Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH) Genel Konsey Üyesi ve Maoist Komünist Parti (MKP) Temsilcisi Cemile Yeter ile, kadın özgürlük mücadelesinin gelişimi ve faşizme karşı birleşik kadın direnişine ilişkin gerçekleştirilen röportajda, “kadınlar kazandıkları her hakkı, tabiri caizse dişleri ve tırnaklarıyla elde etmişlerdir. Bu nedenle adı ve sanı ne olursa olsun hiçbir güç, kadınların ateş boylarında kazandığı bu haklarını geri almayı kolay bir meşgale olarak görmemelidir” vurgusu yapıldı.
Röportajda öne çıkan önemli başlıklar arasında, erkek-devlet şiddetinin kadınlara-LGBTİ+’lara yönelik saldırıları, kadınların öz savunma eylemleri, kadınların başta sokaklar olmak üzere her alanda giderek daha örgütlü bir mücadele içinde oldukları, tüm baskı, şiddet ve ayrımcılıkların erkek egemen anlayışın ve ataerkil-kapitalist devlet yapısının yıkılmadan çözülemeyeceği yer almaktadır.
E-posta yoluyla elimize ulaşan röportajın tamamını haber değeri taşıdığından kaynaklı paylaşıyoruz;
“Kadına yönelik şiddet, adeta bir cins kırımına dönüşen kadın cinayetleri, İstanbul Sözleşmesini ve 6248 sayılı yasayı kaldırma girişimleri ve homofobik açıklamalar… Faşizmi ve erkek egemenliğini yıkma şiarı ile yola çıkan KBDH’ın Konsey Üyesi olarak bu süreci nasıl okuyorsunuz?
Cemile Yeter: Öncelikle tüm ezilen emekçi kadınları buradan sizin aracılığınızla selamlıyorum. Ve çalışmanızda bize de yer verdiğiniz için ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum. Bildiğiniz gibi faşist “TC” devletinin ekonomik anlamda yaşadığı derin kriz, pandemi sürecini yönetememe gerçeği ve sürekli savaş salvoları atarak güç gösterisinde bulunması, aslında yönetsel açmazlarının geldiği boyutu ortaya koyuyor. Sıkışmış faşist devlet mekanizması nasıl ki dış siyasette saldırganlaşıyorsa, iç siyasette de aynı biçimde sürekli bir saldırı konseptiyle ayakta kalabilme hesapları yapıyor. Aslında bu vaziyet, yani AKP-MHP ortaklığının ulaştığı seviye tarihteki faşist diktatörlüklerin tümüne nal döktürecek boyutlara varmış durumdadır.
On sekiz yıldır yürüttüğü siyasetin kendisi ve yandaşları dışında geri kalan tüm kesimlere faturası ağır oldu. Bu kadar yıldır böylesi bir faturaya rağmen iktidarda kalabilmesini sermayenin desteği yanında, baskı ve sindirme politikasını (sınıf, ulus ve cins gözetmeksizin) pervasızca uygulaması olarak da görmek gerekiyor. Bahse konu olan süreç, Kuzey Kürdistan şehirlerinin talan edildiği, hapishanelerin devrimcilerle doldurulduğu, insanların açlık nedeniyle toplu intiharlara sürüklendiği faşist iktidar sürecidir. Böyle bir iktidarın dört cepheden saldırısının ana hedefleri arasına kadınları ve kadın mücadelesini koymaması, gerçek dışı bir yaklaşım olurdu. Esasen de böylesi süreçlerin ilk ve ana hedeflerinden bir tanesi de kadınlar ve kadın kazanımları oluşturuyor.
