Batıda işler yolunda değil. İçerde ve dışarıda giderek saldırganlaşan Fransız egemenlerinin durumu dünyanın sürüklediği çıkmazın da bir parametresi gibidir. Sömürge ve nüfuz alanlarından elde edilen gelir azaldığından bu yana işler ters gidiyor. Satılan silahların geliri, küresel ticari kapışma arenasındaki rakiplerin çokluğu ve harabeye çevrilen ülkelerden elde edilen birkaç ihale tekellerin iştahını doyurmaya yetmiyor. İşlerin ters gittiği yerde kaçınılmaz olarak insan hakları gösterisi de, resmî kurumların taş duvarlarında kazılı duran “eşitlik-özgürlük-kardeşlik” sloganı da en bayağı bir maskeye dönüşüyor. Tekelci hanedanların hükmündeki Batı kolay yönetilemiyor artık. Bu durum, mali sermaye baronlarını ve onların memurlarını hırçınlaştırıyor.
Siyasal planda yeni bir Bonapart olma hevesindeki Macron, hak gaspına dönük reformlara karşı direnen ve yeni haklar talep eden işçi ve öğrencilere, anti-kapitalist yaşam modelleri geliştirmeye çalışan Zadist* harekete karşı sermaye cephesinin öfkesini temsil ediyor.
15 üniversitedeki öğrenci eylemlerinin bazıları -Montpellier, Lille ve Tolbiac üniversitelerinde olduğu gibi- kar maskeli neofaşist grupların şiddetli saldırılarına hedef oldu. Bir iktidar klasiğidir: Neofaşist paramiliter grupların öncü şiddetini resmî kuvvetlerin saldırıları izler. Lille öğrencilerinin bir gösterisinde taşınan şu bandrol anlamlıydı:
“La fac est à nous, la fac est à toi, ni aux flics, ni aux fachos=Fakülte bizimdir, senindir, ne aynasızların, ne de faşolarındır”
50 yıl önceki direnişlerin sembolü olan Nanterre ve Sorbonne üniversitesindeki işgal eylemleri Fransız gericiliğine, bilinçaltlarında kayıtlı bulunan “68 sendromu”nu hatırlattı. Yarım yüzyıl sonra yeni bir 68, Fransız muktedirleri ve avcı zağarlarının kâbusu demekti. Bu sebeple de fazla medyatize edilmeden, tezelden bastırılmalıydı.
Aynı öfke, ama bu kez misliyle bir avuç ZAD aktivistinin üzerine boşalacaktı. Otonomcu, anti-kapitalist, çevreci ve sol’un farklı renklerine mensup aktivistlerden oluşan 250 kişilik bir gücün üstüne helikopter, dron ve zırhlı araç destekli 2500 kişilik mobil bir jandarma gücüyle gidildi. Loire Atlantique bölgesinde bulunan 1650 hektarlık alanı, havadan ve karadan kuşatmaya alan yıkım ekipleri militan bir direnişle karşılandılar. Çok anlamlı bir de pankart eşlik ediyordu direnişe: “Dikkat! Tehlikeli Koyun”. Havaalanı yapılması düşünülen, ama uzun yıllar süren kitlesel direnişlerin ardından yapımından vazgeçilen güzel bir doğa parçası kapitalizmin nüfuz edemeyeceği alternatif tarım, komünal bir yaşam tarzı ve otonom bir bölge olarak tasarlanıp inşa ediliyordu. 2009’dan bu yana bir direniş ve özyönetim alanı olarak Fransa ve dışına doğru güçlü dalgalar yayarak bir umut ve esin kaynağı olmuştu ZAD. Loire Atlantique ve Brotanya bölgesi başta olmak üzere güçlü bir halk desteği aldı ZAD hareketi.
İlk raundu direnerek kaybetmişti Zadist hareket. Ama 14 Nisan günü Nantes kentinde yapılan bir gösteride taşınan bir pankart çok şey anlatıyordu :
“Bizi toprağa gömmek istediler, ama tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.”
Büyük sermaye şöyle buyuruyor:
“Dünya pazarındaki rekabetin keskinliği hızlı karar almayı, alınan kararları ise -Rusya ve Çin’de olduğu gibi gürz eşliğinde olmasa bile- aynı hızla ve otoriteler tarzda uygulamak, Mali, Libya ve Suriye’de olduğu gibi dişlerimizi göstermek gerekiyor. Öyle Zadist kalkışmaydı, işçi ve öğrenci hareketiydi, yok bilmem kamu çalışanları ve göçmen haklarıydı, bunlarla uzun boylu uğraşacak ne zamanımız ne de aylaklara verecek ödün ve paramız var. Gelecek onyıllar boyunca nüfuz alanlarımızı koruyabilmek için silah envanterimizin modernizasyonu, nano teknoloji yapay hafıza gibi alanlarda küresel rakiplerimizle baş etmemiz gerekiyor. Bunun için de işçi hareketleri yayılmadan rayından çıkarılmalı, toplumun ‘dişsizler ve donsuzları’na ayrılan yardımlar kısılmalı, üniversite ve ZAD komün girişimleri daha embriyon halindeyken bertaraf edilmelidir”
Fransız ihtilalinin beşeriyete yol gösteren “Her insan, insanlığını bütün yönleriyle geliştirecek maddi ve manevi olanaklara sahip olmalıdır” ilkesinin üzerinden hayli zaman geçmiş, köprünün altından çok kanlar akmıştı. Bugün bu evrensel ilkeye düşman hale gelen bir muktedirler sınıfıyla karşı karşıyayız. Paris komününü ezenlerin, çıktıkları sömürgeleştirme seferlerinde sayısız insanlık suçuna imza atanların günümüz komünarlarını, kapitalist barbarlığın dışına çıkarak “yeni bir yaşam mümkün” diyenleri susturma çabalarında şaşılacak bir durum yoktur. Eşyanın ve insanı eşyalaştıranların tabiatına uygundur yaşanan korku ve saldırganlık.
Kimyasal gaz gerekçesiyle Suriye’ye saldıranlar, ZAD direnişçilerini ve onlarla dayanışan toplum kesimlerini günlerdir gaza boğmaya devam etmektedirler.
E. Macron’un teatral tarzda sahnelenmiş basın toplantıları ve eğilmez-bükülmez başkan mizanseni, memuru olduğu sınıfın korkularını gizlemeye yetmiyor. 15 üniversitede yaşanan öğrenci eylemlerinin ve ZAD direnişinin tutuşturucu etkisini geniş kamuoyundan gizlemek için tüm iletişim ve manipülasyon araçları teyakkuz durumuna getirildi. Suriye’ye yapılan saldırıdaki tez canlılığın iç konjonktürel durumla olan bağı ise yadsınamaz bir başka gerçektir. Korku-saldırganlık diyalektiği, “Jüpiter’li Başbakan” modundaki Makro için de işliyordu…
Devlet terörünün, kurumsal yalan ve utanmazlığın abidesi haline gelen ve İnsanlığı kolektif bir felakete doğru sürükleyen kapitalizme, onun baş aktörlerinden olan Fransız burjuvazisine karşı en en güzel yanıt genç bir kadın eylemciden gelecekti:
“ZAD hareketini ve bir başka yaşam tutkumuzu yok edemezler; çünkü O bizim içimizde, her yerde. Küçük gaz bombaları bizleri durduramaz, davamız çok daha büyük. Yine döneceğiz”.
*Zadist, ZAD (zone à défendre= müdafa edilecek alanlar) kısaltmasından türetilmiş bir kelimedir.
Erdal Emre