7 Ekim sürecinden itibaren çatışmayı bölgesel düzlemde yaymaya istekli olduğunu gizlemeyen İsrail Siyonizm’i bu soykırımcı savaş stratejisini, askeri-diplomatik sahada kurulan “yeni” denklemlerle devam ettiriyor. Savaşın somut tarafları İsrail ve Filistin olarak görünse de ABD-AB ve Rusya emperyalist güçlerinin başını çektiği emperyalist güçlerle ilişki içinde olan bölgesel güçler, bu savaş üzerinden kapsamlı askeri-ekonomik planlar yapmaktadırlar.
Gerici güçlerin bu kanlı hesapları ortamında, Gazze’de 2 milyondan fazla Filistinli, yaşadıkları cehennem koşulları içinde kitlesel kıyımlara maruz kalıyor, insani ihtiyaçlarının giderilmesi taleplerine dahi, İsrail tarafından katliamlarla cevap veriliyor. Siyonizm ve emperyalist haydutların, tüm dünyanın gözü önünde, yaptığı kanlı planlar ve kirli pazarlıklar, ezilenlere savaş-kan ve ölüm olarak geri dönüyor. Gazze’de, Kürdistan’da yaşananların kısa özeti budur.
Resmettikleri bu kanlı tablonun, kendi bölgesel çıkarlarına zarar verecek “aşırılıklara” ulaştığını gören emperyalist güçler, bir yandan savaş stratejileri planlarken, diğer yandan “barış”, “ateşkes” çağrıları ile adeta “kutsal mekanlarda” günah çıkarmaya çalışmaktadırlar. 7 Ekim’den bu yana İsrail’in, ileri askeri teknoloji ve kitlesel kıyım silahları ile Gazze’de Filistin ulusunu soykırımdan geçirmesine açık destek veren ABD (AB emperyalist güçleriyle), sürecin bölgesel düzlemde evrileceği çatışma düzeyine daha hazırlıklı olma hedefiyle Gazze’de “ateşkes” öngören bir yol haritası ortaya attı. AB emperyalist güçleri üzerinden İsrail, bölge ülkeleri üzerinden Hamas’ın “ikna” edilerek bu planın bir parçası yapılma amaçlandı. İlk başta taraflar pozitif mesajlar verse de yaşanan savaşın derinliği ve savaşın ortaya çıkardığı kanlı bilanço, “ateşkes” masasını daha kurulmadan dağıttı. Çünkü İsrail Hamas üzerinden Filistin’de stratejik bir denetim sağlamak istiyor. Ki bu planın bir tarafı da ABD’dir.
Planın tarafı ABD ise neden “ateşkes” öneriyor sorusu sorulabilir. Emperyalist gerici güçler açısından “ateşkes”, sadece daha büyük çatışmalara hazırlık zamanı kazanma amacı taşır. Ki ABD’nin bölge stratejisi ele alındığında, bir yandan İsrail-Filistin savaşından vazife çıkarmak isterken, diğer yandan yayılma ekseninde gelişen bölgesel çatışmaları kontrollü ve hazırlıklı karşılamak istiyor. İran, Lübnan, Yemen başta olmak üzere, bölgesel çatışmaların yayılacağı sahalarda ABD’nin bir stratejik plan dahilinde bu çatışmalara yön verme gayesi, bazı dönemler “ateşkes” silahını kullanmasını gerekli kılabilir, kılıyor da. Ama “ateşkes” silahını kullanmak istemesi ile “ateşkesi” sağlaması aynı şeyler değildir. Nitekim İsrail, bu çağrıya Gazze’de yönetimi sağlama, ya da en azında istediği bir “yönetimi” getirme şartına bağlamıştır. Bunu sağlamanın mevcut konjonktürde olanaklı olmadığı düşünülürse, İsrail soykırım ve katliamlarla sürdürdüğü işgali derinleştirecek ve farklı bölgesel hedeflere doğru genişletecektir.
Hamas ise, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının tamamen durması ve işgal ettiği bölgelerden tamamen çekilmesi şartıyla “ateşkesi” gündemine alabileceğini beyan ediyor. Bu şartları içermeyen hiçbir planı kabul etmeyeceğini defalarca açıklayan HAMAS, şartların oluşmadığı koşullarda silahlı direnişi sürdüreceğini bir kez daha duyurdu.
