Dönem, burjuva devletlerin kutsandığı ve milletlerin kendi devletini kurmaya meylettiği bir dönemdir. Her millet kendisince bir ulus devlet kurma yönelimi içindeydi; zira devlet olmadan modernleşmek mümkün olmayacaktır anlayışı hakimdi. Bu arada dünyada yükselen bir başka değer ise Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı ilkesidir. Hızla yükselen kapitalizme ayak uyduramayan Osmanlı İmparatorluğu zamanı doldurmuş olarak dağılmakla yüz yüzedir. Diğer halklar için esir kampı durumunda olan yaşlı ve çürümüş yaşlı İmparatorluk, yıkılmaya doğru hızla yol almaktadır. Fransız devrimiyle hız kazanan kapitalizmin ortaya çıkardığı ve doğumuna neden olduğu burjuva modernist yankının gümbürtüsüyle Balkanlarda bağımsızlık hareketleri gelişmekteydi. Böylesi bağımsızlık hareketlerini engellemek için tüm çaba ve uğraşlar boşa çıktı. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğu Balkanları kaybetti. Yüzlerce yıl kocaman geniş coğrafyaları hegemonyası altında tutan bir yapının alışkanlıklarından, yönetme ve tahakküm arzusundan vazgeçmesi elbette beklenemezdi. Ancak bu arzusuna rağmen Balkanları kaybetti. İşgal altındaki halklar için iyi ama İmparatorluk için kötü örnek olan Balkanlardaki bağımsızlık yolundaki kopuşlar diğer tahakküm altındaki milletlere bulaşması engellenmeli ve bulaşmış ise bastırılması Osmanlı İmparatorluğun esas yönelimiydi. Ancak İmparatorluk bir ölü durumunda değilse bile yatalak haldeydi.
Esaret Altındaki Milletlerin Uyanışı Ve Ermeniler
Kapitalizmin hızla yayıldığı dünya şartlarında baskı ve esaret altında yaşamakta olan milletlerin uyanışı ve milli başkaldırıların ortaya çıkması kaçınılmaz olarak gündeme oturuyordu. Ezilen ve esaret altında olan milletlerin kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi iradelerine karşı konulmuş siyasi-hukuki gibi bariyerleri red kültürü hızla yayılıyordu.1880’lerde kurulan, sonrasında diğer kanadı tasfiye eden Türkçü-Turancı kanat 1909-1910 yılında Jön Türk hareketi olarak iktidara oturdu. Yeni iktidar Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü büyük korku içinde izlemekteydi. Balkanlarda olduğu gibi ayrılma yönlü başkaldırıları engellemek için Rumlara, Keldanilere, Nasturilere, Süryanilere ve Ermenilere karşı özel saldırı planları geliştirildi. Ayrılmak isteyenlere yapmadıkları eziyet ve saldırı kalmadı. Amaç belliydi. Birincisi, İmparatorluktan ayrılmalarını engellemek. İkinci amaçları ise egemenlikleri altında aldıkları milliyetleri Türkleştirmek. İşte bu amaçlar doğrultusunda çok dilli, çok uluslu, çok kültürlü ve farklı inançların yaşadığı Anadolu, İttihat Terakki zulmünün döktüğü kanlarla sulanıyordu. Kanları dökülen, bastırılan, susturulan milliyetlerin homojenleştirilmesi amaçlanıyordu. Yani ya İmparatorluk kurtarılacak ya da bu mümkün değilse şayet, yeni bir ulus-devlet yaratılacaktı. Daha doğrusu bir millet yaratılacaktı. Türkleştirme politikası, İttihat Terakki ve Milli mücadele önderlerinin de esas politikaları olacaktı. Milli Mücadele önderlerinin önemli bölümü İttihat Terakki kadrolarıydı. Zaten Cumhuriyet ilan edildikten sonra Türkleştirme projesi Milli Mücadele önderlerince sürdürülmüştü. Kemalizm, İttihatTerakki yönelimini esas alarak ve bu yönüyle onların bir devamı niteliğinde olmakla birlikte Osmanlı İslam’ını Türkçülükle harmanlayarak yeniden üretmiştir. Ve elbette bu bir Türk ulus devlet projesidir. Konu veya amaç bir ulus ve ulus-devlet yaratmak olunca yapılacak olan