14 Mayıs 2023 genel seçimleri, milletvekili (parlamento) seçimleri bakımından tamamlanırken, cumhurbaşkanlığı seçimleri ise ikinci tura kaldı. Seçim sonuçları rasyonel mantığı zorlayan ve anket çalışmaları ile birlikte yapılan tüm değerlendirme ve öngörüleri boşa çıkaran, bu anlamda şaşırtıcı diyebileceğimiz sonuçlarıyla izahı zor bir tablo ortaya koydu. Parlamento seçimlerinde AKP birinci parti, CHP ikinci parti olurken, MHP tüm gerçeği tersyüz eden %10 küsürlü oy oranıyla beklenenin üstünde oy aldı. YSP ise %8 küsürlü oy oranıyla beklenenin altında bir performans göstermiş oldu. Türkiye İşçi Partisi ise, parlamentoya dört milletvekili gönderme düzeyinde bir başarı gösteren siyasi parti oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçmleri de esasta ters köşe yaparak sonuçlandı. Adaylardan Erdoğan, beklenenin üstündeki %49 küsürlük oy oranıyla oy çoğunluğunu alsa da seçilmesi için yeterli olan %50+1’lik oy oranını yakalayamadı. Kılıçdaroğlu ise, yine beklenenin aksine ve tahminlerin altında %45 küsürlü oy alarak ikinci turda Erdoğan’la yarışma hakkını elde etti. Sinan Oğan %5 küsürlü oy oranıyla seçimlerin ikinci tura kalmasını sağlayan aktör olarak beklenenin üstünde oy aldı.
Özetle, seçimler, sonuçları itibarıyla ilginç olduğu kadar enteresan bir toplumsal sosyolojiyi tanıtlarken, %88’lere varan yüksek katılım oranıyla da bir özellik taşımaktaydı bu seçimler. Katılım oranının yüksek olması, seçimlerin “tarihi, kader seçimleri” vb. olduğu şeklinde propaganda edilmesiyle açıklanabilir. Ki, seçimlere yüklenen bu anlam sadece burjuva muhalefet açısından değil, Erdoğan-Bahçeli cephesi için de bir “kader seçimi” olarak algılandı, sunuldu. Bu durumda seçimlere katılımın yüksek olması anlaşılır bir şeydi. Fakat, seçim sonuçları bu kadar anlaşılır değildi, olamaz da…
Sonuçlara dair yapacağımız analizlerden önce, seçim sonuçlarına dönük yaptığımız değerlendirme ve öngörüler, reel sonuçlar baz alındığında büyük bir yanılgıyı ifade ediyor. “Millet İttifakı”nın seçimleri kazanma olasılığının güçlü olduğu ve hatta kazanmasının kesin olduğu şeklindeki tahlil ve tespitlerimiz mevcut sonuçlara göre ne yazık ki “sübjektif” çıktı. Bu yanılgımız nedeniyle özeleştiri vermeyi görev sayıyoruz.
