Emperyalist patent ve koronavirüs markalı saldırı, gayri insani ve insanlığa karşı bir saldırı olarak mantık sınırlarını son haddine kadar zorlayan ve masumların tasavvur edemeyeceği kadar canavarca emeller taşıyan eski savaşın yeni hamlesidir. Lakin savaşın başında henüz kimin kazanacağı karara bağlanmış değildir. Savaş başladığında kesinlikle yıkıcı olan sonuçları tek taraflı işlemez. Savaşta tek sonuç olarak sadece kazanan ve kaybedenden bahsedilmez. Başlayan yangın önüne çıkanı ayırmadan yakıp-yıkarak ilerler. Savaş başladıktan sonra nereye evrileceği ve ne sonuçlar doğuracağı, yürütülen savaşın niteliğine, haklı veya haksız savaş olmasına, nihayetinde geniş toplumsal yığınlar ve yoksul dünya halkları tarafından desteklenip desteklenmemesine bağlıdır.
İnsanları kitlesel olarak katletmek, başka ulus ve halkların yaşadığı siyasi coğrafyalarda nüfuz kurup oraları ele geçirerek gasp etmek, dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürmek veya rakiplerine karşı tahkim ederek bu hegemonyayı büyütmek, paylaşılmış olan dünya pazarını yeniden paylaşmak, özcesi kanlı talan ve çapul üzerine kurulu tekelci kapitalist sistem ve sömürgeci tahakküm eksenli dünya gericiliği düzenini yaşatma uğruna kıtalar arası menzile sahip füzelerin üretilmesinde, kitlesel kıyım silahlarının üretilmesinde, İHA-SİHA gibi yüksek teknoloji ürünü askeri amaçlı hava araçlarının üretilmesinde, işgal-ilhak ve savaş saldırganlıklarında kullanılmak üzere akıllı füze, bomba ve mühimmat üretilmesinde, aynı askeri amaçlarla kimyasal-nükleer-biyolojik ve konvansiyonel silah üretilmesinde, yapay zeka ürünü akıllı robot ve makineler üretilmesinde, canlının kopyalanmasında, uzay teknolojisinde vb vs değim yerindeyse ‘‘eline su dökülmez‘‘ olan emperyalist kapitalist haydutlar, iş bir virüse gelince bütün üstünlük ve yeteneklerini yitirerek çaresiz kalmaktadırlar!? ‘‘Yerli aracımızı, helikopterimizi, savunma sistemimizi, füzemizi, SİHA ve İHA’mızı üretiyoruz, nükleer santrallerimizi kuruyoruz…‘‘ diyerek övünmekten geri durmayan Erdoğan ve iktidarı, mesele bir virüs ve salgına gelince tökezleyip dilini yutmaktan kurtulamıyor. Bütün gericilerin utku tutuluyor koronavirüs karşısında. Organ mafyası oluşturup genç insan ve hatta çocukları kaçırıp öldürerek organlarını alıp köhnemiş kafalarına bağlı iğrenç bedenlerine nakleden bu beyler, koronavirüs salgınına karşı çaresiz kalıyor.
Bu zümre insan öldürmek ve kitlesel kıyımlar gerçekleştirmek için SİHA-İHA üretirken, bir virüse-salgına çare-aşı üretememektedir!? Kıtalar arası akıllı füzeler üretirken ve bu füzelere karşı hava savunma kalkanı-sistemi füzeleri üretirken, koronavirüse karşı savunma üretememektedirler!? Bu ne anlama gelir? Bu beylerin ve sistemlerinin, insan yaşatmak üzerine değil insan katletmek üzerine uzman olduğu anlamına gelir. İnsan-toplumların özgürlüğü, refahı ve mutluluğu üzerine değil, emekçi sınıfların, toplumların ve nihayetinde tüm insanlığın esarete boğularak köleleştirilmesi üzerine yetenekli olduğu anlamına gelir.İşte işin bütün sırrı buradadır.
