“Bir savaşın karakteri (savaşın gerici mi yoksa devrimci mi olduğu) kimin saldırdığına ve ‘düşman’ın kimin ülkesinde bulunduğuna değil, savaşı hangi sınıfın yönettiğine, verili savaşla hangi politikanın sürdürüldüğüne bağlıdır.” (1)
Lenin bu belirlemeyi birinci emperyalist savaştan proleter devrimle çıkmış olan Bolşevik Partisi’nin lideri olarak yaptı.
Aradan bir asırdan fazla geçti. Dünya genelinde proleter devrimcilik, geçtiğimiz asırda ağır bir yenilgi yaşadı ve hâlâ bu yenilgi durumu sürüyor.
İnsanlık bu süreçte ikinci emperyalist savaşı da gördü. 1918-1921 arası proleter zafere ulaşılamayan Almanya’da, devrimci yenilgiden on yıl sonra Naziler iktidar oldu. Naziler ikinci emperyalist savaşı başlattı, Sovyetler Birliği’ni boğmak istedi. Savaşı, Nazileri Berlin’e kadar süren Sovyetler Birliği bitirdi. Bu zafer uluslararası proleter devrimci bir sıçrayışa da zemin hazırladı. Çin’de önce milli devrim, sonra ise sosyalist ve proleter kültür devrimleri yaşandı. Çin’deki devrimci yükseliş Asya’daki, Latin Amerika’daki ve Afrika’daki ezilen uluslara ilham kaynağı oldu.
Önce Sovyetler Birliği’nde sonra da Çin’de sosyalizm yenildi. Bu yenilgilerin ardından her iki ülkede de farklı zamanlarda ve değişik biçimlerde kapitalist restorasyonlar gerçekleşti. Sovyetler Birliği başarısız bir sosyal-emperyalist devlet olduğu için dağıldı ve yerini Rusya Federasyonu’na bıraktı. Çin Halk Cumhuriyeti ise başarılı bir sosyal-emperyalist devlete dönüştüğü için, dağılmadan, “kızıl bayrak” altında dünyaya sermaye ihraç ederek, hegemonyasını genişleterek ve şimdiki emperyalist paylaşımın da asli taraflarından biri olarak dünyaya yön veriyor.
Bugün Rusya ve Çin yeni ve yükselen emperyalist bloğu temsil ediyorlar.
Özetle, geleneksel/klasik emperyalistlere (ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya) karşı emperyalist hegemonya mücadelesinin diğer tarafında Çin ve Rusya yer alıyor.
***
Üçüncü emperyalist savaşın eşiğinde proleter devrimcilerin geçmişi kopya etmeye değil ama geçmişten ders çıkarmaya ihtiyaçları var. Çünkü geçmişin devrimci pratiklerinde çokça başarılı devrimci deneyim bulunmaktadır.
Lenin’e ait, yazının başındaki belirleme de bu açıdan önemlidir. “Savaş hangi sınıfın çıkarına?” sorusunu sormak, gerçeğe ulaşmanın da ötesinde, aslında, savaşı bitirecek devrimci hattın inşası için tayin edicidir.
“Sosyalist siyasette Filistin meselesine yönelik ideolojik sapmalar” başlıklı yazımızda (2) sosyalist siyasetin anlamlı bir kesiminde boy veren ve her geçen gün de kurumsallaşan ideolojik sapmaların, özel adıyla oportünizmin farklı eğilimlerinden söz etmiştik. Hem yönünü şaşıran hem de kitlelerle teması olağanüstü zayıflayan sosyalistlerin, güncel devrimci yordamı bulmak için tarihsel dersleri incelemelerini, Marksist klasikleri yeniden gözden geçirmelerini zorunlu görüyoruz.
Böylesi bir yenilgi dönemi içinde, kolektif hafızayı güçlendirmeden; yeni yöntem ve araçlar bulmanın ve yeni bir yol açmanın olanaksız olduğunu düşünüyoruz.
