Bizimle iletişime geçin

Analiz

Cömert Murat yazdı | Suriye’de Son Bulan Esad Rejiminin Kanlı Tarihi “Yeni” Aktör HTŞ Üzerinden Yeniden Üretiliyor!

Esad rejiminin, emperyalist planlar sonucu devrilmesinden “demokrasi” ve “insan hakları” bekleyenlerin yanılgısını orta koymak açısından bu belirlememiz önemlidir. Çünkü Esad, ezilen ve sömürülen halkın devrimci mücadelesi ile yıkılmadı. Emperyalist savaş stratejilerinin yarattığı gerici bir güç yerine getirilerek tahtından edildi. Bu devrimci toplumsal bir ilerleyiş değil, gerici bir iktidar değişimidir. Ki HTŞ çatısı altında organize edilen cihatçı güçler homojen değil, bir dönem birbirleriyle savaşmış, kan dökmüş, kelle koparmış ve çıkarsal hesapları farklı olan güçlerdir.

Son 15 gün içinde Suriye önemli gelişmelere sahne oldu. Suriye’deki bu önemli gelişmeleri sadece Suriye coğrafyasında, esasta askeri-siyasal olarak bulunan güçlerin karşılıklı çatışması belirlemedi, başta emperyalist aktörler olmak üzere müdahil olan bölgesel güçlerin aldıkları pozisyon belirledi. Ve Suriye’de yaşanan gelişmeler, sadece Suriye coğrafyasıyla sınırlı siyasal-jeo politik sonuçlar yaratmamakta, başta Ortadoğu olmak üzere emperyalist dalaşın sürdüğü tüm coğrafyalarda gerek emperyalist bloklar arasında ve gerekse de bölgesel güçler arasında kurulan “yeni” denklemlerin bir sonucu olduğu gibi bu eksende “yeni” gelişmeleri de koşullamaktadır.

10-15 güne sığdırılan gelişmelerin özeti;

*-Heyet Tahrir el Şam çatısı altında toplanan cihatçı gruplar, 27 Kasım’da başlattıkları kapsamlı saldırılarla, Halep, Hama, Humus ve Şam’ı ele geçirdi. HTŞ’nin bu ilerleyişinde, Esad rejim güçlerinin kayda değer olmayacak birkaç sokak çatışması dışında hiçbir direnç göstermeden geri çekilmesi, değerlendirmeye muhtaç bir konudur.

*- HTŞ’nin Şam’ a girmesiyle birlikte Suriye diktatörü Beşar Esad, ülkeden kaçarak Rusya ya sığındı.

*- Şam’da kontrolü sağlayan HTŞ, lideri Ebu Muhammed Colani aracılığıyla, Esad rejiminin son bulduğunu açıkladı.

*- Bu gelişmelere paralel olarak, “TC” ile organik ilişki içinde kurulan ve içinde cihatçı güçler- “TC” askeri-istihbarat güçleri olan “Suriye Milli Ordusu” Tel Rıfat’ı işgal ederek, Minbic’e doğru hareket alanını genişletme saldırısına geçti.

*- ABD’nin askeri-siyasal jokeri olarak başından beri sürecin içinde olan İsrail, durumdan daha özel bir vazife çıkarmak için, Golan tepelerine ek askeri güçler çıkardı ve Suriye içlerine doğru “tampon saha” adı altında işgali genişletti. Ki bu hamlenin İsrail açısından jeo-politik, askeri stratejik önemi daha büyüktür. “Vatan toprağını” korumak için savaşı Suriye başta olmak üzere, çevre ülkelerde karşılama açıklaması yapan İsrail, bu hamle ile İsrail “topraklarını” koruyacak çevre askeri üsler oluşturmaktadır.

*- Suriye coğrafyasında yaşanan alt üst oluşlardan vazife çıkarmaya çalışan “TC” iktidarı, esasta politikasını Kürt ulusunun kazanımlarını imha etme üzerine oluşturdu ve askeri, diplomatik tüm hamlelerini bunun üzerine oluşturdu. Bölgede birçok askeri gücün harekete geçtiği ortamda, Rojava’yı işgal etme hevesini yeniden canlandıran “TC”, ABD’nin “IŞİD’in yeniden canlanmaması için Rojava’daki askeri gücümüzü koruyacağız” (ki bu diplomasi dilindeki bir açıklamadır. ABD esasta Rojava Kürtleri üzerinden kurduğu planlarının “TC” tarafından dokunulmaması ültimatomu vermiştir) açıklamasıyla işgalci iştahı kursağında kalsa da, “TC” egemenler sistemi, bölgede Kürt ulusunun hiçbir ulusal demokratik hakkının statü kazanmaması için, elindeki tüm kozları kullanmaktadır/ kullanacaktır.

