Son 10 yılda altı baraj ve HES inşa edilen Dersim’de yöre halkı ve doğa savunucuları madencilik, avcılık, kutsal kabul edilen gözelere yapılmak istenen ‘peyzaj’ çalışmaları ve kontrolsüz turizme karşı ortak mücadele yürütüyor.
Türkiye’de doğası en çok tahrip edilen illerin başında Dersim geliyor. Bölgede son 10 yılda altı baraj ve Hidroelektrik Santral (HES) projesi tamamlanarak enerji üretimine geçildi. Dersim’in doğal sınırlarını oluşturan Karasu ve Peri çayları üzerinde yapılan projelerle ilin etrafı göllerle çevrelendi. Ovacık Mercan Şahverdi-Işıkvuran bölgesinden başlayıp Pülümür Hel Dağları ve Bağır Dağı eteklerine kadar uzanan (Eskigedik-Karagöz-Hasangazi-Kırklar) hat boyunca da kontrolsüz ve denetimsiz onlarca alanda maden arama faaliyetlerine devam ediliyor.
Bölgede süren doğal ve ekolojik yıkım sadece HES’ler, barajlar, maden arama faaliyetleri ile sınırlı da değil. Anadolu’nun bu kadim kentinde aynı zamanda inanç merkezleri üzerindeki rekreasyon peyzaj projeleri, atık su alt yapı tesislerinin bulunmaması nedeniyle sulara akıtılan atıklar, kontrolsüz turizm faaliyetleri, orman yangınları ve yaban hayvan avcılığı gibi girişimler her geçen gün kentin ekosistemine daha fazla zarar veriyor.
2017’de başta halk olmak üzere hukukçular, sanatçılar, inanç önderleri, siyasi parti temsilcileri, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri bir araya gelerek, bölgenin büyüleyici doğal güzellikleri, tarihi mekanları, endemik türler ve zengin bitki örtüsünü korumak ve doğa yıkımını engellemek amacıyla Munzur Özgür Aksın Meclisi adıyla bir çatı örgüt kurdu. Meclis temsilcileri ile yöre halkının yürüttükleri doğa ve hukuk mücadelelerini Yeşil Gazete için konuştuk.
Milli Park’ta kaçak HES
1971 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Milli Park olarak ilan edilen Munzur Vadisi’nde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Munzur Vadisi Master Projesi ile 1983’de tam da Milli Park sahasının içinde dört baraj, altı HES projesi projelendirildi.
Milli Parklar Kanun ve Yönetmeliği’ne göre Milli Parkların Uzun Devreli Gelişim Planı yapılıp onaylanmadığı sürece herhangi bir baraj ve HES projesine izin verilemiyor. Ancak bu plan yapılıp onaydan geçmemesine rağmen 1985 yılında Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları dâhilinde, milli parkın temel kaynak değerlerinden olan Mercan Deresi üzerinde bir de “kaçak HES” inşa edildi. HES, 2003 yılında bölgede enerji üretimine başladı.
Plan onayı olmayan inşaata karşı çıkan ve 18 Mart 2010 yılında ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunduklarını belirten Dersim Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Girişimi Sözcüsü, Avukat Barış Yıldırım, kaçak HEs’le ilgili hukuki sürecin halen devam ettiğini söylüyor.
Aynı dönemde, Munzur Milli Park’ında baraj yapımını engellemek için hukuksal girişimler de başlatılmış. 2008 yılında, bölgenin 1. derece doğal sit alanı kriterlerini taşıdığı tespit edilmesine rağmen, halen bu kapsama alınmadığını belirten Yıldırım, sit alanı olarak tescil edilmesi halinde baraj ve HES’lerin hayata geçirilemeyeceğini, bunun için açtıkları davaların da sürdüğünü kaydediyor.