Özetle; bilimin ve tıbbın bu kişilerin elinde-kontrolünde olması da, devlet-iktidar ve sistemin bu gerici sınıfların ve siyasal olarak dünya gericiliğinin egemenliğinde olması emekçi dünya, toplumlar ve tüm insanlık için en büyük tehlikedir. Bu beylerin ahlakı da değerleri de paradan ibarettir. Bunların insanla alakası olmadığı gibi, insanlığın geleceği, özgürlüğü, refahı ve mutluluğuyla da alakası yoktur.
Biz emekçiler dünyası, bu beylerin emanetindeki emekçi ve tüm toplumsal yaşamı, insanı ve tüm insanlığı özgürleştirmek, sınırları kaldırıp dünyayı kurtarmak ve sınıfsızlığa yükseltmek için‚ ‘‘Güneşi zapt etme‘‘ cürretiyle mücadele etmek ve bu beyleri tüm tortularıyla dünyadan kazıyıp tarihin çöp tenekesine atmak durumundadır. Gelişmenin yönü devrimlerin patlak vereceğinin ip uçlarını işaret ediyor. Ne ki, emekçi dünya doğrulup ayağa kalkmadan devrimlerin kendiliğinden patlak vermesi beklenemez. İşte bunun için nesnel koşulları giderek olgunlaşan ve daha uygun şartların doğacağına tanıklık edecek olan önümüzdeki süreci sınıf devrimleriyle ilerleme rotasına koyma çabamızı yoğunlaştırmak zorundayız.
Mevcut Sürecin Bağrında Taşıdığı Siyasi Formasyonlar Tablosu Üzerine Özet Kritik
Salgın öncü-birinci dalgadır. Artçı-ikinci dalga ekonomik olarak pişen siyasi olarak koşullanan sosyal dalgadır. Birinci dalga rüşdünü ispatlarcasına kitlesel ölümlerle toplumları pençesine alma nüfuzunu sürdürüyor. Ekonomik ve sosyal yaşam dinamizmini felç edip gerçek bir duraksamayı egemen kılarak ikinci dalgayı perçinleyerek koşulluyor birinci dalganın mevcut seyri. İkinci dalga ekonomik-siyasi kriz ve devrimlere uygun koşullar ile sınıf devrimlerinin patlama olasılığı taşıyan devasa süreçtir.
Bir avuç kan emici haydut dışında, tıp dünyası ve sağlık çalışanlarıyla birlikte tüm toplumlardan insanlar, kurşun kadar ağırlaşmış ölüm baskısı altında muazzam bir mücadele vermektedirler. Bu mücadele geleceği omuzlama mücadelesine evrilebilir, evrilmek durumundadır. Hesaplanan ve hesaplanmayan gelişme emareleri tarihsel mücadelelerin büyük doğuşuna ışık tutmakta, işaret etmektedir. Fakat anın görevleri ve mücadelesi, geçici de olsa ve değişim zorunluluğuna tabi de olsa, anın koşullarıyla biçimleniyor.
Bu anlamda bütün dikkatler ve uğraşlar haklı olarak ölümcül bir kasırga gibi kasıp kavuran salgına ve mevcut ölümlere ya da salgından sakınıp ölümlerin önlenmesine odaklanmış durumdadır. Bu ne kadar anlaşılır, ne kadar haklı, gerekli ve doğru ise, salgın sonrası sürecin kaygısını taşımak ve şimdiden şartlanarak muhtemel kılınan ekonomik-siyasi şartları tasavvur ederek sosyal gelişim ya da değişimleri öngörmek de o kadar haklı, gerekli ve zorunludur. Bugünün mücadelesi es geçilemez ama yarının mücadelesi de görmezden gelinip unutulamaz.