Yani bölgesel denklemler içinde kendi çıkarlarına alan açma amacıyla ABD’nin “ateşkes”le döşemeye çalıştığı yeni yol haritası, İsrail ve Hamas tarafından verilen cevaplarla çökmüş oldu. Aslında ABD kendi bölgesel çıkarları için İsrail üzerinden sahaya yayılmak istiyor. Silahlı saldırılarla Hamas ve Filistin’deki diğer savaşan güçleri istediği düzeye çekemeyen ABD, “ateşkes” hamlesi, “iki devletli çözüm projesi” ile bunu sağlamaya çalışıyor. Yani “Ateşkesin” esas nedeni Gazze’de yaşanan sivil katliamı ve insanlık dramı durdurmak değil, İsrail üzerinden kendisine alan açma amacıdır. Ki ABD daha önce bunu açıkça beyan etmişti. Savaşı bitirme koşullarını, İsrail’in çıkarlarını korumaya bağlamıştı.
Son bir aylık kesitte bir yandan bunlar yaşanırken, diğer yandan İsrail siyasetini önemli düzeyde belirleyen gelişmeler yaşandı. Netanyahu tarafından kurulan savaş kabinesinin önemli üyesi Benny Gantz’ın istifası ile başlayan süreç, Netanyahu’nun savaş kabinesini feshetmesi ile sonuçlandı.
Netanyahu’nun “savaş kabinesini” feshetmesi, savaş kararlarında daha merkezi hareketin ilanıdır!
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, 7 Ekim ardından Gazze’ye başlattığı işgal ve katliam saldırısı kurmayı olarak 6 üye ile kurulan “savaş kabinesinin” feshedilmesi, Filistin işgali, bölgesel çatışmalar, emperyalist güçlerin kurduğu denklemler ve İsrail iç siyaseti açısından yaşanan, yaşanacak olan önemli gelişmeleri kapsamaktadır. Netanyahu’nun kararı, İsrail işgalci ordusunun “insani yardım” için her gün “taktiksel mola” verme kararının ardından geldi. Her gün belirli saatlerde askeri faaliyetlere ara vererek insani yardımın geçişine izin verme kararı alan İsrail ordusu kararına, Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoaw Gallant’an “bundan haberimiz yok” çıkışı geldi ve iç çatışma bunun üzerinden ifade edildi. Ama mesele bu sonuçtan öte bir muhteva taşımaktadır. Kabinenin üç üyesinden biri olan Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz’ın bu gelişmeden bir hafta önce istifa etmesi ve gözlemcisinden biri olan Gadi Eisenkot ile savaş kabinesinden ayrılması, arka plandaki daha farklı nedenleri ortaya koymaktadır.
İsrail’in kuruluşundan bu yana Filistin’e dayatılan Siyonist proje, Arap, Müslüman ve Ortadoğu coğrafyasına, emperyalist yayılmacılığa alan açan bir devleti dayatma amaçlıdır. Ama bu proje bugün siyasal-askeri-kültürel sonuçlarıyla SOS vermektedir. Tarihsel olarak bu projenin alabora olması için birçok faktör vardır. Ama İsrail açısından öne çıkan faktör, kuruluşundan bu yana Filistin topraklarında işgalci olması, ABD’nin rol belirleyiciliği ile bir savaş gücü olarak bölgede hareket etmesidir. Sürekli savaş ve çatışma hali, uluslararası alanda teşhir olmasını sağlayacağı gibi, iç siyaset alanında da ekonomik ve siyasal toplumsal itirazların yükselmesine neden olacaktır. Bu çatışmalar yavaş bir çözülme olarak başlayan süreçten, daha kapsamlı iç huzursuzluklara neden olan karmaşık sürece evrilmeyi koşullar.
Kuralsız sürdürülen son Filistin işgali ve kitlesel sivil katliamları, İsrail iç siyasetinde ciddi yarılmalar yarattı. İsrail halkının iç tepkisi ve itirazlarının yanında, İsrail egemenler sistemi içinde de fay hatlarını oluşturdu. Bu İsrail iç siyaseti açısından önemli bir kamplaşmayı koşullamıştır. Yani Natanyahu’nun savaş politikaları, iç kamuoyunda önemli bir destek yitimi yaşamakta ve İsrail egemen sınıfları arasında ABD’nin “ateşkes” önerisini destekleyenlerle savaşı daha kapsamlı sürdüren politika merkezli önemli ayrışmalar yaşanmaktadır. Konunun anlaşılmasını kolaylaştıran bazı veriler de şunlardır: Bugün somut olarak İsrail Yahudi toplumunda parçalı bir durum yaşanmaktadır. ABD ve AB emperyalist güçlerinin savaş siyaseti üzerinden “dış düşmana” karşı merkezileştirme anlayışına karşın, İsrail toplumunun ortak zemini kayboluyor ve kamplaşıyor. Çatlağın siyasal dinamiği, Yahudiliği milliyetçilik olarak tanımlama, iç ve dış siyasetteki politika üzerinden vuku buluyor. Dün bu tartışma “dindar” ve “seküler” gruplar arasında teorik düzeyde kalırken, bugün direk devletin niteliği, kamusal alanın inisiyatifi ve bölgede alınacak pozisyon üzerinden siyasal bir çatışma haline gelmiştir. İsrail sokaklarında yükselen itirazlar ya da savaşı destekleyen “taraftarlar”, aynı zamanda iç siyasette bu iki anlayış üzerinden cereyan etmektedir.