şeyler bellidir. Birincisi, Türk olmayanları Türkleştirmeye yönelmek ve doğal karşı koyuşlar olursa bastırmaktır. Bastırmak, değişik derecelerde işlemlerle yürütülür. Tehdit, şantaj, tutuklamak ve öldürmek. Eğer tüm bunlar yeterli gelmezse mallarına el koymak, sürgün veya zorunlu göç ve iskan politikaları eşliğinde haritaların değiştirilmesi hedeflenir. Daha da ötesi hedefe konulan milletler soykırıma tabi tutulur. Bugün dönüp geçmiş tarihe bakıldığında Türk ulus devlet yaratmak adına tüm bunların yapıldığı ortadadır. Kurulmasına bütün güç ve olanaklarıyla yöneldikleri “yüce Türk ırk” devletine ya tam uyum gösterecekler ya da imha olacaklardı. Böyle yapmadan yeni bir ulus devlet yaratmak mümkün olmayacaktı. Bunun tam bilincindeydiler…
Açıktır ki bir planın; özellikle de ulus devlet kurma planlarının uygulanabilmesi için iç ve dış şartların yeterince uygun olması gerekir. İçerde güçlü bir militarist aygıta ve bu aygıtı son sınırına kadar kullanacak ve yönlendirecek acımasız despot bir yönetime ve yönetime bağlanmış bir tebaya ihtiyaç duyulur. Keza, bu üç araç yeterli olmayacaktır. “Dört taraftan kuşatılmış bir vatan” ve oldukça ağır ve büyük bir tehlike arz eden “beka” meselesi ile karşı kaşıya olduklarını pompalayan bir basın ve yalan makinasının harıl harıl propaganda etmesine ihtiyaç duyulur. Resmi devletin militarist yapısına ek olarak “elden gitmekte olan bir vatan” için “özel savaş birimleri” ya da bir dönem adını “gayri-nizami harp” koydukları kan içmeye hazır cinayet mangaları/örgüt birimleri devreye sokulur. Ve bu yazdıklarımızın tümü harfiyle yapıldı, yerine getirildi. Esasında bu gelenek bugün de hala devam ettirilmektedir. Çoğu kere işler “devlet dışı” güçler devreye sokularak uygulanır. Olmayan ayaklanmalar yaratılır, isyan yoksa uydurma isyan haberleri yayılır. Daha olmazsa “cami bombalandı” denir. Daha da tutmazsa eğer, önemli kişilere suikast yapılması yoluyla tebanın bir bölümünün sokağa dökülmesi sağlanır. Sonradan yalan olduğu anlaşılsa da olmayan, görülmeyen olaylar dizisi alttan alta yayılır ve teba galeyana getirilerek plan pratiğe dökülür. Konumuz soykırımları vesilesiyle Ermeniler olunca şu notu düşmek yerinde olur. Ermeniler o dönemlerde sorunlarını ortak çözümlerde aradılar, ayrılmakta değil. Ermeni aydınları ve önderlerinin bu noktada yanıldıklarını söyleyelim. Hiç kimse şimdiye dek yapılan saldırıları, bu kadar iç içe yaşayan halklar arasında bir soykırıma dönüştürülür diye düşünmüyordu. Ama ne yazık ki öyle olmadı. Kürt, Alevi ve diğer temel sorunlara çözüm arandığı günümüz koşullarında bu nokta ve bu tarihi tecrübe üzerinde ciddi olarak düşünmenin bir ihtiyaç olduğu görüşündeyiz.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı Koşulları Altında Ermeni Soykırımı
En nihayetinde Balkanlar kaybedilirken Anadolu’da huzursuzluk baş gösteriyordu. Anadolu değişik dil, kültür ve inançlara ev sahipliği yapıyordu. Yeni bir Türk ulus devleti için gözlerin dikildiği esas alan Anadolu ve yakın çevresiydi. İttihat Terakki’nin ideolojik önderlerinden Abdullah Cevdet’in şu sözleri dikkat çekicidir; “Beni korkutan Bulgarların topları değil… Bana canım Çatalca’da, Edirne’de yangın varken, devletin hayatı tehlikede iken, hiç Anadolu düşünülür mü demeyin! O bizim kalbimiz, kafamız ve havamızdır.” (Türkiye’de Siyasi Partiler, Tarık Ziya Tunaya, Hürriyet Vakfı Yayınları). İşte Anadolu’da esaret altında yaşayanları korkutan sebeplerden en önemli yaklaşım budur.
