Nasıl bir sosyalizm sorusunun karşılığı ancak sosyalizm deneyimlerinin irdelenmesi ile verilebilir.
Sosyalizm, proletaryanın komünizme geçiş için kullandığı zorunlu tarihsel bir geçiş sürecidir. Kapitalizmden komünizme doğru giderken sosyalizmle tanımlanmış bu aralıkta bir proletarya diktatörlüğü/ demokrasisi dönemi yaşanmadan komünizm olanaksızdır. Komünizme giden sürecin diyalektiği budur. Sosyalizmi olanaklı kılan şey emeğin toplumsallaşmasıdır. Yabancılaşmayı yaratan nesnellik, emeğin toplumsal niteliğine rağmen mülk edinmenin özel biçimidir. Bu çelişki çözülmeden yalnızlık ve yabancılaşmada dahil insanın insancıl niteliklerinin özgürleşmesinin engellerini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Yalnızlık sorununun kapitalist toplumda eski toplum biçimleriyle kıyaslanamayacak bir biçim aldığı aşikardır. Yalnızlaşmanın kapitalizmin ekonomi politiğinin insan ilişkilerine yarattığı değerler erozyonuna tepki olarak bireyin içine kapanması biçiminde geliştiği görülmektedir. Yalnızlaşma sorununun sosyalist bir paradigmayla ilişkisi insanal değerlerde yaşanan bu erozyonun hangi toplumsal dinamiklerden hareketle çözülebileceğine ilişkin olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda, bir sosyalist demokrasinin yalnızlaşma ve yabancılaşma sorunlarına ilişkin olarak insanal değerlerdeki yozlaşma ve çürümenin nedenlerine karşı önlemler içeren bir niteliğe sahip olması beklenir.
Yabancılaşma çelişkisi, yalnızca emeğin teknik-entelektüel düzeyinden kaynaklanmıyor. Emeğin içinde geliştiği maddi üretim ilişkilerinin niteliğinden kaynaklanıyor. İnsanın yalnızlaşması ve yalnızlık duygusunun giderek genişleyip derinleşmesinin nedenlerini de emeğin düzeyiyle açıklayamayız. Çünkü, feodal toplumda, örneğin, yalnızlık sorunun biçimi, derinliği, içeriği ile kapitalist toplumdaki biçimi, içeriği, derinliği farklıdır. Bunu en açık biçimde her iki toplumun sanatsal üretiminde gözlemleyebiliriz. Kapitalizm toplumsal iş bölümünü derinleştirirken ve değişim değerini evrenselleştirirken insanın yabancılaşma ve yalnızlaşma olgusunu da derinleştirdi. Oysa, sorunu yalnızca emeğin teknik düzeyine indirgediğimizde, emeğin düzeyindeki gelişmenin, yalnızlık sorununu, geliştiği oranda çözülmesini beklememiz gerekirdi. Emek üretkenliğinin ve teknik düzeyinin gelişmesi tek başına insanın yabancılaşma ve dolayısıyla yalnızlaşma sorununu çözmemektedir. Yalnızlık ve yabancılaşma sorunun çözümü üretim ilişkilerinin insancıllaşma süreciyle yani, üretim ilişkilerinin kolektifleşme süreci ile ilgili bir sorundur. Toplumsal olarak üreten insan, bireysel olarak tükettiği ve kendi bireysel tüketimi, kendi yeterlilikleri tarafından belirlendiği sürece yalnızlaşma ve yabancılaşma sorunu çözümlenemez. Kapitalizm bireycilik ve bencillik üretiyor. Oysa, yalnızlık sorununun çözümü emeğin toplumsal niteliği ile uyumlu kolektif üretim ilişkileri gerektirir. Üretim ilişkileri kolektifleşmedikçe ve kolektif yaşam kültürü genelleşmedikçe, insanın yalnızlık ve yabancılaşma sorunu, emeğin teknik-entelektüel düzeyi ne olursa olsun çözümsüz kalacaktır.
Proletarya devrimi, proletarya diktatörlüğünün tesis edilmesiyle son bulmaz. Devrim, komünizme dek sosyalizm dönemi boyunca proletarya diktatörlüğü altında devam eder. Çin’de, Mao Zedung’un önderliği altındaki Büyük Proleter Kültür Devrimi, komünizme doğru devrimci yürüyüşte enternasyonal proletaryanın en ileri başarısını temsil eder. Bu devrim, sosyalist toplumda kapitalizmin restorasyonunu önlemek ve komünizme doğru ilerlemek için kitlelerin nasıl ve hangi araçlarla seferber edilebileceğini ve onlara dayanılabileceğini göstermiştir. Bu başarının elde edilmesinde merkezi nokta, siyasi iktidarın ele geçirilmesinden sonra, devrime ve komünizme varma mücadelesine önderlik rolü üslenen komünist partinin rolü daha stratejik bir önem kazanır. Komünist parti, proletaryanın öncüsü olarak, sosyalist devletin önderliğini devraldığında, parti ile halk arasındaki çelişkiler, geçiş niteliğindeki sosyalist toplumun çelişkilerini kristalleştirir. Parti, dünya devrimine doğru yürüyüşe ve kapitalizmin temel çelişkisinin nihai çözümüne önderlik etmeyi sürdürmelidir.