Mevcut sürecin koşulladığı ‘‘yarın nasıl olacak/yarın ki şartlar ne olacak‘‘ sorusuyla meşgul olanların vardığı sonuçlar tartışılır da olsa, yürüttükleri sorgulama isabetlidir. Aslında yaşanan sürecin yarına ne bırakacağı veya yarına nasıl bir rota vereceği bilinmez bir sır değildir. Şayet iktidar güruhu ile bilumum burjuva hempaları, entelektüel tartışmalarla kavram kargaşası yaratıp demagojiye boğarak karartma yapmaz ise, yaşanan çıplak gerçek her kes tarafından kolayca okunup yarına tesiri açısından rahatlıkla yorumlanabilir berraklıktadır. Kim ve hangi iktidar ne karar alırsa alsın, can güvenliği tehdidiyle karşı karşıya olan emekçilere üretimi aksatmama veya durdurmama dayatmasında muvaffak olamaz. Yani, büyük sermaye ve iktidar sahipleri, süreci fırsata çevirme hesabıyla hareket edip buna dönük somut adımlar atsa da ve bencil hırsları temelinde nasıl kararlar alırsa alsın, üretim performansı aksayacak, yavaşlayacak, hatta duruma göre duracak, dolayısıyla ekonomi çöllerin kızgın kumlarında suyunu çekecek çoraklaşıp daralacak, görülmemiş krizlere gömülecek ve palyatif tedbirlerle pansuman edilip ayıtılamayacak kadar dibe vuracaktır.
Dediğimiz gibi, atlatılacak olan mevcut süreçten sonra ‘‘nasıl bir süreçle karşılaşacağız, yarın ne olacak/nasıl olacak‘‘ sorusuna verilecek yanıt için, ne ekonomist, ne siyasetçi, ne entelektüel ne de bilmem kaç forslu uzman olmaya hiç gerek yok; sade ve düz bir vatandaş olmak yeterdir ki, yaşanan duruma bakılarak yarın ne olacağı hakkında son derece doğru ve objektif yanıt bu düz vatandaş tarafından kolaylıkla verilir. İnsanların eve kapandığı, karantinaların uygulandığı, insanlar arası mesafe ve insan etkinliklerine sınırlamalar getirildiği, canını kaybetme kaygısının işini kaybetme kaygısının önüne geçtiği, adeta bir karabasanın toplumlar üzerinde hüküm sürdüğü, ulaşımın neredeyse durduğu, ticaretin, ihracat ve ithalatın devre dışı kaldığı, üretimin çok zorunlu miktar ve şartlarda yapıldığı, dolayısıyla esasta durduğu, hükümetlerin ücretli çalışanların ve tüm maaşlıların aylıklarının ödenmesi için astronomik rakamlarda ‘‘yardım‘‘ bütçeleri açıkladığı, sosyal yaşam ve yansımalarının keskin biçimde ortadan kalktığı vb vs koşullarda üretimden, ekonomiyi ayakta tutacak üretim, tüketim, ticaret, ithalat-ihracattan, sağlıklı üretim ve ekonomi döngüsünden söz edilemediği-edilmediği koşullarda, yani mevcutta başlamış olup biriken ekonomik daralma-küçülme ve krizin yarınlarda çok daha derin, keskin ve devasa boyutlarda gündeme geleceğini bilmemek mümkün mü?