Seçim sonuçlarının gösterdikleri
Ancak yaptığımız tespitlerde subjektif mi davrandık, yoksa seçim sonuçları objektif gerçeğe aykırı olarak subjektif bir sonuç mudur; bundan emin değiliz ve bu bir tartışma konusudur. Neden ve emareleri dikkate alarak yaptığımız tahlil-tespitlerin gerçeğe uygun objektif değerlendirmeler olduğunu söyleyebiliriz. Ki, bu değerlendirme veya tahlil-tespitler sadece bize münhasır değil, genel çoğunluğun kanaati olan ekseri tespitlerdi. Dahası kamuoyu araştırmaları, anket çalışmaları da esas olarak aynı sonuçlara işaret etmekteydi. Hatta Erdoğan iktidarı bile seçimleri kaybetme psikolojisi içindeydi ve kaybedeceği beklentisi taşıyordu diyebiliriz. Daha da önemlisi, seçim vaatleri ve seçimlere yakın günlerde verilen seçim rüşvetlerini saymazsak; geniş toplumsal kitlelerde ortaya çıkan değişim istemi, zam yağmurlarıyla yaşanan yoksulluk, açlık ve patlayan pahalılık, iktidar cephesinin yaptığı talanlar, yolsuzluklar, hukuksuzluklar, içinde bulunduğu kirlilikler ve işlediği suçların ifşa edilerek muazzam derecede teşhir olması, deprem felaketinde taşıdığı sorumluluk ve sergilediği pratik, siyasi sorumluluk taşımayarak bir tek istifanın bile gerçekleşmemesi, depremzedelere çadır satmaya varan gayri insani çürümüşlükleriyle teşhir olması vb. şeklindeki ağır tablo dikkate alındığında mevcut iktidarın yeniden seçilmesi veya yapılan seçimlerde ciddi bir oy alması beklenemezdi; dolayısıyla seçimleri kaybetmesi de öngörülebilir-öngörülmesi gereken rasyonel, mantıki bir sonuçtu. Yani, bu tablo karşısında iktidarın seçimleri kaybedeceği ve muhalefetin kazanacağına dönük yapılan tahlil-tespitler aslında subjektif değil, objektif değerlendirmelerdi. Ne yazık ki, sonuçlar tam tersi çıktı ve bu sonuçlar objektif gerçeğe uygun değil, subjektif sonuçlardır. Sonuç reel durumdur ama nesnel gerçekle tutarlı değil, izaha muhtaçtır…
Sonuçların analizi bağlamında hemen söyleyelim ki, mevcut sonuçlar akla ve gerçeğe uygun değil, mantıkla örtüşmemekte ve neden-sonuç ilişkisine temelden terstir. Bu bakımdan iyi irdelenmesi, “sırlarıyla” açıklanması ve arka planıyla iyi anlaşılması gereken sonuçlardır…
Sonuçlara sebep bir “günah keçisi” aramak aslen yersiz ve yanlıştır. İzlenen seçim stratejileri veya benimsenen taktik politikalar, ittifak biçimleri ve kurulan denklemler vb. açığa çıkan sonuçlarda kısmen rol oynayabilir, belli bir etkide bulunmuş olabilirler. Ancak bu etki mevcut sonuçlara yol açan sebep değil, olamaz. Dolayısıyla, strateji, taktik ve denklemler zeminindeki kısmi hatalar negatifi vb. mevcut sonuçlarda esas ve belirleyici bir etken değildir. Buna karşın, YSP’nin (ya da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın) düşük oy oranında veya beklenenin altında oy almasında, cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve “Millet İttifakı” bağlamında burjuva düzen partilerinin adayını desteklemesi bir neden olarak rol oynamıştır.
Kürt ve devrimci-sosyalist seçmen içinde HDP-YSP’ye oy vermiş olan belli bir seçmenin, YSP’nin(ittifakın) cumhurbaşkanlığı seçiminde burjuva düzen partileri adayını desteklemesi nedeniyle oy vermediği bilinmektedir. Oy oranındaki düşüşte bu durum belli bir rol oynamıştır. İttifak içinde veya ittifak bileşenlerine karşı, milletvekili adaylarının gösterilmesinde sergilenen çifte standartçı tutum ve devrimci-sosyalist adaylardan ziyade oy potansiyeli bakımından kayda değer bir karşılığı olmayan salt popüler isimlerin tercih edilmesi de oy düşüşünde başka bir etken olarak sayılabilir. Yani, cumhurbaşkanlığında burjuva adayın desteklenmesi, milletvekili seçimlerinde isabetsiz adayların gösterilmesi ve kısmen de ittifak içinde çifte standartçı biçimde aday gösterilmesi alınan oy oranında belli bir rol oynamış olabilir. Fakat bütün bunlara rağmen, bu hata ve eksiklikler alınan sonuçlarda belirleyici değildir. Mesele, izlenen strateji ve benimsenen siyasetten daha ötede bir sorundur. Böyle de olsa, burjuva düzen partileri ve adaylarını destekleme siyasetinin ciddi bir hata olarak tecrübe edilmesi ve bilince çıkarılması gerekli bir ihtiyaçtır…
Seçim sonuçlarında nesnel gerçeğe aykırılıkla ortaya çıkan ters orantının sebepleri irdelenmeye muhtaç iken, bunu seçim usulsüzlükleri kapsamında oyların çalınması veya oyların değiştirilmesinde aramak yanlış olmayacaktır. HDP-YSP’nin usulsüzlüklere dönük açıklaması ve ilgili sandıklara itiraz başvuruları da bunu kanıtlamaktadır. MHP’nin gösterdiği “başarının” sırrı da HDP-YSP’nin açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır. Lakin bizlerin kanaati, mevcut seçim sonuçlarında çalınan veya çarpıtılan oylar da esas etken değildir. Peki o halde nedir?