Anadolu toprakları üzerinde yaşayan topluluklardan/uluslardan biri de Ermenilerdir. Osmanlıda Türk Turan İmparatorluğu önünde engel olan asıl kalabalık topluluk Ermenilerdi ve bunlar ortadan kaldırılmadan bu imparatorluğun kurulması mümkün değildir. İttihat Terakki’ciler için plan oldukça nettir. Anadolu ve çevresi Türkleştirilmelidir. Amacın gerçekleştirilmesi için elden ne geliyorsa, hangi araçlar devreye girmesi gerekiyorsa o araçlar sağlanmalıdır. O dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı diyebileceğimiz Teşkilat-ı Mahsusa o yıllarda özel olarak konumlandırılır. Hapishanelerde tutulan ne kadar tacizci, tecavüzcü, hırsız kriminal olanlar veya cinayet işleyenler bu teşkilatın içine katmak üzere serbest bırakılırlar. Bu öylesine bir vasat bir plan değildir. Etkileri yüzyılları saracak olan derin, kirli ve sarsıcı bir planı devreye koyamanın hazırlıklarıydı. O zamana kadar Ermenilere karşı çok az tanık olunmuş çapta yalanlar dizisi üzerinden kara propagandalar yürütülmeye başlanır. Korkunç entrikalar çevrilir. Ve giderek Ermeni köylerinden, kasabalarından alınan sıradan halk jandarmalar nezaretinde yollara düşürülerek katlediliyordu. Katledenler bellidir. Yakın zaman önce hapishanelerden salı verilen katil sürüleridir. Bundan çok zaman önce çeşitli katliamlar yapılmıştı. 1800’lü yılların ortalarından itibaren baş vurulan katliamlar, belkide bir provaydı ve de tarihte çapı az görülen bir soykırımın ön denemeleridir. (Ve bu durumun işaret ettiği diğer gerçek de şu ki, Ermeniler, sahip oldukları mal-mülk, işletme, varlık ve zenginliklerine el koyulmak için de katledilip kırılıyordu…)1909 yılında Adana (Kilikya) katliamı bir ön provadır. Yürütülen küçük-büyük çeşitli çapta ‘‘temizlik‘‘ cinayetleri en nihayetinde “1915 hadisesi” diyerek sıradanlaştırmaya çalıştıkları soykırıma vardırıldı.
Ağızlarından, kalemlerinden kan damlayanların kuşanıp salladıkları kılıçlardan güller açacak değildi. Yağmalama, zorla denetim altında tutma, sürgün etme, kendine katma, mallarına ve topraklarına el koyma ve bebekleri evlatlık alma yoluyla Türkleştirme ve müslümanlaştırma gibi zalimlikler aralık verilmeden ve büyük bir acımasızlıkla sürdürüldü. Silip süpürme ve temizleyerek soykırım gerçekleştirildi. Anadolu’da yaygın olan Ermeni nüfusunun farkında olan İttihat Terakki, bunların hak arama ve sorunlarına çözüm bulma arzularını kanla bastırarak, soykırım uygulayarak “çözüm” buldular. Besbelli ki Pantürkist ve Panislamist ırkçılık kılıcıyla Ermeni sorununu “halletmiş” oldular. 1916 yılına gelindiğinde Ermeni sorunu üzerine Talat Paşaya sorulan bir soru üzerine “artık öyle bir sorun yok” diyecekti. (Taner Akçam. İletişim yayınları. Sayfa 339. 2008.)
Birinci emperyalist paylaşım savaşının yarattığı korkunç kaotik ortam ezilen milletlerin katliamına; özellikle Ermeni soykırımına gayet uygun zemin yarattı. Böylesi kaotik belirsiz ortamlar soykırımcılar için bulunmaz nimettir. Dünyayı saran genel savaş ortamında göreceli olarak rahat hareket etmek ve karanlık planlar uygulamak uygun olur. Yani siyasi ve askeri açıdan durum istenilen noktadadır. 1876-1908 Abdülhamit döneminde tasarlanan ve miras alınan devlet planı devreye bu dönem sokuldu. Dolayısıyla ulusal hak talebinde bulunan Ermenilere ‘‘gereken cevabı vermek‘‘ için koşullar gayet yerindeydi. Oysa tarihe bakıldığında Ermenilerin öyle karşılanması zor denebilecek hak talepleri yoktu. Ayrılık talepleri de yoktu. Kaldı ki ayrılık talepleri olsa bile, bu, asla soykırım yapmanın bir gerekçesi yapılamaz. Ne var ki Türk ulus devlet projesiyle hareket eden İttihat Terakki yönetimi için mesele hak isteminin karşılanıp karşılanamaması değil, topraklar üzerinde yaşayanları Türkleştirerek bununla kurmayı planladıkları Türk ulus devlet amaçlarına ulaşmaktı. Bunu başarmak için “Osmanlı yönetimini arkadan hançerlediler, ihanet ettiler” yalanlarını propaganda ettiler. Bu propaganda hala bugün de vaaz edilmektedir.
