“Toplumsal cinsiyet eşitliği devrimi hayatın ekonomik koşullarını değiştiren, sertliğin çöküşü, kurtuluş çağının etkisi yeni fikirlerin akışı, yeni bir yaşam çağrısı, kadının ruhunu canlandırmış ve onu bağımsız kazançlara ve özgürlük arayışına götürmüştür.” diyor Anna Şabanova. 1916’da ekmek ve un kıtlığının, yüksek fiyatların, toplumsal adaletsizliğin ve eşitsizliğin varlığını gösterdiği Çarlık Rusya’da barış ve ekmek için protesto eylemlerine katılan kadınlar; Rusya’daki devrim için gelişime geçenler olmuştur. Böylece Ekim Devrimi’nden önce Şubat Devrimi’ni kadınlar gerçekleştirmiştir.
1917’de geçici hükümetin aldığı karar şu şekildedir; 20 yaş üstü kadınlara seçme hakkı verilmiştir, bu hak kadınların 12 yıllık mücadelesinin sonucunda kazanılmıştır. Kadınların üretime kitlesel katılımı, siyasal hayata teşvik edilmesi, komünist eğitim, ailenin devlet düzenlemesi, evin toplumsallaşması kadınlık ve erkekliği yorumlayan resmi söylemlerin oluşumu ve değişimleri çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.
SSCB’de kadınlara yönelik yasal çalışma şu amaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmiştir:
1-Kadına yönelik yasal hakları sağlamak
2-Kadınları ekonomik bağımsızlığa götürmek
3-Ataerkil aile kurumunu kademeli olarak ortadan kaldırmak
4-İçindeki çoğu sorumluluklardan kadını kurtarmak
Sovyetlerde yaşanan büyük toplumsal yapı devrimi içerisinde kendince ayrışan halklar arasında etnik, siyasi, kültürel ilişkiler dikkate alınarak kamuoyunun onayı tabandan başlayarak kademeli olarak kazanılmalıydı. 17-19 Aralık 1917’de medeni durum, evlilik ve çocuk haklarında kararname, evliliğin sona ermesi üzerine kararname çıkarıldı. 1918’de medeni durum evlilik aile ve vesayet yasası 4 bölüm 246 madde olarak çıkarıldı. Buna göre; eşlerin istediği tarafın soyadını alabilmesi veya kendi soyadıyla birlikte çift soyadı kullanması babanın hamilelik, doğum ve bakım ücretine ilişkin harcamalara katılma yükümlülükleri belirtilmiştir. 1926’da evlilik yaşı eşitlenmiş her iki taraf içinde 18 olarak belirlenmiştir. Resmi nikah ve nikahsızlık yasa önünde de eşit hale gelmiş, eşit haklara sahip olmuştur. Bu durum çocuklar için de geçerlidir. 1920’de ücretsiz kürtaj hakkı yasal olarak düzenlenmiştir.
1923’te doğum kontrolü ve önlemeye erişim bir hak olarak yasallaşmış ve uygulanmaya başlanmıştır. 1922’de yeniden düzenlenen iş kanununda, 18 yaş altı kadınların fazla mesai yapması gece çalışması yasaklanmıştır, hamile ve emziren kadınların ek olarak iş gezisi tatillerde çalışma yapmalarının önlemi de alınmış, süt izni verilmiştir. İlk 10 yıl kadınları toplumsal alana çekmek ve siyasi faaliyetleri dahil etmek sorunu üzerine çalışmalar yürütülmüştür. 1926’da kadınlar işçi sınıfının %20’sinden azını oluşturmuş, okuma yazma bilmeyenlerin %70’ini kadınlar oluşturmuştur. 1930’dan sonra ise işçi sınıfındaki kadın oranı, meclisteki kadın oranı ve okuma yazma bilen kadın oranının sayısı artmıştır. 1920’lerde özellikle kadınlar arasında görülen yüksek işsizlik karşısında kendisinin ve çocuklarının geçimini sağlama imkanı bulamayan kadınların erkeklerden bağımsızlaşmasının gerçekleştirilememesi ile yakından ilgili olmuştur. 1926’da Evlilik Aile ve Vesayet Kanunu ile kısmi olarak mülkün bir bölümüne hak kazanmaya başlamıştır. Karl Marx’ın emeğin yeniden üretimi dediği ücretsiz hane içi emek süreci oluşmuştur. Temizlik, alışveriş, yemek yapma, çocuk yaşta engelli bakımı gibi emek biçimleri ortaya çıkmıştır.