Devletin ezilenlere yönelik saldırıları, olası bir fırtınanın şiddetini azaltmak adına geliştirilen sistemli saldırılardır. Dolayısıyla kadın cinayetlerinin bu denli artmasını doğrudan devletin geliştirdiği siyasi, politik, kültürel vb. çıkışlarının bir sonucu olduğunu belirtelim. Kadını erkeğin mülkü olarak tarifleyen, katledilen kadını değil, katil erkeği kollayan bir devlet sisteminin, artan tecavüzler sonrası “doğursunlar devlet bakar” mantığı ile tecavüzcüsünü de meşrulaştırdığını biliyoruz. Bir dönem evlilik yaşını aşağıya çekmeye çalışan bu faşist zatların destekledikleri vakıflar ve kendilerine yakın tarikat yöneticilerinin çocuk istismarcıları olmalarına şaşırmamak gerekiyor. Ekonomik açmazını “kadın çalıştığı için erkekler iş bulamıyor” diye açıklamaya çalışan faşist yöneticilerin, LGBTİ’leri ‘hastalıklı’ olarak tariflemesi de ideolojisine uygun ve anlaşılırdır. Şimdilerde ise sizin de ifade ettiğiniz gibi İstanbul Sözleşmesine ve 6248 sayılı yasaya saldırısı, homofobik açıklamaları mevcut çıkmazı örtme ve oluşacak toplumsal bir kadın hareketinin önünü tıkamak adına atılmış adımlardır. Bu faşist ortaklığın aynı zamanda çaresizliğinin, korkularının ve yetmezliğinin de göstergesidir. Tecavüzcü askerlerin, katil “kocaların” korunması, eylemlerin ve yürüyüşlerin yasaklanması bundandır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da istisnasız her gün, en az iki kadının öldürülmesi ve buna rağmen iktidar mercilerinin hiçbir şey olmamış gibi siyaset yapmaya devam etmeleri de bu korkuların-açmazlarının bir sonucudur.
Son olarakta adil yargılanma talep eden devrimci Avukat Ebru Timtik’i ölümsüzlüğe uğurlamamızda faşist iktidarın korkularının ve çıkmazlarının geldiği boyutu göstermektedir. Bir avukatın adil yargılanma isteminden dahi çekinen bu çürümüş sistemin çökmekte olduğunu, yarattığı korku kalelerinin buzdan kaleler olduğunu görmemek imkansızdır.
Açık söylemek gerekirse, kadınların yer aldığı veya mücadelenin kadın rengiyle yürütüldüğü her itiraz faşist devletin gerici-erkek egemen kodlarını anında harekete geçiriyor. Mülk dünyasının en küçük ama “en kutsal” biriminin çatırdaması, bunu çatırdatanın ise “geleneksel” kadınlık rolünü kabullenmeyenlerin öncülüğünde olması faşizmin topluma giydirmek istediği gömlekle uyuşmamaktadır. Doğaldır ki, dinci gericiliğin ve faşizmin toplumu yeniden biçimlendirmede en hassas ve ağırlık noktası “kadın”ın “geleneksel” rolüyle gericiliğin yanında olmasıdır. Ne yazık ki, kadın bu rolü kabul etmemektedir, etmediği oranda da faşizm tarafından “katli vaciptir” fetvasıyla karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu durumda biz kadınların hakkımızda çıkarılan bu gerici “fetva”ya karşı sessiz kalmamız düşünülemezdi. Bize dayatılanı kabul etmemiz mümkün de değildi. Faşizme ve erk egemen sisteme karşı örgütlü direniş bizim cephemizden de karşılanmalıydı ve bizler de bunu yaptık.
Son süreçte, kadın özgürlük mücadelesinin önünü açma perspektifi ile yapılan KBDH milis ve gerilla eylemlerini, faşist iktidarı ve yandaşlarını hedefleyen HBDH eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cemile Yeter: Faşist devletin devrimci güçlere ve başta gerilla olmak üzere silahlı-militan mücadelenin yürütüldüğü tüm alanlara yönelik tüm kurumları ve imkanlarını seferber ederek giriştiği tasfiye etme saldırılarının uygulamada olduğu bir savaş sürecinde KBDH ve HBDH güçlerinin kır ve şehirlerde farklı yol yöntem ve taktiklerle geliştirdiği eylemler, sürece cevap olması açısından çok anlamlıdır. Ve aslında faşist iktidarın sıkça kullandığı ve sırtını yasladığı “bitirdik naralarının” ve “neredeyse eylemsizleştirdik” söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını görebilmek açısından da önemli eylemlerdir. Kendisine dokunulmazlık zırhı biçmiş ve her an bunun propagandasını yapan faşist devletin yapılan eylemler karşısında yalanının ifşa olması, onu halkların gözünde tekrardan sorgulanabilir bir yapı haline sokuyor ve haliyle otoritesini sarsıyor. KBDH ve HBDH’ın gerçekleştirdiği eylemlerin tek yönlü olmaması askeri güçleri hedef almanın yanı sıra aynı zamanda yandaş kurumları-kişileri, sermaye kuruluşlarını vb. gibi faşizmin güç aldığı kaynaklara yönelmesi açısından da önemlidir. Kadın kırımının ve kadınların mücadeleyle kazanılmış haklarına dönük bu denli yoğun saldırıların yaşandığı bir süreçte, KBDH güçlerinin militan çizgide geliştirdikleri eylemler kadınların bu saldırılar karşısında çaresiz olmadığına işaret etmekte ve diğer mücadele yöntemlerinin yanında nasıl bir karşı koyuş geliştirmek gerektiğini de göstermektedir. HBDH ve KBDH eylemlerinin süreklilik kazanmış olması ve yüksek kararlılıkla düşmana darbeler indirmesi halklarımızın kurtuluş umudunu büyütmekte zafere olan inancı pekiştirmektedir.