Soykırım saldırıları başladığından itibaren bazı Ermeni partizan grupların Erzurum gibi kimi sınırlı alanlarda eylemlerinin olması tamamen savunma amaçlıydı. Bu eylemler asla sivillere yönelik olmamıştır. İttihat Terakki için sıradan hak arama eylemleri bile ihanet olarak görülüyor ve öyle değerlendiriyordu. Bu ele alış tarzıyla Ermenilerin ihanet ederek kendilerini hançerlediği yalanını geniş ve yaygın şekilde propaganda ederek Ermeni olamayan halkları şovenizm ile zehirleyerek bunların küçümsenmeyecek bir bölümünü soykırımda kullanmayı başardılar. Ne yazık ki ezilen bir millet olan Kürtler de buna dahildir. Kürtler o dönemde hilafete oldukça bağlıydılar. Üstelik Kürtler sadece devlet tarafından kullanılmadı, müslüman olmamaları ve topraklarını ele geçirme iştahı Kürt aşiret beylerini Ermeni soykırımda gönüllü yer almaya götürmüştür. Elbette soykırım suçunun tek ve baş sorumlusu Türk devletidir. Ezen-ezilen, ulus-inanç gerçekliğinde, türdeş bir durum yoktur ve bu nedenle Kürtler devletle eşit tutulamaz, esasta devlet tarafından kullanılmıştırlar, ancak soykırımda yer aldıkları da bir gerçektir. Bu yaşanmış tarihin bir gerçeğidir ve öyle inkar edilip atlanacak bir konu değildir. Şimdi ezilen milletler (asıl olarak da Kürtler) ve inançlar Osmanlı torunlarının demir ökçeleri altında eziliyor ve katliamlara maruz kalıyor ve hatta bir soykırım riski ile karşı karşıya iseler bunda sözünü ettiğimiz soykırımda yer almanın ciddi payı vardır. Sabah ‘‘kahvaltısında‘‘ zalime ortak olan ezilen bir millet, kendisini ‘‘öğle yemeği‘‘ olmaktan kurtarması kolay değildir.
Sadece Kürtler mi destekledi? Dönemin Sovyet Yönetiminin tutumu neydi? Ermeni soykırımının baş suçluları olan Enver paşa ve Salih Zeki’nin “Bakü Doğu Halkları Kurultayı”‘nda işleri neydi? Orada olmaları kimin adınaydı? Sovyetleri korumak için “tampon hat” olarak kabul gören Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulması Sovyetler olmasaydı kurulması zor olurdu. Batılılarla yürütülen diplomatik pazarlıklarda, taktik numaralarla Sovyetlere yanaşma fırsatı olmasaydı ‘‘TC‘’nin kuruluşu nasıl ve sınırları nerelerde kalırdı? O dönem Ermeni soykırımı ve Kürt katliamları ne yazık ki komünistler tarafından es geçilerek görülmek istenmedi. Ayrıca böyle olmasında Sovyet komünistlerini, Komüntern’i hata yapmaya götüren, sosyalizmin eski toplumdan devraldığı kapitalist medeniyetçi fikriyatın ve kategorik tarih kavrayışın bir etkisi yoktur denebilir mi? “Komüntern, dönemin TKP’si ve 71’ devrimci çıkışına kadar devrimci hareket de destekleme durumu içinde olmuştur. Bu mirası ilk ve köklü reddeden MKP önceli TKP(ML)’dir. MKP bu miras üzerinde yükselir.” (Sınıf Teorisi. Temmuz 2015. Sayı 19. Syf. 54) Ancak asıl meselemiz bu olmadığından geçiyoruz.
