Doğru ya da eğri ama her söz öyle ya da böyle dinlenilmeyi hakeder. Dinlemeden anlamak mümkün olmadığı gibi, anlamadan da eğriliği-büğrülüğüne ya da katıklı-katıksız doğruluğuna karar vermek de mümkün olmaz. Sözün dinlenilme değerine haiz olması sadece doğruluk şartından ileri gelmez ve indirgemeci mantıkla doğru şartına bağlanmaz. Ki, eğer şarta bağlanması lüzum ise, şarta bağlamak için de dinleme eylemi gerektirir. Bu aşamadan geçmeden, doğruya yanlışa kara vermek objektiflikten uzak kalır.
Sübjektivizm, öznelcilik ya da tek yanlılık, araştırmacı çok yönlülük, tahlilci analitik düşünce ve metodoloji bilimine tabandan ters kusurlardır. Bu kusurlar daha çok bilgi teorisi ve tecrübe yoksunluğuyla ‘‘gerilik‘‘ standartına oturup diyalektik biliminin dışında zuhur eden ezberci, slogancı, dogmatik tarz ve statükocu, tekçi, kapalı, otokontrolcü ve sınırlamayı tanıyan sığ düşünce zemininde belirir, görülürler. Ve bu zeminde bahis konusu kusurların gündeme gelmesi nispeten anlaşılırdır. Fakat bu kusurların zuhur ettiği anlaşılması zor olan bir statü daha var ki, bu statü aydın-entellektüel vasfı taşıyan mecradır.
Öncesi, sübjektivizm, öznelcilik ve tek yanlılıkla malul olan bakış açısı veya yaklaşım tarzı, aydın ve entellektüel katta da belirgin biçimde görülür-görülmektedir. Bilgi, kültür ve genel geçer normlarda çıplak insan ya da toplumsal seviyeye göre veya bunlar karşısında bir ‘‘üst katta‘‘ bulunan bu tabakadaki(aydın-entellektüel tabakadaki) sübjektivizm ve tek yanlılık kusuru kitabi bilginin aşırı yüklenimine karşın pratik-tecrübe-deneye dayalı bilginin nispeten zayıf olmasından ileri gelir. Bu bizim iddiamız, eksik kalabiliriz. Aydın ve entellektüel kat buna burun bükebilir. Bu da onun aydın kibrine ışık tutar… Ki, aydın ve entellektüele ait tutumlarda işaret ettiğimiz bu eksiklik sıklıkla görülür.
Kitabi bilginin yoğun atmosferine kapılan aydın-entellektüel üzerinde bu durum bir kuşatma yapmakla birlikte, belki daha belirleyici olan sebep sosyal pratikten kısmen geri oluşları ve siyasi nitelik ve eylemi daha çok ikincil perspektifle taşıyor olmalarında karşılık bulur. Yaşamın ve pratiğin sorunlarını küçümsemeleri ve bütün bu sahanın sorunlarını teorik bilgi mülahazalarıyla yoluna koyulabileceğine olan objektif inançları onları gerçek yaşam ve sorunları karşısında bir miktar da olsa yüzeyselliğe iter. Ve bütün bunlar siyasi mücadelede sakıncalar taşıyan entellektüel ve aydın kesimini, komünist aydın-entellektüelden ayırır. Dahası, aydın ve entellektüel kimliği önceleyerek siyasi mücadele pratiğine bu gözle bakıp belli bir mesafe koymayı yeğleyenler, elbette Marksist filozoflardan ayrışırlar.
Dünyayı yorumlamak yetmez, aslolan onu değiştirmektir aforizmasıyla siyasi eylem ve mücadeleye sonuna kadar giren Marksist entellektüel ile siyasi savaşıma burun bükerek esasta teorik bilgiyle çehre değiştirmeyi tasavvur eden entellektüel arasında kesin bir fark var ki, bu fark sübjektivizm parçalanmışlığına dayanan eksiklik ile sınıf mücadeleleri bilimine dayanan gerçek entellektüel tutumu birbirinden ayırandır.
Uzmanlık-Kızıllık ikileminde yürütülen tartışmanın, Sovyet iktisadının/ekonomi politikasının eleştirisine dayandığı bilinir. Bu eleştiri kapsamının hatırı sayılır bir unsuru, halkın günlük yaşam ihtiyaçlarından uzaklaşarak ve bunu ihmal edilerek, büyük teknolojik üretim ve sanaileşme hamlelerine tek yanlı olarak odaklanılması ya da yoğunlaşılmasında karşılık bulur. Bu hatadaki denklemi, entellektüel ve teorik bilgi ile pratik bilgi ve tecrübe arasındaki çelişkiye, yani yaşamın gerçek sorunları karşısında gereksinim olarak önümüze çıkan sorunlara yaklaşım ile bu sorunlara teorik ve entellektüel soyutlamalar temelinde yaklaşım esasına oturan çelişki denklemine uyarlamak mümkündür.
