Vahşi kapitalizmin sömürü düzeninde hiçbir zaman eşit paylaşım çıkmaz; o, tarih boyu sürekliliğini sağlamak uğruna savaş, tehdit ve işgallerle var olmaya devam etmek istemiştir. Bu gerekçelerle, kapitalist güçlerin “bloklaşma” adına yaptığı gövde gösterisi -sonuç itibarıyla birbirinden farksız aynı güç temsilcileri olarak bir egemenlik yarışı vardır.
Dünya kapitalist sistemimde farklı ülkeler bloklaşmaya (iş birliği) devam ederken, “yeni” umutlarla çıkarlarını kendince teminat altına almak ve yeni sürece hükmetmek istemekteler. Uluslararası rekabetten kaynaklı hız kesmeden devam eden yeni “birlikteliklerle” üye katılımı sağlanırken, coğrafya ayrımı yapmaksızın ve kıtalar arası ülkelerin iş birliği uluslararası emperyalizmin “güç” sahasını bir adım daha savaşa yakınlaştırmaktadır.
Bunun tek bir nedeni vardır; egemen güçler arası rekabet ve kâr paylaşımından kaynaklı kavga, mevcut dünya düzenini giderekten kaos ve savaş ortamına çekmektedir. Bu söylemle algılar üzerinden bir fikir yürütme varsayımı değildir, bu en genel anlamda günümüzde yaşanan maddi olguların pratikteki gerçek bir yansımasıdır. Bu “bloklaşma” ile anlaşılıyor ki, artık sorun iddia edildiği gibi “kutup” (ideolojik karşıt) çatışması hele hiç değildir. Daha önceki yazılarımızda da dile getirildiği gibi, bu, tek ifadeyle emperyalist güçler arası ve de yeni sürecin tarihsel koşulları sonucu mevcut iktisadi bunalımlardan kaynaklı olarak yeni bir kavganın ısrarlı boy gösterisine işarettir. Kapitalist düzende, ülkeler iç pazarda yaşadıkları daralma sonucu mevcut çıkmazı aşmak için en agresif, sınır tanımaz tehdit ve yöntemlerle gözler hep sınır ötesi alan kontrolüne odaklanmıştır. Bunun içinde kaçınılmaz olarak ve günün yirmi dört saati savaş, işgal, iş birliği adına yeni ilişkiler silsilesi uluslararası emperyalist güçlerin gündeminde yer almıştır. Dolayısıyla, egemen güçlerin bu ilişki alanında uluslararası “düzen” için barış yerine çok daha savaş potansiyelini taşıyan bir tehditti barındırmaktadır.
Lenin’in, “Kapitalist düzende iç pazar, zorunlu olarak, dış pazara bağlıdır” (1) tespiti, günümüz kapitalist sistemin uluslararası arenadaki uyuşmazlığı ve “dış pazar” için verilen kavgaları anımsadığımızda bunun ne kadar doğru ve yerinde bir tespit olduğunu görüyoruz. Gerçek o ki emperyalist-kapitalist ülkelerin uluslararası düzeyde de “bloklaşma” veya ortaklıklara yönelmeleri ve bunun üzerinden savaş ve göz yaşına neden olan sonuçlara tereddüt etmeden odaklanmış durumdadır. Her savaş ve kriz bölgesi için birçok ülke ve güç odakları kendilerine pay çıkartırken, kâh dini, kâh tarihi, kültürel vb. gerekçelerle bir hiç yoktan savaşa dahil olmaları artık günümüzde yaşanan olağan uluslararası ilişkiye dönüşmüştür. Dolayısıyla, pay uğruna başka ülke krizine müdahil olmak, dış pazar üzerinden içe dönük bir başka yansıması değil midir? İşin özü, iç “istikrarı” sağlamak ve kendi düzenine yeni kâr kapısını işler hale getirmek için, öteden beri ısrarla uluslararası kriz bölgesinde ortaklık aranır ve pay sahibi olmak istenmiştir.
“(…) küreselleşme son kırk yılda (1950’den sonra) tartışmasız yeni bir evreye girdi. Dünya sistemini oluşturan ekonomik sistemlerin uluslarötesileştirilmesinin (tansnationalisierung) düzeyi ile elde edilen bu ülkelerin dış ticaretinin gayri safi iç üretimdeki (GSİÜ) payıyla ölçülebilir” (2) olmuştur.