AKP-MHP iktidarı, muhalefeti uyuttu ya da yanıltarak yönlendirdi; yani, “sağ gösterip sol vurdu” Bu ne demektir? Seçim sonuçlarının açıklanması veya veri akışındaki yavaşlamayla izlediği kaba manipülasyon muhalefetin dikkatini buraya çekti. Hilenin burada yapılacağına bilerek dikkatler çekilmiş oldu. Nitekim muhalefetin dikkati tam da iktidarın bilerek gösterdiği bu noktada odaklandı. “Sağ gösteren iktidar, asıl vuruşu solda yaptı” yani gerçekleştirdiği asıl hileyi gizlemek için bilerek dikkatleri veri akışındaki yavaşlamaya çekti; başarılı da oldu. Sakladığı gerçek ise, muhalefet cephesinden veya muhalefet içinden satın alarak asıl hileyi üzerinden yürüttüğü kanalını gözlerden ırak tutmayı başardı. Böylece, yapacağı ya da yaptığı hileyi dikkatlerden uzak olarak rahatlıkla gerçekleştirdi. Evet bu iddiamız somut kanıtlara dayanmıyor, bu bakımdan sübjektif yanlar taşıyor. Ama muhalefet cephesinde görevden çekilme tavrıyla koku veren durum bu değerlendirmemizi destekleyen cinstendir.
İddiamız veya subjektif kanaat-yorumumuz şu; Erdoğan-AKP, burjuva muhalefet cephesinden kilit noktalarda iş gören insanları satın alarak sonuçları manipüle etmede kullandı! Ki, bu olasılığın dışında, çalınan oylarla veya muhalefet oylarının kendi cephesindeki partilere yazılması hilesiyle bu düzeydeki sonuçları elde etmesi pek mümkün değildir. Oyları-sandıkların korunması, denetlenmesi ve ıslak imzalı oyların akışının sağlanması gibi mekanizmalar klasik oy çalınmasını sınırlayan sıkılıkta idi. Dolayısıyla oy çalma çok daha farklı teknikler ve yollarla gerçekleştirildi. Biz bunun muhalefet cephesinde satın alınan görevliler üzerinden internet üzerinden sağlanan veri akışının aynı teknik-teknoloji üzerinden ve fakat satın alınan görevliler vasıtasıyla başarıldığı ya da gerçekleştirildiği kanaatindeyiz. Kısacası, oy çalma veya oyları çarpıtmaya bağlı olarak ortaya çıkan seçim sonuçlarındaki büyük ters orantının bundan kaynaklandığını, yani “kaleyi içten fethetme taktiği” temelinde içerden satın alınan görevliler üzerinden başarıldığı anlaşılmaktadır…
Bütün bunlara karşın, Erdoğan ve “Cumhur İttifakı” önemli oranda oy aldı; kemikleşmiş bir oy potansiyeline sahip olup bunu esasta koruduğunu söylemeliyiz. Erdoğan-AKP’nin her şeye rağmen bu düzeyde oy almış olması ayrı bir sorun olarak incelenmek durumundadır. İşte meselenin temel halkası burasıdır. “Din afyondur” sözü kilit noktadır. Din sömürüsüyle önemli bir kitle uyutularak köleleştirilmiş, esir alınmıştır. Bunca yoksulluk, açlık, hukuksuzluk, yolsuzluk ve hırsızlığa, bunca suç ve kirliliğe rağmen bu düzeyde oy almanın tılsımı ilgili kitlenin din sömürüsü üzerinden uyuşturulup Erdoğan hayranı edilmiştir. Kemik oyların ideolojik temeli budur.