Bu yönde hareket etmek istemeyen ve nihayetinde burjuva ekonomi politiği ve hukukunun kalıntılarına tutunmaya çalışan partililer, özellikle önderlik mevkilerindekiler, parti ve devlet içindeki burjuvazinin karargahıdırlar ve devrimin hedefi haline gelirler. Böylesi karargahlar sürekli ortaya çıkar. Bunlara karşı mücadele ederken, parti, onları devirmek için kitlelere dayanmalı, partiyi her seviyede daha da devrimcileştirme sürecini sürekli ilerletmeli ve komünizme doğru düzenli yürüyüşe önderlik etmelidir. Bu, hiçbir şekilde, bir ülkenin tek başına bu mücadeleyi tamamlayabileceği ve komünizm aşamasına varabileceği anlamına gelmez. Uluslar arası mücadelede, proletarya, uluslar arası ölçekte burjuvazi üzerinde muzaffer olmadan komünizmin nihai zaferi gerçekleştirilemez. Dolayısıyla vurgulanmalıdır ki, proletarya diktatörlüğü altında devrimin devam ettirilmesi, devrimin tek bir ülkede devam ettirilmesiyle sınırlı değildir, dünya çapındadır.
Kolektif bir hukuk aracılığıyla kitlelerin yaratıcı dinamiklerinin sosyalist inşaya seferber edileceği, kamu işlerinin tüm toplumun işi haline getirilerek bürokrasinin minimalize edileceği, emeğin toplumsal niteliğinin dinamiklerine dayanılarak burjuva hukukunun geriletileceği, emeğin emeğe, insanın insana ve emeğin nesnesine yabancılaşması sorununun aşama, aşama aşılacağı yeni bir sosyalizm projesi mümkündür.
Somut emekle soyut emek arasındaki çelişki bir sosyalist inşa sürecinde ayrı bir önem kazanır. Eşitsiz gelişme yasası, soyut emekle somut emek arasındaki çelişkiyi bireysel yetenekler üstünden derinleştirme eğilimindedir. Bu durum, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiye de etki ederek bu iki emek biçiminin birbirinden ayrıştırıldığı koşullarda bürokrasiyi güçlendiren bir etki yaratır. Sosyalist toplumda, bürokratizm eğilimi kişisel niyet ve tercihlerden değil, tamamen emek etkinliğini koşullayan nesnel yasalardan köken alır. Bu nedenle bir sosyalist inşa girişiminin emek etkinliğini koşullayan nesnel yasalara karşı kolektif üretici güçlerin yaratıcı dinamiklerini harekete geçirecek önlemler alması, bu yasaları kolektif inşanın denetimine tabi tutması gerekir. Nesnel yasaları denetim altına alabilecek toplumsal dinamikler, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti koşullarında toplumsal emek etkinliğinde mevcuttur. Kuşkusuz, sosyalizm deneyimlerinin yenilgilerinden sonra burjuva ekonomi politiği ve hukukunun kalıntılarından ve iş bölümünden kaynaklanan bürokratizm ile mücadelede toplumsal emeğin en önemli dayanağı etkin bir kitle denetimini yaşama geçirecek olan bir doğrudan demokratizmdir.
Sosyalist demokrasi, işyeri komiteleri aracılığıyla bireylerin yönetsel mekanizmalara etkin bir biçimde katılımını sağlayacak doğrudan demokratik biçimleri yaşama geçirmelidir. Temsili demokrasi burjuva devletin bir kalıntısıdır. Temsili demokrasi genişletilmiş bir bürokrasiyi beraberinde getirir. Oysa, sosyalist demokrasinin bürokrasiyi mümkün oluğunca minimalize etmesi gerekir. Bürokrasi, hem kafa emeği ile kol emeğinin birbirinden ayrışmasını ve birbiriyle olan çelişkinin uzlaşmaz karşıtlığa dönüşmesini koşullandırırken hem de maddi üretimin üstünde taşınmaz bir külfet oluşturarak kolektif üretici güçlerin gelişimini dumura uğratır. Geçmiş sosyalizm girişimlerinin deneyimleri ışığında temsili demokrasi olabildiğince sınırlandırılırken doğrudan demokratik biçimler yaşama geçirilmelidir. Sosyalist demokrasi, kitlelerin emek süreçlerine ilişkin etkin bir denetimine olanak tanıyarak çalışma etkinliğinin emeğin tekdüze kendini tekrarlamasını değil ama emekçilerin maddi ve entelektüel gelişimlerini sağlayacak bir niteliğe sahip olmalıdır.