İsrail toplumundaki bu ayrışım, özünde İsrail burjuva güçleri arasındaki ayrışımın aynasıdır. Daha seküler, liberal ve çoğunlukla orta sınıf Avrupa Yahudilerinden beslenen kamp ile, İsrail “Yahudi devletidir” savı ile dini argümanı öne çıkaran muhafazakâr kamp, temel burjuva kamplaşmayı ifade etmektedir. Netanyahu’nun seçim “zaferini” garantileyen seçmen kitlesi esasta ikinci kamptır ve ordu-bürokrasi, gizli istihbarat servisleri, ekonomik kaynaklar üzerinde etkindir. Ama birinin “liberal değerler” savunması, birinin Siyonist çizgiyi daha ileri düzeyde siyasal çizgisinde merkezileştirmesi, bölge ve savaş politikalarında bir farklılık yaratmıyor. Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki Filistin topraklarını işgal etmek, İsrail Siyonizm’ini bura üzerinden bölgede tekin bir güç haline getirmek her iki kampın kutsal yeminidir. Sürdürülecek savaşın biçimi ve politikası bakımından yöntem farklılığı olsa da siyasal hedef bağlamında ortak paydadalar. Filistin işgali konusundaki bu paydaşlık, aralarında olan siyasal çatışmaları sümen altı etmez tabi ki. 7 Ekim Aksa Tufanı saldırısından hemen sonra ortak “düşman” karşısında farklılıklarını rafa kaldırsalar da yaşan süreç çelişkileri yeniden alevlendirdi. Sokak çatışmaları ortamında iki kampı neyin “uzlaştıracağı” belirsiz. Ama “Yahudi devleti” kurumsal aklının başı Netanyahu’nun iç siyasette baskın olduğu ortada.
Son bir yıl içinde “muhalif” olan yarım milyon İsraillinin göç etmesi bu durumu tarif ediyor. İç siyasette Netanyahu’nun baskın olması, toplumsal zemininin güçlü olduğu anlamı taşımaz. Kamplar arasındaki çatışma hali kriz düzeyindedir ve toplumda yarattığı ayrışımla reeldir. Bu, Siyonistler açısından daha tehlikeli bir konjonktüre girmek anlamı taşımaktadır. Çünkü bu vaziyet bir kriz halidir ve krizi kontrol altına almak için gericilik, vahşi ve sınır tanımayan bir güç ortaya koymaya çalışacaktır. Krizin kontrol altına alınmasının ilk adımı, daha merkezi ve hızlı karar alma yetkisiyle donanımdır. Bilindiği gibi, “savaş kabinesi”, Netanyahu hükümetini güçlendirmede beklenen kilit rolü oynamadı ve 120 sandalyeli Knesset’te 64 sandalye ile çoğunluğu elinde bulunduran Netanyahu hükümeti, bu çoğunluğu yasal dayanak yaparak savaş sürecini yönetmek amacındadır. Savaş kabinesinin feshi ardından Gazze işgalinin Lübnan ve Batı Şeria’ya doğru askeri kuşatma yayılmacılığına taşınması senaryoları, tamda bu durumu açıklar niteliktedir.
Yani Netanyahu, savaş kabinesini feshederek, işgal ve savaşta karar alma yetkisini merkezileştirdi. Bu hamle iç siyaset sahasına da bir mesajdır. Askeri ve stratejik kararlar üzerinde daha fazla kontrol sağlamaya çalışan İsrail hükümeti, bu adım ile iç siyasal baskıların göstereceği direnci de kırmayı hedefliyor. Aynı biçimde, Gazze’de beklediği sonucu alamayan İsrail, oluşan başarısızlık olgusunu savaş kabinesine fatura ederek, benimseyeceği “yeni” savaş stratejisine alan açıyor.