Mesele Osmanlı-Türk egemen devlet sisteminin yeniden ve ulus devlet biçiminde örgütlemek olunca, hak talep edenlerin susturulması ve susturmanın ötesinde sorunu ele alarak farklı olanların ortadan kaldırılmaları amaç haline dönüşür. Ve bu amacı mantıki sonucuna götürmenin yollarına bakılır. Şartlar ve koşullar uygun düşünce olmadık yalanlar dizisi ile işe girişilir. Gizli emirler, özel kararnameler gönderilir. Osmanlı-Rus savaşında, muhtemel bir Rus işgaline destek verecekler korkusuyla Ermeniler temizlenmek istenir. Tüm bunlar Anadolu’da kurulması düşünülen devlet ari Türk ve müslüman olmalıydı. Ari Türk’müydüler bilinmez ama müslüman olmayan Hıristiyan Karaman Türkleri Yunanistan’a sürgün edilmeleri bu nedenledir. I. Emperyalist Paylaşım Savaşında başını Almanya’nın çektiği (Almanya, Avusturya, Macaristan) blokun yanında yer alarak savaşa giren Osmanlı devleti, Alman sermayesine olan bağımlılığın borcunu ödedi ve Almanlarla beraber yenildi. Enver paşa öndeliğindeki Osmanlı ordusundan 90 bin askerin Kars-Sarıkamış Allahüekber dağlarında donarak ölmeleri ve bozguna uğramasıyla İttihat Terrakki’de panik iyice arttı. İki imparatorluk arasında (Osmanlı-Çar imparatorlukları) sıkışmış bulunan Ermeniler dikkatleri üzerlerine bu zaman diliminde daha da çok çekti. Aslında bu süreç aynı zamanda Ermeni soykırımının başlangıcıdır. Halbuki Enver paşa savaş sonrasında döndüğü İstanbul’da Allahuekber dağında savaşan Ermeni askerlerin kahramanlıklarını öven bir bildiri yayınladığı bilinir. Ne varki Ermenilerin katledilmesine başlanmış ve Osmanlı ordusunda askerlik görevlerini yapan Ermeniler silahsızlandırılmıştı. Yazar-çizerler, siyasetçiler, aydınlar ve varlıklı kesimler birer birer gözaltına alınıp tutuklanır ve bazıları yolda öldürülür. Ölmekten kurtulmuş olanlar kitlesel çapta Suriye çöllerine ve dünyanın değişik ülkelerine nar taneleri misali sürgün edildiler ve o an için ölmeyenler şanslı sayılırlardı. Kılıçtan geçirilenler için “kelleler devlete, gövdeler millete” denilerek katledilenler uçurumlardan, köprülerden suya atılırlar. Yani Osmanlının İttihat-Terakkicilerin iddia ettikleri gibi millet arkadan hançerlenmedi ama mazlum bir millet olan Ermeniler hançerlenerek yok edildi, paramparça yapıldı. “Dış düşman vatanı sarmış, yıkacak” diyorlar ya… Oysa dış düşman dedikleri devletlerden Ermenilere hiç bir yardım gelmediği gibi dönemin genç Alman emperyalist yönetimin askerleri Alman burjuvazisinin çıkarları lehine sonuç almak için Osmanlı ordusuyla beraber bizzat soykırımda görev alırlar. Problemin kaynağı dışarıda değil, içteki mazlum millet Ermeniler, Süryaniler ve Aleviler gibi diğerleriydi. Zira bu yerli milletler ve inançlar süpürülüp atılmadan veya boyun eğdirilmeden Türk ulus devletine giden yol açılamazdı. Fikir ve zikir buydu ve bu yapıldı. Bütün yapılan akıl almaz bu zalimliklerin hukuk ayağı 27 Mayıs 1915 Osmanlı devlet planıdır. Acımasızca öldürülen Ermenilerin mallarına ve topraklarına el konuldu.
