Muhtelif amaç ve hedefler zemininde insanların ortaklaşmasından oluşan değişik niteliklerdeki her kurumsal yapılanma ve mutlak suretle belli ilkeler etrafında vücut bulan bu kolektif yapılanmanın ilgili amaç ve hedeflere dönük her çalışması, istisnasız olarak bir irade ve eylem birliğine denk gelir. Ki, bu irade ve eylem birliği bir rastlantı sonucu değil, bilinçli olarak saptanmış belirli amaç ve hedefler temelinde olmakla birlikte, bilinçli olarak düzenlenmiş belirli kural ve prensipler çerçevesinde buluşan insanların gönüllülük esasına göre teşekkül ettiği bir örgütlenme veya kurumsallaşmanın ürünüdür. Hiç şüphesiz ki, bu örgütlenme veya kurumsal çalışma ihtiyacı, insanların yaşadığı toplumsal sistem içindeki gereksinimlerinden doğar. İnsanların ekonomik gereksinimleri ekonomik örgütlerine, demokratik gereksinimleri demokratik örgütlerine, siyasi gereksinimleri de siyasi örgütlerine yol açar. Nitekim sınıf örgütü ve mücadeleleri, özgürlük ve kurtuluş hareketleri tam da bu gereksinimden doğar, bunu ifade ederler… Bahis konusu bu sorunların hepsinin siyasi sistem şahsında ifade bulduğu düşünüldüğünde veya bu sorunların yegâne kaynağının siyasi sistem olduğu öngörüldüğünde, kaçınılmaz olarak bu sorunlar toplamına dönük köklü ve gerçekçi örgütlenme de siyasi sistem ve iktidarı hedefleyen örgütlenmede karşılık bulur. Siyasi örgütlenmeler bütün sorunların radikal çözümünü kapsamakla birlikte, somut gerçekte bu örgütlenme, demokratik, ekonomik, akademik, kültürel, sosyal gibi kategorilerdeki kurumsallaşmalara yayılır. Siyasi örgütlenme bütün bu örgütlenmeleri kapsamakla birlikte, mevcut siyasi sisteme alternatif bir sistem kurma hedefi taşır.
Belirli ilkeler, amaçlar, hedefler ve gereksinimlerden doğan bu örgütlenme, aynı zamanda bir irade-eylem birliğidir ki, bu eylem ve irade birliği sağlanmadan bir örgütlenmeden ya da örgütten bahsedilemez. Örgütte irade-eylem birliği bu kadar tayin edici unsurdur. Örgüt, ihtiyaçtan doğar ve ihtiyaç temelinde oluşan örgütlenmenin hali ya da en nitelikli biçimidir. Örgüt, bir dizi şartın yerine getirilmesiyle mümkündür. Belirli bir dünya görüşü ve felsefesinden feyz alan sınıf orijinli bilimsel teori ve bunun ışığında bir pratik, bu teori-pratik birliğinde kurgulanan amaç ve amaca giden yol-yöntem, araç-amaç uyumu bizler için öncelikli bir temeldir. Amaç ve hedeflerde birlik örgüt realitesi için son derece önemlidir. Fakat sadece amaç ve hedeflerde birleşmek örgüt realitesi için yetmez. Amaç ve hedefler temelinde beliren bir politik ya da siyasi çizgi örgüt için başka bir şarttır. Fakat sadece bu politik siyasi çizginin varlığı da örgüt mantalitesi için yetmez. Bu siyasi çizginin hayata uygulanmasını sağlayan bilinçli ve kararlı insanlara, ortak amaç, ilke ve hedefler birliğinin yanı sıra siyasi çizgide birleşen bu insanları bağlayıcı kılan örgütsel ilke ve davranış yasasına, kural ve yükümlülükler toplamına, tek ve gönüllü disipline, ortak kültür ve ruha ihtiyaç vardır. Bu, irade-eylem birliği temelinde merkezileşme, merkezi örgüt-örgütlenme ve birleşik merkezi çalışma için yaşamsaldır. Demokratik-merkeziyetçilik ilkesi temel örgütlenme ilkesidir ve bu temelde bir örgütlenme, bu nitelikte bir örgüt bu şartlarla olanaklıdır…
