Nazi propaganda ustası Joseph Goebbels “bir kere söylenen yalan, yalan olarak kalır ama bin kere söylenen yalan, hakikate dönüşür” diyor. (Harari. 21 Yüzyıl için 21 Ders kitabından) Peki, söylenmiş bir yalan hakikat olarak kendisini sürdürebilir mi ya da ne zamana kadar yalan hakikat olarak sürebilir? Tarih hakikatlerin kahredici hükmü karşısında, her türlü yalanın ezildiğini hükmeder. Sömürülen sınıfları, ezilen mazlum ulus ve inançları, saltanatları altında zor ve baskı araçları ile yönetmeye çalışan tüm gerici egemenler, sistemlerini baki kılmak için, siyasal-askeri-hukuksal-sosyal yöntem ve araçlarla merkezi kurumsallaşmalara giderken, egemenliklerinin tesis ve sürdürülebilirliği için, yalan-bilgi kirliliği- komplocu kurgulamaları özel bir alan olarak kullanmaktadır. Tüm toplumsal varoluşun koşullarında somut olan gerçeğin çarpıtılarak, yerine hakikatler dışındaki tüm gerici “değerlerin” konulması, ezilenlerin kendi toplumsal konumlarına denk bilinçleriyle buluşması yerine, egemen sistemin ideolojik-politik kuşatmasından etkilenerek gericiliğe yedeklenmesinde, “yalan” denen bu kirli silahın etkili kullanılmasının azımsanmayacak payı vardır. Bu bağlamda, gerçeklerin çarpıtılarak yerine yalanın konulması ve bunun birçok araçla topluma enjekte edilmesi, gerici egemenler açısından kurumsal bir politikadır.
Militarize araçlarla tahkim edilmiş, burjuva ve türevi tüm gerici iktidarların “tarihin sonu olarak” ilan ettikleri saltanatlarına, bir avuç insandan yığınlara kadar, hakikate ulaşma cüretini gösterenlerin gösterdiği karşı koyuş, sadece fiili olarak gerici iktidarları sarsmamış, insanlığın hakikatlere ulaşmasında da tayin edici bir rol oynamıştır. Tıpkı hakikat gibi, hakikatin o billur ve etkili havzasıyla buluşan insan devrimcidir. Gerçeğin hükmünde, insanlığın özgür geleceğinin dinamikleri vardır. Gerçekle buluşan her irade, bu dinamiklerin devindirici gücünü özneleştirir. Bundandır ki, devrim hakikatten beslenir, karşı- devrim yalandan ve entrikadan beslenir. Bundan dolayı gerçek geleceği, yalan ve entrika eskiyen ve çürüyeni temsil eder. Yani hakikat, yalan söyleyenleri ve yalan üzerinde tarih kurgulamaya kalkanları mahkûm eder. Somut bir örnek olarak, resmi Türk tarih tezi, herkesin Türk olduğu, tüm dillerin ve ulusların Türklerden türediği şeklindeki ırkçı yaklaşımına dayanmaktadır. Ama tarihin dinamik gücü bunu mahkûm etmiştir. Yalan üzerine kurulu resmi Türk tarih tezi, egemenlerin planladığı gibi etkili olsaydı, şimdi Anadolu’da yaşayan herkesin; özellikle de tüm Kürtlerin Türk olduğuna dair herkesi ikna etmiş olacaktı. Oysa durum ortada ve Kürt ulusu kendi kaderini tayin etmek için bu resmi yalana karşı ayaktadır. Üstelik Kürtler, bugün dört parçada bu yalan tarihe karşı savaşmaktadır. O halde bundan çıkarılması gereken sağlıklı ders ne olmalıdır diye sormak yerinde olur? Doğru cevap gerçeklere sonuna kadar bağlı kalmak ve düşüncelerimize, aklımızdakilere ters ve aykırı olsa bile sonuna kadar gerçeklerde ısrar etmek olmalıdır. Gerçekleri dillendirenler, dillendirdikleri o gerçekleri bir dönem için kimseye kabul ettiremeyebilirler ve bu nedenle zayıf kalabilirler. Ve hatta bu tutum bir dönem için onların kendilerine zarar verdiği gibi gözükse bile uzun vadede yararlarını görür ve güç kazanırlar. Dolayısıyla hakikatlerde ısrar etmek biricik yoldur. Çünkü devrim ve dünyayı değiştirmek iddiasında olanların savaşı hakikatler uğrunadır.