Buna destek olan maddi olgu ise, Erdoğan iktidarının kendi oy potansiyeli olan kitleyi nakdi olarak beslemesi, iş ve maaşla düzenli gelire kavuşturması, geniş toplumsal kesime sunulmayan ve bunlardan kısılmak suretiyle kendi tabanına sunduğu olanaklar vb. vs. bu kemikleşmiş oy potansiyelini kendisine bağlamasının maddi temelidir. Biri din vasıtasıyla uyutup uyuşturma, ikincisi ise maddi olarak olanak sunup satın alınma usulüyle bu kitle kemikleşmiş oy tabanı haline getirilmiştir. Kutuplaştırma, şeytanlaştırma, teröristleştirme, din düşmanlığı, vatan bölücülüğü gibi demagojik safsatalarla yürütülen gerici propaganda da milli duygular hassasiyetinin sömürülmesi biçiminde manivela edilip ilgili oy desteğinin korunup sürdürülmesinde rol oynamış-oynamaktadır…
Buradan iki sonuç çıkarmak mümkün. Bir; dine karşı kayıtsız kalmayıp, din ile mücadelenin doğru yürütülmesi, dinin sömürülmesinin deşifre edilerek teşhir edilmesi ve aynı zamanda ırkçı-şoven milliyetçiliğe karşı etkili bir mücadele yürütülmesin; iki, Erdoğan’ın ekonomik-parasal kaynaklarının denetlenip sınırlanması ve böylece yoksulluğu satın alarak bunun üzerinden palazlanmasının önüne geçilmesi. Erdoğan’ın tabanı “ülkede açlık yok, pahalılık yok” vb. vs. söylerken, bunu Erdoğan-iktidarın kendisine sunduğu olanaklardan hareket ederek söylemektedir ve adeta toplumdaki açlığı, pahalılığı vb. görmemekte, bihaber yaşamaktadır.
Gözlerinin din ve milli duygularla kapatıldığı gibi, sunulan maddi-parasal olanaklarla da köreltildiği anlaşılmak durumundadır. Dolayısıyla mücadele ve muhalefet stratejisi de bu zeminde biçimlendirilmek durumundadır. Ancak burjuva muhalefet bu stratejiyi gütme yerine, daha çok Erdoğan’la milliyetçilik yarışına girip daha fazla milliyetçi olma iddiasıyla ortaya çıkmaktadır ki, bu, Erdoğan’a benzer olmasını sağlar ve benzer olduğunun da bir kanıtıdır. Yani, muhalefet ya ona benzeyerek ve onun gibi olarak muhalefetini yürütecek ya da onun dayandığı temellere karşı muhalefet ederek mücadele edecek! İki yoldan hangisini benimserse başarısı ona göre olacaktır…
Seçmen iradesi demokratik ve bağımsız biçimde sandıklara yansımamıştır!
