Bu yazı Yazar Volkan Yaraşır’ın Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF), 1 Aralık 2024 Günü İstanbul’da düzenlediği “Emperyalist Savaş, Devrimci Tutum ve Görevlerimiz” başlıklı sempozyumunda yaptığı konuşmayı da içeriyor.
Tarihsel bir momentumdan ya da yüksek bir konjonktürden geçiyoruz. Konjonktürü belirleyen temel olgu kapitalizmin organik, yapısal krizidir. Yani karlılığın uzun dönemli düşme eğilimi yasası hükmünü sürdürüyor. Bugün aşırı birikim ve aşırı üretim semptomları şeklinde yansıyan krizin kaynağı, kar oranlarında düşme eğilimidir. Başka bir ifadeyle kar oranlarındaki düşme eğilimi, aşırı üretim krizini ya da eksik kapasite kullanımını tetikler. Marks, kar oranların düşmesiyle aşırı üretimin, spekülasyonun, krizlerin, artık- sermayenin ve artık nüfusun körüklendiğini ifade eder.
Marks, Grundrisse’de bu yasanın ekonomi- politiğin en önemli yasası olduğunu belirtir ayrıca Kapital III’de kriz döngülerini detaylı bir şekilde anlatırken, kriz döngülerinin temel nedeninin kar oranlarında düşme eğilimi yasası olduğunu yazar. Bu kısa vurgulardan sonra, yaşanan krizi kapitalizmin sistemik, genelleşmiş krizi olarak tanımlamak önemlidir. Çünkü böylesi krizler yalnızca ekonomik kriz olarak kendini dışa vurmaz. Aynı zamanda sosyal, siyasal krizler ve hegemonya krizlerdir. Çoklu kriz şeklinde gelişen kapitalist kriz bir yandan kapitalist uygarlığın krizini de ifade ediyor. Küresel göç krizi, sağlık krizi ve ekolojik kriz gibi krizlerle senkronize oluyor. Bir anlamda kapitalizmin varoluşsal bir kriz içinde olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ekolojik kriz, eko-ölümün artık bir olasılık olduğunu gösteriyor. Küresel Güney’den Küresel Kuzeye, Küresel Doğudan Küresel Batıya göç krizi tarihin en büyük mobilizasyonu olarak dikkat çekiyor. Uygarlık krizi kapitalizm bütün yok ediciliğini ortaya koyuyor. Emperyal özneler arasında hegemonya krizi giderek şiddetleniyor. Katastrofik bir atmosfer yaratıyor.
Ukrayna’daki son gelişmeler, termonükleer savaşın eşiğine geldiğimizi gösteriyor. Suriye’de yeni savaş süreci Ortadoğu’nun sürekli savaş coğrafyasına dönüştüğünü ortaya koyuyor. Hegemonya krizi derinleşiyor.
Böylesi yüksek konjonktürlerde iki olasılık ortaya çıkar: İmkan ve tehdit. İmkan, işçi sınıfının ve kitlerin örgütlülüğü ve devrimci öznenin varlığıyla geleceğin fethinin ya da devrimin olanak haline gelmesini ifade eder. Eğer durum negatifse, karşı devrimci dalganın yükselmesi ve yıkıcı gelişmelerin yaşanması kaçınılmazdır.
Tarihsel deneyimlere kısaca baktığımızda: 1873-96 Krizi ya da Uzun Depresyon, 20. Yüzyıla girildiğinde I. Paylaşım Savaşına yol açmış, Rusya küresel düzeyde antagonist çelişkilerin şiddetlendiği coğrafya olarak öne çıkmıştır. 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden sonra sınıf savaşlarının odak coğrafyası Paris ve Fransa’ydı… Rus işçi sınıfının I. Deutsher tanımlamasıyla muhteşem özellikleri ve Bolşevik Parti’nin varlığı Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesini sağlamıştır.