Gelişmiş ülkelerde sorun nasıl cereyan eder-edecek, buna karşın daha geri ülkelerde sorun nasıl sirayet edecek? Yaşanan mevcut sürecin yarın üzerindeki objektif etkisi veya planlanan etkisi ne olacak-nasıl olacak? Birileri ‘‘üretim yapmak zorundayız‘‘ diyerek vb işçileri çalışmaya zorlarken, diğer birileri işçileri zorlamıyor hatta bir dönem maaşlarını verme taahhüdünde bulunarak mevcut üretim veye emek süreci dışında kalmalarını onaylayarak adeta olağanlaştırıyor. Evet bunlar yaşanan olağan üstü koşullar gerekçesiyle, bu görünüm altında yapılıyor ya da benimseniyor denilebilir. Fakat bunun bir rastlantı olmadığı açıkken, hegemonik güçlerin dünya sistemiyle birlikte insan yaşamını/toplumsal yaşamı biçimlendirme mizanseniyle devrede olduklarını da olasılık dışında tutmamak ve hatta bunu güçlü olasılık olarak hesaplamak da yanlış olmaz. Dolayısıyla yaşanan sürecin arka plan gerçeği nedir, bu biçimsel sebep dışında başka gerçek nedenler ve derin hesaplar var mıdır, bunu bilmek ve düşünmek durumundayız. Ki bunu düşünmek için yeterince sebep ve nesnel ip uçları vardır. Fazla aramaya gerek yok ki, emperyalist kapitalist sistem ve bunun hegemonik güçleri ve bu güçlerin dünya hegemonyasına dayalı ihtiras ve hırsları arka plan gerçeğini aramak/düşünmek için yeterli unsurlardır. (Salgının kitlesel ölümler korkusuyla estirdiği büyük tesire karşın, aynı salgının yol açtığı ölümlerin kolayca önlenebilir olduğuna dayanan iddiamız bakımından da, yaşanan sürecin hegemonik güçlerin bir mizanseninden ibaret olduğu söylenebilir.) Yaşanan gelişme süreci nasıl cereyan etmiş olursa olsun, bu sürecin toplumsal yaşam ve sistemlerde mutlak biçimde gündeme getireceği değişimler ve yaratacağı ciddi sonuçlar olacak. Bu kesindir.
Yaşanan sürecin nasıl biçimlenip neye evrileceği, neler getireceği ve nelere yol açacağı konusunda esasta iki görüş mevcuttur. Birinci görüş; dünya gericiliği sistemi ve buna bağlı siyasi iktidarların daha katı politikalara başvurarak daha despotik diktatörlüklere geçiş yapacağı/yapılacağı şeklindeki öngörüye dayanmaktadır. İkinci görüş; bu sürecin yeni bir aydınlanma/Rönesans döneminin gündeme gelebileceği olasılığını varsayan daha iyimser öngörü ya da görüştür.
İki görüş de şartlı olarak doğrudur. Mevcut süreç derin ekonomik kriz ve siyasi krizleri gündeme getirecektir. Önümüzdeki sürecin karakteri ya da gelişmeleri bu zeminde cereyan edecektir. Bu bağlamda, gerici egemen sınıfların kemer sıkma politikalarından, bunların uygulanmasını olanaklı kılan yeni baskı politikaları ile siyasi sistemlerini ayakta tutma çabası içinde olacakları sır değildir. Dolayısıyla birinci görüş genel olarak haklı ve doğrudur. Önümüzdeki süreç dünya gericiliği ve gerici iktidarların çok daha acımasız baskı ve sömürü politikalarına baş vuracağı, dolayısıyla faşistleşmenin çok daha çıplak gündeme gelip egemen olacağı beklenmesi gereken gelişme yönüdür. Elbette bu öngörüye bağlı olarak emekçi sınıfların pozisyon alması, siyasi hareketlerinin bu sürece hazırlanması diğer ve temel gereksinimdir. Zira söz konusu süreç, gericiliğin daha barbar hortlamasına tanıklık yaparken, karşıtının da objektif olarak büyüyeceği kaçınılmazdır. Örgütlü sınıf hareketi ve güçlerinin buna uygun görevlerle stratejiler oluşturup taktik politikalar geliştirmesi gereklidir, tabii olandır.