Her bir başlık kendi içinde ayrı bir analiz konusu olan tüm bu gelişmeler akabinde, BAAS rejiminin yarım asırdan fazla süredir kalesi olan Suriye Esad diktatörlüğü, HTŞ (Heyet Tahrir El Şam) öncülüğündeki cihatçı güçlerin Şam’ı ele geçirmesiyle tarih oldu. Tarihi olan kanlı bir diktatörlüktür. Ezilen ve sömürülen halklara büyük acılar-katliamlar yaşatan, hükümranlığını cebir-şiddet üzerinden inşa eden karanlık bir tiranlıktır, can havli ile tarih sahnesinden çekilen. Esad diktatörlüğünün son bulması ve bunun yerine HTŞ denen cihatçı bir gücün gelmesi ise, devrimci bir gelişme değil, emperyalist güçler dengesinde aynı ideolojik-siyasal nitelikten beslenen bir iktidar değişimidir. Yani Suriye halkına, bölgede yaşayan farklı inanç ve mezheplere, ezilen uluslara “kurtuluş” reçetesi olarak sunulan bu proje, ABD emperyalizminin başını çektiği kanlı bir egemenliğin startıdır. Öncelikle bu niteliğin doğru kavranması gerekir. Diğer yandan, Esad’ın Suriye’yi terk etmesi ve HTŞ‘nin planladığı bölgelerde “kontrolü sağlaması” biçiminde “sonuçlanan” gelişmelerin mahiyeti, askeri savaş güçlerinin karşılıklı çatışmalarının yarattığı sonuçtan öte, emperyalist aktörlerin ana ögesi olduğu belirli “anlaşmaların”, sonucu olduğu açıktır. Esad rejim güçlerinin, direnebilecekleri mevzilerde dahi savaşmadan geri çekilmeleri, Esad’ın askeri güçleri savaşa sürme yerine geri çekmesi ve nihayetinde, iktidarını HTŞ’ye bırakıp Rusya’ya çekilmesi, sahadaki askeri güçlerin yarattığı sonuçtan öte, ABD-Rusya denkleminde gündeme gelen bazı “anlaşmaların” sonucu olduğu, gelişmeler tarafından teyit edilmektedir. Ki Rusya tarafından “Esad zaten bırakıp çekilmek ve Suriye’yi devretmek istedi” açıklaması bu durumu doğrulamaktadır.

Kuşkusuz ne Esad kendi rızası ile belirli “anlaşmalar” ekseninde Suriye’den rejimini yerle yeksan ederek kaçtı ne de Rusya ve ABD arasında bölgesel denklemler üzerinde yapılan kapı arkası “anlaşmaları” emperyalist güçlerin “demokratik rızasıyla” sağlandı. Ve birkaç günlük askeri gelişmelere sığdırılarak tarif edilmeye çalışılan “tarihsel gelişmeler” ne sürecin niteliğini açıklamaya ne de süreç içinde yer alan aktörlerin hamlelerini açıklamaya yeterli değildir. Bu sonuç uzun süreli emperyalist denklemlerin geliştirdiği bölgesel stratejilerin ürünüdür. Sıcak savaş sahasında, hamle üstünlüğünü elde etmeye çalışan emperyalist güçler, kendi stratejilerini buna göre oluşturmaktadırlar. Bölgesel stratejilerde hamle üstünlüğünü kaybeden her emperyalist güç, yeni bir hamle geliştirmek için belirli “anlaşmalar” yoluna gitmekte, sağlayabildiği her “anlaşma” koşulunu, yeni bir hamle gerçekleştirmenin koşulunu sağlamaya dönük ele almaktadır. Bu anlamıyla bakıldığında, askeri güç ile bir gücü söküp atma yerine, bölgesel gelişmelerin oluşturduğu güç dengeleri baskılanmasıyla, belirli “anlaşmalarla” alan paylaşımı sağlanmış ve Suriye bu paylaşımın ana merkezi olmuştur.

