Devrim bağlamında ‘‘mücadelenin neden gelişmediği” sorusu, temel kaygımızı ifade eden bu başat mesele üzerinde durmamızı emrederek bizzat bizleri muhatap ve görevli kılmaktadır. Devrim ve mücadeleye dair küçükten-büyüğe her sorun komünistlerin sorumluluk alanındadır.
Sorun, tasfiyeci sürecin devrimi kuşatarak sağ-pasifist kulvara itmesi kadar anlamlı ve/veya tasfiyeciliğin devrim saflarına sinsice nüfuz edip militan devrimciliği hapsetmeye uzanan tehditkâr bir tehlikeye dönüşmesi kadar büyüktür… Sorunun kaynağını tasfiyecilik genellemesinde tespit etmek yanlış olmaz. Özet itibarıyla sorunu, tasfiyecilik ve tasfiyeciliğe karşı mücadele sorunu olmak üzere iki ana meselede özetlemek isabetle yerinde olur.
Her çeşit tasfiyeci tahribat-tahrifatın yol açtığı ideolojik-siyasi kırılma ve derinleşen örgütsel erezyon başta olmak üzere, bu girdapta palazlanarak birikmiş köklü sorun, yaşanan yabancılaşma, çürüme ve deformasyonla boy veren öğütücü tasfiyeciliğe karşı, proleter devrimci barikatın örülmesi elzemdir…
Tasfiyecilge kayıtsız kalınamaz. Süreç, Kaypakkaya çizgisi ve MLM ideoloji ekseninde pratikleşecek olan komünistlerin bilinçli devrimci müdahalesine muhtaçtır. tafsiyeciliğe ortak olmak, siyasi ölüme davetiye çıkarmak ve kendini inkar etmek demektir. Komünistler açısından sorun bu kadar nettir. Sorununun, bütünlüklü mücadeleler sürecini gerektiren muhtevasıyla kapsamlı ve derin bir sorun olduğu aşikardır. Ama aynı şekilde, aşılması ve sürecin tersine çevrilmesi tarihsel sorumluluğunun komünistlerin omuzundaki bir yük olduğu da bir o kadar gerçektir.
Tasfiyecilik, komünist devrimci ilke, strateji ve siyaseti ışığında yükselen mücadele pratiğiyle püskürtülecek; bunda başka bir yol yoktur. Devrimin zaferi nispeten uzun bir zamana yayılabilir, gecikebilir. Ancak mücadele, her an ve her şart altında bir gerçek olarak vardır; engellere rağmen sürekli ve sürdürülebilir dinamik bir olgudur. Çelişki yasasının sınıflı toplumlardaki tezahürüdür bu.
Mücadelenin gelişmemesi veya geliştirilememesi tasfiyecilikle doğrudan alakalıdır. Tasfiyecilik bir sonuçtur, mücadelenin gelişmemesi-geliştirilememesi de öyle… O halde iki sonucu doğuran nedenler vardır ve bunlara bakmak meselenin özüdür…
Tasfiyecilikte anlam kazanan sorunumuz, tasfiyeciliğin yol açtığı mücadelenin geliştirilmemesi ve tersinden tasfiyeciliğe karşı mücadelenin geliştirilmesi sorunudur… Kimse tasfiyeci değil ama mücadele pratiğine bakıldığında tasfiyecilik hakimdir! Bu gariptir, çelişkidir ve izaha muhtaç bir tablodur…
O halde, sorunun özüne odaklanmalıyız.