Baraja karşı dokuz yıl süren hukuksal mücadele
Munzur Vadisi Milli Park’ında, dönemin Orman ve Su İşleri Bakanlığı (şu anda Tarım ve Orman Bakanlığı) ile şirketlerin HES ve baraj inşa etme ısrarından vazgeçmemeleri dokuz yıl süren bir davanın konusu oldu. 28 Ocak 2010 tarihinde, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Lisans Yönetmenliği çerçevesinde vadide gerçekleştirilmek istenen en büyük baraj projesi durumundaki Konaktepe Barajı ve Konaktepe HES I ile HES II projelerinin hayata geçmesi için onay verdi. Baraj projesine karşı yürütmenin durdurulması ve iptal edilmesi istemiyle açılan dava, Danıştay 13. Dairesi’nde görüldü. Daire, baraj yapına karşı itirazları haklı bularak yürütmenin durdurulmasında karar kıldı. Danıştay’ın kararında, Milli Park olan Munzur Vadisi’nde baraj inşa edilebilmesi için kanunda öngörülen şartların gerçekleştirilmediği, Milli Parklar Kanunu’nun 14’üncü maddesine göre, Milli Park sayılan yerlerde herhangi bir tesis inşa edilebilmesi için ÜSTÜN KAMU YARARI’nın bulunması gerekmesine rağmen, bu yararın ortaya konulamadığına dikkat çekildi.
Hukuki süreç devam ederken dönemin Çevre ve Orman Bakanlığı (şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı), planlanan barajlarla ilgili 10 üniversiteye raporlar hazırlattı.
Sonraki süreci Avukat barış Yıldırım şöyle anlatıyor:
“10 üniversite rapor verdi. Bu raporlar, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin inşaat ve çevre mühendislikleri bölümlerinde bütünleştirilip sentez raporuna dönüştürüldü. Sentez raporda, Munzur’a baraj yapılmasının herhangi bir çevresel etkisinin olmayacağı, Türkiye’nin enerji ihtiyacının bulunduğu, kamu yararının burada bu baraj projelerini yapılmasında olduğu ifade edildi. Bunun üzerine dönemin Çevre ve Orman Bakanlığı, Milli Parklar Kanunu’na göre bölgenin tamamında baraj yapımına olanak veren üstün kamu yararı kararını çıkardı. Bu karar olmadan milli parklara baraj yapamazsınız. Türkiye’de 45 tane milli park var. Bu kararın ilk defa alındığı milli park, Munzur. Biz de kararın iptali için dava açtık. Dava yaklaşık olarak dokuz yıl sürdü. Netice itibari ile Ankara 3. İdare Mahkemesi de, 2018/1679 sayılı esas kararında Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içerisinde baraj ve HES yapımına olanak veren, bakanlığın üstün kamu yararı kararını iptal etti.”
Bütün çabalara rağmen Dersim’de 80’li yılların başından bu yana dört baraj ve altı HES’in yapımı tamamlanarak, işletmeye açıldı: Mercan HES’i, Uzunçayır Barajı ve HES’i, Dinar HES’i, Tatar Barajı ve HES’i, Seyrantepe Barajı ve HES’i ile Pembelik Barajı ve HES’i.
Madencilik projeleri
Dersim bölgesinde ekolojik sorunlar HES ve barajlarla sınırlı da değil. Munzur Havzası’nda 143.357. 87 hektarlık bir sahada dördüncü grup madencilik planları yapıldığını öğrendik. Özellikle altın, gümüş, molibden, krom madenciliği projeleri, devasa ormanlık alanların tamamına yakınını tehdit ediyor. Söz konusu maden arama faaliyetleri için Tunçpınar Madencilik Şirketi’ne beş ayrı sahada ruhsat verildi.
Tunçpınar Madencilik, ABD’li Alacer Gold ve Çalık Grup’un ortak şirketi. Uzun yıllardan beri Dersim’de maden arama çalışmalarını sürdürmekte olan şirketin, yürüteceği projelerin şunlar:
- Birinci saha ruhsat alanı: Ovacık Topuzlu Köyü. Ruhsatlandırılan alanın büyüklüğü: 7024,46 hektar yani 70.240 dönüm. Çıkarılması planlanan madenler: Altın, bakır ve molibden. Haritadan silinecek alanlar: Cevizlidere, Karataş ve Söğütlü köyleri
- İkinci saha ruhsat alanı: Ovacık Karayonca Köyü. Ruhsatlandırılan alanın büyüklüğü: 11.625,72 hektar yani 116.250 dönüm. Çıkarılması planlanan madenler: Altın, bakır ve molibden. Olumsuz etkilenecek alanlar: Aşlıca, Sarısaltık, Kurukaymak, Yüceldi, Buzlutepe ve Uzundal köyleri
- Üçüncü saha ruhsat alanı: Ovacık Karaoğlan Köyü. Ruhsatlandırılan alanın büyüklüğü: 1071,88 hektar yani 10. 710 dönüm Çıkarılması planlanan madenler: Bakır, kurşun ve çinko. Olumsuz etkilenecek alanlar: Doludibek ve Aktaş köyleri
- Dördüncü saha ruhsat alanı: Ovacık Topuzlu Köyü. Ruhsatlandırılan alanın büyüklüğü: 6521,51 hektar yani 65. 210 dönüm Çıkarılması planlanan madenler: Bakır. Olumsuz etkilenecek alanlar: Halitpınar, Karataş, Kozluca, Bilgeç köyleri.