Batı kapitalist devletleri 16. yüzyılın başından itibaren ülkelerine sömürgelerden çaldıkları ve zorla elde ettikleri zenginliklerin “aktarıldığı” süreçtir. Bu sayede, yukarıdaki alıntıda da dile getirildiği gibi Batı ülkelerine aktarılan zenginlikler sayesinde GSİÜ sonucu birer birer emperyalist ülke olma konumuna getirmiştir.
Kapitalist sistem en genel anlamda mevcut sosyal, siyasal ve iktisadi çatışmalar üzerinde kurulmuş bir “güç” denklemidir. Bu oluşum esaslı olarak 16. yüzyılın başından itibaren “merkez güç” olarak kapitalist-devlet yapıya dönüşür. Bu ikili günümüze dek “modern devlet” olarak ve bir arada anılan aynı sürecin sonucu olmuştur. Şu bir gerçek ki biri olmadan diğerinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Her şeyden önce bu iki yapının yüklendiği tarihi misyon gereği ikilinin birbirinden ayrılmaz bir geçişkenlikle, ancak kapitalist sistemin sürekliliği günümüze dek taşır olmuştur. Daha anlaşılır bir ifadeyle; kapitaliz devlettir, devlet ise kapitalizm demektir. Bu bağlamda söylediklerimizi doğrular içerikte olan Lenin’in pek yerinde bir tespitini alıntılamadan edemeyiz:
“Devlet var oldukça, özgürlük yoktur. Özgürlük olacağı zaman, devlet olmayacaktır” (3)
Aynı beklenti ve hırsla “gruplaşan” dünya kapitalist sisteminin birçok amacı olmuştur. Tarihte kendi sınıf yapısını güçlü ve egemen kılmak uğruna, bile bile çatışma ortamını yaratmış ve savaşları göze alarak yoksulları çıkarları uğruna en acımasız şekilde ezip yok etmekte hiçbir zaman tereddüt etmemiştir. İşte bu sayede devlet denilen sınıf temsilciliği doğmuştur.
Sistemin doğası gereği iç ve de dış rekabetten doğan uyuşmazlıkla kapitalizm hep bir savaş hali durumunda olmuştur. Özellikle yirminci yüzyılın 90’lı yılları önce ve sonrasından itibaren (Post Sovyet dönemi ile) kapitalist-emperyalist ülkeler içine düştükleri çözümsüzlüğü, var olan siyasi ve iktisadi bunalımı sonlandırmak adına, bir “gruplaşma” süreci yürütülür. Bununla dünya yeni baştan bir paylaşım sürecine girer. Bir kez daha altını çizelim ki; kapitalist dünya düzeninde bu süreç iddia edildiği gibi “kutuplaşma” veya “kutuplar arası” bir savaş halinin çözümsüzlüğü değildi. Zira, aynı ve tek bir sistemin kendi içinde başlattığı ortaklılıklarla -ve yine aynı sistem içinde çıkarların öncelendiği, barındığı ve ancak bahşedilmeyen farklı güçlerin savaş tehditti bir süreklilik arz etmiştir. Aynı ilke ve yöntemle varlığını sürdüren, benzer ortak anlayıştan beslenen sistem güçleri, kapitalizm içi sürekli savaş halinin ön planda olmasını engelleyememiştir. Zira, bugünde bu “gruplaşma” ve iş birliği ortaklığın iç uzlaşmazlığı engelleyecek realitede değildir, onun varlığı ve de doğası gereği bu birliktelikler üzerinden iç kriz ve çatışmalara ısrarlı bir biçimde kapı hepten açık olmuştur.
Kapitalist sistemde “sürekli” bir savaş ve kriz hali kaçınılmaz olurken, egemen güçler mevcut durumdan beslenerek ancak var olabilmişlerdir. Bu anlayışla yoksullar, emekçiler ve ezilen dünya halkları emperyalist güçlerin baskısıyla “işgal demokrasisi” üzerinden denetlenmek ve kaleyi içten fethetmekle düzende ancak bir sürdürebilirlik olabilmiştir.