1929- 39 Krizi ya da Büyük Bunalım II. Paylaşım Savaşı’nın önünü açmış devrimin odağını Uzak Asya’ya yani Çin’e taşımıştır. Çin Devrimi’nin diyalektiği Mao ve ÇKP’nin varlığı Çin’de devrimin gerçekleşme olanağını yaratmıştır. İki savaş arasındaki tehdit ise I. Kuşak Faşizm pratikleridir. Başta İtalya, Almanya, Avusturya, Portekiz, İspanya, Balkanlar, Doğu Avrupa ülkeleri ve Japonya faşist dalganın içine girmiştir.
Yeniden aktüaliteye dönersek 2008 sonrası küresel düzeyde 3 dalga halinde yükselen sınıf ve kitle hareketleri, muazzam olanaklar yaratmıştır. Ama imkan realize olamamıştır. Başta Yunanistan, Mısır, Tunus ve bir dizi Latin Amerika ülkesinde aşağıdan devrim imkanı gerçekleşmiştir. Özellikle devrimci öznenin yokluğu 21. Yüzyılın en önemli problemi olarak ortaya çıkmış, aşağıdan devrim imkanları farklı restorasyon adımlarıyla massedilmiştir. Sosyal liberal, neo- reformist hükümetler kitlelerin devrimci enerjisinin sisteme yönelmesini engellemiştir.
Güncel tehdit ise 2008 sonrası başta Latin Amerika’da; Venezuela’da Paralel Devlet, Brezilya’da sivil darbe, Bolivya’da askeri darbe ve sivil faşist hamle pratikleridir ayrıca küresel düzeyde faşist, pro-faşist, proto-faşist rejim ve hükümetlerin kurulması, özelde Avrupa’yı saran yeni/geç faşist iktidarlar, Hindistan’da Mudi iktidarı gibi gelişmeler küresel karşı devrimci dalgayı ifade etmektedir. Ayrıca Ukrayna Savaşı’nın geldiği aşama, İsrail’in savaş makinesi olarak gerçekleştirdiği Filistin jenosidi, Lübnan saldırıları ve Suriye savaşının yeni boyutu emperyalist savaşın olasılıktan gerçeğe dönüşme zeminlerini ortaya koyuyor. Kısaca küresel düzeyde yıkıcı bir anaforun içindeyiz.
Savaş üzerine kısa vurgular
Bu noktada savaş üzerine bazı vurgular yapmakta yarar var. Kapitalist- emperyalist sistemde en başta kriz ve savaşın bir iç diyalektik oluşturduğunun altını çizmek gerekir. Emperyalizmi konsantre olarak tekelci kapitalizm olarak tanımlarsak; tekelin doğası ve tekelci egemenlik hegemonyayı, pazarların kontrolü ve kavgasını ve savaşı koşullar. Aynı zamanda tekel ideolojik ve kültürel hegemonyanın sürekli inşası anlamına gelir.
Savaşlar, krizi aşmanın en önemli enstrümanıdır. Bu kavramı bilinçli olarak kullanıyorum. Çünkü savaş krize neden olan üretim fazlasının “yakılması”, yıkım, yeniden inşa, yeni pazarların ele geçirilmesi ve nüfuz alanlarını genişletmektir. Yeni dönemde savaş bu işlevlerinin yanı sıra kapitalizmin yeniden yapılanması anlamına geliyor. Kapitalizmin işleyişinin bir parçası olarak işlev görüyor. Dijitalleşmeyi ve yapay zekayı bu eksen ihmal edilmeden değerlendirmek gerekiyor.
Hepimizin bildiği Prusyalı General C. Clausewittz savaşı, “…politikanın başka araçlarla sürdürülmesidir” diye tanımlar. Foucault bu tanımlanın öznesi ve nesnesinin yerini değiştirerek “Politika, savaşın başka araçlarla devamıdır” der. Kısaca bu iki tanımlama aslında savaşın iç dinamiğini ve biçimlenişini gösterir. Evet savaş politikanın konsantrasyonu, politika ise savaşın farklı şekillerde dışavurumu ve farklı tezahür biçimidir. Emperyalizm savaş ve kriz ilişkisini bu eksende düşünmek, ele almak gerekir. Eğer emperyalizmi “saf” ve salt bir teorik kategori olarak görmüyorsak ve emperyalizm bir pratikse, bunu ifade ettiğimiz anda Kautksy’nin tezlerine yani kapitalizmin barışçıl ulusötesi entegrasyona ulaşması düşüncesine net bir tutum aldığımız anlamına gelir. Ayrıca Negri’nin post- emperyalist ve pratikten uzak ve spekülasyon yüklü imparatorluk tezine mesafeli olduğumuzu gösterir.