Halk kitleleri zorunlu bırakıldıkları oy tercihleri nedeniyle suçlu değildir. Maddi çıkar ve olanaklar sunularak yoksulluklarından istifade edilmiş, yanıltılmışlardır hepsi bu. Elbette ideolojik olarak manipüle edilerek sınıf kardeşlerine düşman edilen önemli bir kesim de vardır. Fakat, doğru strateji ve taktiklerle yürütülecek uzun süreli mücadele pratiği kitlelerde gerekli olan değişimi sağlayabilir. Irkçı milliyetçiliğin alternatifi başka bir ırkçı milliyetçilik değilken, dinci bağnazlığın karşıtı da dinci bağnazlığa saplanmak değildir. Bilimsel demokratik değerlerin yüceltilerek toplumun bu eksende örgütlenmesi güdülmesi gereken gerçekçi mücadele yoludur. Burjuva muhalefet bunda ehliyetli değildir. Tutarlı mücadele ve muhalefet kitlelerle birleşen ve sokakları zapt eden demokratik devrimci mücadeledir. İşçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinin direnişlerini birleştirip onun üzerine oturmayan bir mücadele başarılı olamaz. Bu tarz mücadele benimsenmeden Erdoğanlar yenilemez…
Burjuva seçimler demokratik ve bağımsız olmamakla birlikte, bu seçimlerde halk kitlelerinin gerçek iradesi sandıklara yansımaz, yansıyamaz. Burjuva seçim ve siyasette, hilenin ustası olan ve devlet olanaklarına sahip olan klik avantajlıdır, seçimlerin kazananıdır esasta. Kim daha güçlü ve daha mükemmel hile ve planlar kurmakta usta, kim daha iyi manipülasyon ve daha iyi algı yönetimi yapıyor ve elbette kim daha iyi emperyalist haydutlara hizmet sunma garantisi veriyor ise, seçimleri o kazanır. Burjuva seçimlerde işin özü budur…
Bu söylediklerimizden Erdoğan’ın seçimleri kazandığı görüşü çıkmaz, çıkmamalı; bu görüşte değiliz. Bilakis, Erdoğan ilk turda gerekli çoğunluğu almamıştır. Sinan Oğan’ın oyları da düşünüldüğünde, muhalefetin oy oranı daha fazladır. Yani oy kullanan kitlelerin çoğunluğu Erdoğan’ı değil, muhalefeti tercih etmiştir. Ne ki, muhalefet oylarının bölünmesi beklenen başarıyı gölgelemiş, Erdoğan’ı öne çıkarmıştır. Matematiksel olarak Erdoğan seçilmek için yeterli oyu alamamıştır. Bu bağlamda ikini tur seçimlere ertelenen cumhurbaşkanlığı seçimleri iki tarafın da kazanıp kaybetme olasılıklarını barındıran nitelikte, kazanılmamış olarak ortadadır…
İkinci tur seçimde kim kanacak? Matematiksel olarak muhalefetin kazanma olasılığı güçlüdür. Tabi bölünmüş oyların birleşmesi, birleştirilmesi şartıyla. Moral-motivasyon bakımından ise Erdoğan avantajlıdır. İki tarafın avantaj-dezavantajı açıkların kapatılması ve Sinan Oğan oylarının alınmasında netleşecektir. Daha da açığı hangi taraf daha örgütlüyse ve örgütlü hareket etmeyi korursa o taraf avantajı ele alacaktır. Bir kez seçimlere giden kitlenin ikinci kez gitmesi düşüş gösterecektir. Dolayısıyla hangi taraf daha iyi örgütlüyse, diri ve dinamik olmayı sürdürürse, o taraf kitlesini sandıklara götürme becerisi gösterip avantajı ele alacaktır. Ve bu örgütlülük aynı zamanda şu anlama da gelir; satın alınabilecek görevliler gerçekliğinden muaf kalması, sıkı ve sağlam kadroyla çalışıp rakibi lehine olan açıklar kapatmayı başarması anlamına gelir. Erdoğan çatlaklardan sızma yeteneğini para gücüyle becermektedir. Muhalefet önce buna karşı tahkim olmalıdır…
İkinci tur seçimleri Kılıçdaroğlu kazansa da sorunsuz bir iktidar ya da cumhurbaşkanlığı süreci yaşanmayacaktır. Hali hazırda “Cumhur İttifakı” parlamentoda milletvekili çoğunluğunu elde etmiş, yasalar çıkarma yeterliliği elde etmiştir. Bu realite, parlamento ile cumhurbaşkanının çatışması zemininde vücut bulacaktır. Tabi, yapılan itirazlar sonunda milletvekili aritmetiğini değiştirecek bir sonuç çıkmazsa. Ki, çıkması da son derece zordur. Dahası, Erdoğan cephesi mevcut sonuçlar itibarıyla iyi motive olup moral kazanırken, muhalefet cephesi büyük bir hayal kırıklığıyla esasta moral çöküntüsü yaşadı, yaşıyor. Motivasyonu güçlü ve diri tutmaya dönük belli bir kesim direnç göstermekte ama bu daha çok Kılıçdaroğlu ve altılının yapacağı hamlelere bağlı biçimlenecektir. Ki, bizlerin öngörüsü, Kılıçdaroğlu ve ekibinin yeni ve daha sarsıcı çıkışlarla durumu lehine çevirme adımları atabileceğine dönüktür. Somut adımlarla Erdoğan ve güruhunu sarsacak hamlelerin gündeme geleceği aşikardır. Mesela; Erdoğan’ın satın aldığı görevlilerin çıkıp itiraflarda bulunması gibi olasılıklar mümkündür… Yani, Erdoğan’ın kaybetme ve Kılıçdaroğlu’nun kazanma olasılığını hala güçlü görüyoruz.