Lenin emperyalizm, emperyalist savaş ve ulusal sorun meselelerinde görüşüne başvuracağımız müstesna bir komünist önderdir. Çünkü ortaya koyduğu emperyalizm teorisi bugün, dün olduğundan daha da günceldir. Lenin’i büyük bir devrimci yapan ve onu çağdaşlarından ayırt eden niteliği, emperyalizm tezinin yanı sıra, emperyalist savaş ve ulusal sorun meselelerine getirdiği proleter devrimci kavrayıştır.
Emperyalizm çürümüş burjuvazinin dünyayı paylaşma ve ‘küçük’ ulusları köleleştirme pratiğidir. (3) Dünya bir avuç tefeci devlet ve muazzam bir borçlu devletler çoğunluğuna bölünmüştür (4) Emperyalizm çağı her yere özgürlük değil, hegemonya götüren mali sermayenin ve tekellerin çağıdır. (5) Emperyalizm karakteristik olarak, birkaç büyük gücün hegemonya yarışıdır. (6) Emperyalizm rekabetin dışlandığı, banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçtiği mali oligarşidir. (7) Emperyalizm sermaye ihracıdır, sermayenin ulusal çerçeveyi aşıp, ihraç ettiği sermayeyi de sömürgelerin fethetmesiyle sürdürmesidir. (8) Emperyalizm tekelci kapitalizmdir. Tam tekele ulaşmak için yalnızca (belli bir devletin) iç pazarında değil, ama aynı zamanda dış pazarlarda, tüm dünyada her türlü rekabet saf dışı edilmiş olmalıdır. (9)
Emperyalizm, bir avuç büyük devletin dünya uluslarına giderek artan baskısı demektir; ulusların ezilişini yaygınlaştırmak ve sağlamlaştırmak üzere büyük devletler arasında patlak veren savaşlar dönemi demektir. (10)
Lenin’e ait bütün bu saptamalar bugün, dün olduğundan daha da günceldir.
Bu güncellik nedeniyle Lenin; sağa ve “sola” sapma eğilimi gösteren sosyalist siyasetler açısından, özellikle emperyalist savaş ve ulusal sorun başlıklarında, yarının devrimci mücadelelerine yön verecek tarihsel referans olma niteliğini korumaktadır.
Lenin 14 Nisan 1921 yılında kaleme aldığı “Azerbaycanlı, Gürcü, Ermeni, Dağıstanlı ve Dağlı Cumhuriyetindeki Komünist Yoldaşlara” isimli metinde önemli bir uyarıda bulunuyor:
“Bizim taktiklerimizi kopya etmeyin, yalnızca onların kendilerine özgü niteliklerini, onları ortaya çıkaran koşulları ve sonuçları çözümleyin.” (11)
Bu tavsiyeye uymak bir tercih olmanın ötesinde elzemdir. Komünistler her şeyden önce gerçeğe bağlı kalmalıdırlar. Gerçekler Lenin’den de Marx’tan da üstündür.
Şimdi başladığımız yere dönelim:
“Bir savaşın karakteri, savaşı hangi sınıfın yönettiğine bağlıdır.”
Bu önerme güncel olduğu kadar, karmaşıklaşan dünya siyasetini maddeci bir minvalde okumanın da tek yöntemidir. Çünkü savaş en nihayetinde siyasetin radikalleşmiş biçimidir ve siyasette sınıflar mücadelesinin en kurumsal ifadesidir.
Filistin’de, Lübnan’da ve Ukrayna’da süren savaşı hangi sınıflar yürütmektedir? Türkiye, Irak ve Suriye’de (Kürdistan’da) süren savaşları hangi sınıflar yönetmektedir?
Çağımızın en fenomen savaşlarını incelerken kimlerin savaştığıyla değil, savaşan öznelerin sınıf karakteriyle ilgileniyoruz. Çünkü savaşan güçlerin dili ve dini değil, kapitalist üretim ve paylaşım ilişkileri içindeki konumu önemlidir. Herhangi bir siyasal mücadeleyi ya da savaşı incelerken elimizdeki tek mercek sınıflar mücadelesi merceğidir. Sınıflar mücadelesi merceği elden bırakıldığı zaman her şey karmaşıklaşır ve belirsizleşir.
Soruları yanıtlayalım:
Bu savaşların tamamını tekelci kapitalist ya da tekelci kapitalistlere bağımlı yerli komprador kapitalist sınıflar yönetmektedir. Bu nedenle, bu savaşlar emperyalist savaşlardır.