Hatırlanacağı gibi, “Arap Baharı” sürecinin bir halkası olarak Suriye’de savaş patlak verdiğinde ABD, Büyük Orta Doğu stratejisi ile sahadaydı ve Rusya’nın açık askeri müdahalesi ile ABD açısından bu süreç sekteye uğradı. Bölgede askeri güç ve yanına çektiği bazı bölgesel devletlerle (Türkiye-İran-Suriye gibi) önemli inisiyatif sağlayan Rusya, ABD’yi hegemonya anlamında önemli oranda geriletmiş ve farklı alanlara yayılan çatışmalar sürecinde, Rusya esasta bu avantajlı konumunu korumuştu. Yayın organlarımızda çeşitli analiz yazılarına konu edildiği gibi, bu durumun sür git devam etmeyeceği, Rusya ve ABD merkezli emperyalist blokların geliştirdiği bölge stratejilerine göre, avantaj ve dezavantaj pozisyonunun yer değiştirebileceğini ifade etmiştik. Ve tüm bölgesel güçler denkleminde, konjonktürel pozisyonuna bakılmaksızın, emperyalist saldırganlığın baş aktörünün hala ABD emperyalizmi olduğunu defalarca analiz etmiştik. Yemen, Lübnan, Doğu Akdeniz, Ukrayna, Filistin coğrafyaları başta olmak üzere, Ortadoğu ve Asya-Pasifik sahasına yayılan emperyalist hegemonya dalaşı, esasta iki emperyalist kutbun belirli hamlelerle birbirini geriletme ve zayıflatma ekseninde süren çatışmalar şeklinde cereyan etmiştir.

Rusya açısından, Ukrayna savaşı, Suriye başta olmak üzere bölgede askeri ve politik hegemonyasının zayıflamasında kırılma noktasıdır. NATO güçleriyle Rusya’yı, Ukrayna’da ciddi anlamda yıpratan ABD-Avrupa emperyalist bloğu, bir başka bölgesel gelişme ile kendi bölge stratejisine avantajlı koşul sağlamıştır.

Hamas’ın “Aksa Tufanı” saldırısıyla farklı bir boyut kazanan İsrail-Filistin savaşı, ABD’nin İsrail Siyonizm’i üzerinden bölgeyi “yeniden” dizaynı açısından “yeni” bir yol haritası olmuştur. Askeri olarak Filistin ulusunun soykırımdan geçirilmesi biçiminde cereyan eden savaş, Filistin ve Lübnan’ın kuşatılması ile sınırlı kalmamış, bölgedeki jeo-politik dengelerin değişimini de beraberinde getirmiştir. Hamas ve Hizbullah liderlerinin askeri operasyonlarla öldürülmesi, iletişim araçlarının patlatılması ile Hizbullah’ın önemli askeri-teknik gücünün imha edilmesi ve “bekle Esad, sıra sana gelecek” çıkışı bugün yaşananların ön sözünü ifade etmekteydi. Yani İsrail Siyonizm’inin Filistin ve Lübnan’daki katliamları üzerinden ABD emperyalizmi, BOP stratejik planı bağlamında, bölgede hegemonyasındaki güçleri harekete geçirmiş, bölgesel inisiyatifini genişleterek bir sonuca gitmek amacındaydı. İsrail Siyonizm’inin dinamik tetikçiliği, bölgedeki kaotik durum ve hasmı Rusya’nın Ukrayna’daki savaş hali, ABD için avantaj yaratan durum olmuştur. Bölgedeki taşları gerçek manada yerinden oynatma, bölgede yeni sınırlar çizme ve kendi hegemonyasını bölgenin stratejik merkezlerinde yeniden inşa etme, ABD açısından yeniden olanaklı hale gelmişti. Bu stratejinin ana halkası Hamas, Hizbullah gibi siyasal İslamcı radikal güçlerin tasfiye edilmesi, İsrail ile iş birliği içinde “ılımlı siyasal İslam” üzerinden hegemonyanın tesis edilmesi, “TC”nin belirli tavizlerle bu sürece dahil edilmesi ve Suriye’de Esad rejimine son verecek hamlelerle, üzerinden hegemonya tesis edilen siyasal İslamcı çizginin egemen hale getirilmesi ve oluşturulan bu bölgesel koridor ile İran’ın, akabinde Rusya’nın geriletilmesi… Bu plan yeni hamlelerin ilk adımıdır. İran bir sonraki hedeftir. Ama bu hedeflerin somut olarak devreye konulması, ilk planın yaratacağı sonuçla alakalıdır. Bu bağlamda ilk planın sonuç alması önemlidir.