Ortak çalışma yürüten her hangi bir kurum ya da örgütte bu ihtiyaçlar asgari düzeyde de olsa karşılanmadan ya da bunlarda asgari bir uyum sağlanmadan, çalışmalarda başarıdan ve merkezi birleşik çalışmadan söz edilemeyeceği gibi, gerçek anlamda birleşik bir örgüt ve merkezileşmiş bir kurumdan da söz edilemez. İdeolojik, teorik, siyasi gereksinimleri tamamlayan bir örgütün, demokratik-merkeziyetçilik ilkesi zemininde örgütsel gereksinimleri sağlaması da zorunludur. Demokratik-merkeziyetçi ilkeye dayanan örgütlenme, alttan üste doğru demokratik seçimler yoluyla ortaya çıkan irade tarafından merkezileşir; merkezi örgüt sağlanmış olur. Demokratik biçimde sağlanan merkezileşme/merkezi örgüt atamalar usulüyle alta doğru kademelerini kurup geniş örgütü-örgütlülüğü oluşturur. Ve örgütü iki kongre arasında yönetir. Bu süre zarfında üstün kararları, iradenin kararlarına ters düşmemek kaydıyla kesin biçimde tanınıp uygulanır. Tartışmalar sonunda seçilen merkezi örgüt-önderlik tanınır ve bu tartışmalar sonunda alınan kararlar uygulanır. Eleştiri hakkı kararların alınma aşamasında kullanılır ve kararlar alındıktan sonra eleştiri saklı tutularak kararlara uyulur. Uygulama aşamasında kararlar eleştirilmez, esas olan kararların uygulanmasıdır. İlkede demokratik-merkeziyetçi olan örgüt, uygulamada âdemi-merkeziyetçiliği benimser, uygular. Altların inisiyatif, yetki, hak ve sorumlulukları âdemi-merkeziyetçi uygulama tarafından somutlanır. Hak ve sorumlulukların kullanılması, tüzük kuralları esasında belirlenen (ve uygulamada komite ve sorumluda somutlanan) örgüt disiplini ve işleyişi tarafından sınırlanır veya düzenlenir. Demokratik-merkeziyetçilik ilkesine dayanan örgüt-örgütlülükte alt kademelerin demokratik tüm hakları korunur. Azınlık görüşler güvence altına alınır. Altların üstü eleştirmesi, düşüncelerini özgürce ifade etmesi vb. hakları örgütsel disiplin ve işleyiş zemininde olmak kaydıyla hiçbir baskı ve engele maruz kalmadan özgürce ve serbest yapılır. Üstlerin altı eleştirmesi ve benzeri de aynı şartlara tabi olup hiçbir ayrım ve ayrıcalık taşımaz. Bütün üyeler için tek disiplin geçerlidir… Özetle, örgüt bu gerçekler üzerinde merkezileşmiş pratik çalışmalarını yürütür, örgütsel irade ve eylem birliğini koruyarak sürdürür. Bütün üyeler bu asgari ve azami şartlara tabidir.
Örgütün merkezi karar, disiplin, işleyiş, irade-eylem birliği, ilke ve amaçlarına ters davranan, onları bilinçli ya da bilinçsiz olarak çiğneyen, tanımayan ve uygulamayan her kademeden üyeler, örgütün tüzük hükümlerine uygun olarak yaptırıma tabi tutulur, objektif durumlarına uygun biçimde idari cezalara çarptırılırlar… Ne var ki, mesele yaptırımların uygulanması, cezanın verilmesi meselesi değildir. Önemli olan örgütte irade-eylem birliğinin korunarak sürdürülmesi ve örgütsel çalışmaların zaafa uğratılmadan başarılı biçimde yürütülmesidir. Ki, her üye, üyelik görevlerinden biri olarak bu irade-eylem birliğini korumakla yükümlü, sorumludur. Üyelik yükümlülükleri kadar, örgüt bilinci, kültürü ve halka karşı sorumluluk da bu irade-eylem birliğinin titizlikle korunmasını emreder.
