Önümüzdeki yerel seçimler sürecinde işçi sınıfı temsilcilerinin önünde duran başlıca ideolojik sorunlardan bahsetmek istiyoruz.
İkinci Enternasyonal’den kalma ideolojik bir yanılsama olan “Belediye Sosyalizmi” anlayışının Amerika kıtasını yeniden keşfedercesine kanıksandığı bir tarihsel dönemeçten geçmekteyiz. Mülkiyete ve devlete karşı tutumları nedeniyle düzen içi bir konumda seyreden politik hareketlerin yenilgi sonrası salımlanan hastalıklı ideolojilerden beslendiğini biliyoruz. Devrimci bir taktik politikadan İngiltere merkezli Fabian Sosyalizmi’ne savrulmanın toplumsal zemini son yıllarda güçlenmektedir. Burjuva egemenliğinin temel araçlarını siyaseten sorgulamak yerine yerelin küçük sorunlarıyla uğraşmak durumunda kaldığı için bu tür politik anlayışlar düzenin tamircisi rolüne doğru evrilmektedirler.
İşçi sınıfının ilgisinin devlet ve merkezi ekonomik politikalar gibi temel egemenlik alanlarından uzaklaşmasını burjuvazinin kendisi de arzulamaktadır. Burjuva devrimleriyle beraber devlet ve ekonomi merkezileştiği için yereldeki arslan payını büyük sermaye sahipleri kapmaktadır. Devlet burada büyük şirketlerden artta kalan ekonomik kırıntıların yereldeki dağıtım işini belediyelere vermektedir. Mesela sosyalistler Dersim’de yerel yönetimin başına geldikleri zaman karşılarında bu kırıntıları bile bulamadılar. Bu anlamda devrimci bir politik hareketin bütün insan kaynaklarıyla bu kırıntıların hamallığına soyunması, merkezi iktidar anlayışından koparak boşa geçen düzen içi bir kulvara savrulma tehlikesini beraber getirecektir. Belediyeler sosyalist demokrasi hareketi süreçlerinde örgütsel toparlanma merkezli kurumsal envanterini esas olarak yereldeki halk güçlerinden örmelidir. Aksi taktirde yeni demokratik kuvvetlerin “Belediyeleştirilmesi”, Lenin, yoldaşında geçmişte benzer bir şekilde ifade ettiği gibi; genel demokratik hareketi beslemek yerine parçalanmasına hizmet edecektir. Çünkü merkezi bir örgütsel güç olmadan işçi sınıfının kendisi için bir sınıf olmaktan doğan egemenlik anlayışına hizmet eden bir politik zafer kazanmak mümkün değildir.
Merkezi siyasi iktidar ile cebelleşen politikalar yürürlüğe koyulmadığı sürece yerellerde sosyalizmin embriyoları ortaya çıkıp gelişemeyecektir. Yerel alandaki reformları esas alan bütün taktik politikalar proletaryanın merkezi politikalarının hizmetinde olmalıdır. Merkezileşmiş bir proleter örgütlülük öncülüğünde merkezileşmiş siyasal bir mücadele ortaya çıkıp güçlenmeden önemli devrimci kazanımların elde edilmesini beklemek birer hayal ürünüdür. Bu nedenle önümüzdeki yerel seçimlerde sahada olan her devrimci siyasetçi, “Bizim merkezi siyaset ve planlamamız nedir?” sorusunu kendisine sormalıdır. Zira bir bina kurmak için köşe taşların yeri tam olarak anlaşılmadığı sürece küçük taşların nereye geleceğini belirlemek mümkün olmamaktadır. Strateji ve taktik arasındaki doğru bir diyalektik kavramlaştırmayla ancak yeni demokratik kuvvetler siyaset praksisinde yeni bir devrimci evreye geçiş yapabileceklerdir.
Ülkemizde oldukça güdükleşmiş olan belediyelerin ekonomik özerklik kapasitesinin genişletilmesini talep etmek ancak taktik bir politikanın sonucu olarak gelişebilir. Çünkü bu yol ile burjuvazinin egemenlik alanına dokunabilmek olanaklı değildir. Büyük sermayenin çıkarlarıyla en ufak bir şekilde karşı karşıya gelen halkçı belediyelerin hedef haline getirilme suretiyle apar topar derdest edileceği açıktır. Bizim burada altını çizeceğimiz ve ideolojik çizgiye tekabül eden en önemli konu ise; belediyelerin kamusal yada kolektif mülk hakkının genişletilmesini talep etmek ile sosyalizmi talep etmenin aynı şey olmadığını hatırlatmaktır. Çünkü sosyalizmde mülk belediyelerin değil, halkın ortak malıdır ve bunu işçi devleti eliyle kontrol ederler.
Toplumsal yaşamın merkezinde etkili bir devrimci siyaset boy vermedikçe belediye sınırları içerisinde kalarak burjuvazinin üretim araçları üzerindeki kapitalist mülkiyetinin eleştirisini yeterince yapabilmek mümkün olmayacaktır. Belediyeler yoluyla toplumsal alanı siyasallaştırmaya dair olanakların olduğu açıktır. Mesela Dersim belediyesi deneyiminden ortaya çıkan tecrübeler oldukça öğreticidir. Yasal alandaki bu politik başarı nedeniyle kitlelerle bağ kurmanın olanakları artmış ve kısa vadede ulaşılamayacak kadar uzak çevre yığınlarının soğuk savaş yıllarından kalma komünizme bakış açılarındaki olumsuz paradigmalarında değişim yaratmışsa da bu olumlu hava merkezi bir siyaset ve örgütlenme modelinin gelişimine yeterince yansıtılamamıştır. Bunun sorumlusu kitleler değil devrimcilerdir. Britanya Sosyalist İşçi Hareketi’nin önderlerinden Marksist gazeteci ve aydın Chris Harman’ın dediği gibi; mevcut toplumsal düzenden rahatsız olan kitleler değişim yönündeki ilk taleplerini çoğunlukla toplumun temel özelliklerinin devam edeceğini varsayarak oluştururlar. Devleti, kapitalizmi ve dolayısıyla tarihin akışını ezeli ve ebedi gören kitlelerden kendiliğinden bir devrimci dönüşümün tamamlanmasını beklememek gerekiyor.
Aslında Bilimsel Sosyalizm’i ütopik olan biçimlerinden ayıran en önemli özellik; devrimci müdahale ve pratiğin gerekliliğinde karmaşık ve anlaşılmaz bırakılmış sorunların tarihsel ve Diyalektik Materyalizm yoluyla çözüme kavuşturulmuş olmasından ileri gelmektedir. Devrimin, sosyalizmin ve dolayısıyla proletarya iktidarının nasıl gerçekleşip sınıfsız topluma kadar sürdürülebileceğine dair kuramsal düzlemde oluşturulmuş olan diyalektik kavramlaştırma, bu hedefe varmak için dünyayı değiştirme praksisiyle buluşmadıkça Ütopik Sosyalizm’in kaderini paylaşmaya mahkümdur.