ABD emperyalizmi ile “TC” arasındaki gerilim hattı Rojava Kürdistan’ı meselesidir. Uzun süredir askeri olarak donatılan, birçok cihatçı kesimin çatısında toparlanmasının olanaklarını sağlanan HTŞ’nin harekete geçmesi ile “TC”nin SMO üzerinden Kürt ulusunun bölgesel kazanımlarına saldırması, ABD’nin bu gerilim hatlarını koparmamaya yönelik manevrasıdır. Mevcut durumda, Suriye’deki stratejisinde Kürtlere rol biçen ABD, Rojava’daki iradeye desteğini çekmiş değildir. Ama “TC”yi de kapsam alanında tutmak, bölgesel stratejisinde rol verme ihtiyacındadır. İşte Devlet Bahçeli’nin “Milli Birlik ve Kardeşlik” çıkışı tam da bu konjonktürden siyasal gıdasını almaktadır. Yani Suriye’de birçok gücün pastadan pay kapmak için harekete geçtiği bir tarihsel kesitte, “TC”yi hareketsiz bırakmak, ABD-”TC” ilişkileri açısından gerilim hattıdır. Ama “TC”nin işgalci hayalini dizginsiz bırakmak, ABD’nin stratejisine uyumsuzluktur. Aynı biçimde, “TC”nin Rojava’yı işgal etmesine icazet vermek, ABD’nin bölge çıkarlarına konjonktürel olarak zarar vermektedir. Tüm bu çelişkiler yumağında bir “denge” sağlamak ve bu “denge” üzerinden stratejik bölge planını hayata geçirmek için, SMO üzerinden “TC”ye bir askeri hareket alanı açılmıştır. Bunun sınırlarını, “dengelenmeye” çalışılan derin çelişkiler belirleyecektir. Plan mevcut çelişkilerin çatışmalara dönüşmesini mutlak engeller diye bir kural yoktur. Mesela Astana ilişkilerinden elini çekmeyen “TC”, bölgede yeni çatışmaların fitilini çakmaya amadedir…

Lakin, Suriye’de oluşan “yeni dengeler” kendi içinde bir çatışma halini barındırmaktadır. Jeo-politik dengeler değişmekte, sınırlar yeniden çizilmektedir. İkinci dünya savaşı dönemiyle ABD’nin jandarmalığını bölgede üstlenen Siyonist İsrail’in yanında, ABD’nin bölge jandarmalığını yapacak başka güçlerin eklenmesi, bu yapılanmada güçlü bir olasılık olarak öne çıkıyor. Bu bölgedeki statükoları tehdit eden bir durumdur ve statükocu devletler (TC gibi) buna direnç gösterecektir. HTŞ’nin gerici ideolojik-siyasal çizgisi baz alındığında, iktidar olanakları ile birlikte farklı inançlar, mezhepler ve ezilen uluslar üzerinden barbar bir diktatörlük olacağı tartışmasız bir gerçek. Ve Kürt ulusunun bu siyasal belirsizlik içinde statüsünü geliştirmesi, bölge gerici devletleri açısından bir başka savaş gerekçesi. Ki Esad rejim güçlerinin geri çekilirken, Deyrazor’a doğru PYD-YPG’ye alan açması, HTŞ- (PYD-YPG) güçlerini çatışmaya itmesi manevrası olarak okunmalıdır. Yani Suriye sahası üzerinden bölge yeniden dizayn ediliyor. Mevcut durumda bu dizayn ABD’nin bölge stratejisi kapsamında ilerliyor. Ama süreç çatışmalara gebe ve hedeflenen siyasal sonuçlardan çok, çatışmaların tayin edeceği siyasal sonuçların ortaya çıkması muhtemeldir.