Baskı ve zulmün olduğu yerde “bitirdik” naralarının hiçbir karşılığı olmaz. Olmuyor da ve tarihte olmamıştır da. Üstelik açık faşizm olarak daha da koyulaşan ve sertleşen baskıların acıttığı, incittiği yerden ses çıkmaması düşünülemez. Elbette baskı ve sınırsız şiddet, bir toplumu sindirmede, susturmada önemli bir yöntemdir ama bunun bir had sınırı olur ve bir noktadan sonra dayanılmaz bir hal alır. İşte o andan sonra “bitti” denilen yerin hemen yanı başında çatlak oluşur ve o çatlaktan ses çıkar. Tarih bunu defalarca tanıtlamıştır.
Gerillanın “kuşatılmışlığı” üzerinden propagandası yapılan “eylemsizlik” övgüsü de böyle. Kabul edelim, geliştirdiği teknik karşısında yeterince donanmayan gerillanın eskisine göre “sessiz” bir döneme girdiği doğru. Peki sırf dağları mesken eyleyenler mi gerilladır. Hayır, gerilla her yerdedir. Her an her yerdedir. Bu gerillanın üstünlüğüdür, yeteneğidir. Bir bakmışsınız bir vadide pusudadır, bir bakmışsınız tepede imha edilmiş bir mevzinin başındadır, bir bakmışsınız faşizmin ele başlarının kendini en güvende hissettiği yerde burnunun dibindedir. Olan da budur. Ne sokağın sesi susturulabilir ne de milis elbisesini giymiş gerillanın eylemleri durdurulabilir. Hele ki, kadınların sesini susturmaya, kadınların milis eylemlerini durdurmaya kimin gücü yetebilir ki? Tarih böyle bir “yeteneği” bize daha göstermedi, yazmadı da. Baskının olduğu yerde böyle bir tarih yazılamaz da.
Kadınların erkek şiddetine karşı kendiliğinden geliştirdikleri öz savunma eylemleri artıyor. Kadınların öz savunma direnişlerine yön kazandırmak için, KBDH olarak neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Cemile Yeter: Esasen şiddet ve onun bütün görünümleri ataerkil devlet yapısının kaçınılmaz bir sonucudur. Devlet varolan yapısına bianen şiddeti toplumsal denetim mekanizması olarak uygular-uygulatır. Bu nedenle şiddeti uygulayan erkek aynı zamanda geleneksel toplum yapısının koruyucusu olduğu için ataerkil devlet tarafından sürekli bir biçimde koruma ve kollanma pozisyonunda tutulur. Bu devlet ve erkek ikilemi arasında doğal bir birliktelik halini almıştır. Bu ikilemi bozmakta sanıldığı üzere rica ve minnet işiyle olabilecek bir formun çok dışındadır. Kadınların öz savunmaya dair belli hamleler yapması da bunun sonucu olarak görülmelidir. Her şeyden önce Türkiye-Kuzey Kürdistan’da şiddetin bir bütün geldiği boyut, kadın cinayetlerinin oranına bakıldığında net olarak anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu artışın görünür hali kadınların kendilerini korumasının zorundalığının da emaresidir. Kadınlar faillerin sistemli olarak korunduğu, aklandığı devlete güvenmenin ne denli hayali bir olgu olduğunun farkındalar. Bu nedenle şiddet mağduru kadınlar faşist devletin kapısını çalmaktan çok sivil toplum kuruluşlarıyla ya da kadın dernekleriyle iletişime geçmeyi daha işe yarar görüyorlar. Keza yapılan birçok araştırmada bu örneği doğruluyor. Bu durum şiddet gören kadınların, faşist T.C. devletine duyduğu öfkeyi ve güvensizliği de gözler önüne seriyor.