Dolayısıyla, nesnel şartların analizi ve bunun üzerine kurduğumuz olasılık ve tespitleri mevcut sonuçlara rağmen hala savunuyoruz. Zira reel sonuçlar gerçeği yansıtmayan, objektif olmayan ve değişik seçim hilelerinin ürünü olarak ortaya çıkmış olup çarpıtılmış olan yapay sonuçlardır. Seçmen iradesi demokratik ve bağımsız biçimde sandıklara yansımamış, bilakis çarpıtılmış, çalınmış, manipüle edilmiş biçimde yansımıştır. Sonuçlar gerçek değil, değiştirilerek farklı yansıtılmış zorlama sonuçlardır. İktidarın yoksulluk yok demesi ne kadar doğru ise, çarpıtarak sunduğu mevcut sonuçlar da o kadar doğrudur. Bizler bu sonuçların gerçek durumu yansıtmadığı inancındayız. Şiddet kullanılıp korku atmosferi yaratılarak, baskılar kurup seçmen yönlendirilerek, devlet olanaklarının tek taraflı kullanılmasıyla ve dahası oyların çalınması ve çarpıtılmasıyla dayatılan mevcut sonuçlar elbette gerçeği yansıtmaz, yansıtmamaktadır…
Her şeye ve çalınmış oylara rağmen, iktidar cephesi azımsanmayacak bir oy oranı almıştır. Olması gerekenin üstünde ve beklenenden daha fazla oy almıştır. Bu oyların önemli bir oranı para ve olanaklar sunma gücüyle, bir kısmı dini ve milli duyguların sömürüsüyle kazanılmış veya konsolide edilmiştir. Bizim gibi toplumlarda güce tapma ise toplumsal kitlelerin bir eğilimidir. Ki, Erdoğan onlar için tek adamdır, dik duran ve eğilmeyendir, masaya yumruk vurandır, dünya beşten büyüktür diyendir. Burjuva muhalefet açısından, kitlelerde yaygın olan bu psikoloji ve yargının değiştirilmesi şarttır. Dolayısıyla iktidara vurulacak oy darbesi de stratejik olarak bu zeminde karşılık bulacaktır. Yani, bu kitleye ulaşılarak onların bilinçlendirilerek değiştirilmesi stratejik yönelim olarak esas biçimdir. Ona benzeyerek değil, ona cepheden karşı durarak bu değişim sağlanabilir, kitlelere güven verilebilir. Buna paralel olarak güçlü lider portresi sergilemek ama bunu somut davranış ve uygulamalarda ortaya koymak, kitleleri ikna ederek dönüştürecek olan ve oy tercihlerine yansıyacak olan başka bir tarz veya taktiktir…
Tutarlı demokratik mücadele ve devrimci alternatif geliştirilmeli
Devrimci siyaset açısından dikkate alınması ve üzerinde düşünülmesi gereken ise, toplumda “sağ” oyların fazlalık oranı ve buna mukabil “sol” oyların azlığıdır. Toplum “sol”u CHP ile anıp bildiği için, CHP temsilindeki “sol”a mesafeli olması anlaşılır olmaktadır. Yani, “sol” olarak algılanan CHP, toplumda‚ “sol”a karşı önyargının temel kaynağıdır. Kitlenin bu zeminde koyduğu mesafe anlaşılır ve esasta haklıdır da. Çünkü CHP “sol” değil, sağın daniskasıdır, ırkçı-milliyetçiliğin, tekçi paradigmanın kalesidir. Sağı besleyen bizzat CHP’dir, CHP “solculuğudur” Ve dahası, CHP, sağ partilerle ittifak ve ilişkileri bağlamında da fiilen sağı besleyip geliştirmektedir. Bu zaviyeden bakıldığında, yani burjuva düzen partileri bağlamında ülkede sol yoktur. Dolayısıyla toplumda sağ oyların fazlalığı ve “sol” oyların azlığı anlaşılır bir durumdur.