Sübjektivizm ve tek yanlılığa düşen entellektüel, yaşamın rahminde yakıcı sıcaklıkta cereyan eden sorunlara dönük olarak, daha çok kitabi bilgi ve teorinin öngördüğü çözümlerle yaklaşım sergiler. Kısmen reçeteci, kalıpçı ve soyut-yüzeysel yaklaşım sergileyerek gerçekle örtüşen diyalektik teori ve gerçeğin derin bilgisini ihmal eder. Ne ki, yaşam pratiğinde somut adımlar atmakla yüzyüze ve mükkellef olan diğer ‘‘entellektüel‘‘, yani siyasi kulvarda mücadele eden devrimci, bu pratik sorunlar karşısında somut çözümler geliştirmek, somut adımlar atarak soluk almayı, soluk vermekle doğrudan boğuşur. Entellektüel aydın bunu çoğu kez anlamakta güçlük çeker ve pratiğin kanlı-canlı sorunlarına kitabi bilgi perspektifinden bakar. İçinden çıkılması zor girdap burada gerçek bir anafora dönüşür ve yaşam ile kitap arasındaki doğru orantılı bağ bu anaforla kopuşlarını zikreder.
Binbir çelişki ve sorunla seyrülsefer eden gerçek yaşam, siyasi savaşımın ağır yükleriyle milimetrik hareket doğruluğunu olanaksız kılarken, bu savaşımın birer yansıması olarak cereyan eden iç yokuş ya da çukurların zorlukları da hatalar yapmayı, eksikliklere düşmeyi birer kaçınılmazlık olarak önümüze koyar. Hataya düşmek, iradeye bağlı olduğu kadar, irade dışında gelişen bir tabi süreç olarak gündeme gelir. Kitabi teorinin metresini elinde tutan tek yanlı entellektüel, bütün bilimsel olumlamalara karşın, bunların dışına çıkarak soyut bilginin buyurganlığıyla bu yaşam gerçeğini zapturapt altına alan dayatmaya meyleder. Eleştirisi böyle biçimlenir, böyle yükselir. Mükemmeliyetçilik, salt teorik yaklaşım ve kitabi bilginin buyurduğu çözüm tarzıyla hareket eden üstenci entellektüel yaklaşımın bir başka davranışı olarak ortaya çıkar.
Kimseyi suçlamaya gerek yok. Kabahatli ve kusurlu olana söz etmek de ziyan… Zira suçlu biziz, başkasını hatalı gören bizlerin kendisidir kusurlu olan. Somut soruna somut çözüm ve tavır geliştirmek de hepten yanlış ve basit yaklaşım. Zira çözüm bunlarla değil, derin teorik bilginin ferahlığı ve enginliğiyle olanaklı… O elitist üstenci entellektüel mantık esasta böyle çalışır… Oysa durum bu kadar sade ve yalın değildir; bilakis girift ve basit görünümlü biçkin hengame niteliğindedir. Soyut teorik yetkinliği arkasına almasına karşın, bu entellektüel elitizm özünde her şeyi anlamsızlaştıran, devrimci gerçeği hiçleştiren, çelişkiyi yaşam pratiğinden alarak sözün kudretine havale eden, somut durum ve mücadele gerçekliğini yadsıyan bir hayalperestlikten ibarettir.
Kitlelere mal edilmeyen hiç bir güç pratik tesir hükmüne kavuşamaz
Aklın gücü tartışmasızdır. Fakat bu, davranış ya da pratikle buluşturulup gerçek yaşam sorunları ve çelişkilerine yedirilerek olgu haline getirilmezse gerçek nüfuza dönüşmez, dönüştürülemez. Kitlelere mal edilmeyen hiç bir güç pratik tesir hükmüne kavuşamaz. Kitlelerin talebi basittir. Siyasi iktidar ve toplumsal sistemin devrimci yoldan değiştirilmesine dayanan devasa muhtevasına rağmen kitlelerin sorunu yaşamlarına değen adımlar kadar basittir. Tanım ve tariflerimizin çoğu, mülahaza ve münakaşalarımızın ciheti onlar için reel olarak yersiz ve anlamsız şeylerdir. İş bulma, yaşamlarını idame etme, yoksulluk dışında bir refaha sahip olma vb. vs. gibi istemler, biz kabul etmesek de, onlar için yeterlidir. Ve bizler bundan dolayı onları küçümseyemez, horlayamaz, ayıplayamayız… Gerçek yaşamla ilgili olmak, gerçek sorun ve çelişkilerle alakalı olmak buradan geçer. Bunlar küçümsenerek ya da atlanarak yol alınamaz, büyük çözümler üretilemez.