Ukrayna’daki savaş halinin yarattığı sıkışmışlıktan dolayı, ikinci bir cephede savaş açmayı göze alamayan Rusya, belirli “anlaşmalarla” bölgesel denklem içinde yer almaya çalışmaktadır. Sıcak sulardaki tek dayanağı olan Suriye ve Lübnan’ı kaybetme riskine karşılık Rusya bu denklemi kabul etmiş görünmektedir. Kurtlar sofrasındaki bu “anlaşmanın” bir ayağı olarak, Ukrayna’da bazı tavizler koparmış olması güçlü bir olasılık gibi durmaktadır. Yine bölgedeki bazı ayaklarının kırılmasına vesile olan bu gelişmeler akabinde İran, yakın zaman saldırı riskinden kendini kurtarabildi mi, tartışmalıdır. Esad ülkeden kaçmadan önce, Astana bileşenlerinin toplantı yapması ve akabinde HTŞ’nin Şam’a girmesi bu yönlü müzakerelerin olduğunu işaret etmektedir. Yani ABD’nin stratejik hamlesine karşı hamle geliştiremeyen (ya da geliştireceği hamlelerin risklerini daha büyük kayba vesile olacağını hesaplayan) Rusya-Çin bloğu, Suriye başta olmak üzere bazı bölgeleri gözden çıkarmıştır. Bu hamle zayıflığının iki nedeni vardır. Birincisi Ukrayna savaşı iken, bir diğeri uzun süredir Rusya’nın açık askeri-ekonomik desteği ile ayakta duran Esad rejiminin yarattığı yüktür. Savaş ve kuşatma koşullarında askeri olarak kendisini yenileyemeyen Esad rejimi, Ordu içindeki savaş disiplini de zayıflamış ve ekonomik krizle yönetemez konuma gelmiştir. Bölgesel savaşlar kapsamında, bu durumu daha fazla taşıyamayacağını düşünen Rusya, sıcak denizlere açılan kapılarını bölgedeki bazı askeri üslerine havale ederek, Esad üzerinden Suriye sahasında kurduğu inisiyatifini terk etmiştir. Yani bu “geri” adım, Rusya’nın Akdeniz hattından vazgeçtiği anlamına gelmez. Somut emperyalist bölgesel savaş “dengesinde” bir manevradır sadece. Lazkiye bölgesine dayanarak varlığını korumak, mevcut durumda sağladığı avantajdır. Bu avantajla, kaybettiklerini yeniden kazanma siyaseti belirleyecektir ve bu da bölgesel gelişmelerin cevaplayacağı konudur.

Emperyalist hegemonya dalaşı, kapitalist sistemin iktisadi krizinden beslenen, yıkım-talan-sömürü ve savaş halidir. Dönemsel “anlaşmalar”, “uzlaşmalar”, daha büyük savaşlara yapılan hazırlıklardır. Bu anlamıyla, kanlı diktatör Esad rejiminin son bulması, emperyalist savaşların bitmesi anlamına gelmeyip, emperyalist savaşın bölgesel aktörlerindeki değişimini ifade eder. Emperyalizmin kanlı planlarının aktörü olarak başa gelenler ancak emperyalist saldırganlığın, talan ve yağmanın jandarmaları olurlar. Esad rejiminin, emperyalist planlar sonucu devrilmesinden “demokrasi” ve “insan hakları” bekleyenlerin yanılgısını orta koymak açısından bu belirlememiz önemlidir. Çünkü Esad, ezilen ve sömürülen halkın devrimci mücadelesi ile yıkılmadı. Emperyalist savaş stratejilerinin yarattığı gerici bir güç yerine getirilerek tahtından edildi. Bu devrimci toplumsal bir ilerleyiş değil, gerici bir iktidar değişimidir. Ki HTŞ çatısı altında organize edilen cihatçı güçler homojen değil, bir dönem birbirleriyle savaşmış, kan dökmüş, kelle koparmış ve çıkarsal hesapları farklı olan güçlerdir. Bu nitelik, emperyalist hegemonya çizgisiyle birleştiğinde sadece kanlı bir diktatörlük yaratır. Bölgesel çıkarlar gereği kaşınacak etnik-mezhepsel-inançsal-ulusal çelişkiler ilk elden çatışmaların fitili olmaya adaydır. Böyle bir nitelik üzerinden, Suriye halkına “demokrasi” çağrısı yapmak, yadsıya kadar dahi mumu yanmayan yalancıların-riyakarların “ahiret” vaadi olabilir ancak.

Emperyalist askeri-iktisadi projeler, barış ve demokrasinin, özgürlük ve insan haklarının koruyucusu, yaratıcısı değil, yıkım-talan ve savaşın stratejileridir. Suriye coğrafyasında barış, tüm işgalci güçlerin geri çekilmesi şartını ilk sıraya koyar. İnanç, mezhep ve uluslar mozaiği olan Suriye coğrafyasındaki halkların, demokratik haklarına saygı duyarak yaşaması en meşru haklarıdır ve bunu ancak Suriye coğrafyasındaki halk güçleri sağlayabilir. Suriye coğrafyasında ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu, Suriye proletaryasının devrimci mücadelesiyle inşa olur. Bunun dışında, emperyalist dalaş içinde bir çözüm aramak, Suriye halklarını yeni mayın tarlalarında ölüm yolculuğuna çıkarmaktır. Suriye, Suriye halklarınındır. Tüm işgalci güçler çekilmelidir. ABD dünya halklarının baş düşmanıdır. ABD başta olmak üzere, tüm emperyalist güçler bölgeden defolmalıdır. Enternasyonal proletaryanın bilinciyle, emperyalist işgal ve ilhaklara, sömürü ve talana karşı mücadelede yoğunlaşmak ise aslolandır.



Aralık 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031 

Daha Fazla Analiz Haberler