Bizimle iletişime geçin

Makale

CHP ve Kurultayına Nüfuz Eden ‘‘Değişim“in Astarı ve Yüksek Yargıda Patlayan Devlet Krizi…

CHP’nin muhalefeti en sert haliyle bile düzen içi olup düzenin içten tahkim edilmesini geçmez, gerçek demokratik gelişme ve kazanımlara ilerlemez. Bu nedenle, kitleleri kucaklayan devrimci mücadelenin geliştirilmesi hayati bir ihtiyaç olarak öne çıkar.

CHP ertelenmiş olan 38. olağan kurultayını 4-5 Kasım (2023) günlerinde, “Demokrasi ve Birlik Kurultayı” sloganı  altında gerçekleştirdi.  Kurultayda, “Değişimci” kanadı Özgür Özel temsil ederken, Kılıçdaroğlu “değişime” karşı “yenilenme” manevrası yapan statükocu kanadı temsil etti. Yarış, kurultay delegelerinin oy çoğunluğunu alan Ö. Özel lehine sonuçlanırken, Kemal Kılıçdaroğlu delegelerin oyu ile genel başkanlıktan düşürülmüş oldu. Panayır yerine dönüşen kurultay salonuna ve delegelere “değişim” rüzgarı nüfuz etti. Genel seçimler yenilgisiyle umutsuzluk ve karamsarlığa kapılan CHP mahallesi, “değişim” sözündeki gizemi umut edinerek, karamsarlığın çaresi olarak “değişim” lafzına sarıldı, onu satın aldı…

Kurultay bir değişim yarattı; genel başkan değişti. Buna paralel parti MYK’sından diğer yönetim kademelerine kadar geniş bir değişim gerçekleşti. Yeni ve genç kadrolar işbaşına getirilirken, bu yönetim kademelerinde önemli sayıda kadın kadroya da yer verildi. Bu değişim, başlı başına “değişim” argümanını karşılamak için ebette yeterli değildir ama belli bir değişimi de ifade eder.

Bu “değişim”in bir kesimi CHP içi “solu” temsil ederken, diğer bir kesimi ise CHP içindeki “sağı” temsil etmektedir. Burada bir dengeden söz etmek mümkün. Yani, CHP içindeki “sol” ile “sağ” arasında, “değişim” paradigması üzerine sağlanan bir konsensüsten bahsetmek olası. “Değişim” propagandasından beslenen veya “değişim” rüzgarının arkasında olan iki dinamik vardır. Açıkçası, iki kesimden biri (sağ olan), “değişimi” lafız olarak kullanan ve esasta Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlıktan alınmasıyla kendilerine genel başkanlık yolunu açmak isteyen aktörlerin “değişimciliği”dir, ikincisi (“sol”) ise, CHP’nin milliyetçi-ırkçı faşist partilerle ittifak ve ilişkilerinden rahatsız olup bu siyasetin terk edilerek CHP’yi öne çıkaran ve daha etkili muhalefetin yapılmasını isteyerek nispeten daha tutarlı “değişimci” olan dinamiktir. Esas olarak “değişimin” arkasında CHP içi “sağ” ile CHP içi “sol”un geçici birliği, ittifakı vardır. Ve bu ikili kanat, orta vadede yeni iç mücadeleye girecek, iç iktidar mücadelesine girmekten sakınmayacaktır.

İki kanat arasındaki mevcut uzlaşma veya konsensüsün ömrü, genel başkanlık ile cumhurbaşkanlığı adaylığının paylaşılması ve burada açığa çıkacak yeni bencil ihtiyaçların gündeme gelmesine kadar olacaktır. Daha yalın olarak, Ö. Özel’in genel başkanlığı altında Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi ve buradan çıkacak sonuca bağlı olarak, ya İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığını kazanmasıyla mevcut durum devam edecek ya da cumhurbaşkanlığını kaybetmesiyle CHP genel başkanlığına aday olmasıyla yeni bir genel başkanlık mücadelesi cereyan edecektir. Ve muhtemelen, önümüzdeki dönem CHP’nin siyaseti veya yönelimi erken genel seçimin yapılmasını zorlamak biçiminde gelişecektir.

İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı olma hedefi açıktır. Bunu gerçekleştirmeden CHP’de genel başkanlık dışında her hangi bir görevde uzun süre kalması beklenemez. Ya cumhurbaşkanlığı ya da bu olmazsa CHP genel başkanlığı İmamoğlu için kesin hedeflerdir. Bu, CHP kurultayında yaşanan “değişimin” bir yanıdır. Buradaki ikinci özet şu; evet kurultayda değişim oldu, fakat CHP değişmedi. Ki, CHP’den daha köklü, ciddi ve nitel bir değişim beklemek de siyasi alıklık olur. Dolayısıyla, CHP’deki değişim, en fazla daha tutarlı bir burjuva muhalefet çizgisi ve siyasetinin izlenmesi, kısmi ve biçimsel olarak içte demokratik bir onarıma girmesi ve kitlelerin manipüle edilmesine dönük söylemde daha fazla demokrasi-hak-hukuk-özgürlük lafzını dillendirmesini geçmez. Ve bu, muhalefette bulunduğu sürecin siyasetinden ibaret bir yönelim olarak, iktidara geldiğinde tam tersi bir yönelime dönüşecektir; bu tarzın sistem partilerinin siyasetinde bir klasik olduğu defalarca kanıtlanmıştır.  

Mevcut “değişim” CHP’de bir heyecan yarattı mı? Ve bu “değişim” heyecanı bir dalga olarak devam eder mi? Ö. Özel tarafı için bir heyecan yarattığı aşikar ama heyecanın dalga olarak yükselmesi aktüel ve diri kalması, tutarlı ve tempolu olarak uzun süre devam etmesi şartlara bağlıdır. CHP, “hazır yelkenleri rüzgarla doldurmuşken, bu hızla iktidarı da değiştirelim” der ve bu motivasyonla muhalefetini sokaklara taşıyarak yükseltirse elbette heyecanı sürdürebilir. Zira, mevcut siyasi şartlar CHP’nin etkili muhalefet yürütmesi ve belli gelişmeler göstermesi için elverişlidir. Ama, “durup bir bakalım, düşünelim ondan sonra adım atalım” der ise, kurultayın sunduğu heyecanı söndürür, gelişme fırsatını öldürür.

Değerlendirmesini bilen muhalefet için yargı krizi, iktidar götürür!

İktidar içi güçler dengesi ve bunların çatışmasından bağımsız olmayan yüksek yargı içindeki (AYM ile Yargıtay savaşı) büyük kriz, iktidar içinde suların kabardığı ve kolayca durulmayacağına işaret etmektedir. Bahçeli bir yana, Erdoğan’ın da Yargıtay‘ın AYM üyeleri hakkında yaptığı suç duyurusunu destekleyerek AYM’yi hedef gösterdi. Fakat, AKP‘nin bazı önemli kadroları da dahil, A. Gül’den diğer muhalefete, sendikalardan sivil toplum örgütlerine ve elbette AYM ve yargıdaki belli dinamiklere kadar oldukça geniş kesim ise, Yargıtay‘ın AYM (üyeleri) hakkında suç duyurusunda bulunmasını ve Erdoğan’ın da AYM’yi hedef almasını eleştirmekte, bir müdahale ve darbeci kalkışma olarak değerlendirmektedir.

Yürürlükteki anayasanın normları karşısında darbeci bir müdahalenin yaşandığı ise gerçektir. AYM’nin kararlarını tanımama, uyup uygulamama, AYM’yi doğrudan hedef haline getirme, anayasal hukuk ve düzeni tanımama demektir. yargı üzerinden sürdürülen devlet içi keskin çatışma, mevcut haliyle kuvvetli bir muhalefet yürütmeyi olanaklı kılmaktadır. Cumhurbaşkanı, siyasi iktidarın-hükümetin Anayasa Mahkemesi‘nin kararlarını tanımadığı ve ilgili kararını uygulamadığı gibi, AYM hakkında Yargıtay eliyle suç duyurusu yaptırması, keyfilik ve  hukuksuzluk sürecinin kanıtlanması olarak,  toplumun, ne idiği belirsiz çeteci bir düzenle karşıya karşıya kalındığını gösterir. Tutuklu bulunan bir milletvekili hakkında verdiği karar nedeniyle AYM hedefe koyularak  yok sayılması bu tarifin dışında hiç bir tarife imkan sunmaz. Ayrıca  bu, bir ilk olmayıp Erdoğan-Bahçeli iktidar güruhunun siyasi saiklerle AYM kararlarını tanımayıp kapatılmasına dönük tartışmaların ete kemiğe bürünmesidir. Bu gelişme, Erdoğan ve güruhunun sicili kendi anayasasını tanımamanın yanı sıra, evrensel hukuk normları temelinde imzalanan uluslararası anlaşmaları da siyasi sebeplerle tanımama zemininde keyfiyetçi bir hukuksuzluk ve darbecilikle ünlü bir suç sicilidir.