Bunun yanı sıra Lenin’in vurguladığı eşitsiz gelişim yasasının işlemesi, küresel güç dengelerinin değişimini, gücün yeniden dağılımını ifade eder. Mesela K. Karatani bu konuya şöyle yaklaşır: Tarih boyunca ortaya çıkan sömürgeci/emperyal güçlerin ortalama 120 yıllık bir ömrü olduğu ilk 60 yıl da hegemonyasını inşa ettiğini ve krizleri kontrol ettiğini, ikinci 60 yılın ise hegemonyanın aşındığını ve güç kaybına uğrayıp, etkisizleştiğini belirtir. ABD emperyalizminin 1930’da hegemon güç olduğunu, 1990’da ise birinci dönemini tamamladığı ileri sürer ve hegemonya krizini girdiğini açıklar. Karatani’nin bu yorumu bir modelleme olsa da bir eğilimin izahı ve küresel güç ilişkilerinin yeniden dağılımını ifade etmektedir.
Emperyalizm aynı zamanda jeo- politik bir rekabet sistemidir. Bunun somut sonucu ise emperyalizm ile militarizm arasında içkin ilişkidir. Ve emperyalizmin, savaş eğilimidir.
Rosa Luxenburg’un kapitalizmin derinleşen krizleri üzerine tanımladığı Düzeltici Savaşlar kavramı emperyalist savaşların pazar, işgal ve ilhak savaşları olduğuna ilişkin bir tanımlamadır.
Yeni jeo-politik
Emperyalist özneler arası küresel rekabet şiddetlendiği bir momentin içindeyiz. Yeni jeo-politik rekabetin dinamiklerini ortaya koyuyor. Enerji kaynakları, enerji yolları, kıymetli madenler ve mineraller, kıymetli topraklar, su kaynakları, küresel tedarik yolları yeni jeo-politiği oluşturuyor. Bu coğrafyalar artık hegemonya savaşlarının odak coğrafyalarıdır.
Asya Pasifik, Kafkasya, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Batı Afrika, Latin Amerika yanında özelde Ukrayna, Filistin, Lübnan, Suriye, Yemen, Libya, Afganistan, Irak gibi farklı gerilim bölgelerini bu eksende okumak gerekir. Ortadoğu bu manada sürekli savaş bölgesi olarak dikkat çekiyor. Diğer ülkelerin birçoğu da sürekli iç savaş coğrafyaları olarak öne çıkıyor.
Özellikle Ukrayna Savaşı emperyalist savaşın ön cephesi olarak önem taşıyor. Son gelişmeler her an bir dünya savaşı riskini artıran adımlar olarak okunabilir. Rusya’nın nükleer eşiği aşağı çekmesi ve nükleer başlıklı füze kullanabileceğini göstermesi (hipersonik balistik füzeyi Ukrayna’ya atması) her an savaşın şiddeti, boyutu ve biçiminin değişebileceğine işarettir. Dikkat edilirse termonükleer savaştan söz etmeye başladık.
Yeni Suriye savaşı ise Ortadoğu’da alt üst edici gelişmelerin önünün açılabileceğini gösteriyor. Bir boyutu Doğu Akdeniz’de Rusya’yı sıkıştırmak ve ikinci bir cephe açarak bloke etmeyi amaçlayan bu gelişme, bölgedeki dengelerin hızla ve şaşırtıcı değişme olasılıkları içinde taşıdığı bilinerek izlenmelidir.