- Beşinci saha ruhsat alanı: Tunceli Geyiksuyu Köyü. Ruhsatlandırılan alanın büyüklüğü: 17.107,30 hektar yani 171, 070 dönüm Çıkarılması planlanan madenler: Bakır ve gümüş. Olumsuz etkilenecek alanlar: Geyiksuyu, Atadoğdu, Taşıtlı, Uzundal, Karaoğlan, Aşlıca, Garipuşağı, Aktaş, Elgazi ve Aktaş köyleri.
Dersim’de büyük ölçekli maden arama çalışması yürüten şirketlerden biri de Pertek bölgesinde değerli madenler için ruhsat almış olan Kanada merkezli Tigris Eurasia adlı madencilik şirketi. Şirket, Türkiye’deki hisselerini en son olarak Ravello Investment Group Limited’e devretti. Bundan böyle Pertek projeleri Amerika merkezli firma tarafından yürütülecek.
Av. Barış Yıldırım, bu beş ayrı ruhsat sahalarından biri olan Sin bölgesindeki projeyle ilgili dava açtıklarını söylüyor. Yürütülen maden çalışmalarına ilişkin bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan raporda da, Munzur havzasının flora ve fauna yapısı itibari ile çok güçlü tür çeşitliliğine sahip olduğu, bölgede Anadolu parsının göründüğüne dair işaretler bulunduğu, yöredeki endemik bitki sayısının Hollanda’dekinden fazla İngiltere’dekine neredeyse eşdeğer olduğu tespit edilmiş durumda.
Kanalizasyon atıkları Munzur’a karışıyor
Bölgede güçlü akarsu ekosistemi bulunmasına rağmen biyolojik atık su arıtma tesisleri yok. Munzur Gözeleri/nden itibaren tüm köylerin ve Ovacık ilçesinin bütün biyolojik atıkları ve kanalizasyonları hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan Munzur suyuna karıştığını ifade eden Yıldırım, Pülümür bölgesi ve diğer ilçelerde de durumun farklı olmadığını belirterek şöyle devam ediyor:
“Kültürel ve doğal mirası korumak istiyorsak öncelikle bu akarsuların ekosistemini korumak zorundayız. Bunu da öncelikle belediyelerimizin ve İl Özel İdaresi’nin yapması lazım. Ovacık’ta sadece dünyada Munzur’da habitatı bulunan bir alabalık türü var. Rize Tayyip Erdoğan Üniversitesi akademisyenleri ve bir yabancı akademisyen tarafından 2007 yılında Munzur alabalığı olarak tespit ve tescil edildi. Bu su bu şekilde kirletilmeye devam edilirse başta söz konusu alabalık popülasyonu olmak üzere Munzur Havzası’nda habitatı bulunan canlıların tümünün nesli tehlikeye girecek. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi olarak bilinen Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarını Koruma Sözleşmesi’ne aykırı.”
Gözelere ‘peyzaj’
Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarının Koruma Bölge Kurulu tarafından 2003 yılında 1. derece sit alanı olarak ilan edilen Munzur Gözeleri’ne yönelik 2 Haziran 2020 tarihinde, rekreasyon peyzaj projesi ihalesi yapıldı. Bu alanların bilimsel çalışmalar dışında aynen muhafaza edilmesi gerekiyor. Ancak gözeler piknik alanı, mangal alanı, açık hava restoranı olarak kullanılmak isteniyor. Yıldırım, “Bu alanlarda peyzaj etkisini, siluet etkisini, topoğrafyayı, jeolojiyi bozacak hiçbir faaliyete izin verilemez. Fakat maalesef kamu görevlileri ve yetkilileri bu güne kadar hiçbir önlem almadı. Bu yasak faaliyetlerinin tümü orada yapıldı. Oranın bir sit alanı olduğunu belirten bir tabela bile yok. Alan koruma kılavuzunun olması gerekiyor, o da yok. Şimdi bu projeyle orası tamamen insan etkileşimine açık hale getirilecek” diye konuşuyor.