Doğru veya gerekli örgüt bilinci, örgüte karşı yüksel bir sorumluluk taşımayı, örgütün çıkarlarını korumayı, örgüt menfaatlerini bencil, grupsal veya kişisel çıkarların üstün tutmayı gerektirir. Örgüt bilinci olmadan örgütçünün örgütsel çalışmalarda gerekli performansı göstermesi beklenemeyeceği gibi, örgüt ve örgütsel çalışmalar karşısında yeterli sorumluluklar taşıması da beklenemez. Örgüt bilinci, örgütün amaç ve hedeflerine, ideolojik-siyasi çizgisine, örgütsel ilkesine ya da örgütlenme ilkesine uygun hareket etmesiyle, dolayısıyla örgüt kavrayışının derinliğiyle alakalı bir durumdur. Örgüt çıkarlarının korunarak üstün tutulması ancak örgütle bilinçli bir bütünleşme temelinde mümkün olur. Örgüt kavrayışı ve örgütle bütünleşme durumu bilimsel bir zemine oturduğunda örgütün çıkarları önde tutulabilir, bu bağlamda kolektif çalışma ve yoldaşlarıyla uyumlu çalışma da sürdürülebilir. Tersi durumda ne irade ve eylem birliğine uygun hareket edilebilir, ne örgütlenme ilkesine uygun davranılabilir, ne de yoldaşlarla kolektif çalışma yeteneği sergilenebilir. Dolayısıyla kişisel hırs ve egolardan uzak durmak, bencilliğin her türüne kesin mesafe koymak, kolektif çıkar ve çalışmaları zedeleyen her türlü davranıştan uzak durmak zorunludur. Zira örgüt veya kurumsal çıkarlara karşı gösterilecek hassasiyet ve taşınacak sorumluluk doğrudan proletarya ve halkın çıkarlarına gösterilecek sorumlulukla özdeştir. Elbette örgütün çıkarlarıyla halkın çıkarlarının çatıştığı durumlar özel durumlar olarak ayrıdır. Ve elbette ilkesel meselelerde farklı yaklaşımların benimsenmesi anlaşılırdır. Fakat ciddi ya da temel ilkesel meseleler olmaksızın, örgüt çıkarlarıyla halkın çıkarlarının çatışmadığı durumlarda, örgütün çıkarlarını esas almak halkın çıkarlarını esas almakla özdeştir.
Örgütten de ziyade yoldaşlarıyla bütünleşemeyen, bilakis onlarla sürekli ‘’kavga’’ halinde olup bunu alışkanlığa dönüştüren ya da mücadelesinin merkezine koyan, yoldaşlarıyla ortak çalışma yeteneği sergileyemeyen ve sürekli rekabet içinde olup devrimci enerjiyi içte yürütülen sığ tartışmalara hapseden, kolektif çalışmayı zedeleyen, bencil hırs ve küçük-burjuva egolarıyla bu çalışmaları bilinçli ya da bilinçsizce zayıflatan, dışa dönük siyasi hedef ve çalışma bilincini yitirerek bulanıklaştıran, ideolojik mücadele veya eleştiri adına içte sürekli sorun yaratan veya sorun çözme yerine bizzat sorun olan, bu zeminde yabancılaşmaya yaka kaptıran, en küçük bir sorunu dahi abartarak büyüten veya ilke sorunu olarak sunan ve bunun arkasına gizlenerek bozuk kültür ve tarzını dayatan, özellikle de tayfacı-adamcı-klikçi tarza itibar ederek irade-eylem birliğini zedeleyen, yoldaşlar arası birliği ve kolektif çalışmayı baltalayan vb. her tutum, hatalı olmakla birlikte, örgüte yabancı olup devrimci kaygıdan yoksun burjuva tutumdur. Kişisel hesap ve egolar uğruna kurumsal çalışma ve yapıya zarar veren yaklaşım kesinlikle burjuvadır, kabul edilemez.
Bilinçli faaliyetçilerin tavrı, görev ve sorumlulukları bilimsel inanç temelinde içselleştirip pratiğe dökmektir
Görüşlerimiz çoğunluk tarafından kabul görmeyerek azınlıkta kalabilir. Alınan kararlar, uygulanan siyasetler bizlere ters gelebilir. Hatta bazen emin olduğumuz tarzda yanlış kararlar alınıp yanlış siyasetler uygulanabilir. Dolayısıyla istediklerimiz gerçekleşmeyebilir veya istediğimizin tersi karar ve politikalar benimsenip uygulanabilir… Bütün bunlar karşısında izlenmesi gereken yol-yöntem, kurumsal işleyişi tayin eden tüzükçe sabit olup demokratik-merkeziyetçilik ilkesi zemininde izah bulur. O halde bahsi geçen bu durumlar karşısında yapmamız gereken şey, demokratik-merkeziyetçiliğin tanımlayarak açıkladığı prensipler çerçevesinde hareket etmek, tüzüksel işleyiş ve disiplin dâhilinde hareket etmektir. Bu demokratik zemini terk ederek, duygusal-tepkisel yaklaşımlara girmek, hele hele örgüt kültürü ve bilinci dışına çıkarak kolektif çalışma ve irade birliğini baltalayan yaklaşımlara girmek kesinlikle hatalı ve kabul edilemezdir.