Filistin jenosidi ise çok boyutlu ön cephe niteliği taşıyor. Jenosid dünya halkalarının gözü önünde gerçekleşti. Dez-enformasyonun ve kitle manipülasyonun ve N. Chomsky ifadesiyle rıza imalatı üretici olarak medyanın yıkıcı rolü bir kez daha ortaya çıktı. Aynı zamanda egemenlerin ve sömürgecilerin kibrini, ölü seviciliğini çıplak bir biçimde gözler önüne serdi. İsrail Ortadoğu’yu bir ateş topuna çevirmeyi amaçlıyor. Gazze ve Lübnan’daki ataklarından sonra (Nasrallah’ın ve Hizbullah’ın komuta kademesinin öldürülmesi, Hizbullah kadroları ve çevrelerine yönelik demoralize edici şok saldırılar) ABD ve İsrail’in daha şiddetli ve yaygın bir bölgesel savaşa hazırlandığını ortaya koyuyor. Bu durum Ortadoğu’da yeni emperyalist düzenin inşası ve İsrail’in bu düzenin savaş makinesi olarak devreye sokulması anlamına gelir. Yeni Suriye savaşını bu minvalde değerlendirmek gerekiyor ve bu adımları İran’a yönelik (destabilize edilmesi ve çözülmesi için) operasyonların izlemesi yüksek bir olasılıktır. Burada bir parantez açmakta yarar var. Bence İsrail sadece İsrail değil, emperyalizm aklını ve ruhunu ifade ediyor. İsrail tıpkı Amerikan İç Savaşı’nda Güney’in oynadığı rolü oynuyor. Bilindiği gibi iç savaşta Kuzey sanayi burjuvazini, Güney ise tarımı ve köleliği ifade eder. Savaşta kazanan Kuzey olmuştur. Ama aslında savaşın ideolojik galibi Güneydir. Başından itibaren tekelci karakterde gelişen ABD kapitalizmi ırkçıdır ve ırkçılık ABD’de bir devlet politikası olarak şekillenmiştir. İsrail’de aslında emperyalist agresyonun, ruhun, yıkım, talan, ilhak ve yağmanın ve jenosidin vücut bulmuş halidir.
Ne yapmalı? Leninist bir soru
Emperyalist bir dünya savaşının gerçekleşme koşullarında, devrimci komünistlerin önünde temel sorulardan biri Ne Yapmalı? Sorudur. Lenin, ideolojik teorik mimarisinde 1914 yılı ve ASDP’nin savaş kredilerine onay vermesi önemli bir eşiktir.
Bu tavır fiilen II. Enternasyonal’in ve ASDP’nin çöküşünü simgeler. Lenin soruna son derece kapsamlı yaklaşır ve sorunu ciddiye alır. Teorik bir yoğunlaşma içine girer. Diğer yandan yeni bir enternasyonalin inşasına girişir.
Özellikle bu dönemde Hegel merkezli felsefi çalışmaları önemlidir ve bir anlamda devrimin cebirini çözme gayretini ifade eder. Lenin özellikle diyalektik üzerine yoğunlaşır. Ve bu çalışmalarıyla Rusya’da devrimin imkanını veya aynı anlama gelmek üzere aktüalitesini arar. Bu çabayı Kautksy ve Plehanov biçimlenen mekanik materyalizmden felsefi kopuşu olarak değerlendirebiliriz. Örgütsel ve politik kopuşu ise Ne Yapmalı? Da biçimlenen yıkıcı parti anlayışı ve İki Taktik’te kendini somutlayan devrim anlayışıdır. Bu iki çalışma Lenin’in siyaset felsefesinin ayaklarını oluşturur. Ayrıca Lenin’in yıkıcı teorisini ifade eder. Lenin 1915 sonrası son derece önemli çalışmalara imza atar. Bu çalışmaların her biri devrimin imkanın aramanın teorik ifadeleridir. Devrimci teori ve devrimci hareket ilişkinin somut yansımalarıdır.
Bu çalışmaların her biri ayrıca bir iç diyalektiğe sahiptir. Aynı zamanda kendi aralarındaki diyalektiği dışa vururlar. Lenin dünya devrimi perspektifiyle hareket eder. Ve kendi tanımlamama göre Lenin’in momentlerin teorisyeni olduğunu gösteren eserlerdir.