Ukrayna’da NATO bileşeni emperyalistler ile Rus emperyalizmi açık bir biçimde karşı karşıyadır.
Filistin ve Lübnan’da ABD emperyalizmi destekli İsrail siyonizmi her geçen gün işgal ettiği toprakları genişletmektedir. Suriye’de ABD emperyalizmi ile Rus emperyalizmi karşı karşıyadır. Ayrıca Suriye Kürdistan’ını, Rojava’yı Türkiye ilhak etmiş durumdadır. Yine Irak’ta, özellikle de Güney Kürdistan’da, ABD emperyalizmi ve Rus emperyalizmi etkinliğini sürdürürken, diğer yandan da bağımlı kapitalist olmalarıyla birlikte bölgesel hegemonyacı devletler de olan Türkiye ve İran da Irak’taki varlıklarını koruyorlar.
Çin şimdilik hiçbir sıcak savaş alanında yer almıyor. Ancak bu durum ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalist bloğun karşısındaki asıl emperyalist rakibin Çin olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çin sosyal-emperyalizmi pasifikten başlayarak, ABD emperyalizmiyle karşı karşıya gelebileceği her sıcak savaş alanında hazırlıklar yapıyor. Ukrayna Savaşı’nda Rusya’yı, Filistin Savaşı’nda ise Filistin’i diplomatik olarak destekliyor.
***
Sosyalist siyasette azımsanmayacak bir kesim bu saflaşmaları ve savaşları emperyalist savaş olarak tanımlamadığı gibi, bazıları emperyalist bloklar arasında taraf tutmaktadır. Kimileri ise bu savaşlarda ezilen ulusun tarafında yer alan burjuva siyasal özneleri koşulsuzca desteklemektedir. Daha da geri olan bir kesim de ezilen ulusa karşı kendi ezen ulusunun, yani düşman sınıfların yanında “dolaylı” olarak saf tutmaktadır.
Sosyalizmin yenildiği, Marksist Leninist siyasetlerin, geçici bazı tarihsel aralıklar dışında, muntazam olarak zayıfladığı bir konjonktürde, proleter devrimci hattan sapmalar olması normaldir. İşte sözünü ettiğimiz eğilimler de yenilgi döneminin dolaysız sonucu olan siyasal çıktılardır.
Öncelikle eşyanın adını koymak gerekir. Bu eğilimlerin tamamı sınıf uzlaşmacısı, oportünist eğilimlerdir.
Elbette bu eğilimlerin hepsi proleter devrimcilik açısından tehdittir ve tehlikelidir. Ancak bu eğilimlerin tehdit ve tehlike dereceleri eşit değildir. Bu eğilimler arasından en tehlikeli olan, Lenin’in de tamamlanmış oportünizm olarak ifade ettiği sosyal şovenizmdir. (12)
Sosyal şovenizm, sözde sosyalist ama gerçekte kendi burjuva hükümetini destekleyen, ezen ve egemen ulus ideolojisinin parçası hâline gelmiş bir oportünizmdir. (13)
Ulusal baskıya karşı sessiz kalmak, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını yadsımak, ulusal eşitliği savunmamak ve ezilen ulus milliyetçiliğiyle ezen ulus milliyetçiliğini eşitmiş gibi değerlendirmek sosyal-şovenizmin en belirgin özellikleridir.