İşte ikinci görüşün haklılığı veya doğruluğu da burada gündeme gelir, gelmektedir. Bu sürecin bir aydınlanmaya da vesile olacağı esasta doğrudur. Emperyalist kapitalist sistem ve sınıflar düzeninin bu köhne yüzünün daha çıplak biçimde görülmesiyle birlikte, bu gericiliğe karşı mücadele dinamikleri de genişleyerek büyüyecektir ki, büyük kitlelerin sistem veya sınıf sistemlerini sorgulaması tüm toplumların gündemine oturacaktır. Ayrıca yaşanan sürecin toplumlarda dayanışma, yardımlaşma ve örgütlenme bilincine yol açarak devrimci kültürü geliştirip aydınlanma sürecini derinleştirmesi de tamamen gerçeğe uygundur ve hatta bu gelişmenin emareleri görülmektedir. Elbette burjuvazi bu aydınlanmanın öncüsü olmayacak, emekçi sınıflar ve geniş toplumsal yığınlar doğrudan bu aydınlanmanın dinamiği olacaktır. Burjuva sınıf iktidarlarının ağırlaşan faşist baskı ve vahşi sömürü politikaları devrimin objektif koşullarını geliştirecek, bu koşullar üzerinde devrimci sınıf hareketi ve aydınlanma süreci gelişecektir. Kısacası, ikinci görüş de bu şartla doğrudur.
İşten çıkarmalar, işsizlik, küçük işletmelerin iflası, küçük sermayelerin yutulması ve elbette tekelleşmelerin yaşanması yani büyük sermayenin daha etkin olması-büyümesi, ama buna rağmen ekonominin daralıp küçülmesi, üretimin ha keza daralıp geri çekilmesi, buna bağlı olarak ekonomik ve siyasi şartların katı baskı politikalarına koşut olarak sosyal dalgalanmalara da yol açması bugün yaşanan ağır sürecin yarına bırakacağı bazı sonuçlardandır-sonuçlardan olacaktır… Ve bu süreç insan(lar)da ve toplum(lar)da bireysel özgürlüğün mümkün olmadığı, bireysel özgürlüğün anlamsız olduğu kadar gerçekte olmadığı, bilakis toplumsal özgürlüğün, kolektif özgürlüğün mümkün olduğu bilincini de geliştirdi. (Bu sonuç, korkuya esir olan toplumda yarın doğacak psikolojik vakaların vb vs sonradan ortaya çıkıp görüleceği gibi, bugün değil sonradan görülecektir. Toplum, ‘‘bireysel özgürlük yok, toplumsal özgürlük var‘‘ fikrine bilinçli olarak ve derhal ulaşmadı ama yaşadığı tecrübe onda öyle izler bırakıp öyle şeyler öğretti ki, bütün bunlar bilinçlerde mutlaka yer edindi ve doğru zaman geldiğinde bu bilinç mutlaka açığa çıkacaktır. Zira, bireysel yaşam ve özgürlüğün mümkün olmayıp, bunun ancak toplumsal sosyal yaşam ve özgürlükle anlamlı ve mümkün olabileceğini yaşayarak gördü… Bireysel kurtuluşun anlamlı ve mümkün olmadığını yaşayarak gördü. Toplum salgının pençesindeyken, zorunlu olarak kendisi bunun dışında kalamazdı, olamazdı… İnsanlar kurtuluşun bireysel olamayacağını fevkalade tecrübeyle öğrendiler…) Evet bunun için ikinci görüş de şartlı olarak doğrudur.