Teorik devrimciler/entellektüeller değil, ama pratik devrimciler buradan hareket eder ve devrimci teoriyi küçümsemeden onu gerçek yaşam çelişkilerine kılavuz eder. Küçük sorunları çözmeden büyük sorunların çözümlerine ulaşamayacaklarını devrimci teoriden öğrenir, bilirler. En yüksek teori bile dönüp dolaşır son tahlilde pratiğin basit sorunlarını çözmeye gelir, onlarla ilgilenir. Bunu yapmazsa devrimci öze kavuşamaz. Teoriyi, pratiği, devrim mücadelesini ve bunun tüm araç ve gereksinimlerini pratik yaşam çelişkileri ve zorlukları içinde ilmik-ilmik örmeye çalışan devrimciler bu uğraşlarından dolayı yadırganamayacağı gibi, bu uğraşlar içinde ele aldıkları ‘‘küçük‘‘ ama gerçek sorunlara dönük yaklaşımlarından, tavır ve tutumlarından ötürü küçümsenemezler. ‘‘Çiçeği koklamak için atın sırtından inmek‘‘, ‘‘dereyi geçmek için ıslanmak‘‘ ve ‘‘armudun tadına bakmak için onu ısırmak gerekiyordu‘‘… Ve şayet devrimci mücadeleyi yürütmek gerekiyor ise(ki, gerekiyor), o halde mücadele aracını korumak ve bunun küçük-büyük sorunlarını da gidermek gerektir.
Toptancı kaba teorik yaklaşım bunu anlayamadığı gibi, ‘‘küçük dereciklerde boğulmayın‘‘ öğüdüyle mezhebi geniş yayvanlığı salık vermeyi de üstün çözüm tutumu sanıyor. Niteliğin bu niceliklerin eseri olduğunu unutarak, acı da veren zorunlu adım ve çözüm tavırlarını handikap seceremiz olarak yaftalıyor… En önemlisi de önümüze çıkan engel ve engebeleri yolumuzdan kaldırmayı bizlere adeta yasak ediyor. Ama bizler, bütün bunlara rağmen, mevcutta kirli cereyan eden, arkası-önüyla çapsız, niteliği ortada ve cihedi belirsiz engelleri aşma yolunda ilerlemekten geri durmayacağız. Çünkü sorun, son tahlilde sınıf mücadelesi ve sınıf örgütüyle alakalıdır. Devrimi en iyi yapma eylemi içinde olanlar anlar; sorunlarını da, çözümlerini de, izlenecek yolları da. Anlamsız kavgalardan asla yana değildik, değiliz de. Kavgamız sınıf düşmanlarına karşıdır, bundan sapmayacak. Lakin, köstek hangi kılıf ve kamuflaj altında gelirse gelsin, niteliğine uygun olarak yanıtlanıp savuşturulmak durumundadır.
Devrimin stratejik aracı baltalanarak sorunlara çözüm üretilemez
Kendimizi sorunsuz görme kibrine asla sahip olmadık, değiliz de. Sorunlarla mücadeleyi meşru yöntem ve demokratik mekanizmalar zemininde sürdürmeyi benimseyip görev edinirken, bunu kurumsal ciddiyetimizin bir sorumluluğu olarak da taşımaktayız. Sınıf örgütünü korumayı asıl alan tutumumuz, bütün sorun ve olumsuzluklara karşı ideolojik mücadeleden başka bir şey değildir… Çığırtkanlık, deşifrasyon, teşhir ve yıkıcı tarz ve bozguncu kültürü dün de bugün de içimizde ve dışımızda mahkum ettik. Maoist yaklaşım ve anlayışı yadsıyan hiç bir tavrı, hiç bir yöntemi ve hiç bir davranışı kendimize de ait olsa kabul edemez, benimseyemeyiz.
Somut sorunlar karşısında alınacak tutumda örgüt tavrı ve örgüt bilincine özgü tutum önceliklidir. Örgüt korunmadan hiç bir sorun çözülemez. Demokrasi, demokratik zeminde sağlanan merkeziyetçilik şartlarında en iyi korunabilir. Merkeziyetçilik ya da merkezi örgüt korunmadan, demokrasi korunamaz. Sorunların çözüm zemini demokratik-merkeziyetçilik ilkesine dayanan kolektif aracın irade-eylem birliği üzerinde yükselen gönüllü birlik şartlarıdır. Bunun dışındaki her arayış hatalıdır. Devrimin stratejik aracı baltalanarak sorunlara çözüm üretilemez… Özeleştiri samimi yaklaşımın göstergesi, hataların düzeltilmesi ve birliğin korunmasının temel gereksinimidir.
Tek yanlı kalan entellektüelin en büyük hatası belki de onun pratik araçlarla arasındaki mesafeden kaynaklanmaktadır. Bu mesafe sübjektivizmi kesinlikle besleyen zemindir. Ama onun en büyük hatası devrimin siyasi mücadelesine bu sübjektivizmden ileri gelen ‘‘imtiyazlı‘‘ pozisyonu yeğleyip üstten bakması, devrim sorunlarının ilk basamağına inmemesidir.