“Burjuvazinin siyasi liderleri dünyanın henüz paylaşılmamış parçalarını ele geçirmek için acele ederek bu sese ses veriyorlar, kurtuluşun tekellerde olduğu sözüne sarılıyorlar” (4)
Daha 1917’de bu yazıyı kaleme alan Lenin, günümüzde “gruplaşan” emperyalist güçler keşfedilmemiş dünyayı savaş ve baskı tehdidiyle nasıl sahiplenmek istediklerini açıkça gözlemliyoruz. Günümüzde neoliberal kapitalist sistem düşün temsilcileri özellikle demokrasi ve toplumsal gerçekleri kendilerince şu şekilde izah ederler:
” Kapitalizm=demokrasi, demokrasi=kapitalizm”. (5)
Biliyoruz ki sömürü düzenine dayalı kapitalizm ve onun “demokrasisi” hiçbir zaman yoksullara hizmet eden ve halk için işleyen bir yönetim anlayışı olmamıştır ve de olamayacaktır. Bunun nedeni ise açık ve nettir; kapitalist sistemin ana merkezinde kâr odaklı sınıf(lar) çıkarı, sömürüye dayalı sınırsız emmek-sermaye çelişkisi, güç yarışı, savaş ve tehditle dünya gündemini ısrarla kıskaca alarak hükmetmek olmuştur.
Hangi gruplaşmadan söz ediyoruz?
Emperyalist ülkeler mevcut krizlerden etkilememek için hep bir arayış içinde olmuşlardır ve bu durumu asgari düzeyde tutmak, belli ortaklıklara yönelerek iş birliği ile öne çıkmışlardır. Mevcut sorunun üstesinde gelebilmek adına kendilerince bir dünya düzenini oluşturdular. Emperyalist ve kapitalist ülkeler arası bu ortaklık macerası özünde stratejik alan genişletmekten başka bir izahı yoktur.
Tablo 1: Dünya kapitalist sisteminde “stratejik alan genişletme projelerinde” yer alan üye ülkeler (6)
G7-Ülkeler ortaklığı | Kuruluş tarihi: 1975 | Üye ülkeler: Almanya, ABD, İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya ve Kanada |
G20-Ülkeler ortaklığı | Kuruluş tarihi: 26 Eylül 1999 | Üye ülkeler: Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Kanada, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore, Türkiye, İngiltere, ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri |
BRİCS ortaklığı | Kuruluş tarihi: 16 Haziran 2009 | Üye ülkeler: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika (2011’den beri), Suudi Arabistan (2023), İran, Etiyopya, Mısır, Arjantin ve Birleşik Arap Emirlikleri. Bu sayının 40’a çıkacağı belirtiliyor… |
Küresel düzeyde iç kaynakların giderekten tükenmeye yüz tuttuğu ve beraberinde de kaçınılmaz olarak iç ve dış pazar daralmasına neden olan uluslararası kapitalist sistemin sorumluluğu tek adrestir. Kavga ve tehditlere dayalı pazar hakimiyeti, rekabetin en acımasızlığıyla uluslararası siyasi, ticari ve ekonomi ilişkileri domine etmeye devam etmektedir. Söz konusu pazar daralması, öncelikli olarak büyük güçleri yeni arayışlarla ve yeni alan keşfine yönlendirmiştir. Yeni kaynak ve zenginliklerin bulunması hiçte kolay olmadığından, maaliyeti yüksek alt yapı projeler için güçlerin birleştirilmesi istenilmektedir. Uluslararası güçler dünya kapitalist sistemin günümüz koşullarında başvurdukları çözüm arayışı, “stratejik alan genişletme projesinde” yer alsalar bile, üye ülkeler uzun vadede gerçek bir uzlaşı için birbirine hiçte yakın durmamaktalar. Çıkarların kesiştiği nokta bir olsa da ve ancak pay bölüşümü noktasında uzlaşmazlık hep ön sırada yer almıştır. Ve bununla sistem içi rekabet, güvensizlik, tehdit gibi durumlar emperyalist/kapitalist güçlerin “birlik” anlayışının sınırını belirler olmuştur. Ortaklıklarına rağmen çıkar kavgası sistem içi savaş halini hiçbir dönem sonlandırmayacaktır, bu durum son 500 yıl böyle olmuştur ve öyle olmaya da devam edecektir.