Devletin temel kurumlarından olan AYM ve anayasal hukukun cumhurbaşkanı başta olmak üzere, iktidar ve diğer ilgili kurumlarca tanınmadığı bir yerde, nasıl bir devletten, hukuktan, anayasal düzenden söz edilebilir? Ve bu düzende hukuk güvenliğinden nasıl bahsedilebilir. Dahası, cumhurbaşkanı ve iktidar güruhunun AYM kararlarını tanımadığı yerde halkın tanıması nasıl beklenebilir? Açık ki, yaşanan bir devlet krizi, bir kaos ve yasadışılıktır! Anayasal bir suç ve suçluluk durumudur. Bu bağlamda, CHP veya Ö. Özel’e adeta ısmarlama cinsinden büyük bir fırsat ve uygun şartlar sunulmuştur. Dolayısıyla, CHP’nin kurultaydaki “değişim” rüzgarıyla yakaladığı heyecanı derinleştirerek devam ettirmesinin siyasi, ekonomik ve toplumsal dayanakları tamamen mevcuttur. Kitlesel hareketle bu suçlu güruha karşı ciddi bir muhalefet yürütmek ve suçlu güruhun yargılanmasını sağlamak elzem iken, en radikal mücadele ve muhalefet biçimine başvurmak tamamen meşrudur…

Öte yandan bu kriz iktidar içinde de çatlaklar üretip  siyasi sonuçlar doğuracaktır. Bölünme veya kopuşlar muhtemel olup, Erdoğan-Bahçeli iktidar güruhunu zayıflatarak daha derin krizlerle yüz yüze getirecektir. CHP’nin bu koşullardan nemalanarak ilerlemeler göstermesi ve belki de orta vadede bir erken seçim dayatarak iktidara gelmesi olasıdır; sadece olasıdır ve bu olasılığın gerçekleşmesi CHP’nin  geliştireceği siyasi taktiklere bağlıdır. Ne ki, CHP’nin  tekçi-ırkçı-faşist bir devlet partisi olması onu sorunların kaynağına yönelmekten uzak tutacağından, başarılı bir taktik politika üretmesi de,  işçi sınıfı ve halklarımıza sağlayacağı bir kazanım sunması da  olanaksızdır.  Onun öncülük edeceği ilerleme devletin daha sağlam temellere oturtularak tadilatla onarılmasını aşmaz. “Değişen” CHP’nin bundan ileri bir ufku, bir programı, demokratik bir niteliği yoktur.

Kabul edilen kurultay sonuç bildirgesinde bir çok düzenlemenin yanı sıra, hukukun egemenliğinden bahsetse de, bu hukuk komprador tekelci sınıfın yararına olan hukukundan başka bir şey değildir. Sonuç bildirgesinde demokratik iyileşmeler çerçevesinde yer alan diğer unsurlardan bahsetse de, bunların muhalefet döneminin klasik burjuva vaatlerinden öteye bir şey olmadığı açıktır. Dahası, sonuç bildirgesinin özü-özeti, güçler ayrılığı ilkesi temelinde burjuva devletin temel kurumları üzerinde sağlamlaştırılarak oturtulması-işletilmesi çerçevesindedir. Dolayısıyla, tekçi-ırkçı-faşist devletin yeniden tahkim edilmesi “değişimci” kurultay bildirgesinin önüne koyduğu temel görevdir. Bahis konusu yaptığı demokratik laik devlet hedefi, yaşayarak tecrübe ettiğimiz, proletarya ve halklarımızın, ezilen cins ve inanç grupları ve azınlıkların acılar yaşayarak deneyimlediği bir devlettir. Avrupa Birliğine dönük hedefini açıklaması, Batılı emperyalistlerle iş birliği ve emperyalist gerici dünyanın bir parçası olmaktan ya da bunu derinleştirmekten daha ileri bir şey değildir. Gelişen teknoloji karşısında kayıtsız kalmayarak onu askeri alanda da kullanmak üzere takip edip geliştirme iradesi ve “başta terör olmak üzere…” gibi ifadelerle faşist niteliğini yeniden ve yeniden teyit etmekten başka bir şey söylememektedir. Yerel yönetimler sorununda, “demokratik katılım mekanizmalarını geliştirecek bir yerel yönetim modelinin oluşturulacağı” şeklindeki ifadesi de aslen boş laftan ibaret olup, bir şey söylememektir.