Gelişmiş kapitalist emperyalist ülkeler ne yapmaktadır? Astronomik rakamlara varan destek paketleriyle işletmeleri ayakta tutup iflaslarını önlemeye, aynı zamanda işsizler ordusunun büyümemesine uygun adımlar atmakta, politikalar uygulamaktadırlar. Çalışmayanların maaşları-ücretleri ödenerek sosyal huzursuzlukların büyümesinin önüne geçmeye, muhalif ve mücadele dinamiğini denetimde tutmaya çalışmaktadırlar vb vs… Fakat bu adımların gerçek anlamda ekonomik-siyasi kriz ve sosyal patlamaları önlemeye yetmeyeceği açıktır. Yaşadıkları üretim ve elbette tüketim daralması istisnasız olarak ekonomiye yansıyarak şu veya bu oranda ekonomik kriz ve dar boğazlara neden olacaktır. Varsayalım ki, mevcut politikaları işsizlik sorununu vb belli oranda çözerek kontrol edilir düzeye çekmekte başarılı oldu. Fakat beslendikleri geri-bağımlı ülkelerde yaşanan krizler kaçınılmaz olarak bu ülkelere-ekonomilere de yansıyacaktır. ‘‘Küçük köy‘‘ haline getirerek iç içe geçmiş ekonomi ve ilişkiler gerçeği düşünüldüğünde, bağımlı geri ülkelerde-pazarlarda yaşanan üretim daralması ve ekonomik küçülme-büzülme ve krizler önemli oranda bu kapitalist emperyalist ülkeleri de etkileyecektir. Dahası, iç içe geçmiş bu sistemde, kapitalist emperyalist dünyanın parçası olan kimi kapitalist ülkelerin daha şimdiden derin krizlerin içine gireceği(girdiği) belirirken, genel sistemlerinin ve elbette bu sistemin parçası olan ekonomilerin de krizle tanışması kaçınılmaz görülmektedir. Zaten gündemden tam olarak kalkmayan dünyasal ölçekli ekonomik kiriz koşulları, mevcut süreçle birlikte daha da ağırlaşarak küresel kriz ve hatta bunalımlara yol açmaya adaydır.
Bu koşullar dünya çapında sosyal patlamalar, sınıf hareketleri ve devrimlerine uygun şartlar sunarak tetikleyecektir. Burada önemli olan sorun, bu şartlardan kimin yararlanacağıdır veya hangi sınıfların yararlanma olasılığı daha güçlüdür. İşte temel mesele budur! ‘‘Her şerhte bir hayır vardır!‘‘ İnsanlar öldü, ölmeye devam ediyor!!! Bunu siyasi hesaplar uğruna sevinçle karşılamak ahlak yoksunluğu ve gayri insaniliktir. Fakat, ölümler ve büyük ölümler nedeniyle kesinlikle yaşanmasını istemediğimiz ve yaşanmasından büyük üzüntü duyduğumuz bu salgın sürecinin, insana, canlıya, doğaya ve tüm dünyaya karşı her türlü pervasızlığı sergileyen, onu bencil hırs ve ihtiraslarına feda eden doğa ve insanlık düşmanı egemen gericiliğe, sistemlere ve gerici iktidarlara karşı bir uyanışa vesile olması ile birlikte; üretim ve tüketim hoyratlığının ciddi ölçülerde sınırlanıp düşüş göstermesiyle ve insanların eğlence toplumu çılgınlığından uzak kalmasıyla, evine kapanıp sosyal aktivite, ulaşım vb vs faaliyetlerini son derece aza indirmesiyle(hepsini zorunluluktan da olsa yapıyor), çevre ve doğanın kirlenmesi, ozon tabakasına zararlı gaz salımının azalması, dolayısıyla doğanın kısmen de olsa temizlenmesi veya dünya ve eko-sistemin kendisini onarma fırsatı bulması itibarıyla vb vs. ‘’yaşanan her şerhte bir hayır vardır’’ diyebiliriz. Lakin, farkımız şu ki, ‘’hayır’’ için ‘’şerh’’ bekleyemeyiz, isteyemeyiz ve ona bel bağlayamayız. Daha da önemlisi, bizler her şeyde iyi ve kötü yanların olduğundan hareket ederiz; ‘’şerh’’ isteyerek ‘’hayır’’ umma durumunda olamayız. Bilakis, ‘’şerhleri’’ insan ve toplumların yaşamından çıkarmak için mücadele edip savaşmaktayız. Savaşmalıyız, savaşırız!