Konumuz itibariyle birkaç eseri üzerinde kısaca duracağım: Sosyalizm ve Savaş çalışması aslında bir kontr-politikayı ifade eder. Lenin, savaşın yeni bir devrimci durum yarattığı düşünür. Savaşı iç savaşa çevirme taktiği sarsıcı bir perspektiftir ve devrimin imkanını aramanın somutlaşmış halidir. Lenin Hegel’in mutlak olumsuzluk ve karşıtına dönüşme kategorisinden hareket ederek bu formülasyonu ileri sürer. Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı çalışması ise bir halklar hapishanesi olan Rusya’da ezilen halkların devrimci enerjisiyle sınıfın enerjisinin rezonansını kurmak amaçlanır. Çünkü Rusya’da ezilen halkların egemenleri Çar’a biat eder. Çar’a vurursanız ezilen ulusların egemenlerine vurursunuz. Bolşevikler bunu yapar. Sosyal şovenizme alınan net tavır işçi sınıfıyla ezilen halkların enerjisinin birleşmesi ve bir yıkıcı enerjiye dönüşmesinin yolunu açacaktır. Lenin’in bu eseri de devrimin güncelliğinin aramasının somut ifadesidir.
Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm adlı makalesi de bu çalışmayı besleyen içeriktedir. Lenin bu çalışmasında devrimci enternasyonalist bir perspektifle ulusal sorunda sosyal şovenizmin şiddetle reddedilmesinin, ezilen uluslarla işçi sınıfın birleşik mücadelesini yaratacağını ve farklı uluslardan oluşmuş Rusya işçi sınıfın objektif birliğini sağlayarak; sınıfı burjuvaziyle gerçek manada iç savaş yürütecek güç haline dönüştüreceğini yazar. Son derece tamamlayıcı içerikte bir makale olarak dikkat çeker.
Diğer çalışma emperyalizm çalışmasıdır. Ve bu çalışmanın yanında emperyalizm siyasal yoğunlukta inceleyen Emperyalizm Defterleri adlı çalışma önem taşır. Bu çalışmalar devrimin koordinatlarını değiştiren eserlerdir. Eşitsiz gelişim yasası analizi aynı zamanda bir çağ analizidir ve en zayıf halka formülasyonuyla gerçek manada devrimin cebiri çözülür. Lenin’in Marksizmi ne derece de yaratıcı bir biçimde gerçekleştirdiğini ortaya koyar.
Lenin sınıf savaşının ritmini yakalayan bir politik duruş sergileyerek, savaşçı bir partinin stratejik yönelimlerini ortaya koyar. “Devrimler savaşları engeller ya da savaşlar devrimlere yol açar” şiarıyla hareket eder. Ve bu şiarın gereklerini yerine getirir. Kautsky “Devrim için barış” derken, Lenin “Barış için devrim” der.
Sonuç olarak, Lenin yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmaların yanında Nisan Tezleri ve Devlet İhtilal’le birlikte ya da teorik hamleleriyle devrimin imkanını arar. Bu yönde partiyi yeniden yapılandırır. Özellikle 1912 Prag Konferansı önemlidir. Hepsi Lenin’in öğrencisi olan ve partinin yeraltı teşkilatının önemli adları Sverdlov, Stalin, Buharin gibi adlar merkez komiteye seçilir. Bir anlama konferans gerçek manada Bolşevizmin inşasını ifade eder. 1914 sonrası moment bu kadrolarla örülecektir. Lenin ayrıca sınıf mücadelesinin yeni momentine uygun yeni bir politik pozisyon alır.
Leninist moment
Leninist momenti her şart ve koşulda devrimin imkanını aramak olarak tanımlayabiliriz. Devrim, Lenin için aktüeldir. Uzak ve skolastik bir düşünce değil, bugünkü aktüel görevler içinde şekillenen ve iktidar mücadelesiyle koordine olan, devlet aygıtını yıkmayı hedefleyen çok boyutlu mücadeleler bütünlüğüdür. Kendini gel gitler, salınımlar ve büyük patlamalar şeklinde gösteren sınıf savaşının ritmidir.