CHP dışında demokratik nitelikteki sol siyasi partiler ise, ideolojik-siyasi bakımdan ciddi zafiyetler barındırmaktadır; Kemalizm’in etkilerini önemli oranda üstlerinde taşımaktadırlar. Mesela, TİP belli düzeyde demokratik bir nitelik taşırken, ideolojik açıdan Kemalizm’in etkileri ve düzen içi bir sol kimlik taşımaktadır. Sol Parti, TKP gibi birçok siyasi parti de ideolojik-siyasi açıdan yasalcılık ve parlamentarizm, Kemalizm, Türk ulus şovenizmi gibi önemli zaaflar barındırmaktadırlar. EMEP’in reformist yasalcı bir siyasi parti olarak benzer kulvarda olduğunu da eklemek gerekir. Kürt ulusal demokratik orijinli hareket de esasta reformist zeminde biçimlenmektedir. Bazı istisnaları saymazsak gerçek durum budur. Velhasıl, demokratik zeminde örgütlü bulunan sol siyasi partiler, yasalcılık, parlamentarizm, reformizm gibi özellikleriyle gerçek anlamda tutarlı demokrat ve devrimci bir kimlik taşımamaktadırlar… Buna rağmen, yasal demokratik zeminde olmak kaydıyla, ülkedeki sol siyasi güçleri esasta bunlar ya da bu nitelikteki siyasi partiler temsil etmektedirler. Ve maalesef bunlar da toplumsal kitlelerde büyük bir taban ve potansiyele sahip değildirler. Dolayısıyla, sol oyların ülkedeki azlığı reel bir durum ve aşılması gereken bir gerçektir; bir sorundur. Toplumda sol oy potansiyeli güçlenmeden demokratik zeminde ciddi kazanım ve dönüşümlerin sağlanması başarılamaz.
Bu anlamda devrimci sınıf hareketi ve güçlerinin görev edineceği temel meselelerden biri toplumdaki sol oy oranının büyütülmesidir. Solun CHP temsilinden kurtarılarak gerçek solla buluşturulması elzemdir. AKP-MHP iktidarının da muhtelif diğer sağ iktidarların gönderilmesi veya yıkılmasında bu görevin yerine getirilmesi elzemdir. Ve bu, reformist, yasalcı, parlamentarist nitelikteki demokratik sol bileşenin dışlanmasıyla değil, bununla ittifak ve ilişkiler içinde ama tutarlı demokratik tavır ve devrimci mücadele görevleri zemininde yürütülerek yapılmalıdır. Gerçek solun büyütülerek yükseltilmesi temel görev ve sorumluluktur. Burjuva faşist iktidar ve türevlerinden kurtulmanın yolu buradan geçer. Demokrasi oyunu olarak sergilenen seçimlerle bu değişim sağlanamaz ama burjuva seçimler devrimci alternatifin yükseltilmesi için taktik bir araç olarak bu mücadelede kullanılmak durumundadır…
AKP, MHP, İyi Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Fazilet Partisi, Demokrat Parti, Büyük Birlik Partisi, Perinçek’in İşçi Partisi vb. gibi en küçüğünden en büyüğüne kadar kitlelerin gördüğü ve yüz yüze kaldığı siyasi partilerin hepsi açıktan sağ ırkçı-milliyetçi partiler iken, “sol” tabela kullanan tek parti ise CHP’dir. Varlık-yokluğu belli olmayan tabela partisi DSP ise, Erdoğan’ı destekleme tavrıyla niteliğini ilan etmiş olup üzerinde konuşulması gereksiz olandır. HDP-YSP’yi saymazsak, burjuva yasal zemindeki siyasi partiler gerçekliği budur. Bu tablo karşısında geniş toplumsal kitlelerin sağ oy potansiyeli olarak biçimlenmesi bir tesadüf değildir. Tam da bu zeminde, büyük bir bölümü reformist, yasalcı, parlamentarist de olsa ve bir kısmı bu nitelik dışında tutarlı demokrat ve devrimci olan, ESP, EMEP, TİP, TKP, Sol Parti, ÖSP, SYKP, Devrimci Parti vb. gibi siyasi partilerin, özelde de Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) gibi siyasi aktörlerin yasal zemindeki örgütlülüğü son derece anlamlı olup büyük bir ihtiyaçtır. TİP’in belki geçici olarak gösterdiği ama gösterdiği gelişmenin kitlelere yansıyan boyutu, Dersim Belediyesi’nin “Komünist Belediye” olarak toplumsal kitlelerde gösterdiği etki önemlidir. Çünkü, sağ oy potansiyeli olarak biçimlenen toplumsal kitle tablosu, bu ve bunun gibi örneklerle sol ile tanışıp buluşmakta, sınırlı da olsa toplumdaki sağ potansiyelin sol potansiyele dönüşmesine hizmet etmektedir.