Lenin’in ulusal soruna yaklaşımının özünde, ezen ulus devletinin burjuva iktidarını zayıflatmak (14) ve ulusal eşitliği savunmak vardır. Ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını savunmak, ulusal eşitlik talebinin bir parçasıdır. (15)
Ayrıca Lenin’de, ayrılığı savunmak ile ayrılık hakkını savunmak tamamen farklı şeylerdir. Lenin ezilen ulusun ayrılığını değil, ulusal eşitlik ilkesini esas alarak ayrılma hakkını savunur. Her türlü devlet ayrıcalığına ve ulusal ayrıcalıklara karşı çıkmak ve bütün ulusların kendi ulusal devletlerini kurmada hak eşitliğini savunmak, Lenin için komünist faaliyetin günlük bilinçlendirme ve propaganda etkinliğidir. (16)
Marx’ın İrlanda meselesine yaklaşımı da Lenin açısından referanstır. Lenin’in teorik berraklığının perde arkasında, Çarlık’ın “zengin” ulusal sorun pratiğinin yanında, Marx ve Engels’in ulusal sorun çözümlemeleri vardır. Marx 2 Kasım 1867’de Engels’e yazdığı mektupta şunu soruyordu:
“İngiliz işçilerine neyi öğütleyeceğiz? Benim kanımca onlar bildirilerinde, ayrı bir madde hâlinde, birliğe (İngiltere-İrlanda) karşı çıkmalıdırlar.” (17)
Marx mektubun ilerleyen bölümünde İrlanda’nın İngiltere’den ayrılması gerektiğini açıkça belirtir. Marx bu süreç içerisinde Lenin’in Tayin Hakkı’nda sık sık başvurduğu, “Başka ulusu ezen ulus özgür olamaz.” çıkarımına ulaşır. (18) Marx İngiliz işçi sınıfının özgürleşmesinde ve devrimcileşmesinde İrlanda sorununun bir pranga olduğunu saptamıştır. (19) Bu nedenle İngiliz işçi sınıfının özgürleşmesinin önkoşulu İrlanda’nın özgürleşmesidir.
Lenin ulusal sorunda Çarlık’ın “zengin” ulusal sorun pratiği içinde Marx’ın tespitini daha da ileri taşıyan bir çözümleme ortaya koydu:
“Sınıf dayanışmasının en büyük düşmanı ulusal adaletsizliktir.” (20)
Lenin’de ulusal soruna yaklaşım, onun proleter iktidarcılığının dolaysız sonucudur. Ulusal eşitlik ilkesi de ayrılma hakkı da yenilgicilik (21) taktiği de kendi burjuva devletini zayıflatmak ve proleter iktidar için ele alınmış devrimci siyasetlerdir.
“Bütün ülkelerde, sosyalistler için asıl düşman ‘kendi’ şovenizmleri olmalıdır.” (22) çıkışı, bütünüyle proleter iktidarcılığın bir ifadesidir.
Lenin ulusal sorunda, Marksistlere güncel, açık ve tartışmasız bir ölçü koyuyor:
“Kim ulusal baskıya karşı savaşmıyorsa o Marksist değildir.” (23)
Bu ifade esasen sosyal-şovenizmin de tersten tanımıdır. Ulusal baskıya sessiz kalmak, ulusal baskıyı yapan burjuva hükümetle uzlaşmaktır.
Türkiye ölçeğinde somutlaştıracak olursak; Kürtleri ulus olarak görmeyen, Kürtlerin ayrılma hakkını savunmayan; Filistin’deki işgali görüp, Kürdistan’daki işgale sessiz kalan hiç kimse Marksist değildir. Hatta bilakis, Türk burjuva devletin işgaline, ilhakına ve şiddetine karşı Kürtlerin ulusal eşitliğini ve ayrılma hakkını savunmayan her sosyalist etiketli kişi ya da yapı sosyal-şovenisttir. Sosyal-şovenizm ise oportünizmin en tehlikelisidir.
Sosyalist siyaset içindeki en tehdit edici, birinci oportünist eğilim budur.
***
İkinci oportünist eğilim ise emperyalistler arasında taraf tutan eğilimdir.
Sosyalist siyasetin reel siyasetteki etkisizliği, bu tip oportünizmin gelişmesine muazzam bir zemin hazırlamıştır. Emperyalizmin başat siyasal unsurlarına karşı, yeni ve yükselen emperyalistleri desteklemek bu oportünist eğilimin en belirgin niteliğidir.
Lenin bu eğilimin ideolojik-siyasal muhtevasını müthiş bir yalınlıkla çözümlüyor:
“Düşüncesi kapitalist ilişkilerin ötesine geçemeyenler, işçilerin eğer siyasal bilince sahipseler, neden emperyalist gruplardan hiçbirinin yanında yer almayacak olduğunu asla anlayamazlar.” (24)
Evet, gerçekten de Ukrayna Savaşı’nda Rus oligarklarını destekleyenler, Ukrayna’nın Rusya tarafından ilhakını destekleyenler; Suriye’de Putin’i destekleyenler, emperyalist rekabette sosyal-emperyalist Çin’i “sosyalist” bir kılıfla destekleyenler, kapitalist ilişkilerin ötesine geçemeyen sınıf uzlaşmacısı, oportünistlerdir.