Bu manada konjonktür Lenin’in sistematiğinde stratejik önemde yer bulur. Somut durumun somut analizi tanımlamasıyla ifade edebileceğiz konjonktür kavramı, Lenin’in siyaset felsefesinin eksenini oluşturur. Lenin’in yüksek teorik performansı yanında savaşçı pratiğini ifade eder. Yıkıcı partiyi, uygun anlara hazırlar. Stratejisini ve taktik esnekliğini zayıf halkaların yakalanması üzerinden kurar. Her konjonktürde yeniden yapılanabilecek bir parti ve kadro anlayışıyla süreci örer ve müdahale eder.
Sınıf içinde stratejik konumlanma ve sınıfla ontolojik bağ Bolşevizmin gerçek ruhunu belirler. Bu yön aynı zamanda tüm ezilenlerin devrimci enerjisinin işçi sınıfının yaratacağı sosyal anaforla bütünleşmesi anlamına gelir, gelecektir.
Devrimin aktüalitesini aramak sınıflar mücadelesinin her momentine hazır olmayı hatta öngörülemeyen gelişmelere ve sıçramalara karşı konumlamayı koşullar. Bu manada Bolşevizmin sınıf içinde ısrarlı, sabırlı, biriktiren, uzun süreye yayılan organik ilişkileri, sınıf mücadelesinin ritmini yakalamak için elzemdir. Bir manada sınıf içinde ilişkileriyle Bolşevikler, sınıf mücadelesinin nabzını tutmaya çalışmışlardır. Konjonktürün ya da konjonktür teorisi, bu olmadan totolojiden başka bir şey değildir. Bu yaklaşım sınıf mücadelesinin farklı alanlarında olmama anlamına gelmez. Bilindiği gibi Bolşevikler başta köylülük, üniformalı köylüler olan askerler, ezilen halklar içinde ısrarlı ve stratejik çalışmalar yürütmüşlerdir. Ekime giden yol böyle inşa olmuştur. Sözünü ettiğimizi bir metaforla tanımlamamız gerekirse pergelin sabit ucu proletaryadır ve pergelin sabit ucu olmazsa anti-kapitalist bir kopuşun, ihtilalci bir yolun gerçekleşmesi mümkün değildir. Bolşevizmin en ayrıştırıcı yönlerinden biri budur. Leninist moment ihtilalcilik, sınıfla ontolojik bağ, sınıfın içinde stratejik konumlanma üzerinden şekillenebilir.
Aktüel görevler ve devrimci tutum
İçine girilen katastrofik süreçte acil olarak yapılması gerekenleri kısa ve konsantre biçimde şöyle sıralayabiliriz:
1-) Devrimci komünist öznenin varlığı, yeniden inşası, yeniden yapılanması artık yaşamsallaşmıştır. Devrimci komünistler için 21. yüzyılın en acil sorunu devrimci öznenin yaratılmasıdır.
2-) İdeolojik- teorik yenilenmeyle, sınıf mücadelesinin ritmini çözmeliyiz.
3-) Kadroların ruhsal ve entelektüel hazırlığı ve seferberliği gerçekleştirilmelidir.
4-) Kitlelerle organikleşmeliyiz, yoğun ajitasyon ve propagandayla şoven, ırkçı ve militarist söyleme karşı durmalıyız.
5-) Enternasyonal bağların kurulması, güçlendirilmesi ve bunun somut yansıması olacak küresel düzeyde anti-emperyalist cephenin inşası acilleşmiştir.
Ancak bu adımların atılmasıyla Lenin’in “savaşlar devrimlere yol açar ya da devrimler savaşları engeller” sözleri soyut bir argüman olmaktan çıkar. Peki yerel ve enternasyonal olarak durumumuz nedir? Soruna olumlu cevap vermek mümkün değildir. Son derece negatif durumdayız. Ama 2008 sonrası 3 dalga halinde yükselen sınıf ve kitle hareketleri üzerinden bazı projeksiyonlar yapabileceğimizi düşünüyorum.