Provda Gazetesi’nin 1927’deki haberine göre çalışan, bir kadının ev işlerine ortalama 5 saat 12 dakika harcadığı, erkeğin ise 2 saat 8 dakika harcadığını yazmıştır. Bu durum ise yasaların yeterince uygulanamadığını ortaya koymaktadır. “Mutfağın evlilikten ayrılması; kilisenin devletten ayrılmasından daha az önemli değildir” diyordu Kollontay. Bu ayrımın yapılması için kamusal yemekhaneler, kamusal çamaşırhaneler, kreşler eşit ücretli emek, erişilebilir kültürel sanatsal gelişim mekanları devlet tarafından oluşturulmalı ve gidilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıydı. Cinsiyetler arasındaki ilişki bağımlılık ilişkisinden çıkarak sevgi ve karşılıklı saygıya dayanan samimi ilişkilere dönüşmesi ancak böyle mümkün olacaktı.
Kadın haklarına ve toplumsal eşitliğe dönük ciddi adımlar atılırken, güneyde yeni kurulan cumhuriyet ilk yıllarında devlet tarafından kadınların kürtaj hakkı yok sayılmış, evlilik yaşı düşürülmüş ve 6 çocuğu olan kadına madalya verilerek ödüllendirilmiş, kadının doğurma ya da doğurmama hakkı bir propaganda aracına dönüşmüştür. 1950’lerden sonra ise tersi bir uygulama yapılmış kadınların daha az çocuk doğurması için devlet çalışmalarda bulunmuştur. 1965’te nüfus planlaması hakkında kanunu ise bu uygulama yasal olarak da hayata geçirilmiştir. 1990’lardan sonra liberal patriarkal dönem başlamış, AKP ile birlikte ise neo liberal, muhafazakar patriarkal döneme geçilerek iktidarın şovenist tutumu kendini aşmıştır.
Kadın ve doğurganlıkla ilgili yasaklar ve teşvikler yine başlamış cumhuriyetin ilk yılları yüzünü batıya dönen aile yapısı yanında farklı olarak okumuş ama eril kodlara uygun kadın aile modeli oluştururken, Mart 2008’de Uşak’ta Erdoğan 3 çocuk söylemi ile ortaya çıkmış 3 çocuk teşvikinden sonra kürtaj tartışmaları, 2012’de kürtaj bir cinayettir, kürtajın bu milleti dünya sahnesinden silmek için sinsi bir plan olduğu söylemi ve 2012’de kürtaj hakkının hamile kalındıktan sonra 10. haftadan 4. haftaya düşürülmesi tartışılırken, Erdoğan sezeryana karşı söylemlerini yükseltmiştir. Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı da “Doğumuna Sahip Çık” projesi ile doğurganlığı teşvik etmiş, üniversitede okurken evlenen çiftlere faizsiz kredi katkısı, kredisi borçlarının silinmesine imkan vermesi tartışmaları, çeyiz hesabı uygulaması ortaya atılmıştır.
Mayıs 2016’da Boşanma Komisyonu raporu boşanma sürecindeki çiftlere milli kültüre duyarlı uzmanlarca aileyi korumak için destekte bulunmasına dönük raporlar yayımlamıştır. 2013’te kadın istihdam paketi uygulamasıyla anneye erken emeklilik, doğum izninde artış, esnek çalışma verilmiştir. 1987’de Devlet Planlama Teşkilatı çatısı altında kurulan kadına yönelik Politikalar Danışma Kurulu 2011 yılında Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı çatısına alınarak hizmet birimi haline getirilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılma, 4688 sayılı kanuna karşı iktidarın açtığı savaş, tekçi ve cinsiyetçi dil, kadına ve çocuğa yönelik suçlarda iyi hal indirimi şiddetin önünü hızla açmıştır. Kamusal ve özel yaşamda eşitliğin sağlanmaması aksine kadının ev içi emek alanına hapsedilmesi, esnek ve güvencesiz çalışmak zorunda daha çok bırakılması, erkeğin yaşamsal ihtiyaçlarını gidererek ucuz iş gücüne hazır hale getirmesi daha çok doğum yaparak sermayeye yeni iş gücü yaratması ve bunları yaparken de devletin ve sermayenin makbul kadın propagandasına maruz kalması.
Sosyalizm ile kapitalizm arasındaki toplumsal cinsiyet eşitliğine dönük uygulamaların farkı ortada. Sermayeyi odağı haline getiren bu muhafazakar sistem, kadını sadece kendi propaganda aracı olarak görmeye ve ürettiği ne varsa ucuz iş gücü olarak kullanmaya devam etmektedir.