Gözelerde yapılmak istenen projeye dair itirazlar şöyle:
- Bölge Alevilik açısından kutsal bir alan. İnanca ilişkin ritüeller dışında hiçbir insan etkileşimine izin verilmemesi gerekiyor.
- Bölge 1. Derece sit alanı. Sit alanlarında ne yapılaşma ne de insan baskısı olabilir. .
- Bölge endemik Munzur alabalığının yumurtladığı bir saha. İnsan etkileşiminin artışı alabalık popülasyonunu zedeler, neslini tehdit eder.
- Bölgede biyolojik su arıtma tesisleri yok. Etkileşimin artırılması sudaki kirlilik yükünü artırır, su ekosistemini bozar.
- Proje; Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli 1/100.000 ölçekli çevre planına da aykırı. Gözeler Milli Park sınırlarında olmamasına karşın, Milli Park’ın temel kaynak değeri, Munzur Suyu’nun da kaynağı. Oradaki herhangi bir beşeri hareket, Milli Park ekosistemini de olumsuz etkiler.
‘Doğa mülk değil haktır’
Koruma altında olan tabiat alanlarından Halvori Gözeleri’ne de bungalov ev tipi otel işletmeciliği için süreç başlatıldı. Dersim Demokratik Alevi Dernekleri Eş Başkanı Musa Kulu duruma tepkili: “Halvori Gözeleri gibi onlarca, yüzlerce kutsal yerimiz var. Ocaklarımız, ziyaretlerimiz ve nişangâhlarımız var. Bin yıllardır bu topraklarda insanlar yaşamı da kutsallarıyla yaşıyor. Barışını da, toplumsallığını da, adaklarını da, kurbanlarını da bu kutsallarda yapmışlardır. Bu kutsal mekanlarımız da söz verildi mi dönüşü yoktur. Çünkü bütün evrene söz vermiş oluyorsunuz. Yaşama söz veriyorsunuz. Kutsallarımıza söz verdiğiniz zaman o artık dönüşü olmayan bir ikrardır. Siz ikrar verdiğiniz zaman, bu topraklardaki barışın, evrenle barışın, ağaçla, suyla, toprakla, havayla ikrarlaşmayı yaşıyorsunuz.”
Yaşanan pandemi sürecinde kapitalizmin kutsallara saldırısının insanlığı uçurumun kenarına getirdiğini kaydeden Kulu, şöyle devam ediyor: “Koronavirüs hastalığı gökten yağan bir şey değil. Bu yaşamın içindeydi. Ama biz dünyayı metalaştırıp paraya çevirdiğimizde toprağı, ormanı, suyu, ağacı kendi malımız gördüğümüz andan itibaren tabiat refleks gösteriyor. İnsanlık belki zenginleşmek, belki mülk sahibi olmak için çok bencil davranabilir ama şu unutulmamalı ki bu bencilliğimizle evreni yok ediyoruz. Evren yok olduğunda bütün insanlık yok olacaktır.Bugün Dersim coğrafyasından devlet eliyle kapitalizmin kar amacıyla bütün kutsallarımıza dokunuluyor. Bütün kutsallarımız bir rant kapısı yapılmaya çalışılıyor. Suyumuzu, toprağımızı, ormanlarımızı, ormanlarımızın içindeki endemik bitkilerimiz yok ediliyor. Dersim’de sadece kutsallarımıza dokunulmuyor. Dağlarımıza dokunuluyor. Ormanımıza ve ormanlarımızda yaşamını sürdüren ve bu toprakların bir parçası olan dağ keçilerine, kurduna, sansarına, alabalığına dokunuluyor. Yani kelimenin tam anlamıyla doğamızla birlikte geleceğimizi yok eden bir yaklaşım var.”