BRİCS üyeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) 2009’da Rusya’nın Yekaterinburg şehrinde ilk resmi toplantısını gerçekleştirir, sonrasında ikinci kez Haziran 2023’de Rusya’nın Ufa şehrinde bir araya gelirler. Ufa toplantının sunumunu uluslararası düzeyde aktif olan Goldman Sachs şirketinin önemli görevlilerinden ve İngiliz iktisatçı Jim O’Neil tarafından yapılır. O’Neil konuşmasında Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in önemli zenginlik ve güce sahip ülkeler olduklarını ve uzun vadede Batı ülkeleriyle rekabet edecek güçte olacaklarını ve de gelecekte Batı’nın önüne geçeceği iddiasında bulunur. Ayrıca bu toplantıda 15 Temmuz 2014’te BRİCS üyeleri tarafından kurulan ve Dünya Bankasına alternatif olarak görülen The New Development Bank (Yeni Kalkınma Bankası) Batı karşıtı olma noktasında neler yapmalı konusu gözden geçirilir. (7) İlginç olanda, BRİCS’in Ufa toplantısında G7’ler gibi rekabetçi iktisadi gücün etkili kılınması için yoğunlaşmak -ve bu yapı üzerinden özel mülkiyetin sınıf temsilcilerinin çıkar hesapları öncelenmiştir. Dolayısıyla, BRİCS’in varlık amacında dünyadaki yoksulluğa bir çözüm bulmak olmamıştır; örgüt yapısının ana merkezinde ısrarla üye ülkelerin başka emperyalist/kapitalist ülkeler karşısında (yani iç çatışma) kendi kapitalist güçlerini korumak ve rekabet gücünü daha da etkili kılması öncelenmiştir. Son BRİCS toplantısında 40 dolayında yeni ülkenin bu “bloklaşma” içinde yer almak istedikleri dile getirilir. Zira, 40 yeni ülkenin üye olmasıyla 2050’de uluslararası güç dengesinin ve özellikle ekonomik üstünlüğünün G7’lerden BRİCS’e geçeceği (8) vurgusu yapılır. Görüyoruz ki, uluslararası kapitalist düzen içinde kıran kırana bir cepheleşme yaşanıyor ve bu telaşla görüyoruz ki sadece mevcut kapitalist düzende söz sahibi sınıf çıkarını önceleyen bir proje olmaktan öte yol almayacaktır.
Zira, son BRİCS toplantısında (22-24 Ağustos 2023) kim ve hangi ülke daha çok stratejik alan genişletme üzerinde pay ve söz sahibi “olurun” kavgasını verirken, geleneksel kapitalist sistemin amaç ve niyetini bir kez daha dışa vurmuştur.
Örnek vermek gerekirse; emperyalist güçler söz konusu projeleri kendilerine daha yakın ve çok kârlı alan seçimi üzerinde tercih yapmanın önemsemesinde ısrar ediyor. Bunlardan en önemlisi; Çin’in Kuşak Yol Projesi mi? Yoksa ABD ve Batı’nın ısrarla masaya yatırdığı Avrupa-Ortadoğu-Hindistan (İMEC- koridoru) hattı üzerinden uzanan proje mi?
Stratejik alan genişletme planları savaş tehditti ile açıktan bir meydan okumaya dönüşürken, “jeostratejik alan” tercihi önemle ön sıralarda yer almaya devam etmektedir. İMEC -koridoru olarak anılan ortaklık (müttefikler), günümüzde yaşanan uluslararası krizin baş aktörleridirler. İMEC üyeleri en genel anlamda ABD önderliğinde Batı müttefikleriyle birlikte Çin ve Rusya karşıtı olarak büyük uluslararası projelerde yer almak isteyen güçlerdir. Hindistan BRİCS üyesi olmasına rağmen İMEC-koridoru projesine karşı çıkmamıştır, açıktan ABD’ye göz kırparken “yakın” bir müttefik olduğu işaretini vermiştir. Bunun en önemli nedeni ise, 20 Ekim 1962’den beri zaman zaman Çin-Hint sınırında irili ufaklı çatışmalarla toprak talebinin gündeme gelmesi olmuştur. Tam da bu nedenle Çin’i hep bir tehdit olarak gören Hindistan, ABD ve Batı ile dostane ilişkisinin de ötesinde savunma ve sanayi alanında ciddi iş birliği vardır.