Hiç kuşkusuz ki, tutarlı demokratik mücadele ve devrimci alternatifin geliştirilmesi, temsil edilmesi çok daha anlamlı ve zorunludur. Ancak bunun geliştirilmesinde ilgili sol kulvar siyasi parti ve güçlerinin toplumsal kitleleri etkileme ve sola yakınlaştırma işlevleri önemlidir. Siyasi partileri sağ siyasi parti enflasyonuna boğulan bir toplumda sağ oy potansiyelinin fazlalığı anlaşılır bir durumdur. Bir de CHP’nin sol olarak algılanıp kabul edildiği düşünüldüğünde, sağın güçlü olmaması için bir sebep yoktur. Toplumsal kitleleri değiştirip gerçek solla tanıştırmalı, bu buluşmayı sağlamalıyız. Demokratik nitelikteki sol siyasi partilerin yasal zemindeki varlığı bu açıdan önemlidir. Ve evet, bunda gerçek sol/devrimci temsiliyet yaşamsal bir yere sahiptir, bu inkâr edilemez. Burjuvazinin birbiriyle mücadelesinin vardığı sonuçlar ortadadır. Düzen içi güçlerin birbiriyle mücadelesinin vardığı-varacağı sonuçlar ortadadır. Erdoğan sultasının tüm hukuksuzluklarına, keyfi yönetimine, zorbalığına, yolsuzluk ve suçlarına karşı konuşmaktan ileri geçemeyen burjuva muhalefet gerçek anlamda değişim sağlayamaz. Bunun koşulları düzen içi mücadelede yoktur. Çare devrimci güçlerdir, devrimci mücadeledir. Burjuva seçimler bunu bir kez daha çıplak biçimde gözler önüne sermiştir…
Tabela solculuğuyla gerçek sol temsil edilemez, CHP sol değildir bu bir. İki, sağla kol-kola ve sağı kılavuz alarak da sol temsil edilemez. Üç; sağa benzeyerek sol asla temsil edilemez. Bunların hiçbiri gerçek başarıya taşımaz. Başarının tek ve gerçek gücü gerçek soldur; devrimci alternatiftir! Sağla uyumlu ve sağa benzemeye gayret eden CHP “solculuğu” seçimleri kazanıp iktidara gelebilir. Cumhurbaşkanlığını kazanabilir. Ama bu iktidar sol olamaz, değildir. Komprador tekelci burjuva klikler arası bir iktidar değişiminden daha ileri bir anlamı yoktur. Sol veya demokratik duygularla CHP saflarında bulunan, yani CHP’yi sol olarak kabul edip bu bağlamda sol için mücadele eden, dolayısıyla Erdoğan-Bahçeli faşist sultasına karşı inatçı, ısrarlı ve hatta kararlı mücadele yürüten insanların bu mücadelesi elbette önemlidir. Ama daha da saygın olan CHP solculuğunu aşan gerçek solculuk ve devrimci mücadeledir…