1917 Ekim Devrimi’ni kutlamak demek, iktidarlaşma öncesi, mücadelenin iç ve dış koşullarını, olanaklarını, imkânlarını ve zayıf yanlarını incelemek, proletaryanın iktidar sürecindeki gelişmeleri ve bu gelişmelere ilişkin politikaların doğruluğu, yanlışlığı ve eksikliği üzerinde durarak doğru politik sonuçlara ulaşmak demektir. Bu önemli görev dünya komünist hareketinin önünde durmaktadır. Bu konuda doğru-yanlış bir dizi söylem ve tespitler elbette ki var. Ancak bunların, Marksizm’in hazinesine kesin bir katkı olarak sunulduğunu söylemek henüz çok erken. Yani edinilen pratik tecrübelerden sonra, sosyalizmin inşası sürecinden doğru politikalardan yararlanmak ve yanlış politika ve uygulamalardan arınmış, sosyalizmin temel taşlarının problemsiz döşenebileceği iddiasında değiliz ve bu türden iddialar, boş iddialardır. Kuşkusuz yaşanmış bir dizi tecrübe ve birikim vardır. Bu yüzden, bugünün komünistleri, dünkülere göre daha avantajlı sayılırlar. Tabi, MLM ilkeleri kusursuz bir şekilde kavradıkları ölçüde.
Bolşeviklerin doğru taktik politikaları olmasaydı, emperyalizmin ve feodal Çar despotizminin ağır saldırıları altında proletarya diktatörlüğünün zaferi mümkün olmazdı. Peki, bu taktik politikalar neydi, günümüz özgülünde nasıl bir anlam ifade etmektedirler. Sadece taktik politikalar değil, Leninizm’in temel stratejik tespitlerini oluşturan kurallar nelerdi? Ekim Devrimi’nin yıl dönümünü kutlarken, üzerinde durmamız ve günümüze dair dersler çıkartmamız gereken yanlar ifade ettiğimiz yanlardır. Yoksa mesele sadece Ekim Devrimine dair ajitasyon çekme meselesi değildir. Sadece övgüler dizmek, cenaze merasiminde “nasıl bilirdiniz” sorusuna; “iyi bilirdik” demek gibi bir durumu andırır. Böyle bir pozisyona düşmemek için, Ekim Devrimi hazırlıkları sürecini doğru anlamak ve o tecrübelerden kendi özgülümüze dair doğru dersler çıkartmak ancak MLM bir tutum olur.
Kuşkusuz koca bir devrim mücadelesi sürecini bir makaleye sığdırmanın imkânsız olduğunun farkındayız. Ama her şeye rağmen, madem Ekim Devrimi’nin yıl dönümündeyiz, söylenmesi gereken kimi önemli şeylerin söylenmesinde fayda var. Hele de günümüz koşullarında bunun fazlasıyla bir ihtiyaç olduğu su götürmez bir gerçektir.
Devrime giden yol
Rusya’daki proleter devrimin emperyalizmin zincirlerini kırmasında ve proletaryanın iktidarı ele geçirmesinde üç dış koşulun görece öneminden söz eder Stalin. Birincisi; emperyalistlerin birbirleriyle pazar dalaşı içinde olmaları. Bundan ötürü, Bolşeviklerin yürüttükleri sosyalist mücadeleye karşı, “hem zaman hem araçlar açısından ciddi bir dikkat gösteremeyişleri”. Bu durumun çok büyük bir öneminin olduğunun altını çizer Stalin. Çünkü emperyalistler birbirleriyle dalaşırken, sosyalistler devrimin örgütlenmesinin daha kolay fırsatını yakalamışlardı. İkincisi; emperyalist savaşın yıkım ve kıyımı karşısında, barışa susayan kitleler tek kurtuluş yolu olan proleter devrime çevirdiler yüzünü. Bu durum kitleleri örgütlemenin daha kolay fırsatlarını yaratmış oldu. Kitlelerin Bolşevik saflara yönelmesinde, Bolşeviklerin aktif emperyalist savaş karşıtı politika ve eylemlerinin altını da önemle çizmek gerekiyor. Bu politikalar ve eylemler, sadece Rusya proletaryası ve ezilen yoksul halkına değil, özellikle Avrupa proletaryasına ve dünya halklarına umut ışıkları taşıyordu. Üçüncüsü; Avrupa’da güçlü sayılabilecek bir işçi hareketinin varlığı ve bu hareketlerin emperyalist savaş karşıtlığı eylemleri, Bolşeviklerle olan ittifakları, Rusya’da devrimin örgütlenmesinde önemli rol oynadıkları söylenebilir.
Elbette, devrimin zafere ulaşmasında sadece dış koşulların avantajlarından söz edilemez. İç koşulların öneminin de altını çizmek gerekiyor. Bu koşulların en önemlileri, birincisi; Ekim Devrimi, Rusya işçi sınıfının büyük bir kısmının etkin desteğine sahipti. İkincisi; köylülerin ve cephede savaştan bezmiş askerlerin desteğine sahipti. Üçüncüsü; mücadeleye önderlik eden denenmiş, güven veren, gerektiğinde geri çekilebilen ve tekrar güçlerini toparlayıp yeniden mücadeleye seferber edebilen bir komünist partisinin olması. Dördüncüsü; yürütülen sınıf mücadelesi sürecinde yeterli miktarda yiyecek, yakıt, mücadeleyi devam ettirecek araç ve gereçlere sahipti Bolşevikler.