İlginçtir, dün Mao Zedong’un Sosyalist Çin’ine burun kıvıranlar, özellikle Brejnevci/ “Sovyetik” gelenekli partiler, bugün sosyal-emperyalist Çin’i savunuyorlar.
Leninist yaklaşıma göre çok açıktır ki, başat emperyalist bloğa karşı “muhalif” emperyalist bloğu desteklemek proleter devrimci iddiadan vazgeçmektir ve tartışmasız bir oportünizmdir.
Ayrıca, sosyalist siyaset içinde; emperyalistler arası mücadelede açıkça taraf olmayıp, ancak başat olmayan emperyalist bloğun emperyalist karakterini gizleyen bir yaklaşıma sahip de anlamlı bir kesim vardır. Bu yaklaşım dürüstçe “muhalif” emperyalist bloğu destekleyen oportünistlerden daha sinsi ve tehlikelidir.
Bu anlamda; Rusya’yı emperyalist, Çin’i ise sosyal-emperyalist olarak tanımlamayan yaklaşım da sinsi oportünizmlere ciddi bir örnektir.
İktisadi “gerekçelerle” Rusya’nın emperyalist olarak tanımlanacak bir mali oligarşiye sahip olmadığını iddia edenler, oportünizm en kadim türlerinden olan ekonomizm bataklığına saplanmışlardır. Çünkü emperyalist yayılımı Orta Doğu’da kurumsallaşan ve çevresini ilhak eden bir Rusya’yı emperyalist hiyerarşi içinde tanımlamamak siyasal bir tercihtir.
Lenin Emperyalizm isimli eserinde, Çarlık’ı İngiliz ve Fransız emperyalistlerine bağımlı bir ekonomi olarak tarif etmesine rağmen emperyalist olarak nitelemişti. Çünkü hem hakikaten Çarlık dünya emperyalist paylaşım savaşında siyasal bir rol oynuyordu hem de Lenin proleter bir devrimci olarak savaştığı sınıfın emperyalist maskesini düşürmekten çekinmiyordu. (25)
Lenin’e göre emperyalizm salt ekonomizmle açıklanabilecek bir teori değildir, siyasetin radikalleşerek savaşa dönüştüğü ve eşitsiz gelişme içinde yeniden biçimlenen de bir ideolojik pratiktir.
Emperyalizmi ekonomizme indirgeyenler, cesareti olmayan, ürkek oportünistlerdir.
***
Üçüncü oportünist eğilim ise ezen ulus işgaline ya da ilhakına karşı direnen ezilen ulusun burjuva siyasal unsurlarına eklemlenmektir, burjuva harekete yedeklenmektir.
Lenin’in ulusal sorunu ve emperyalist işgali ele alışında, her koşulda proleter devrimci hattın bağımsızlığını korumak belirleyici bir ilkedir.
Emperyalist işgale ya da yabancı ilhaka karşı direnen bütün güçler haklı ve meşrudur. Eğer bir savaşın özü yabancı zulmüne karşıysa o zaman ezilen devlet ya da ulus açısından böyle bir savaş ilericidir. (26) Çünkü uluslararası tekelci kapitalizmin, mali oligarşinin lokal yenilgileri, proleter devrimci siyasete nesnel büyüme olanakları sağlar. Ancak proleter devrimci iddiayı silikleştiren, ezilen ulus direnişinde burjuva siyasal unsurların önderliği altına giren her yaklaşım sınıf uzlaşmacılığıdır ve oportünizmin sinsi bir biçimidir.
Lenin ulusal burjuva-demokratik hareketleri desteklemeyi temel bir koşula bağlıyordu:
“Proleter hareket bağımsızlığını korumalı.” (27)
Bugün; Filistin’de öldürülen Hamas liderlerini şehit olarak anmak ve proleter devrimci hattın bağımsızlığından vazgeçip, dolaylı olarak İslamcı-burjuva parti olan Hamas’a yedeklenmeyi meşrulaştıran her görüşün yolu sınıf uzlaşmacılığına, yani oportünizme çıkar.
