ve perspektifimiz
Yakın geleceğimizin barındırdığı tehlike ve hazırlanmamız gereken süreç tam da budur. Ki bu süreç gerici savaş saldırganlıklarına paralel olarak içerde uygulanan azgın bir faşist terör ve ırkçı-milliyetçi dalganın büyük bir erozyona/toplumsal zehirlenmeye kadar ilerleyeceği ihtimal dahilindedir. Bu, güçlü olasılık olarak, halk kitlelerinin reflesk ve reaksiyonunda büyük bir gerileme, toplumsal kitlelerde büyük bir ırkçı-milliyetçi bozulma/çürüme ve devrimci mücadelenin son derece zorlu şartlarla karşı karşıya geldiği bir süreç olarak okunabilir. Bu, işçi sınıfı ve tüm ezilen-sömürülen emekçi kitlelerin barbarca sömürülüp açlığa mahkum edilip zulm çarkından geçirilmesi demek olacaktır. Bu, ötekileştirilmişlerin köleleştirilmesi ve mezalimden geçirilmesi anlamına gelecektir… Açık faşizm ve OHAL sürecinin mevcutta devam eden ağır baskıları ve karakteri çok daha keskin ve acımasız bir aşamaya evirilebilir, evirilme olasılığı güçlüdür. Yargılanma tehdidini savuşturma ereğiyle ‘’ne pahasına olursa olsun başkan olacağım’’ hedefine kilitlenmiş olan ihtiras ve içine düşülmüş olan büyük çıkmazdan sıyrılmak için can havliyle saldıran Erdoğan’ın akla gelmeyecek şeyler yapması beklenmelidir.
İç savaş tehlikesi olarak dillendirilen gerçeklik bu sürecin siyasi ciddiyetini ortaya koyma anlamında kaydadeğerdir. İç savaş ifadesi aslında girilmesi muhtemel olan süreci de özetleme özelliği taşımaktadır. Kuşkusuz ki, klasik biçimiyle iç savaş Erdoğan’ın kaybederek tepe-taklak gitmesi durumunda devreye sokacağı saldırganlıktır. Bunun dışında bir iç savaş olasılığı mevcutta ya da esasen yoktur. İç savaştan kastedilen şey ne ulusal haraketin verdiği ulusal kurtuluş savaşıdır ne de devrimci sınıf savaşıdır. Dolayısıyla silahlı sivil örgütlenmelerle yapılan hazırlıklar temelinde olası bir iç çatışma komprador tekelci burjuva klikler arasında cereyan edecektir. Burjuva kliklerin bu dalaşı toplumsal kitleleri kapsayarak kutuplaştırılmış olan emekçi kitlelerin kliklerin gerici iktidar çıkarları temelinde kırdırılmalarından başka bir şey olmayacaktır. Ve elbette bu tarzda bir iç savaş bir olasılıktır. İç savaş halk kitlelerinin birbirine kırdırılarak acılara boğulması, mazlum ulus, azınlık ve ezilen inanç kesimlerinin boğazlanmasıyla eşdeğerdir. Komünist ve devrimcilerin sokak ortasında kurşuna dizilmesi, ülkenin bir hapishaneye çevirilmesi bu süreçte muhtemel sonuçlardır. Kullanılması mümkün olan en küçük demokratik hakkın ortadan kaldırılması, gerek duyulan kılıf ve peçelerin fırlatılıp atılarak doğrudan faşist barbarlığa geçilmesi ve elbette kanlı bir çatışma, kaotik bir belirsizliğin egemenliği iç savaş denilen sürecin kimi sonuçlar olarak ifade edilebilir… Burjuva klikler arası çatışmanın derinleşmesi devrimin lehine iken, bu çatışma sürecinin iç savaş haline ulaşması durumunda halk kitleleri ve devrim açısından olumsuz yansımalara da tanık olacaktır…
Bütün bunlar karşısında, 1- ırkçı-milliyetçi tırmanışın önüne geçmek için gerekli tüm mücadelelerin yürütülerek bu milliyetçiliğin teşhir edilmesi devrimci siyasetin önündeki önemli bir görevdir. Kitlelere daha fazla gitme, ajitasyon-propagandanın yaygınlaştırılması ve iktidarın siyasi teşhirinin derinleştirilmesi önemsenmelidir. 2- Muhtemel olan ağır faşist saldırganlık şartlarına karşı kitlelerle birleşme ve devrimci demokratik güçlerin ortak örgütlenme ve mücadelelerini büyütme çabasında daha sorumlu davranarak adımlar atılması ertelenemez bir görev olarak hayata geçirilmelidir. 3- Erdoğan ve sultasının yenilgiye uğratılması genel amaçlarımızın bir parçası olmakla birlikte, somut süreçte öne çıkan bir pratik bir görev olarak önemsenmeli ve öncellenmelidir. 4- Yukarıda en uç noktalarda değerlendirdiğimiz muhtemel sürecin önüne geçilmediği taktirde güçleri koruma siyasetinin devrimci zeminde ele alınarak gerekli tedbirlerin devreye sokulması planlanmalı ve bu sürece hazırlıklı olunmalıdır. Bu süreç bir iç çatışma karakteri taşıdığı için hüküm süren şartlar savaş-çatışma şartları olacaktır ki, bu durumda devrimci kuvvetlerin kendisini koruma siyaseti savaş şartlarında konumlanıp devrimci savaşı yükseltme çerçevesinde ele alınmalı ama düşmana açık halden zamanı geldiğinde mutlak suretle kaçınılmalıdır. 5- Güçlerin nitelikli örgütlenmesine ağırlık verilerek nitelikli örgütlenmelerin yaratılması ve bu örgütlenmeler yeteneğiyle manevra kabiliyeti yüksek, çabuk ve esnek davranan bir örgütlenme durumuna ulaşılmalıdır. 6- Mevcut araç ve olanakların rafa kaldırılacağı hesaplanarak alternatif araç ve metotlar üzerine kafa yorularak mücadelenin-faaliyet ve çalışmanın devamlılığı sağlanmalı, sağlamaya dönük alternatifler üretilmelidir. 7- Bu faşist sürecin sürdürülemez niteliği dikkate alınarak yakın zamanda devrim için uygun şartların egemen hale geleceğini hesaplayarak nitelikli örgütlenme ve güçlerin korunmasıyla bu sürece hazırlanmanın önemi kavranmalıdır.