Eğer alınan her yanlış karar, belirlenen her yanlış siyaset, uygulanan her yanlış pratik, tercih edilen her taktik politika karşısında uygun mekanizmalar içinde yürütülen eleştiri sınırları dışına taşan hatalı-zedeleyici yaklaşım ve davranışlara girmemize yol açacaksa, demokratik-merkeziyetçi ilkeye, irade-eylem birliği ilkesine, bunlar temelinde vücut bulan kurumsal işleyiş ve tek disipline, dolayısıyla merkezi örgüte ne gerek vardır? Özellikle çoğunluğun onayı zemininde demokratik usul temelde alınmasına rağmen, salt kişisel olarak bizlere ters geldiğinden dolayı bu davranışlara gireceksek alenen örgüt kavrayışında, demokrasi bilinci vb. açısından yanlış zemindeyiz demektir.
Demokratik niteliğe sahip merkezi iradeye bağlı ya da onun altında yürütülen kurumsal görev, faaliyet, işleyiş ve disiplinde; demokratik biçimde alınan kolektif siyaset ve kararlarda; bu karar ve politikalar temelinde yürütülen görev ve çalışmalarda; yetki ve sıfatı ne olursa olsun hiç kimse, hiçbir kademe kendisini dayatma hakkına sahip değildir. Merkezi yapı disiplinine dâhil olan veya bunu gönüllü olarak benimseyen her kes veya her kademe, merkezi karar ve siyasetlere tabidir, bağlayıcılık taşımaktadır; kendisini bu yükümlülük dışında göremez ya da bağımsız hareket edemez. Ancak tekraren söyleyelim ki, sorun, merkezi işleyiş ve disiplin bağlayıcılığı altında olmaktan öteye, bir bilinç, sorumluluk ve davayı içselleştirme sorunudur. Elbette, örgütsel disiplin ve işleyiş çerçevesinde bağlayıcılıklara davet ederek sorunları çözmek bir biçimdir ve mümkündür. Bu gerekli olmakla birlikte, asıl mesele gönüllü ve bilinçli olarak bu disiplinin içselleştirilmesi, bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesidir. Daha verimli, daha yaratıcı ve daha güçlü çalışmalar ancak bu kavrayış temelinde mümkün olurlar. Sadece disipline tabi olma anlamında yerine getirilen görevler biçimden ileri geçmez; yapmış olmak için yapma anlamı taşır. Bilinçli faaliyetçilerin tavrı, görev ve sorumlulukları bilimsel inanç temelinde içselleştirip pratiğe dökmektir; zorunluluk durumundan ötürü yapmak değil…
Belirli amaç ve hedefler uğruna örgütsel çalışmalara girişenler bilirler ki, bireysel çaba ve yaklaşımlarla pozitif sonuçlar elde edilemez. Örgütlenme, kurumsallaşma ve kolektif çalışmalarda bulunma ihtiyacı ve iradesi bir zorunluluk olarak bu gerçekten doğar. O halde bireysel her çaba, her davranış ve yaklaşım geridir, hatalıdır. Bunun aksine kolektif, kurumsal ve örgütlü her çaba, her yaklaşım değerli, anlamlı ve doğrudur. Elzemdir. Bireysellik ve bireysel reflekslerden olduğu kadar kurumsal çıkarları zedelemekten sakınmak ama kolektif çalışma ve irade-eylem birliğini geliştirmek, kolektifin çıkarlarını esas alan yönelimi tartışmasız biçimde sahiplenmek doğru devrimci tutumdur.
Ağır faşist baskı şartlarında bedeller pahasına mücadele etmek dünyanın en saygın, en onurlu işidir. Her devrimci bu saygınlığı hak etmektedir. Fakat bu devrimci bu saygınlığın arkasına sığınarak hoyrat, kibirli ve bencil davranamaz. Bencilliğe denk gelen kaba hatalar yaparak kolektif çıkarlara zarar verme, kolektif çalışmaları zaafa uğratma hakkına sahip olmaz; saygınlığını gölgeleyecek burjuva tutumlara tenezzül edemez, etmemelidir. Kendi hırs ve çıkarlarımız değil, kolektifin çıkarları esastır. Kolektifin çıkarlarını korumanın bir biçimi kolektifin irade-eylem birliğini korumak, ortak çalışma kültürüne uygun hareket etmektir. Bu yeteneği sergilemek sorumlu her devrimcinin görevi, saygın ve mütevazı her devrimcinin değişmez tutum ve tercihidir. ‘’Her şeyin başı dürüstlüktür’’ der Mark. Ağır baskı şartlarının göğüslenmesinde, bu şartların ağırlaştırdığı bedellerin göze alınmasında tasvip edilmese de bazı gerilemelerin gündeme gelmesi anlaşılırdır. Bu kırılmalara maruz kalanların daha samimi, açık ve dürüst tutumla gerçekliklerini açıklayıp buna uygun pozisyon alması en doğrusudur; dürüstçe olanıdır. Kırılmaların belli sorunlar gerekçesiyle kamufle edilmesi ve geriye düşüşlerin saklanarak başka nedenlerle kılıflanması bir devrimcinin tavrı olamaz. Dürüstlük en büyük erdemlerdendir. Kişisel kırılmalarımızı gizleme çabasıyla kollektife ve kollektif çalışmalara zarar vermek ne devrimcidir, ne de dürüstlüktür. Tarihimiz ve yakın tarihimiz bu örneklere tanık olmuştur.