Bu iç ve dış koşullar, devrimin nispi kolaylıklarını sağlayan koşullardı. Kuşkusuz bu, devrimin içte ve dışta dezavantajlı yanlarının olmadığı anlamına gelmez. Örneğin, dışta, yakınlarında destek alabileceği bir sosyalist vb. devletin olmayışı, içte, devrimi boğmak isteyen hâkim sınıfların yanı sıra, sözde Marksist olma iddiasında olan (Menşevikler ve Sosyalist-devrimci partiler gibi) anti- Bolşeviklerin olması devrimin dezavantaj yanlarını oluşturuyordu.
“Ekim Devriminin, bu devrimin iç anlamını ve tarihsel önemini kavramak için, her şeyden önce özümlenmesi gereken iki özelliği vardır” der Stalin. Bu iki özelliklerden biri, proletarya ile köylülüğün devrim ittifakı, diğeri ise, kapitalist üretim ilişkilerinin az veya çok gelişmişliğine bakmaksızın proletaryanın buralarda iktidara gelme ve tek bir ülkede de sosyalizmin zaferinin mümkün olabileceği özelliğidir.
Bilindiği gibi, Troçki köylülüğü dışlayarak saf bir proleter devrim teorisini savunurken, Narondikler proletaryayı hiç görmezden gelen politikalarla devrimin önünde set oluşturuyor veya devrimin ilerlemesini engelliyorlardı. Sadece bunlar değil, Menşevikler, ekonomistler, sosyalist devrimciler vb. ile de büyük bir ideoloji- siyasi mücadele yürütüyordu Bolşevikler. Özellikle devrimin yakınlaştığı veya devrim arifesinde devrim düşmanlarının en tehlikelisi (uzlaşmaz sınıf düşmanlarını ayrı tutarak) “Marksist” maskeli olan ve toplumsal dayanağı bulunan uzlaştırıcı veya “sol”cu parti ve örgütlerdir. Bunlar teşhir ve tecrit edilmeden proletaryanın iktidarı alması neredeyse imkânsız gibi bir şeydir. Bolşeviklerin en önemli başarılarından biri de budur.
Proletarya diktatörlüğü diyor Lenin; “Emekçilerin öncüsü proletarya ile emekçilerin proleter olmayan çok sayıdaki tabakası arasındaki ( küçük- burjuvazi, küçük patronlar, köylülük, aydınlar vb.) ya da bu tabakaların çoğunluğu arasındaki sınıf ittifakının özel bir biçimidir; bu ittifak, sermayeye karşı yönelmiş, sermayenin tam yıkılışını, burjuvazinin direncinin ve canlanma çabalarının tamamıyla ezilmesini hedef almış, sosyalizmin kesin kuruluşunu ve sağlamlaştırılmasını amaçlayan bir ittifaktır.”(Stalin, Leninizmin Sorunları,s.105)
Bu ittifakın, proletarya önderliğinde olan bir ittifak olduğunu defalarca kez Lenin önemle altını çizmiştir. Mesele, Troçki gibi köylüleri düşman ilan edip etmemek veya Narondikler gibi proletaryayı yok sayıp saymamak meselesidir. Doğal olarak devrimi başarıp başarmama sorunudur. Devrimden çıkarı olan tüm emekçileri, proletarya saflarında birleştirmeksizin devrimi zaferle taçlandırmak ve devam ettirmek hayalden başka bir şey değildir. Doğal olarak Ekim Devrimi’nin belirleyici özelliklerinden biri proletarya diktatörlüğünün savunulması ve uygulanması özelliğidir.
Diktatörlük, “Her ne kadar zor olmaksızın olanaksız ise de sadece zor demek değildir. O, aynı zamanda, önceki örgütlenmeden üstün bir çalışma örgütlenmesi demektir.” der Lenin. Proletaryanın devrimci zorundan esas olarak anlaşılması gereken, yasaklar, şiddet vs. değildir. Devrimci zorun iktisadi temelinin algılanması ve kavranmasıdır esas olan. Yani, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetçi durumun sonlandırılması, toplumsal çalışma örgütlenmesinin ve kolektif üretimin yaratılmasıdır. Zor deyince akıllara hemen vurduların, kırdıların, yasakların gelmesi, asırlardır süregelen sınıflı toplumların hâkim sınıflarının özü olan bu pratik uygulamaların toplum üzerinde bıraktığı olgulardan kaynaklıdır. Devrimci zorun esası, mülksüzleştirenlerin, mülksüzleştirilmesi esasına dayanır.