Bilinen, acımasızca işlenen toplu cinayetlerin, vahşi katliamların yapılmasında Alman devletinin ortaklığıdır. Alman devleti soykırımın birinci derecede suç ortağıdır. Zaten Osmanlı ordusunun modernize edilmesi işi Almanlara verilmiş olduğu bilinmektedir. Hatırlatmakta fayda var. Ermeni ve Süryani soykırımında baş rolde olan Enver ve Talat paşalar, daha 1904 ve 1908 yıllarında Alman askerleriyle birlikte Güney Batı Afrika’da Herero halkını katliam-kılıçtan geçiren unsurlardır. Almanlar, kendisiyle beraber savaşa giren Osmanlı ordusunun işlediği cinayetleri hem desteklemiş ve hem de bizzat iştirak ederek katliamları doğrudan yönetmiştir. İttihat Terakki, Alman emperyalist yönetiminin aktif desteği ve katılımı ile 1915 Ermeni ve Süryani soykırımlarını gerçekleştirdi. Milli mücadele döneminde yapılan Rum katliamı da öyle oldu. Anadolu’da ortak yaşayan toplulukları yok sayan ve Türk ulus devlet planıyla hareket eden eli kanlı İttihat Terakki, diğer halkları temizlemeyi hedef olarak belirledi. O dönemde Anadoluda nüfusun yüzde 20’si müslüman olmayan halklardan oluşurken, yıl 1927’yi gösterdiğinde bu oran yüzde 2,6’ya düşer. (Ayşe Günaysu. Resmi Tarih Tartışmaları, 3. İttihat Terakki’den Cumhuriyete. Sf. 211)
Turancı-Irkçı Osmanlı-Türk egemenlerinin kanlı kılıçlarını bileyen Alman emperyalist yönetimin iğrenç elleri ve doğrudan yönledirilmesi ile bir ulus eşi benzeri az bulunan çapta bir soykırım ile ortadan kaldırıldı. Bir buçuk milyon Ermeni bir yıl gibi kısa sürede yok edildi.Yüzbinlercesi vahşice katledildi, sayıları tam olarak bilinmeyen ama en az bir o kadarı da sürgün edildi. Çocuklar, bebekler evlatlık alınarak isimleri değiştirildi, geçmişleri unutturuldu. Tüm bu uygulamalar “etrafımız dört yandan sarılmış, Vatan parçalanmak isteniyor” propagandaları eşliğinde tamamlandı. Soykırım, “Vatanın birliği ve bekası için” “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayın” nidalarıyla gerici kalabalıklara, hapishanelerde serbest bırakılan katiller sürüsüne ve devlet kuvvetlerine yaptırıldı. Yapılanlarla Türk ulus-devletinin kuruluşuna giden yol döşenmiş oldu…
Ermeni Soykırımı Tecrübesi Işığında Günümüzdeki Duruma Bakmak
İlginçtir aynı söylemler bugünde devam etmektedirler. Vatan’ın geleceğini Suriye’nin İdlib gibi yerleşim yerlerini işgal etmekle açıklayan aynı katliamcı zihniyet, yakın zaman önce Selefi Sultan Tayyip’in partisinin grup toplantısında “Suriye rejimi saldırılarını durdurmazsa “taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmayacak” ve “karşılığını misliyle ödettik ve ödeteceğiz” demişti. Oysa Suriye toprağını işgale girişen kendileri oldukları halde “ev sahibini bastıran hırsız “örneği insan akıyla alay etmektedirler. Şimdi karşılarında esasta Hıristiyanlar değil, çoğunlukta Müslüman bir halk ve ülke var ve fakat sorunun özü esasen bu değil, sorunun esası hükümranlık ve diğer başka hesaplardır. Vakti zamanında elde tutamayıp kaybettikleri “Misak-ı Milli sınırlar”a yeniden ulaşmak iştahı ve Kürtleri ve Kürdistan’ı esaret altında tutmak arzusudur. Egemenlik kurarak Orta Doğu ve Suriye parsasında kendisine düşecek pay peşinde koşmaktır. Öte yandan mezhepçilik üzerinden İslam dünyasına lider olmak sevdasıdır. Yani bugün Ermenilerin yerini Kürtler ve Aleviler ve diğer inançlar, etnisiteler almıştır. Keza hedeflerinde Hıristiyanlarla beraber esasta Müslüman halklar bulunmaktadır. Dikkat edilecek olursa karşısında yine Rusya var. Ve şimdilik sınırlı da olsa kendilerini destekleyen yine Almanya önderlikli Avrupa devletleri ve Amerika var. 1915-1920 arası döneme çok benzer bir yan başka yan ise Osmanlının düşük çocuğu TC’nin yine ciddi bir bunalım içinde olmasıdır. İç ekonomik krizin yol açtığı işsizlik, yoksulluk, açlık gibi sorunların yanı sıra çözülemeyen diğer kronik sorunlar var. Öte yandan yönetememeden ileri gelen siyasi kriz gibi total sorunlara çare olarak gerici savaşa başvurulmaktadır. Her ne kadar Rusya karşısında ciddi geri adım atarak şimdilik çalımı beş paralık olmuş olsa da, geriye çekilip susmasına rağmen güç toparlayarak fırsat bulduğunda yeniden saldırganlaşacağını öngörebiliriz. Corona virüs tehlikesi bir şekilde imdatlarına yetişti. Bu global salgını iktidarı sağlamlaştırmanın gerekçesi olarak kullanacağı ve kullandığı ortadadır.