Kulu, doğalarının sömürülmesi ve talan edilmesini kabul etmeyeceklerini ve bu duruma göz yummayacaklarını söylüyor: “Geleceğimizi yok ettiğimizin farkında olmalıyız. Onun için bu doğadaki talana karşı çıkmalıyız. Biz inancımızın gereğini yapacağız. Bizim inancımız barıştır, kardeşliktir, söz söylemedir, cümle kurmadır. Biz sözümüzü söyleyeceğiz. Buraların bizim kutsalımız olduğunu söyleyeceğiz. Onlar inatla bizim kutsalımız olan doğamıza karşı bir savaş yürütürlerse bizde, gerekirse tüm ruhumuzla bedenimizle bunun karşısında olacağız. Bizi aşabilirler ama aştıkları zamanda insanlığı ve kendilerini yok edeceklerini bilmeleri gerek. Biz Cem’lerimizde iki insanı almayız. Birincisi insanlara kıyanları, ikincisi avcıları.
Dersim halkı: Gözelerimize, kutsallarımıza dokunmayın
Halvori Gözeleri’nde peyzaj çalışmalarına bölge halkı da tepkili. Gözelerin iyi ve kötü günlerinde ziyaret ettikleri ve sığındıkları bir yer olduğunu söyleyen Dersim’li Nurşat Yeşil, tarihi ve dini mekanın kendileri için önemini şöyle ifade ediyor: “Halvori Gözelerindeki, kayalıklar otuzsekiz kayalıkları olarak anılıyor. Ayrıca temiz su kaynaklarının olduğu bir yer. Burada asimilasyonla doğal ortam yok edilmeye çalışılıyor. Betonlaştırılmaya çalışılıyor. İnanç yerlerimiz yüzyıllardır nasıl kalmışsa şimdi de aynı kalmasını istiyoruz. Oradaki insan baskısı elbette ki azaltılsın ama doğal dokusuna dokunulmasın. Olduğu gibi korunsun.”
Gözelerde peyzaj projesine ve otel yapımına karşı oldukları söyleyen Nurgül Yalay da, “Herşeyden önce doğamıza hep birlikte sahip çıkmalıyız. Buranın ticarileşmesini ve burada çevre kirliliği istemiyoruz. Burası bizim tarihsel hafıza merkezimizdir” diyor. Gazeteci Caner Canerik ise şöyle konuşuyor: “Aleviliğin doğa ile özdeş bir inanç olduğu için değerli görülen birçok yer kutsal atfediliyor. Bugün buralar ranta çevrilme, dışarıya açılmayla birlikte inanca bir saldırı var. Rant kaynaklı olsa da inanca saldırının bir parçası olarak düşünmeden edemiyor insan. Görünüşte bakılırsa bir ekonomik rant olarak düşünülüyor. Burada yerli ve dışardan olanların rant sağlayarak bir paylaşım içindeler. Bu çok gündeme getirilen bir şey değil. Mekânsal olarak bu saldırıların sadece inançsal değil kültürel olarak ta büyük bir saldırı var.”
CHP’li Şaroğlu: Ekonomik çıkar için doğa girdisi
Bölge doğasına dört bir yandan yapılan saldırı milletvekillerinin de tepkisine yol açıyor. İktidarın çevreyle bir ilgisi olmadığını, doğaya tamamen ekonomik çıkar girdisi olarak baktığını belirten CHP Dersim Milletvekili Polat Şaroğlu’nun görüşleri şöyle:
“AKP iktidarınca çevre meseleleri dikkate alınmadan kanunlar çıkarılıyor. Dersim’de çevre sorunlarına ilişkin sorunları meclis gündemine taşıyoruz. Munzur Gözeleri’nde yapılan peyzaj çalışmaları ne buradaki sivil toplum kuruluşlarının ne de herhangi bir kurumun görüşü alınmadan ihalesi yapıldı. Bunu bir araştırma önergesi olarak Meclis’e sunduk. Yeni gelen valimizle de bu konuyu görüştük. Yeniden ihalesi yapılan peyzaj projesi 1. derece bir sit alanıdır. Orası ayrıca buradaki ve tüm dünyadaki Aleviler için bir “serçeşmesidir.” Burayla ilgili herhangi bir şey olduğunda gerek sivil toplum örgütleriyle gerekse diğer siyasi partilerle görüşüyoruz ve gereken çalışmaları yapıyoruz.”
HDP’li Önlü: Vadi yok olacak
HDP Dersim Milletvekili Alican Önlü de HES’ler, barajlar, maden arama faaliyetleriyle Dersim coğrafyasının iki önemli mekanizmanın saldırısı altında olduğunu belirtiyor: “Bunlardan birincisi Kürdün kültürüne, inancına, diline ve doğasına düşman olan siyasal iktidarlardır. İkincisi ise kapitalizmin yürütücüsü olan sermayedir.”