Ekim Devriminin kısaca da olsa kimi özelliklerinden söz ederken, proletarya partisi ve onun önemi üzerinde durmadan geçmek olmaz. Çünkü proletaryanın öncü partisi olmasaydı, Ekim Devriminden de söz edilemezdi. Peki, bu başarının sırrı nedir. Her şeyden önce, ideolojik ve siyasi sağlamlığı, mücadeledeki fedakârlığı, düşmanını küçümsemeden kendine olan güven ve hâkimiyeti, feragat duygusudur. İkincisi; başta proletarya olmak üzere, en geniş emekçi yığınlarıyla ilişkilenme, bağlar kurma, onların içinde erime yeteneğidir. Üçüncüsü; kitlelerin kendi deneyimleriyle de inanmış oldukları, öncünün siyasal yönetiminin doğruluğudur. Bolşevik Devriminin sırrını buralarda aramak gerekir. Çünkü Bolşeviklerin tamı tamına yaptıkları budur. Ancak bu koşullar öyle mantar biter gibi birdenbire fışkırarak dallanıp budaklanmaz. “Bu koşullar uzun çalışmalarla, çetin deneyimlerle hazırlanır; hazırlanışı, ancak gerçekten yığınsal ve gerçekten devrimci bir hareketin pratiğiyle sıkı sıkıya bağlı olarak meydana gelen, dogma olmayan doğru bir devrimci teoriyle kolaylaştırılır.”
Parti, emekçi sınıflar arası doğru ilişkiler ve “karşılıklı güven” ilkelerine uymazsa, kendisini şu veya bu şekilde halka dayatırsa, devrimin zaferinden söz etmek mümkün olabilir mi? Bu, parti ile sınıfın karşı karşıya gelmesi demektir. Denilebilir ki, böyle durumlar mümkün mü? Mümkün olduğu Bolşevikler de dâhil, KP’lerin tarihinde görülmüştür. Bolşeviklerin bu durumlara karşı yürüttükleri mücadele Ekim Devriminin mihenk taşları konumundadır.
Ekim Devrimi’nin zaferi, mücadelenin küçüğü-büyüğüne bakmaksızın ekonomik mücadeleden demokratik mücadelelere kadar, ajitasyon-propagandadan kendiliğinden gelişen kitle hareketlerinin içine sızıp önderlik etmelere kadar ve her bir süreçteki gelişmelere denk düşen politikalar üreterek mücadelenin taktiksel ağırlık merkezlerini buralara kaydırarak, daha da önemlisi stratejik olarak silahlı ayaklanmanın görev ve sorumluluğunun bilincinde olarak, bu görevi yerine getirmek için çarlığa karşı sosyalist devrimi örgütleme şiarı ve pratiğiyle açıklanabilir.
Umutsuzluğa düşmek gibi bir lüksümüz yok!
“Devrimler tarihin lokomotifidir” der Marks. Devrimler, ezilenlerin kurtuluş bayramlarıdır. Doğal olarak böylesi dönemlerde kitleler aktif bir şekilde öne atılırlar. Yıllarca çekilen acının, yokluğun ve yoksulluğun karşılığıdır bu tutum. Önderlerin ise, devrimin görevlerini daha kapsamlı, daha cesur bir biçimde ortaya koymaları, ortaya konulan şiarların kitlelerin kendiliğinden ortaya koydukları inisiyatifin önünde olması, sosyalizmin bütün görkem ve güzelliğini göstermesi, mutlak zafere giden yolu en doğru ve en güvenilir biçimde ortaya koymaları gerekir. Ekim Devriminin zaferini, Bolşeviklerin hünerli mücadelelerini buralarda aramak gerekir. Yani sadece bir takım stratejik doğrular tespit etmekle işler hal olmuyor. Havuzu yapmak veya kurmak tek başına bir anlam ifade etmiyor. Havuzu dolduracak suyu ve suyun havuza akışını sağlayacak yolların bulunması gerekiyor.
Hiç kuşkusuz fırtınalı, emperyalistlerin dünya halklarına kan kusturduğu, devrimci hareketlerin dağınıklığının yaşandığı, tasfiyeciliğin kol gezdiği bir zaman dilimindeyiz. Ama her şeye rağmen umutsuzluğa düşmek gibi bir lüksümüzün olmadığının da bilincindeyiz. Mücadelenin tek düze, hep zaferlerle yürümeyeceğinin, yengi ve yenilgilerin kol kola ilerlediği ve nihayetinde yeninin eskiye galip geleceğinin de farkındayız. Toplumlar tarihi bunu bize defalarca kez kanıtlamıştır.
Yolumuzu aydınlatmaya devam eden Ekim Devrimi ve devrimin önderi Lenin’in şu sözleriyle makalemizin son noktasını koyalım.
“(…) Bugünkü devrimci durumda, durgun denizde yol almayı ve tehlikesiz ‘muhalefet’ yolunu bilinçli olarak tercih edebilenler, iyisi mi bir süre için sosyal- demokrat çalışmadan uzaklaşsınlar, devrimin sonucunu beklesinler, bayram geçip günlük yaşam yeniden başlayasıya kadar beklesinler, yani kendi dar rutin standartlarının böyle iğrenççe bir akortsuz nota ve işçi sınıfının görevlerini böylesine sakatlamak demek olmadığı zamana kadar beklesinler.”
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.