Toplumsallaşma ile kolektifleşme kavramları aynı içeriğe sahip değildir. Üretim araçlarının toplumsallaştırılmış olması, henüz, kolektif bir üretim ilişkisi tanımlamaz. Toplumsal mülkiyetin, kolektif mülkiyete doğru evrimi, emek etkinliğini ve dolayısıyla mülkiyet ilişkilerini kuşatan emek niceliğine göre paylaşımın tarihsel zorunlulukları ve çelişkilerini bir doğrudan demokratizm aracılığıyla aşama, aşama çözüm yoluna koyacak olan komünist toplumun bütün bir birinci aşamasını kapsar ve ancak komünist toplumun ikinci aşamasında “herkese ihtiyacı kadar” şiarının maddileşmesiyle sona erer. Kolektif, toplumsalın komünist niteliğe bürünmüş biçimidir. Nasıl ki bir kolektif olarak Komünist Partisinin kendi üyeleri arasındaki ilişki onun toplumla olan ilişkisinden farklı ise “kolektif” kavramı da tıpkı bunun gibi “toplumsal” kavramından farklı bir niteliğe karşılık gelir.
Her işyerinin, aynı zamanda üst yapının kimi işlevlerini üstlenen bir birime dönüştürülmesi, bugün, bilgisayar çağında, maaş bordoları hesaplamaktan çok daha kolay ve pratiktir. Bunun için çalışma saatlerinin, örneğin, 6 saate düşürülmesi, kalan iki saatten birinin eğitim çalışmalarına ve diğerinin de kolektifin bireylerinin birbirlerinin emek etkinliğinin etik niteliklerine bilgisayar başında not verdiği bir doğrudan gözlem değerlendirmesine ayrılması yeterlidir. Sosyal hakların dağıtımında bireyin birim zamanda, örneğin, bir aylık bir sürede yapılması zorunlu diğer işlere, örneğin, çöplerin toplanması, yaşlıların ve çocukların bakımı gibi gönüllük temelindeki diğer etkinliklere ne kadar katıldığı da bir kriter olarak kullanılabilir. Çünkü, sosyalist demokratizme ilişkin olarak onun burjuva demokratizminden bu biçimsel farklılaşması gerçekleştirilemediğinde, sosyalizm deneyimlerinde de gözlemlediğimiz gibi kolektif öz de korunamamakta ve zamanla devasa bürokrasi ve Komünist Parti içinde kök salan bürokratizm eğilimine teslim olmaktadır.
Maoist Kültür Devriminin kolektivizm kavramının içeriğinde yarattığı nitel farklılık üzerine
Muzaffer Oruçoğlu’nun Gazete Patika ’da yayınlanan “Sosyalist Memurun Dönüşmesi” başlıklı yazısında, bir sosyalist inşa sürecinde memurluk yapan bir bireyin zihniyetindeki dönüşümü aşağıdaki alıntıdaki gibi çok gerçekçi bir biçimde ortaya koyuşu, sosyalist demokratizmin niteliğinin, Marksizm’in ekonomi politiğe ilişkin tahlillerinin ontolojik, yani, emek etkinliğinin içinde gerçekleştiği üretim ilişkilerinin yapısal çelişkilerini kolektivizmin amacına uygun olarak çözüm yoluna koyabilme yeterliliğinde olma zorunluluğunu güncellemektedir.
“Mülk dünyasında sadece mallar değil, insanlar da paylaşılmıştır. İnsan hem mallara hem de insanlara (karılara, kocalara ve çocuklara) sahiptir. Aile, bu mülk ve sahiplik dünyasının kalesidir. Hal böyle olunca, mülke ve mülk duygusuna sahip olan sosyalist devletin sosyalist memuru, devlet mülkü haline gelen mülkle tanıdık, sıcak ve de hesaplı bir ilişki içine girer. Nihayetinde devlet mülkü de dil gibi canlı bir organizmadır. Bir yanağında kan, diğerinde ise refah cilasıyla dolaşıma girer, insanları harekete geçirir, onların sahiplik ve egemenlik duygularına, daha iyi bir yaşam kurma arzularına hitap eder. Dahası, şan ve ikbal vadeder. Süreç içinde sosyalist memur, sosyalist devlet mülkünün kendisine güç, itibar ve egemenlik olanağı sunduğunu görür ve onu kendi mülkü gibi hissetmeye başlar. Bu, sosyalist devlet mülkünün, gerçekte ise devlet kapitalizminin onu yöneten sosyalist memuru kendi ruhuyla donatması, dönüştürmesi, teslim alması durumudur” (Oruçoğlu- Gazete Patika- Sosyalist Memurun Dönüşmesi)
Fakat burada, sosyalist inşanın memurunun, kolektif mülkiyeti devlet erkini kullanma hakkından gelen bir güdüyle kendi mülkiyeti olarak görmesi ve sahiplenmesi durumunu, onun zihniyetinde bir dönüşümün sonucu olarak değerlendirmekten ziyade, bir sosyal tabaka olarak memuriyetin kaynağını teşkil eden küçük burjuva entelektüelizminin burjuva devlet aygıtı için biçilmiş bir kaftan olmasından kaynaklanan ve eski toplumun üst yapısal bir kültürel kalıntısı olarak sosyalist inşa sürecine de kafa emeği ile kol emeği arasındaki karşıtlık biçiminde yansıyan, kişisel niyetten daha çok sınıfsal güdülerin yarattığı bir olgu olduğunu, maddi üretimden soyutlanmış ve onun üzerinde, ondan özerk bir güç olarak örgütlenmiş bürokrasi içinde ve emek niceliğine göre paylaşımın tarihsel zorunluluklar koşullarında, burjuva hakkın halen egemenliği şartlarında bu küçük burjuva sınıfsal güdülerin her an hortlama potansiyeli taşıdığını belirtmek gerekir.