Bunları neden söylüyoruz? Bir süredir Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF) ve onun yerel seçim adaylarına karşı; özellikle de Fatih Mehmet Maçoğlu’na karşı akıl almaz saldırılar ve yalanlar servis edilmektedir. Şayet bu saldırılar sadece egemen sınıflardan gelen saldırılar olsaydı bu saldırıların niteliğini bildiğimiz için ciddiye almaz ve önem vermezdik. Ne var ki bu saldırıların, dost olarak değerlendirdiğimiz hareketlerin taraftarlarından geliyor olması oldukça düşündürücüdür. Hiç bir sorumluluk duymadan yapılan yalandan ibaret doludizgin saldırılar bu kesimler tarafından engellenmesi bir yana, sessizce geçiştirilerek bir biçimde onaylanması, düşündürücüdür ve devrimci saflara bir getirisi yoktur. Daha henüz ittifak görüşmelerin sürdüğü bir zaman dilimi içinde başlayan bu tür saldırıları yapanlar, adaylarımızın açıklanması ile beraber sosyal medya üzerinde yalan ve iftiralar eşliğinde linç girişimlerini ve düşmanı aratan yayınlarda bulundular. Yasal bir mevzi olması ve egemen sınıf yasalarının denetimi altında olması itibariyle zorunlu olarak yapılan görüşme fotoğrafları eşliğinde adaylarımız düşman ve hain ilan edecek kadar kaba ve çirkin saldırılara maruz bırakılmaktadır.
Dersim Mazgirt ve Ovacık’da kazanılan belediyelerde Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF) şiarı olan “Söz, Karar, Yetki, Halka” perspektifi doğrultusunda emekçilerle birlikte yeni bir yaşam inşa etmek yolunda yerel seçimleri taktik bir sorun olarak ele aldığımızı ve programımızı Dersim-Mazgirt-Ovacık’da pratiğe geçirdiğimizi tüm dostlarımız ve sınıf düşmanlarımız tarafından iyi bilinmektedir. Bugün bu programımızı, anlayışımızı, planımızı daha ileri düzeyde, yani Dersim merkezde hayata geçirme istek ve arzumuzu ilan etmiş durumdayız. Böyle bir programın uygulanmasını en geniş bir ittifak içinde uygulamayı samimiyetle arzulamıştık. Dostlarımızla yaptığımız, yürüttüğümüz bütün görüşmelerde düşüncelerimizi en açık haliyle dost güçlerle tartışmıştık. Gel gör ki bu konuda ortaklaşma sağlamak mümkün olmadı. Hal böyle olunca demokratik bir yarış yapmak üzere dostlarımıza başarılar dileyerek kendi işimize yöneldik.
Öncesinde başlayan ancak bağımsız çalışmamıza başlamamız ile birlikte çok çirkin saldırılar yapılmaya başlandı. Elbette saldırılar sadece sonuçtur. Bu saldırıların ideolojik sebepleri vardır. Bu sebepler aşılmadıkça sistemden kopmak asla mümkün olmayacaktır. Tekçiliğe karşı mücadele etmek iddiasında olanların tekçi olmaları, başkalarının örgütlenme ve bağımsız mücadele etme haklarını inkârdan gelmeleri ve üstelik bunu yalan ve uydurmalar temelinde engellemeye çalışmaları, tekçiliğe karşı mücadele iddialarıyla ilginç bir çelişki içindedir. “Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet” diyerek Kürtlerin ve bilumum ezilenlerin en sıradan demokratik haklarını inkâr eden ırkçı zihniyetle doğru bir mücadele yürütmek ve bu gerici ırkçı anlayışı yenilgiye uğratmak için öncelikle iddia sahiplerinden iddiasını kavramaları ve tutarlı olmaları beklenir. Lafını etmek ama gereğini yerine getirmemek tarifi imkânsız bir tutarsızlıktır. Tekçilerin konaklarına oturup tekçilere küfretmekle adı geçen o gericiliği yenmek mümkün değildir. Aynı kültürle, aynı yaşam tarzıyla, aynı bakış açısıyla hedefe alınanların yenildiğini gösteren herhangi bir örnek var mıdır? Fiziken belki yenebilirsiniz. Ancak fiziken yenseniz bile o gerici zihniyeti aşmanız asla mümkün olmayacaktır. Şayet “bizim derdimiz fiziken o gericiliği yenmektir, yoksa o zihniyete bizimde ihtiyacımız var” anlayışında iseniz o zaman iddialarınızı bırakın ve tutarlı olun. Derler ki “kendinize yapılmasını istemediğinizi başkalarına yapmayın” Bu söz genel bir doğruyu ifade ettiğini söyleyebiliriz. Tekçilik yanlış ise, bir ulusun sahip olduğu tüm haklar her ulus için bir hak ise, kendi katıldığın bir süreç senin için doğru oluyorsa neden başkaları için doğru ve kullanılacak bir hak olmasın?