Hiçbir koşul kendiliğinden demokratik ilerleme, iyileşme ve kazanımlar yaratmaz

Özcesi, “değişim” CHP açısından eskinin tekrarı olmaktan başka bir manaya gelmemektedir. Ve bu, CHP’nin değişmediği, statükocu, tekçi, ırkçı-faşist karakterini kıskançça koruduğu ve sürdürdüğü-sürdüreceği anlamına gelir. “Değişim”in, özünde bir safsatadan ibaret olduğu burada açığa çıkar. Lakin, Erdoğan sultasına karşı yürüttüğü burjuva iktidar çatışmasında, yüksek yargı şahsında gündeme gelen devlet krizi ve aynı zamanda iktidar içi çatlakları da derinleştiren bu iç dalaşın ortaya çıkardığı siyasi momenti arkasına alan bu CHP’nin etkili muhalefet yürütüp kitleleri yedekleyerek burjuva emelleri doğrultusunda belli ilerlemeler kaydetmesi mümkün görünmektedir. Nitekim şimdiki tutumu da bu yönlü pozitif zeminde gelişip vücut bulmaktadır.

Gerek Yargıtay’ın önüne gerek AYM’nin önüne gidilmesi, yürüyüş yapılarak buna çağrının yapılması, DİSK’in yürüyüş planıyla devreye sokulması vb. vs. gelişmeler CHP’nin sergilediği pozitif muhalefet göstergeleridir. Gelişmelerin gösterdiği şu ki, CHP bu zaman diliminde yoğun bir hareket ve eylemlilik içinde olacaktır. İktidar içi çatlaklar ve yapılan açıklamaların bu iç çelişkileri yansıtması ya da çelişkilerin keskinleştiğini göstermesi de CHP’nin daha baskılı, etkili ve etkin bir muhalefet siyaseti benimsemesine yol açmaktadır…

CHP’nin muhalefeti en sert haliyle bile düzen içi olup düzenin içten tahkim edilmesini geçmez, gerçek demokratik gelişme ve kazanımlara ilerlemez. Bu nedenle, kitleleri kucaklayan devrimci mücadelenin geliştirilmesi hayati bir ihtiyaç olarak öne çıkar. Devlet krizinden faydalanarak demokratik-devrimci kazanımların elde edilmesi es geçilemez bir fırsattır. Halk kitlelerinin harekete geçirilerek sokak eylemlerine çağrılması ve burjuva düzene karşı radikal mücadelenin geliştirilmesi devrimci güçlerin ertelenemez görevidir. İktidar kliğinde ayyuka çıkmış bunca suça, bunca teşhir olmuşluğa, bunca keyfiyetçi hukuksuzluğa karşı devrimci ajitasyon-propagandanın etkili olmaması ve kitleleri kucaklamaması düşünülemez.

Devrimci mücadele ve müdahale devreye girmeden, ne kadar uygun olursa olsun, hiçbir koşul kendiliğinden demokratik ilerleme, iyileşme ve kazanımlar yaratmaz. Nesnel ve siyasi zemindeki uygun şartlar, devrimci müdahale ve etkiyle tamamlandıkça, yani uygun olan objektif ve subjektif şartlar bir araya geldiği taktirde ilerlemelere, değişimlere ve kazanımlara dönüşebilirler. Şartlardan birinin eksik kalması, yani objektif-nesnel şartların uygun olmasına karşın, devrimci mücadele ve müdahale devreye girmez ise doğru orantılı sonuçlara ulaşmak mümkün olmaz. Şimdi devlet ve komprador tekelci klikler büyük bir kriz ve çatışma halindedir. Bunlar arası kriz ve çatlaklardan devrim ve demokratik kazanımlar adına yararlanmak için siyasi ajitasyon ve propaganda çalışmalarımızı yoğunlaştırmalı, kitlelerle birleşerek harekete geçirmeli, bütün meşru eylem biçimleriyle demokratik-devrimci mücadeleyi yükseltmeliyiz.



Eylül 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30 

Daha Fazla Makale Haberler