Bu anlamda, Maoizm’in kolektivizmin somut insan emeğine içkin olan etik değerlerini kitlelerin öz inisiyatifi aracılığıyla sosyalist inşanın çelişiklerine seferber etme girişimi olan Büyük Proleter Kültür Devrimi, (BPKD)hamlesinin tarihsel olarak olduğu yerden bir adım daha ileriye taşıyacak ve Marksizm’in, emek etkinliğinin ontolojik, yani, yapısal karşıtlıkları olan somut emekle soyut emek; kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki karşıtlıklar zemininde sosyalist inşanın demokratizmini, emek niceliğine ve dolayısıyla burjuva hakka karşılık gelen soyut toplumsal emeğin yanında, etik değerlerin taşıyıcısı olan somut emeği de hukuklandıracak bir içerikte sosyalizmin ekonomi politiği ile ilişkisi içinde yeniden düşünürken, geçmişte bürokratizmin üretim araçlarını bürokratik tasarrufa dönüştürdüğü sosyal emperyalizme dönüşmüş sosyalizm deneyimlerini başkalarının “reel sosyalizm” olarak nitelemesinde yarattığımız ideolojik farklılığı, Maoizm’in Kültür Devrimi hamlesini kolektivizmin ekonomi politiği ile Marksist ontoloji temelinde ilişkilendirerek yeni bir sosyalist paradigma anlayışımızda da yaratabilmeliyiz. Çünkü, Kültür Devrimi şahsında Maoizm’in bürokratizme karşı yarattığı ideolojik farklılaşma ve kopuş, sosyal emperyalizmin çöküşüyle güncelliğini yitirmiş bir ideolojik argüman değil. Bugün, bürokratizm eleştirilerini Stalin düşmanlığı şahsında kolektivizmin etik değerlerini hiçleştiren, post modern bir burjuva demokrasisini referans alan, anti-Marksist, revizyonist ‘Yeni Sosyalizm’ teorileri şahsında güncelliğini koruyan bir ideolojik cepheleşmedir.
Stalin döneminde bürokrasi, bürokratizme dönüşerek sistemleşme olanağı bulamamıştır. Stalin döneminde bürokrasinin ve devlet memurluğunun maddi üretimden ayrışarak, ondan özerk, ayrı bir örgütlenme olarak gerçekleşmesinin nedeni, emperyalist kuşatma ve ikinci dünya savaşının sosyalizmi tehdit etmesinden kaynaklanan bir siyasal korunma refleksinden kaynaklanmaktadır. Stalin döneminde ordunun ve bürokrasinin profesyonelleşerek maddi üretim ilişkilerinin dışında ve onun üzerinde özerk bir güç olarak örgütlenmesini bu tarihsel koşulların kendine has bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
Burada, bir sosyalist inşa sürecinin kapitalizmden devreden üst yapısal ve alt yapısal kalıntılara karşı tarihsel tecrübesizliği de önemli bir rol oynamıştır. Fakat, tam da burada, Maoist Kültür Devrimi hamlesinin kolektivizmin içeriğine yönelik anlayışta yarattığı nitel farklılığı, Sovyetlerde, Stalin sonrası revizyonizmin iktidarıyla sonuçlanan tarihsel deneyimin ışığında Sovyet sosyalizmini de aşmaya yönelik içeriğini bilince çıkarmak ve bu hamleyi, Marksizm’in, emek etkinliğinin yapısal karşıtlıkları olarak Kapital’de tahlil ettiği, somut emekle soyut emek, kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki ontolojik karşıtlıkları, bir doğrudan demokratizmin manivelası olarak kullanarak kapitalizmden devreden ve emek niceliğine göre paylaşım zorunluluğunda kendisini dayatan değer yasasıyla birlikte, burjuva hak ve burjuva kültürel kalıntılara karşı, bu kalıntıları daha güçlü olarak denetim altına alan bir sosyalist paradigmanın yaratılmasında referans alan bir ideolojik kavrayışa sahip olmalıyız.
Maoizm’in, Kültür Devrimi’nin bir üst yapısal hamle olarak kalması ve üretim ilişkilerinde bir doğrudan demokratizm biçiminde hukkuklaşamadan sabote edilerek yenilmesi tarihin mecrasını da değiştirmiş ve “Emperyalizmin dünya çapında toptan çöküşe ve sosyalizmin zafere ilerlediği çağ”ın, “Emperyalizm, proleter devrimler ve karşı devrimler çağı” diyebileceğimiz bir nitel değişime uğradığı tarihsel koşullarda bugün, dünya çapında neoliberalizmin çöküşüne koşut olarak emperyalist sistemin krizlerinin giderek derinleştiği tarihsel süreçte, sosyalizm deneyimlerinden çıkaracağımız dersler ışığında kaybettiğimiz siyasal mevzileri geri almak için, düşmanlarına karşı daha güçlü bir sosyalist paradigmanın yaratılma olanakları üzerinde düşünmek ve dün olduğu gibi bugün de kolektivizmin içeriğine dair nitel ideolojik farklılığımızı güncelleştirmek üzerinden netleştirmeliyiz. Bunun biz Maoist Komünistlerin ertelenemez bir görevi olduğunu bilince tanıtırken, “Devrimin büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve çözülebilmiştir” diyen Lenin’i özellikle hatırlamalıyız