Lenin, “Yahudi burjuva, Yahudi olduğu için değil, burjuva olduğu için düşmanımızdır.” (28) diyerek sosyalist siyaset içindeki Hamascı oportünizmi, bir asır öncesinden ifşa ediyor.
Proleter devrimciler İsrail’e işgalci ve ilhakçı olduğu için karşı çıkıyor. Hamas gibi İslamcı-burjuva siyasetler ise İsrail’e sadece işgalci olduğu için değil, Yahudi olduğu için de düşmanlık yapıyor. Hamas’a kefil olmak Hamas’ın bütün geri ideolojik-siyasal hattıyla da uzlaşmaktır. Bu tip bir oportünizm, sınıf uzlaşmacılığının yanında, aynı zamanda Arap ve Yahudi işçilerin birliğine, proleter enternasyonalizmine karşı da çıkmak anlamına gelir.
Yine Kürt ulusunun ulusal eşitlik mücadelesinde ve ayrılık hakkının savunusunda, mücadele tümüyle burjuva-demokratik ulusal harekete bırakıldığında, bunun adı da sınıf uzlaşmacılığıdır, bu tutum da sinsi bir oportünizmdir.
Kürt ulusal hareketinin gerek Türk devletiyle gerekse de ABD ve İsrail’le uzlaşmacı her anlayışını mahkûm etmek, ulusal eşitlikten geri adım atmamak ve proleter devrimci hattın büyütülmesi ve iktidarı için Kürt ve Türkiyeli işçilerin birlikte mücadelesini savunmak, Leninist devrimciliğin özüdür.
***
Yenilgi döneminin uzun sürmesi; oportünist siyasetin, sosyalist siyaset saflarında serpilmesini ve hatta kurumsallaşmasını kolaylaştıran, nesnel bir nedendir. Ancak aynı nesnellik gittikçe yaklaşan üçüncü emperyalist savaşın eşiğinde, proleter devrimciliğin yeniden tarihin sahnesine çıkmasına da olanaklar sunuyor.
Lenin Sosyalizm ve Savaş eserinde, “Emperyalizm ulusal savaşları körükler.” (29) dedikten birkaç sayfa sonra “Savaş devrimle bitmezse ikinci paylaşım savaşı çıkar.” (30) öngörüsünde bulunmuştu. Nitekim hayat Lenin’i doğruladı ve ikinci emperyalist savaş ilkinden çeyrek asır sonra patlak verdi. Şimdi ise üçüncüsü patlak vermek üzere.
Lenin’in haklılığı, “savaşları ancak proleter devrimin uluslararası zaferi önler” yaklaşımına dayanıyordu. Çünkü emperyalist savaş, tekelci aşamaya geçmiş kapitalist ilişkilerin dolaysız bir sonucuydu ve bu savaşı ancak özel mülkiyeti tasfiye etme iddiası taşıyan, muhtelif ülkelerdeki proleter iktidarlar durdurabilirdi.
Lenin’in en güncel yönü tam da burasıdır. Proleter devrimciliğin gerçek bir seçenek olmadığı bir dünyada emperyalist savaşların durdurulma olasılığı bulunmuyor.
Bu nedenle sosyalist siyasetin güncel zayıflığından daha önemli olan saflarındaki oportünist eğilimlerin etkisinden kurtulmasıdır.
Bugün zayıf olan yarın güçlü olur. Koşullar değişir, olağanüstü dönemlerde bugünün küçük kuvveti yarının en büyük kuvvetine dönüşür. Buradaki asıl mesele, gerekirse kısa vadede, fiziksel olarak daha da azalıp ama ideolojik olarak sağlamlaşarak, büyük kitle ayaklanmalarına ve emperyalist savaşlara karşı güçlü proleter direnişlere hazırlık yapmaktır, devrimcileşmektir; kitlelerle devrimci bağlar kurmaktır.
Lenin’in güncel mirası; proleter devrimciliğin bağımsız siyasal hattını her koşulda korumak ve güne uygun bir biçimde, proleter devrimciliği gerçek bir siyasal özne hâline getirmektir.