Bunların birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini kaydeden Önlü, “Yapılan ve yapılması planlanan baraj projeleriyle Türkiye’nin en büyük milli parklarından olan Munzur Vadisi gelecekte tamamen yok olacaktır. Baraj sularıyla ortaya çıkacak gölleşme, zamanla bölgenin iklimini değiştirecek, kar yağışı azalacak ve kaynak sularının azalması, tamamen kuruması ve bir süre sonra da Munzur Gözeleri’nin yok olmasına neden olacaktır. Yapılması planlanan barajların daha ömürleri dolmadan vadinin yok olacağını baraj yapılan yerlerden biliyoruz. Bu deneyimlere ve tarihsel hafızaya sahibiz.”
“AKP-MHP ittifakı bu coğrafyada canlı cansız var olan tüm doğasına düşmandır” ifadelerini kullanan Önlü, sadece Dersim’de değil, tüm Türkiye’de gerçekleştirilen doğa tahribatlarına dikkat çekiyor: “Karadeniz’de termik santraller ve HES’ler ile derelere ve yeşile; Kazdağları’nda madenler için koca bir doğaya; İstanbul’da köprüler ve havalimanları için nefes alınacak ormanlara; Ege’de jeotermaller ile incir ağaçlarına, bağa ve bostana; Akdeniz’de nükleer santral ile toprağa, geleceğe, denize; bölgemizde ise savaş ile Hasankeyf’e, Cudi’de ve Munzur’da ormanlara düşman bir iktidar ile karşı karşıyayız. Bu düşmanlığın tamamen AKP’ye has tarafları da var. O da sadece bu doğa talanını ülke içindeki yandaşlarına değil yanı sıra yabancı dostlarına da peşkeş çekiyor. Dolayısıyla mili ve yerlilik masalı okuyanların ülkeye en fazla düşmanlık yapanlar olduğunu görüyoruz.”
HDP’li Önlü, Dersim’de doğa, inanç ve kültür birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguluyor. Raye Haq inancı gereği, dağların, ağaçların, suların, canlı görülerek kutsanmasının tarihin en eski ritüellerinden olduğunu belirten Önlü, doğaya yönelik her saldırının aynı zamanda inanca ve kültüre yönelik olduğuna işaret ediyor. Halvori gözelerine turistik tesis açılmasının yaratacağı ekolojik yıkımın yanı sıra inançla ilgili ve kültürl tahribatın yanı sıra tarihsel hafızayı da yok etme amacı taşıdığını söyleyen Önlü “Dersim’de barajlar, HES’ler ve orman yangınlarıyla aslında inanç ve kültür yok edilmek istenmektedir. Bir inancın ibadet yerini yok edersen o inancı da yok edersin. Dersim’e özel olarak uygulanan ve diğer bölgelerden farklı yürütülen çalışmalar bunlardır” diyor.
“Dersim bir kültür coğrafyası”
Dersim’de yaşamını sürdüren sanatçı Metin Kahraman bölgede bugün 145 dağın satılmış ya da parsellenmiş durumda olduğuna, 145 maden firmasının ise zamanı beklediğine dikkat çekiyor.
Yaylaların, devlet tarafından başka il ve bölgelerden gelen sürü sahiplerine kiraya verilmesine ve son çıkarılan yasalarla geçimini hayvancılıkla sağlayan Dersim köylülerinden ek vergi alınmasına da tepkili Kahraman. Yaylalarının satılarak ticari alana çevrildiğini, Anadolu’nun hiçbir yerinde insanların devlete ayrıca koyun başına ücret ödemediğini anlatıyor: “1993’ten sonra Pülümür bölgesindeki yaylalarda aklımızın alamayacağı kadar büyük paralar döndüğünü öğrendik. Ayrıca dışarıdan gelen sürü sahiplerinin neden olduğu aşırı otlatmadan kaynaklı, doğal bitki örtüsü de yok oldu gibi.”