Bizler açısından yeterli olmasa da kadınların artık kendini koruma refleksi geliştirebilmesi önemli ve değerlidir. Çünkü kadınların yaşam haklarını savunmaları, yaşamak istemeleri en doğal en geçerli istemlerdir. Bu istemi öz savunma biçimiyle gerçekleştirmekte kadınların temel hakkı olarak anlaşılmalıdır. Fakat bu sorun aynı zamanda bir örgütlü şiddet sorunudur da. Kadınlar tek başlarına kendilerine dair olan kısmı bertaraf edebilirler, fakat bu mesele kişi sorunu olmaktan öte, erkek egemen toplum yapısının ve erkek egemen devletin kaynaklık ettiği ve tüm kadınların karşılaşabileceği bir sorundur. Dolayısıyla kadınların öz savunma eylemlerini örgütlü bir hale sokmak ve ulaşabildiğimiz tüm kadınları bu alana yönlendirmek şarttır. Bu nedenle KBDH olarak kadınların bileşik devrim mücadelesinin en önemli ayaklarından birine de erkek şiddetine karşı mücadeleyi koyuyoruz. Kadınların bugüne kadar zor aygıtından uzak tutulması, meşru şiddet olgusuna yabancılaşmasını beraberinde getirdi. Genel olarak meşru olana yabancılığı yıkacak ve yaşamak isteyen tüm kadınların yaşam çığlığına dönüşebilecek kadın iradesi yaratmak hedefinde olduğumuzu belirteyim.
Faşist devletin tüm saldırılarına karşı, her geçen gün artan erkek/devlet şiddetine karşı sokakları terk etmeyen, faşist iktidara geri adım attıran kadınlara, direnişçilere siz nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Cemile Yeter: Kadınların ortaklaştığı her eylem ve sözün, faşist T.C. devletine nasıl geri adım attırdığını görebiliyoruz. Buna son örnek, İstanbul Sözleşmesi’dir. Kadınlar kazandıkları her hakkı, tabiri caizse dişleri ve tırnaklarıyla elde etmişlerdir. Bu nedenle adı ve sanı ne olursa olsun hiçbir güç, kadınların ateş boylarında kazandığı bu haklarını geri almayı kolay bir meşgale olarak görmemelidir. Bu genel kazanımlara rağmen hala kadınlara-LGBTİ+lara ve çocuklara yönelik birçok yerde cinsiyetçi uygulamalar, şiddet, tecavüz ve taciz olduğunu görüyor, biliyoruz. Bunların bütününe karşı mücadeleyi örgütlü biçimde geliştirmenin koşulları zorlanmalı ve özel olan genel bir sorun olarak ele alınmalıdır. Bir kadının katledilmesini sıradanlaştıran, bir tecavüzü olağan kılan tüm yargı ve devlet kurumları hedef haline getirilmelidir. Meksika’da adalet binasını yakan kadınların öfkesini Türkiye-Kuzey Kürdistan topraklarına taşımak gerekmektedir. “Gerici olan her şey aynıdır, vurmazsan düşmesi imkansızdır” sözünü anımsayarak, sorunun erkek egemen anlayışa ve ataerkil-kapitalist devlet yapısına vurmadan, darbelemeden ve yıkmadan çözülemeyeceğini bir kez daha vurgulayalım.
Türkiye-Kuzey Kürdistan kadın mücadelesinin birikimi küçümsenmeyecek boyuttadır. İster tekil itirazlar, isterse örgütlü itirazlar ve mücadeleler yaygınlaşıyor, toplumda kadının isyanda olduğu, isyana geçmeyenlerin de onun hazırlığında olduğunu söyleyebiliriz. Bu abartı değildir. Hatta sokağı en çok işgal edenlerin, faşizme sokakta cesurca meydan okuyanların kadınlar olduğu da bir gerçektir. Bu cesaret toplumdaki sessiz isyanı peşinden sürükleyebilir.
Sonuç olarak süreç topyekûn ve örgütlü bir kadın mücadelesini daha üst biçimde koşulluyor. Biz de var olan mevcut ataerkil sisteme karşı savaşımızı yükseltmek için tüm kadınları cesareti kuşanmaya, bir adım daha öne çıkmaya, mücadelemize ortak olmaya ve KBDH saflarında örgütlenmeye kavgaya çağırıyoruz.”