Sınıf uzlaşmacılığı yalnızca emperyalist savaşı ve yıkımı büyütür. Proleter devrimler birbirini izlemezse, proleter devrimler emperyalist savaşı durduracak bir irade ortaya koymazsa sözde demokratik barış, bir küçük burjuva ütopyasından başka bir şey değildir. (31)
Barış için proleter devrimciliğin sabırlı ve inatçı inşası şarttır.
Kaynakça
2-) Sosyalist Siyasette Filistin Meselesine Yönelik İdeolojik Sapmalar- https://gazetepatika22.com/sosyalist-siyasette-filistin-meselesine-yonelik-ideolojik-sapmalar-157268.htm
3-) Proleter Devrim ve Dönek Kuatsky, Lenin, Ç: Saliha N. Kaya/İsmail Yarkın, İnter Yayınları, sy. 154, 1. Baskı, 1996, İstanbul.
4-) Emperyalizm, Lenin, Ç: Süheyla Kaya, İnter Yayınları, sy. 104, 1. Baskı, 1995, İstanbul.
5-) Age, sy.125.
6-) Age, 94.
7-) Age, 91-92.
8) Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Lenin, Ç: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, sy. 198, 2. Baskı, 1993, Ankara.
9-) Emperyalist Ekonomizm, Lenin, Ç: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları sy. 40, 2.Baskı, 1991, Ankara.
11-) Age, 362.
12-) Proleter Devrim ve Dönek Kuatsky, Lenin, Ç: Saliha N. Kaya/İsmail Yarkın, İnter Yayınları, sy. 220, 1. Baskı, 1996, İstanbul.
13-) Age, 201.
15-) Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Lenin, Ç: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, sy. 136, 2. Baskı, 1993, Ankara.
16-) Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Lenin, Ç: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, sy. 66, 7. Baskı, 1989, Ankara.
17-) Age, sy. 90.
18-) Age, sy. 129.
19-) Age, 92.
20-) Age, 201.
21-) Yenilgicilik, Lenin’in birinci emperyalist savaşın başlangıcından Ekim Devrimi’ne kadar sürdürdüğü proleter iktidarcı taktiğidir. Çarlık emperyalist hükümetinin yıkılmadan devrimci bir iktidar kurulamayacağını savunan Lenin yenilgiciliği şu şekilde özetliyordu:
“Devrimci sınıfın gerici bir savaşta kendi hükümetinin yenilgisini istemek dışında bir seçeneği olamaz.” (Yenilgicilik ve Enternasyonalizm, Lenin, Ç: F. B. Aydar, Agora Kitaplığı, sy. 79, 1. Baskı, 2009, İstanbul.)
“Bir proleter ‘vatana ihanet’ etmeden, ‘kendi’ emperyalist ‘büyük’ gücünün yenilgisine, hatta parçalanmasına katkıda bulunmadan, ne kendi hükümetine sınıfsal bir darbe vurabilir ne de kardeşine, ‘bizimle’ savaş içinde olan ‘yabancı’ ülkenin proleterine gerçekten el uzatabilir.” (Age, sy. 85)
22-) Yenilgicilik ve Enternasyonalizm, Lenin, Ç: F. B. Aydar, Agora Kitaplığı, sy. 11, 1. Baskı, 2009, İstanbul.
23-) Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Lenin, Ç: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, sy. 23, 7. Baskı, 1989, Ankara.
24-) Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Lenin, Ç: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, sy. 288, 2. Baskı, 1993, Ankara.
25-) Çarlık Rusya emperyalist miydi? https://www.ilerihaber.org/icerik/carlik-rusya-emperyalist-miydi-138016.html?timestamp=1732283656
26-) Emperyalist Ekonomizm, Lenin, Ç: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları sy. 29, 2.Baskı, 1991, Ankara.
27-) Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Lenin, Ç: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, sy. 337, 2. Baskı, 1993, Ankara.
28-) Age, sy. 297.
29-) Sosyalizm ve Savaş, Lenin, Ç: N. Solukçu, Sol Yayınları, sy. 56, 7. Baskı, 2009, Ankara.
30-) Age, sy. 63.
31-) Age, sy.43.