Sanatçı, yıllardır bölgeye yapılmak istenen barajlar ve HES’lerle uğraştıklarını anlatarak Dersim’deki kutsal mekânların İbrahim Peygamber’le anıldığını hatırlatıyor: “Kadim zamanlardan beri Dersim’in bir kaderi var. O da kutsal mekanlara, dergahlara ev sahibi olmasıdır. Aynı şekilde Hristiyanlar için de önemli eski bir mekandır. 1930’lu yılların başına kadar bölgede önemli oranda Ermenilerle birlikte yaşadık. Dersim’de Ermeni mirangahları var. Kadim zamanların ocak zadeleri. Onların da kutsal mekânları, bize benzeyen doğayı eksen alan ziyaretler var. Biz çevre mücadelesi verenler, bugün madenler var ona karşı koşturdum yarın HES’ler var ona koştur, ne bileyim yetiştiremiyoruz artık. Yapmamız gereken topyekûn Dersim’in bir kültür coğrafyası olduğunu Türkiye kamuoyuna kabul ettirmek.”
‘Avcılık faaliyetleri durdurulmalı’
Dersim’in doğal hayatının parçalarından olan hayvanlar da insanın elinden kurtulamıyor. Avcılık faaliyetlerinin uzun süredir devam ettiği bölgede, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden ve il dışından gelen avcılar, Çemişgezek, Aliboğazı, Munzur Vadisi ve Pülümür’de ya açılan ihalelere girerek ‘yasal’ ya da doğrudan kaçak yollarla, yörede kutsal kabul edilen ve “Xızır’ın davarı” olarak adlandirılan dağ keçilerini avlıyor. Daha önce kentte avcılığın yasaklanması için imza kampanyası başta olmak üzere çeşitli eylem ve etkinlikler düzenlenmişti. Doğa ve çevre aktivistlerinin tepkileri üzerine 2019 yılında dağ keçilerinin avlanması valilik tarafından yasaklandı.
Buna rağmen, geçtiğimiz günlerde Tarım ve Orman Bakanlığı 15. Bölge Müdürlüğü, yeni bir ihale açtı. Özellikle sosyal medyada büyüyen tepkiler ve başlatılan kampanyalar üzerine, ihale şimdilik durduruldu ve bilirkişi incelemesi yapılacağı belirtildi.
Doğa ve çevre aktivisti, arkeolog Serdar Duman, özellikle Çengel Boynuzlu ve Bezuvar adında iki tür dağ keçisi ile UR Kekliği ve domuzların avcıların hedefinde olduğunu anlatıyor. Aliboğazı, Salördek, Darıkent, Gökçek, Büyükyurt, Çıralı, Derindere ve Kocatepe’yi kapsayan geniş bir bölgede yapılması planlanan avcılık faaliyetini, tüm yöre halkı olarak asla kabul etmediklerini ifade eden Duman, yaban hayvanlarının olduğu bölgelerdeki insan hareketliliğin önüne geçilmesi gerektiğini söylüyor: “İnsan evladı günümüzde neden avlanma ihtiyacı duyuyor, bunu anlamak mümkün değil.”
Doğa ve çevre aktivisti, arkeolog Serdar Duman.
Duman, halihazırdaki baraj, HES, maden sahaları, yanlış biçimde yapılan yollar nedeniyle bölgede hayvan popülasyonunun giderek azaldığına dikkat çekiyor: “Bunun önüne geçilemezse bazı türlerin nesli tükenecek. Birçok insan zevk için avlanıyor ve bunun için özellikle “yasal avcılar” binlerce dolar harcıyor. Hiç kimse başka bir canlı üzerinde hak sahibi değildir. Her canlı doğanın bir parçası ve bu canlılar içerisinde doğaya faydası olmayan tek canlı insandır. Yaban hayvanlarının beslenme, üreme ve barınma dışında bir ihtiyacı yoktur. İnsanlar gibi doğayı sömürmezler. Tam tersine doğada bir denge sağlarlar.”
Orman yangınları
Dersim, günlerce süren büyük orman yangınlarıyla da gündemde. Son olarak Hozat’ta 10 gün süren yangın ile Munzur Vadisi Park içinde olan bir bölgede çıkan yangın haberleri medyada yer aldı. Yangınların en büyük nedeni, diğer yerlerde olduğu gibi insan faktörü.
Dersim’deki yangınların en büyük nedeninin insan eliyle bilinçli ya da bilinçsiz çıkan yangınlar olduğunu belirten Duman, bölge özelinde yaşanan orman yangınlarına ilişkin şunları söylüyor: “Bir doğa aktivisti olarak uzun zamandır yangınların söndürülmesi için diğer çevre gönüllüleri ile birlikte çalışıyorum. Yangınları kontrol altına almaya gittiğimizde birçok sorunla karşılaşıyoruz. Ekipman yetersizliğinin yanısıra, bazı bölgelerin geçici güvenlik bölgesi olmasından kaynaklı izin verilmemesi ya da geç izin verilmesi ve deneyimli personelin yetersizliği en başta gelenlerden.”