Nesnel şartlar devrim için ne kadar uygun ve elverişli olursa olsun, bunların kendi başına veya kendiliğinden devrime çıkması tasavvur edilemez. Nesnel şartlar devrimin sadece bir ayağıdır; devrim tek ayak üzerinde yürümez. Onun gelişip güçlenmesi ve zafere ilerlemesi iki temel şarta, bu iki şartın bir arada bulunması ve uyum içinde olmasına bağlıdır. Nesnel şartların uygun olmasının yanı sıra, sübjektif şartların da uygun ve yeterli ölçüde var olması, devrim için gerekli olan ya da devrimin talep ettiği ikinci şarttır. Özcesi, devrim, gelişip zafere ulaşmak için nesnel ve sübjektif olmak üzere iki temel şart arar. Bunlardan birinin eksikliği devrimi geciktirir, ikisinin varlığı ise devrimi geliştirir. Nesnel koşulun belirleyici önemine karşın, sübjektif koşul önemsiz değil, bilakis nesnel koşul üzerinde değiştirici tesir gösteren yeteneğiyle başlı başına belirleyicidir. Değiştirme yeteneğine sahip olan sübjektif şartın, nesnel koşul ile uyumlu olması kaydıyla, yaşamsal önemde belirleyici bir şart olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Devrimci hareketin önderlikten kurumsallaşmaya, kolektivizmden komiteleşmeye, kadrodan aktiviste, örgütten örgütlenmeye, mücadeleden siyasete, ideolojiden teoriye, gelişmekten güç olmaya, kitleselleşmekten kitlelere hitap etmeye, yöntemden araçlara, disiplinden demokrasiye, merkeziyetçilikten ademi-merkeziyetçiliğe, ajitasyondan propagandaya kadar en geniş yelpazeye serpilen bir dizi sorunu, bir o kadar da zaafı var.
İdeolojik-siyasi-örgütsel perspektiflerinde taşıdıkları nitel-nicel, temel-tali, öz-biçim gibi karakteristik ve nüansal ayrışımlar fark etmeksizin, devrimci mücadeleyi omuzlayan siyasi parti ve örgütlerin hemen hepsinin; politikleşme, çizgileşme, iradeleşme, söz-eylem birliğinde tutarlılık ve güven verme, ikna gücü ve inandırıcı olma, bilimsel inançta pekişme ve yaratıcılık, militanlaşma ve feda ruhunu kuşanma, cüret etme, iddialı ve kararlı olma, devrimci netlik ve profesyonelleşme, tecrübelerden ve kitlelerden öğrenme, objektif nesnel durum ile sübjektif durum arası uyumunu yakalama, değişim yasasını takip etme ve gelişme çizgisini sürdürme gibi temel sorunlarda derin zaaflar taşıdığı söylenebilir… Örgütsel güç kaybı, dağınıklık, edilgenlik, erime ve militan kulvarda pratiksizlik, eylemsizlik ve koca bir boşluk bu zaafı çek ederken, tasfiyeciliğin derin izlerini resmetmektedir…
Toparlamaya çalıştığımız bu tablo, yaşamsal ihtiyaç olarak örgüt, mücadele ve müdahale sorununu öne çıkarır. Örgüt, mücadele ve müdahale meselesi, ideolojik-teorik-siyasi çerçeve bir kenara bırakılacak olursa, ki bu da dahil, son tahlilde gelip insan da toplanır, insan unsurunda karşılık bulur. İnsandaki bilimsel güç, yetenek, cüret, kararlılık, militanlık ve yaratıcılık gibi öğeler, bir taraftan örgütten beslenir, öte taraftan örgüte nitelik verir. İnsan sorunu örgüt sorunudur, örgüt sorunu da insan sorunudur. Örgüt, ideolojiden teoriye, dünya görüşünden sınıf niteliği ve siyasetine, stratejiden taktiğe bütün unsurlarıyla somut araçta/maddi mekanizmada vücut bulur. Bunların tümünü temsil eden, taşıyan, koordine eden, yürüten, oluşturan ve yaşatan insandır. İnsanın bilinçli dinamik rolü tayin edicidir derken tam da bunu kastediyoruz. Bu durumda bütün sorunların temeli insandır demek yanlış olmaz. Teori, strateji, siyaset, taktik, program, tüzük vb. kendiliğinden hareket etmez, bilakis insanla bütünleştiğinde pratik üretir, değer kazanırlar…
Şayet tasfiyecilik varsa, bu insanda yuvalanır, onda anlam bulur ve bir bakımda onun tavır ve duruşuna bağlı olarak olguya dönüşür. İnsan isterse, yani bilinçli, kararlı devrimci bir irade ortaya koyarsa, pekâlâ tasfiyeciliği önler, önleme yeteneği sergiler ve onun zemin bulmasını engeller. Lakin insanın zaaf ve zayıflıkları ya da güçlü tavır ve kararlı dirayeti tasfiyeciliğin de devrimciliğin de gelişip gelişmemesinde belirleyici rol oynar. Ve bu, kolektif mekanizmadan bağımsız değilken, o mekanizmayı temsil eden insanla doğrudan alakalıdır. Özcesi, sorunlardaki etkileri bağlamında insan ile örgütü eşdeğerde görmekteyiz, doğru olan ikisini karşı karşıya koymamaktır…