1-) Özellikle 2019 ve 2020’de 44 ülkede senkronize bir şekilde yaşanan isyan ve ayaklanmalara fokus yaparsak, önümüzdeki döneme ilişkin bazı veriler çıkarabiliriz. Aşağı yukarı yarım asırdan beri küresel finans kapitalin kriz karşıtı olarak devreye soktuğu neo-liberal kapitalizm büyük tahribata ve sosyal yıkımlara yol açtı. Aynı zamanda küresel düzeyde çelişkilerin benzeşmesini, derinleşmesini ve şiddetlenmesini sağladı. Bu yeni bir durumdur. Kapitalizmin küresel ve inter-konnect’e bir sistem olmasıyla da ilintili bir gelişmedir. Bir anlamda sınıf savaşlarının senkronize olacağı konjonktürlerin içindeyiz. Bu deneyim bize 21. yüzyılda dünya devriminin gelişme karakteri hakkında bilgi verebilir. Yeni devrimci gelişmelerin senkronize ve dalgasal oluşma ihtimalini düşünmek ve buna hazırlanmak zorundayız. Dünya savaşına giden süreç bu tanımlamalarımızı güçlendiriyor.
2-) Önümüzdeki dönemde sınıf savaşlarının ve büyük kapışmaların Kent Savaşları şeklinde gelişeceğini söyleyebiliriz. Gazze savaşı boyutu, yöntemleri, strateji ve taktikleriyle yeni dönemin kent savaşlarına çıplak bir örnektir. Maalesef Gazze’deki kent/direniş savaşı üzerine sosyalist hareket yeterince eğilmedi. 2011’de Mısır’da El Tahrir Meydanı eylemleri, Tunus’ta Kasım 2010’da başlayan birçok kente yayılan eylemler ve Gezi Ayaklanması özgün bir kent savaşı pratikleridir.
3-) Ayrıca Lenin formülasyonu olan en zayıf halka, yeni konjonktürde yukarıda belirtiğimiz nedenlerden dolayı çoklu zayıf halkalar olarak gerçekleşebilir. 2010 yılında, Yunanistan’da 29 genel grev, 70’e yakın sektörel grev ve büyük kitle mobilizasyonlarıyla uzun sürmüş bir devrimci durum yaşandı. Yılın sonunda Tunus’ta başlayan büyük sınıf kitle hareketiyle iki ay içinde 30 yıllık diktatör Z. Bin Ali alaşağı edildi, gelişmeler hızla 2011 Ocak sonunda Mısır’a sıçradı. El Tahrir Meydanı’nda tarihin en büyük kitle hareketleri gerçekleşti ve 15 gün içinde yine 30 yıllık diktatör Mübarek devrildi. 2012’de Rojava’da heterodoks devrim gerçekleşti. 2013’te ise Gezi Ayaklanması yaşandı. Aslında bir anlamda 2011, 2012, 2013 yılı Akdeniz coğrafyasını isyan ve ayaklanma coğrafyasına dönüştürdü. Başka bir tartışma konusu olduğundan Rojava Devrimi dışında aşağıdan bir devrimin gerçekleşmemesinin nedenlerini burada açmıyoruz ama yeni dönemde devrimci dalganın gelişimi, bir coğrafyada odaklanması ve çoklu zayıf halkalar üzerinden gelişmesi son derece olasıdır. Yeni süreç bu dinamikleri hesaplamak savaş karşıtı mücadele ve örgütlenmemizi bu perspektifleri ve enternasyonal bakışı göz önüne alarak çalışmak zorundayız.
Son olarak sınıf ve ezilenler içinde stratejik konumlanmayı hedefleyen, mücadelenin ritmini yakalayan, tüm zeminlerde olan ve mikro ölçekli pratikle, ilk anda fark edilmese bile küresel etki ve sonuçlarını hesaplayan, aynı şekilde küresel düzeydeki sınıf mücadelesinin ritmiyle mikro ölçekli pratik arasında bağı kuran, bütünlükçü, enternasyonal bir perspektifle yeni döneme hazırlanmalıyız. Anti-emperyalist bir cephenin ve bir direniş ekseninin yaratılmasını artık acil bir görev haline gelmiştir.