Dersim’in bitki çeşitliliği yaban ve hayatı açısından Dünya’daki ender yerlerden biri olduğunu kaydeden Duman, doğal hayatın korunmasında en başka Dersim halkı ve aktivistlere görev düştüğünü anlatıyor:
“Çeşitli platformlarda bir araya gelinmeli, dünyada olan çevre örgütleri ile birbirinden haberdar olunmalı, olumsuz bir durumda beraber hareket edilmeli. Doğamız, tarihimiz, kültürümüz kapitalist zihniyet tarafından yok edilmeden tepkimizi en başından ortaya koymalıyız. Hasankeyf yok edilmeden daha planlama aşamasında tepkimizi ortaya koymalıydık. Kazdağları örneği, Karadeniz’de yaşananlar, Dersim’deki barajlar, ihaleye verilen maden sahaları örneklerinde olduğu gibi, en başında örgütlü karşı duruş sergilemezsek, daha fazla yıkım göreceğiz. Sermayeyi önceleyen, doğayı umursamayan kapitalist mantığın karşısında Covid-19 salgını sürecinde doğaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ortaya çıktı.”
‘Ekoturizm bir safsatadır’
Milli Parklar 1. derece sit alanları ve muhafaza ormanları mevzuatına göre ancak profesyonel turist rehberi ve tıbbi yardım yapabilecek bir uzman kişiyle gezilmesi gerekiyor. Fakat bu gibi önlemler alınmaksızın kontrolsüz çevre gezileri yapılıyor. Doğa gezisi yapanların ve turistlerin çektikleri fotoğrafların istemeden doğaya ve çevreye olumsuz etkilerinin olduğunu belirten Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişim Sözcüsü Avukat Barış Yıldırım “Dersim’de henüz bakir olan, pek çok insanın hatta yöre halkının bile gitmediği sahalar var. Çevre gezileri bu sahaları teşhir ediyor” diyor. 2010 yılından beri Milli Park alanlarına, Sit alanlarına, Muhafaza ormanlarına gelişi güzel girildiğini belirten Yıldırım manzarayı şöyle anlatıyor:
“Her taraf çöp şu an. Endemik bitki türleri teşhir ediliyor. Bazı endemik bitki türleri aynı zamanda kozmetik sektöründe, ilaç sektöründe kullanıldığı için şirketlerin de dikkatlerini çekiyor. Bu yapılanlar çevrecilik değil. Bu gezilerin fotoğraflanmaması gerektiğini düşünüyorum. Ekolojik ve biyolojik ortamların habitatlarına girilmesi aslında yasak.
Örneğin her türlü fotoğrafı çekilen dağ keçileri, avcıların da iştahını kabartıyor. Doğa gezileri de ticari gezilerdir. Doğanın fotoğraflanması, toplu halde gidilip bitkilerin üzerine basılmasına karşı çıkıyorum. Bu, yaban hayatı faunasının rahatsız edilmesidir. Doğa turizmi diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ekoturizm bir safsatadır diyorum. Ekoturizm doğanın yıkımıdır ve yağmalanmasıdır.
Karadeniz’de de bunun örneklerini görüyoruz. Fırtına Vadisi doğal sit alanı. Ayder Yaylası’nın her tarafı yapılaşma doldu. Binalar, oteller… İnsan etkileşimine açıldı. Oradaki doğal yaşam harap oldu. Munzur’la karşılaştırarak söyleyeyim. Kanalizasyonun suya karıştığını bilmeyen insanlar var ve yine karayollarında her gün onlarca hayvan telef oluyor. Dağ keçisi, su samuru, vaşaklara gelen-giden arabalar çarpıyor. Memlekette sorumlu idareci bir yaklaşım olsa bunlar olmaz. Milli park görevlisi yok girişte. Yaban keçisi ile aynı ortamda yaşayabilir misiniz ya da ayı gelip senin evinde yaşasa senin hoşuna gider mi? Diğer canlıları yaşam alanları yok ediliyor.”
Derya Göregen/Yeşil Gazete