Örgüt, birçok özelliğinin yanı sıra, demokrasi ve disipline dayanır, bunlara kesin ihtiyaç duyar. Demokrasinin olmadığı şartlarda her türlü verimsizlik, kısırlık, gönülsüzlük, zorakilik, hoşnutsuzluk, uyum-birlik sorunu gibi problemler köpürerek baş gösterir. Bu zemin, dedikodu, karalama, kişisel sürtüşmelere, kırılmalara, dağılmalara, parçalanmalara, kopmalara ve her türden yıkıcı gelişmeye zemin yaratır. Demokrasinin olmadığı ya da sağlıklı işlemediği bir örgüt, ben-merkezci, dayatmacı, salt talimatçı, emir-komuta zincirinde bürokratik, işleyişte baskıcı, yaratıcı yeteneği körelten ve son tahlilde şefçi örgüt tipi olarak iş yapamayan ve irade-eylem birliğini sağlayamayan bir örgüt olur… Demokrasinin olduğu örgütlerde de buna benzer birçok sorunun yaşadığı doğrudur. Ancak, demokrasinin varlığı bu sorunları azaltır, gelişmelerinin zeminini kısırlaştırır…
Disiplin de en az demokrasi kadar örgüt için temel bir gereksinimdir. Disiplinin olmadığı örgüt, laçka, kendiliğindenci, çok başlı, burjuva örgütlükçü serbestlik, keyfiyetçi, irade-eylem birliği iğdiş edilmiş, kararları uygulayamayan, harekete geçirilemeyen, iş yapamaz, hantal bürokratik bir mekanizmaya dönüşür. Demokrasiyle disiplinin birbirine karşıt olgular olmasına karşın, demokratik-merkeziyetçilik ilkesi altındaki uyumlu birlikleri düşünüldüğünde, ikisinin bir bütünün koparılamaz iki parçası olup komünist örgüt-parti için adeta birer can suyudur. Disiplinin olmadığı yerde, başı bozukluk, kuralsızlık, karmaşa, inisiyatifsizlik, işleyiş ve kararlara uymama, uygulamama, irade-eylem birliğinden yoksunluk, örgütün harekete geçirilememesi, görevlerin yürütülmemesi veya yerine getirilmemesi, kısacası örgütün tıkanarak mücadele direncini yitirip felç olması kaçınılmazdır…
Bu durumda, salt demokrasi ve disiplin bağlamında düşünüldüğünde bile, bu iki unsurun sorunlu olduğu bir örgüt-partinin militan devrimci çizgiyi geliştirmesi ve tasfiyeci saldırılara karşı koyması mümkün olabilir mi? Kuşkusuz ki, hayır. Olağan işleyiş ve görevlerini yürütemeyen bir mekanizmanın tasfiyeciliğe karşı keskin bir mücadele dirayeti ortaya koyması hayal olur. Dolayısıyla örgütün nitelikli, sağlam ve amaçlarına uygun çerçevede ayakları üzerine oturtulması gerekliyken, bu örgütü temsil eden her örgüt üyesi aktivistinin aynı çerçevede ideolojik-siyasi ve örgütsel prensiplerde sağlamlaşması da şarttır…
Gelişmeleri öğrenerek bilgi edinme ve ona karşı siyaset-taktik geliştirme vb. bağlamında burjuva veya genel olarak basını takip etmeyi bir kenara bırakalım, kendi basınını takip etmekten, okuyup tartışmaktan ve eleştirmekten aciz olup bunlar karşısında sorumluluk duymayan, örgütsel görev ve sorumlulukları karşısında keyfiyetçi, pazarlıkçı, kendiliğindenci, duyarsız ve tembel olan, zamanının yarısını bile örgütsel devrimci çalışmalara ayırmayan, bedel ödemekten tamamen sakınan-göze alamayan, kişisel yaşamından gerektiği kadar ödün vermeyen, örgütün savunu ve düşüncelerini öğrenmeye ciddi düzeyde gayret etmeyen, örgütün siyasetini savunmayı ve pratiğini geliştirmeyi esasta dert edinmeyen, devrimciliği verilen görevleri yapmakla sınırlayan, sokak eylemleri ve direnişlerinden, protesto ve gösterilere katılmaktan imtina eden, devrimci önderlerin portrelerini, slogan ve pankartlarını taşımaktan çekinen, kendisini geliştirmeyen, okumayan, araştırmayan vb. bir örgütsel potansiyelin hakim olduğu bir örgüt, bir devrimcilik tarzının veya bir devrimciliğin militan mücadeleyi geliştirmesi ve tasfiyeciliğe karşı gerçek bir mücadele yürütmesi tasavvur edilebilir mi?