Konumuza dönecek olursak “devletin ve milletin birliği ve güvenliği” safsatası altında fırsat bulduklarında yeni soykırımlara girmekten asla çekinmezler. “Böyle bir zamanda soykırım artık mümkün” olmaz diyenlere gözlerini açmalarını ve dünyanın içinde bulunduğu iktisadi, politik gidişatını iyi yorumlayıp anlamalarını salık veririz. Bugün TC’yi yöneten Selefi Sultan Tayyip ve iş birliği yaptığı Ergenekon ekibinin planlarını kavrayamayanlar ya da bunu hafife alanlar, selefi sultan Tayyip’in Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumunu içine sürüklediği ve ülkeyi içine düşürdüğü kötülüklerin hiç farkında olmadıklarını düşünüyoruz. Artı, dünya kapitalist sisteminin büyük bir hızla kaos ve belirsizlik içine girdiğini ve yüz yüze olduğu ağır sorunları çözecek kapasitede olmadığını ve giderek tıkandığını anlayacak politik değerlendirmelerden yoksun haldeler. Son corona virüs salgını, insan kanını emen tekellerin ve tekelci sistem sahiplerinin o çok övdükleri ve insanlık için bulunmaz bir model olarak sundukları kapitalizmin çaresiz ve nefessiz kaldığını gördük. Kapitalist tekelci sistemin ideolojik akıl daneleri, politik sözcüleri şimdi bu virüs krizini nasıl ele alacakları ve hangi kirli amaçlara dönüştüreceklerini göreceğiz. Yedi milyarı aşan nüfusun önemli bir bölümünü ölüme terk etmekte bir beis görmeyeceklerdir. Yani demek istediğimiz şudur. Dünyanın yaşadığı çok yönlü kaos ve karanlık girdap hem dünya gericiliğinin planları için hem de Türk egemen sınıflarının uygulamak isteyip de uygulayamadıkları planları uygulamak için hiç olmadığı kadar imkan ve fırsat sunmaktadır. Bu planlar içinde en kirli katliamların uygulanmasını düşünmek bir abartı asla değildir. Diğer taraftan iktidar bloku içinden çatlakların yaratacağı kapışmaların ve çatışmaların, yoksul ve ezilen halklara neler getirebileceği iyi düşünülmelidir. Ancak asıl konumuz bu olmaması itibariyle geçiyoruz. Ancak asla küçümsenecek bir konu değil.
Son birkaç yıl içinde TC devlet yönetiminin önce Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) daha sonra ismi Suriye Milli Ordusu (SMO) olarak değiştirilen, değişik ülkelerden toplama katiller sürüsü, Kürtlere ve diğer halklara karşı Batı Kürdistan’da ve Suriye’de kullanılmaktadır. İlginç olan benzerliklerden biri de SMO dedikleri çetelerin bir bölümü Türk ordusuyla birlikte savaşmak üzere anlaşmalar karşılığında hapishanelerden serbest bırakılmış bir diğer kesim ise çeşitli ülkelerden toplanıp örgütlenerek ortalığa salınan cihatçı katillerdir. İçerde MİT, Jandarma Özel Harekat (JÖH) ve Polis Özel Harekat (PÖH) gibi cinayet şebekelerin yanı sıra yüz binlerce sayıdan oluşturulan Özel Ordu (SADAT) ve AKP’lilere bekçi elbiseleri giydirilerek kısa zaman önce verilen statü ve yetkiler esasında ne türden hazırlıklar ve kime karşı hazırlık yapıldığını iyi değerlendirmek gerekiyor. Aklımızdan çıkarmamız gereken gerçek şudur ki bugün dünyada ve ülkemizde yeni katliamlar ve soykırımlar için yeterince karanlık ortam oluşmuş durumdadır. Talat, Cemal, Enver paşalar yerine bugün onları hiç aratmayan ve onlardan daha fazla imkan ve olanak sahibi olan Tayyip, Bahçeli ve Akar gibilerin yanına birde yeni nasyonal sosyalist Perinçek oturmuş haldedir. Tarihin bir döneminde yaptıkları katliam ve soykırımların hiçbirinin hesabını vermemiş bir sistem, bir devletten söz ediyoruz. Hesabını vermedikleri cinayetlerin, kök kurutma girişimlerin tarihe bıraktığı