Yerel seçim sürecini ele alalım. Selefi sultan Tayyip ve saray çevresi Kürt hareketini ve devrimci çevreleri yerel seçime katmamak için elinden gelen tüm çabaları sergilemektedir. Kürtleri ve devrimci hareketi seçimden alıkoymak için tüm tehditleri yapmaktadır. İlerici çevreler içinde SMF ve adaylarının devrimci sosyalist perspektif ile yerel seçim sürecinde yer almasından bu denli rahatsızlık duymaları nedendir? Hatta dostça eleştiri yerine yalanlara dayalı olarak SMF ve adaylarını teşhir etmeye yeltenmek kimin kültürü, neyin zihniyetidir? Bu kültür, bu zihniyet, Kürtlere ve tüm ezilenlere düşman sistemin temsil edilmesi değil midir?
Şunu tekrar vurgulamalıyız. Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) çalışmalarında hiçbir dost kurum ile burjuva bir yarış içinde değildir. Hiçbir dost kurumu kendisine rakip olarak görmemektedir. Hedefinde dost güçler yoktur. Onun hedefinde gerici bir sistem ve o gerici sistemi tüm varlığıyla değiştirmek gibi büyük devrimci görevleri vardır. SMF halka hizmet etmek, halkı gericiliğe karşı seferber etmek ve kendi kaderini kendi ellerine almak için mücadele yürütür ve bunu yaparak doğa ve doğanın bir parçası olan insan üzerinde her türlü egemenlik ve sömürü ilişkilerini parçalamak gibi zor ama bir o kadar da onurlu hedefleri/çalışmaları vardır. Bu görevlerin yerine getirebilmesi için dost güçlerle ittifaklara özel önem verir. Ancak öyle anlar, öyle dönemler ve süreçler olur ki bu ittifaklar da buluşmak mümkün olmayabilir. Bu durumda dostlarının haklarına en küçük zarar vermeden kendi bağımsız faaliyetlerini yürütür. Böylesi dönemlerde bile asla dağıtıcı, yıkıcı, rekabetçi ilişkilere girmez. SMF’nin vazgeçemeyeceği ilkeleri vardır. Ancak bu ilkeleri kendi sırtında bir yük olarak taşımaz. Bu ilkeleri sırtında bir yük olarak taşımaktan itina ile kaçınır. Bunun anlamı ilkelerine bağlı kalırken bile esnek olmayı, dostlarına taviz vermeyi, birliği gözetmeyi asla kenara bırakmaz. Örneğin dost güçler arasında ideolojik mücadeleyi önemser ama politik mücadeleyi dostlara değil düşmana karşı yürütür. Yine dost güçler arasında şiddeti asla benimsemez. Uslamlamayı temel alır. Yani örnek verdiğimiz ya da vermediğimiz benzer ilkeleri asla ve asla elden bırakmaz ama bu ilkelere aykırı hareket etmekte olan dostlarına karşı ideolojik bir mücadele yürütürken bile bu hataları nedeniyle onları düşman olarak değerlendirmez ve onlardan kopmanın gerekçesi haline getirmez. İşte gerçek komünist devrimcilerin tutumu budur. Yukardan aşağıya tüm yoldaşlarını bu ruhla eğitir. Taraftarımızda olsa bu anlayışa hala sadık olmayanlar varsa demektir ki o kişi veya kişiler bedenen aramızdadır ama dünya görüşü olarak henüz değildir. O yoldaşları ısrarla doğru bir çizgiye ikna çalışmasına devam eder, yanlışlarla uzlaşmaz.
Şimdi içinde olduğumuz bu süreçte dost güçlerden veya taraftarlarından akıl almaz saldırı ve karalamalar yapılmaktadır. Bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir ve kabul etmemiz beklenmesin. Dünyayı değiştirme eyleminde zafere ulaşmak için dost ve düşmanın kim olduğunu doğru belirlemek önemlidir. Dostlarımızdan dost gibi davranmalarını bekleriz. Şayet kuru gürültülerle geri adım atacağımız düşünülüyorsa büyük yanılıyorlar. Devrimci eleştiri ise her zaman olduğu gibi başımızın üzerinde yeri vardır. Gerici saldırıların ise üzerimizde sinek vızıltısı kadar anlamı ve etkisi vardır. Bizim saldırıları ve karalamaları kabul etmemiz asla mümkün değildir. Kendi bağımsız varlığımızdan ne bir taviz veririz ne de bu konuda en küçük tereddüt gösteririz. Bunu tüm dostlarımızın özellikle bilmelerini isteriz.