Öte taraftan, kurumsallaşma, kitleselleşme ve genel örgütlenme çalışmaları başta olmak üzere, komite ve organsal işleyiş temelinde kolektif irade ve inisiyatifin geliştirilmesi, çalışmaların şevkle yürütülmesi, somut hedef ve görevler temelinde planlanması, görevlerin yürütülmesi ve başarılması için gayret gösterilmesi, denetim, uyarı ve eleştiri mekanizmalarının sağlıklı işletilmesi, zamanında ve yerinde müdahalelerin yapılması, bu bağlamda doğru ve yetkin bir önderlik rolünün sergilenmesi gibi konularda yeterlilik göstermeyen bir örgüt realitesi tasfiyecilikten sakınabilir mi ya da ona karşı başarılı bir mücadele ortaya koyabilir mi? Tabii ki başaramaz! Bu pratik kıyastan hareketle, tasfiyeciliğin nedenlerini ve mücadelenin geliştirilememesinin nedenlerini kendimizde, kendimizin temsil ettiği örgütte, genel örgütsel durumda ve hepsinden birinci derecede sorumlu olan önderlikte aramak yanlış olmaz…
Elbette ki, tasfiyecilik bizlerden bağımsız olarak veya bizlere rağmen, emperyalist burjuvazi ve uzantılarının stratejik saldırılarla devreye sokup yürüttüğü dışsal bir gerçek olarak da vardır. Ve irademize rağmen yaşam hakkı bulabilen özelliğiyle nesnel bir gerçeği de ifade eder bu durum. Fakat bu nesnel tasfiyeci durum, belli ölçülerde bizlere etki yapsa da, son tahlilde ortaya koyacağımız pratik etkinlik ve mücadele ısrarı doğrudan bizlerin iradesine bağlıdır. Yani, bizler, dışımızda var olup gelişen tasfiyecilikle paralel bir rotaya girmez ve ona karşı kararlı, bilinçli devrimci bir direnç gösterirsek tasfiyeciliğin bizleri kuşatması, mücadelemizin gelişimine damga vurması ya da hakim olması mümkün olmaz. O bizlerde karşılık buldukça, bizlerin zaaf ve zayıflıklarından yararlandıkça büyük bir olgu ve tehlikeye dönüşebilir. Dolayısıyla tasfiyeciliğin bir ayağı dışardaysa bir ayağı da içerdedir. Mücadelenin neden gelişmediği sorusunun bir ayağı genel tasfiyeci durumla açıklanabilirken, diğer ayağı bizlerin zaaf ve yetersizliklerinde karşılık bulur. Bizi ilgilendiren ve doğrudan bizim meselemiz olan bir sorunda bizim belirleyici bir öge olduğumuz inkar edilemez. Nesnel şartları dikkate alıp tanımalarız ama onların arkasına sığınarak hata ve zayıflıklarımızı izah edemeyiz. Nitekim, en ağır tasfiyeci şartlara rağmen, şu veya bu biçimde de olsa, yetersiz ve zayıf da olsa devrimci mücadele yürütüyor, istenilen düzeyde olmasa da kimi görevlerini gerçekleştirebiliyoruz. Demek ki, daha sağlam bir bilinç ve kararlı duruşla daha fazlasını da yapabiliriz. Tasfiyeciliğe rağmen militan devrimciliği üretebilir, mücadeleyi geliştirebiliriz…