Savaş kabinesinin feshinde uluslararası emperyalist denklemler içinde de önemli bir boyutu vardır. Ki bu konuda öne çıkan emperyalist aktör ABD’dir. Gazze soykırımının ortağı olan ABD, yazımızın girişinde ifade ettiğimiz mantığı gereği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üzerinden “ateşkes” önerisinde bulunmuştu. Bu çağrı, İsrail egemenleri arasında kimi karşılıklar da buldu. Ve İsrail savaş hükümeti, savaş kabinesini dağıtarak, bu çağrının yaratacağı çatlakları birleştirmede radikal bir adım atmış oldu. Aslında bu denklemi, İsrail-ABD ekseninde kurulan savaş ilişkisinin oyunu üzerinden ele almak gerekir. ABD, İsrail savaş kurmaylığını daha merkezi güç odağı haline getirmek ve bölgede çatışma alanını genişletmek için, böyle bir kurgu kurabilir. Çünkü bu adımla hem iç siyaset konsolide ediliyor hem de Uluslararası Adalet Divanının sürecine “Savaş Kabinesi “yerine, “Güvenlik Kabinesinin” görev yapması sağlanarak, Filistin’deki soykırımdan sıyrılmak istiyor.
Savaşın yeni rotası Lübnan mı?
İsrail Siyonizm’i, Refah katliamı ile Gazze’yi tüm savaş gücü ile imha etme stratejisini bir kez daha ortaya koydu. Gazze’nin Mısırla sınır olan Refah’a gerçekleştirdiği kapsamlı saldırı, Philadelphia koridoru ile Mısır tarafına olan bağlantıyı kesme amaçlı. Bu sürdürülen işgal ve savaşa iki boyutlu derinlik kazandırma amaçlıdır. Birinci boyut, Gazze’yi tamamıyla kuşatıp askeri işgal ve saldırılarla sivil-askeri tüm güçleri imha etme. İkinci boyut, Gazze üzerinde askeri olarak yaratacağı avantajlı konumla, Batı Şeria ve Lübnan’a doğru işgal ve savaşı yayma.
Netanyahu’nun savaş kabinesini feshi, savaşın bölgesel düzeyde yayılacağı senaryoları üzerinden, daha hızlı ve etkili karar alma yetkisi olarak yorumlamıştık. ABD ve Rusya emperyalizminin bölgesel stratejileri içinde bu her zaman güçlü bir olasılıktır. Somut olarak çatışmanın yayılacağı ön alanlar ise Batı Şeria, Lübnan, Yemen ve İran’dır. ABD, İsrail üzerinden ilk elden Hizbullah’ı, yani Lübnan’ı somut hedef haline getirmiştir.
Hizbullah, İsrail’in kuzey sahasında İsrail ordusu ile, sürmekte olan savaş düzeyine göre dozunu ayarlayarak çatışma halindedir. Burada amaç, Kuzey ve Güney cephelerinde İsrail ordusunu bölerek, Gazze kuşatmasını zayıflatmak. Çünkü Gazze’deki işgal hareketinin İsrail kazanımı ile bitmesi, İsrail’in Gazze’yi üs haline getirerek yayılmacılığını askeri olarak daha güçlü hale getirmesi demektir. Bu konumu İsrail’e vermek istemeyen Hizbullah, İsrail’e karşı konjonktürel savaş stratejisini buna göre oluşturmaktadır. Aynı riskleri İran’da gördüğü için, İsrail’i Gazze savaşına hapsetmek istemektedir.
İsrail, geliştirilen bu stratejinin farkında ve bunu kırmak için hamleler yapıyor. Hem Hamas’a, hem Hizbullah’a karşı iki cephede savaşmak, İsrail açısından askeri olarak öngörülemez riskleri barındırıyor ve İsrail en azından savaştığı bir gücü etkisiz kılarak, diğer güce yönelmek istiyor. Savaşın bu planlı yanı düşünüldüğünde, Gazze cephesi ortadayken, Hizbullah’a karşı İsrail’in yeni bir cephe açma yerine, bazı askeri saldırılarla, süreci ele alması daha güçlü bir olasılık. Çatışmaların kontrollü bir şekilde ve sınır bölgelerinde cereyan etmesi, karşılıklı iki gücün askeri planı olarak anlaşılmalı. Ama bu savaşın Lübnan hattına kaymayacağı anlamına gelmez. Farklı düzlemlerde ve nitelikte patlamaya hazır bölgesel çelişkiler, emperyalist kamplar arasında ve bölgesel güçler arasındaki çıkar dalaşları, birer savaş fitili niteliğindedir.
Çünkü bölgesel çatışmaların yoğunluk hali olarak yaşanan İsrail-Filistin savaşı, güncel olarak Gazze’de uzadıkça uzuyor. Bu savaşın stratejik aktörleri başta olmak üzere, savaştan kendisine vazife çıkarmaya çalışan tüm güçler açısından bir sıkışma durumu yaratıyor. Bu gerilim hattı Lübnan başta olmak üzere, savaşın bölgeye yayılma tehdididir.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi’nin Temmuz 2024 sayısında yayımlanmıştır.