BRİCS üye ülkelerin nüfus oranı G7’lerden beş kat daha fazla (9) olmuş olması, bunun uluslararası alanda kapitalist sistemin farklı bir “versiyonu” olma anlamını taşımaz. Bugünden gürültü koparan BRİCS üyelerinin farklı şeylerin olacağı vaadiyle (adaletli paylaşım, sosyal değişim, insan hakları vs.ler), “boklaşma” yolunda üye sayısı giderekten artırmaktadır. Gerçek o ki, günümüzde ve gelecekte de Batı ittifakından farksız olan BRİCS aynı amaç ve anlayışla emperyalist ve kapitalist sistemin temsilcileri olarak kendi sınıf çıkarını öncelemeye devam edecektir. Değişen tek bir şey olacak, o da emperyalist güçler arası uluslararası düzeyde ülkeler arası ilişkiler çok daha sancılı ve savaş hali ısrarlı bir şekilde gündeme taşınacaktır.
BRİCS’in baş aktörü olan Çin; 2000’li yılların başından itibaren zaten uluslararası yatırımlarıyla İpek Yolu’nun sunacağı avantajı çoktan aşmış durumdadır. Geri konumlarıyla en çok telaşlanan güçler ise ABD ve Batı destekli İMEC ortakları olmuştur. Günümüzde Afrika, Orta Asya, Ortadoğu ve Latin Amerika ülkelerinin ekonomik öneme sahip birçok stratejik yapı/yerler (limanlar, demir yolu ağı, otobanlar vb.ler) önemli derecede Çin’in etki alanına geçmiştir. Zira, Şanghay Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Ekonomi Fakültesinin 2021 tarihli rapor verilerine göre; Çin 2000 yılında Afrika kıtasında 54 ülkenin 52’sine toplam 47 milyar dolar yatırımda bulunmuştur. (10) Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Çin artık Afrika kıtasında tam anlamıyla içselleşmiş kapitalist/emperyalist bir “güç” konuma gelmiştir.
Sonuç olarak şunu belirtmek gerek; BRİCS ve İMEC projelerini sadece ticaretin yoğunlaşacağı ve avantaj sağlanacağı ilişkiler bütünü olarak bakmamak gerek. Emperyalist güçler giderek uluslararası yoğunlaşmasını artırırken, bu durumu dünya genelinde stratejik alan genişletme egemenliği uğruna ve savaşlar pahasına sürdürmekteler. Zira günümüzde yaşanan çatışma bölgeleri, tehdit ve istikrarsız alanlar bunun açık örneği değil midir? Bu gelişmelere “açık kapı” bırakmamak ve karşı tavır almak gerekiyor. Dolayısıyla günümüzde ve gelecekte de hayatın her alanında sınıfsal temele dayalı antikapitalist/antiemperyalist mücadelenin parçası olmak zorundayız!
Kullanılan ve yararlanılan kaynaklar
1- Lenin, V.İ, “EMPERYALİZ -Kapitalizmin en Yüksek aşaması”, Sol Yayınları, Haziran 1979 Ankara, s. 79.
2- Âmin, Samir, “Kaos İmparatorluğu – Yeni Kapitalist Küreselleşme”, Kaynak Yayınları, İstanbul 1993, s. 13, 36.
3- Lenin, V.İ., “Devlet ve İhtilal”, Bilim ve Sosyaliz Yayınları, Ankara 1995, s. 126.
4- Lenin, V.İ., EMPERYALİZM, s. 93
5- Âmin, Samir, (1993), s. 66
6- https://www.rıjksoverheid.nl/ministeries/ministerie-van-buıtenlandse-zaken
https://www.healthyfutures.eu/welke-landen-horen-bij-deg20/
7- Bakker, Anne, “De BRİCS: Een veiligheidsblok in opkomst?”, Instituut Clingendeal 2023, s. 22. https://www.clingendael.org/sites/default/files/pdfs/BRİCS%20veiligheidsblok%20opkomst.pdf
8- De Volskrant, 22 augustus 2023 Nederland.
9- Birleşmiş Milletler analizi; aktaran de Volkskrant, Zaterdag 26 augustus 2023 Nederland.
10- NOS Nieuws, dinsdag 4 september 2018, 19.46.
https://nos.nl/artikel/2248982-china-investeert-weer-60-miljard-in-afrika-is-het-slim-dat-om-te-geven