Kurumsal faaliyetlerin tarihi yığınca tecrübeyle doludur. Bu tecrübelerden ders çıkarmak yaşamsal önemdedir. Bunca tecrübeyi yok sayarak aynı ‘’çocukluk’’ dönemlerini yaşamak, aynı hataları tekrar etmek ve bu hatalardan kopmamak bir devrimci (veya devrimci kurum) için sadece ve sadece üzüntü vericidir. Halkın ve devrimin birliğe ihtiyacı vardır. Devrimci örgütün irade-eylem birliğine ihtiyacı vardır. Devrimci her birey kolektife ve kolektifin irade-eylem birliğine muhtaçtır. Sınıfın ve tüm halkın çıkarları bu birliğe muhtaçtır. Buna karşın, yanlışa meyledenler ileriye değil, yanlışa giderler. Yanlıştan dönenler ileriye, dönmeyenler karanlığın batağına giderler… Ciddi hatalar da işlemiş olsalar, hatalarını düzelterek öz-eleştiri verip samimi olarak devrime dönmek isteyenlere çağrımızdır; devrimci sınıf saflarında birleşmek ve devrimci mücadeleye katkı sunmak onurlu bir iştir. Bu çağrı sadece örgütten kopmuş olan güçlere değil, kolektif içinde küçük-burjuva bencil alışkanlıklarında ısrar edenleredir de. Kurum saflarında kaos ve karmaşa yaratarak bundan bencil hırsları temelinde yararlanmak isteyenler kurum kişiliğine yabancı küçük-burjuvalardır. Proleter ya da demokratik kurumlar içinde hastalıklı bireylerin olması genellikle mümkündür ve bu genel bir sorundur. Somut bir sorundan bahsediyoruz. Lakin bozuk kültür ve tarzı sürdürmede inatçı davrananlar olabilir. Bunlar elbette tahripkâr baylarla bir kefeye konulamaz, konulmasa da ısrar ettikleri hatalarıyla aynı rotaya hizmet ettikleri söylenebilir. Zira her hatanın burjuvaziye hizmet ettiği teorik doğrudur. Buna karşın kolektifin parçası olup da ciddi hatalara düşen yoldaşların ikna-eğitim yoluyla dönüştürülmesi esastır. Ancak tüm çabalara rağmen hatalarında ısrar edenler yürüdükleri yolda kaybolacaktır. Kurum veya kolektif içindeki hastalıklara işaret ederek bir bilinci yerleştirmek, hataları asgariye indirmek istiyoruz. Çünkü hata ve zaaflarımızı düzeltmeden sağlam bir kurum ve kolektif çalışmayı sağlayamayız. Her tartışmaya adeta ‘’mücadele’’ ve ‘’kavga’’ için oturan, her tartışmayı karşıtlık zemininde ele alan kronikleşmiş muhalefet tutumu göz önüne alındığında sorunlara işaret etmenin yerinde olduğu açığa çıkar. Müzmin muhalefet yerine, birleşen ve birleştiren, geliştirip ilerleten perspektifin edinilmesi, eleştiriyi yadsımayan doğru tutumdur. Zayıflıklarla oynamak devrimci sorumlulukla bağdaşmadığı gibi, kolektif karşısındaki sorumlulukla da bağdaşmaz. ‘’Burjuvaziyi dışarda değil, bizzat parti içinde arayın’’ bilimsel talimatı unutulmamalıdır. Sorunu hep dışarda ve yoldaşlarında aramak yerine, kendinde aramaktan başlamak bilimsel devrimci tavırdır. Özcesi, sorun, devrimci kişilikte yaşanan genel erozyon ve yabancılaşmanın düzeltilmesidir. Cılız da olsa alışkanlığa dönüşmüş bu eğilimler düzeltilmeden irade-eylem birliği ve ortak çalışma kültürü geliştirilerek kolektif irade sağlam temellere oturtulamaz.
Halkın Günlüğü dergisinden alınmıştır