pis kokular, insanlığa bıraktığı derin ve irin bağlamış yaralar henüz temizlenmiş değildir. İşlenmiş tüm toplu kitlesel cinayetlerin hesabını vermek bir yana tarihte bilinen ve yaşanmış hakikatlerin üstünden atlamış ve inkardan gelmişler. Yok saymışlar. Buna hala devam ediyorlar. Esasında bununla verdikleri açık mesajın özeti şudur. “Aynı şeyleri yapacağımızı bilmelisiniz” Örnek mi? Dersim belediyesinin isim değiştirme girişimi sırasında Devlet Bahçeli’nin “uyarı” kabilinde geçmiş tarihi hatırlatan sözlerinin içindeki anlamı kavramak gerektiğini özellikle hatırlatalım. Bu sözlerin anlamını kavramak demek tarihten öğrenerek her türlü kötülüğe karşı hazırlanmanın ilk adımıdır. Diğer taraftan şu noktayı karşı not olarak düşelim. Üzerinden atlanarak geçmeye çalışılan, yok sayılan, inkardan gelinen hiçbir kanlı girişim ya da soykırım asla unutulmaz ve unutturulamaz. Soykırımı yapanlar ve savunanlar “olanlar artık geride kalmıştır” sevinciyle hareket etmesin. Böyle bir şans henüz yakalanmış değil. Tersi düşüncede olan soykırımcılar yanılmaktadır. Şimdiki dünyanın politik merkezi olarak kabul edilen ve Türkiye Cumhuriyeti devleti ile “stratejik dost” olan bu merkezler, çıkar amacıyla kullanmak için olsa bile gerektiğinde soykırım konusunu gündeme taşıdıklarını biliyoruz. Dahası Ermeni soykırımının doğrudan içinde olan Alman devletinin yasama organında suçunu kabul ederek özür dilemesi henüz dünkü olaydır. Dolayısıyla TC denilen ceberut militarist yapının inkardan gelerek bu suçtan sıyırdığını sanması büyük bir yanılsamadır. Biliyoruz ki ne geçmiş tarih sır olup bitmiştir, ne de olup bitenler cevapsız kalır. Acıları derin yaşamış toplulukların hafızaları kuşaktan kuşağa geçer ve devam eder. Hele ki bu soykırım ise onu asla unutmazlar, unutamazlar. Bundandır ki her ülkede, her tartışmada yeniden gündem olmakta ve ağır bir sille olarak inkarcının suratına çarpmaktadır. Dahası benzeri bugün Kürt milletine yapılmaya çalışılıyor. Hal bu olunca sadece Ermeni, Süryani, Keldani gibi mazlum milletleri, ya da Aleviler, Dersimliler veya komünistler değil, vicdanlı her aydın ve topluluk tarihin güçlü hafızasının hatırlattıklarının eşliğinde soykırım utancınızı her yer ve ortamda karşı hamlelerle yüzünüze haykırmaktadırlar. Soykırımı savunanlar, tarihi çarpıtanlar, inkarcılar ilerici insanlığın sillelerinden kurtulamazlar. Yaşanmış büyük bir dram ve utanç orta yerde durmaktadır. Bu utançtan kurtulmanın tek yolu hakikatleri olduğu gibi kabul etmek ve Ermeni ve diğer milletlerden ve Dersimlilerden özür dilemek ve sağa sola çekmeden işlenen suçların ceremesini sonuçlarıyla beraber ödemeyi kabul etmektir. Belki o zaman birazda olsa soykırıma uğrayanların acıları dinmiş olur.
İnsanlık tarihinin belli bir gelişme evresinde ortaya çıkan özel mülk dünyasının yarattığı sınıflar ve bu sınıflardan kaynaklanan her türlü bireyci-bencil kültür ve alışkanlığın aşılmasıyla ancak o zaman soykırımlara yol açan sebepler, sonuçlarıyla beraber tarihin utanç müzesinde yerini alır. İşte biz komünistler, yaşanmış bütün kötülüklerle ve aynı zamanda insanın bugünkü acil ve güncel ihtiyaçları uğruna mücadele ederken, şunun çok net olarak bilincindeyiz. Özel mülk dünyasından kaynaklanan tüm kötülükler ve bunun en somut hali olan insanın insan ve doğa üzerindeki sömürüsüne son verecek olan komünist bir dünya ile mümkün olacağını bilir ve bu stratejik hedefler doğrultusunda mücadele ve hareket ederiz.