Öte yandan, çevremizde yer alan, hareketimize gönül vermiş hiçbir kimsenin de her hangi bir dost harekete veya bireye karşı yıkıcı, parçalayıcı ve hele hele yalan ve dedikoduya dayalı bir söylemi aynı şekilde kabul etmeyeceğimizin altını çizerek belirtmek isteriz. Yeni yaşam, yeni dünya, yeni bir kültür iddiasında olan bizlerin yaklaşım ve metot konusunda iyi ve örnek devrimciler olmamız çok önemlidir. Hiçbir haksız söyleme karşı başka yanlış bir haksız söylem haklı olmaz. Bize yapılan saldırı ve karalamalara karşı yapılacak en doğru şey, gerçeklere dayalı açıklamalarla cevap vermektir. Bu cevaplar verilirken asla sekter, yıkıcı bir dil değil, açıklayıcı, doğru ve ikna edici örnekleri içermelidir. Biliyoruz ki yerel seçim sürecinde hareket olarak biz birlik için en son sınırına kadar ısrar ettik ve nihayetinde birlik sağlanamadığı için her kurum kendi bağımsız faaliyetine başladı. Dahası bize karşı ileri sürülen “argümanlar” hemen hepsi sahte ve yalandan ibarettir. “Şununla görüştü, şuna tavır almadı” gibi sözler içi boş anlamsız ve iftira niteliğinde söylemlerdir. Şimdi bizimde aynı düzeyde tartışmalara katılmamız sadece yanlış olmakla kalmaz bizi de küçük düşürür. Böyle bir tartışma üslubu sahibini yaralamaktan ve sahibine zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Dostlarını eğitmez tersine karşı yanlışların pekişmesine hizmet eder.
Öte yandan akılda tutmamız gereken diğer önemli bir nokta ise bulanık suda iş tutmak isteyen kontra faaliyetlerin varlığıdır. Faşist devletin beslemeleri kontralar, bizi veya dost güçleri desteklemek adı altında provokasyon peşinde olduklarını unutmayalım. Hareketimizi Kürt hareketiyle karşı karşıya getirmek için türlü karşı-devrimci oyunlar oynanmaya çalıştıklarının bilincinde hareket edelim. Kendi adımıza söyleyelim ki hiçbir karşı-devrimci provokatör güç bizi Kürt ulusal hareketi ile karşı karşıya getirmeye güçleri yetmez. Bizim bir konuda ayrı kalmamız dost güçler olduğumuz gerçeğini ortadan kaldıramaz. Çünkü bizler hala sayısız konuda sınıf düşmanlarımıza karşı birlikte mücadele yürütmekteyiz. Dolayısıyla bu türden provokasyonların tek başarısı, devrimci-yurtsever yapıların açık vermeleriyle mümkün olur. Yukarıda taraftarlarımıza ısrarla doğru bir üslup ve yöntem uygulayalım derken bunun bir nedeni de budur. Aynı tutumu tüm dost güçlerden de beklediğimizi belirtmek isteriz.
Son söz olarak şunu söylemeyi gerekli görüyoruz. Kazandığımız ve kazanacağımız her devrimci mevzi tüm ezilenlerin mevzileridir. Dışımızda kazanılmış her devrimci mevzi ise aynı şekilde kendi devrimci mevzilerimiz olarak görüyoruz. Tarihi kendimizle başlatmak gibi sığ bir anlayışımız olmadı. Mesela ilerici belediyecilikten örnekler verecek olursak, 1980 öncesi Fatsa’da Terzi Fikri ve yoldaşlarının önderliğindeki belediyecilik olsun, Kürdistan’da Mehdi Zana ve yoldaşlarının önderliğindeki Amed belediyesi pratiği olsun bizim miraslarımızdır. Hatta bugün HDP’nin önderlik ettiği tüm ilerici belediyeler bizim de mevzilerimizdir. Bu belediyeler kayyum hileleriyle gasp edilmişlerdir. Ve elbette sadece gasp edilen mevzilerimiz değil, esaret altındaki tüm ülke özgürleştirilecek ve kazanılacaktır.
Umudumuz ve amacımız bu yerel seçimler özgürlük ve kurtuluş yolunda devrimci adım olsun!