Mevcut komprador tekelci klik siyasi partileri arasındaki dalaş ve çatışma, son tahlilde ve özünde temsil ettikleri emperyalist sermaye ya da emperyalist gücün temsilcisi olarak o güçlerin iktidar dalaşını ifade etmektedirler. Bundandır ki, köklü ya da belli başlı her siyasi parti arkasındaki emperyalist sermaye ve güce bağlı olarak varlıklarını, iktidar dalaşlarını sürdüreceklerdir. Elbette aynı odaklarca kurulan veya kurulacak olan ve toplumda karşılık bulan yeni partiler de aynı zeminde varlık gerekçesi bulup iktidar dalaşında boy gösterecektir, gösterebilecektir
24 Haziran seçim sonuçlarıyla, Türk hâkim sınıfları rejim değişikliğini yasal zemine oturtarak başkanlık sisteminin Türk usulü olan yeni yönetim sistemine geçtiler. Faşizmi maskeleyen göstermelik ve kaba parlamenter sistemi geride bırakarak, ‘’cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ diye adlandırdıkları, kuvvetler ayrılığını tekçi, faşist, tek adam sultasında toplayan, keyfiyetçi, hukuksuz, her bakımdan eğreti ve kaba başkanlık sistemi dönemini açtılar. Sistem ve yönetim değişikliği, başkanlığın sultanlık biçiminde düzenlendiği, kuvvetler ayrımının tekleştirilerek ‘’sultana’’ teslim edildiği bu yeni dönem, keyfiyetçi açık faşizmin devlet örgütü niteliğinde kurumsallaşması anlamına geldiği gibi, faşist devletin totaliter-otokratik nitelikte yeniden tahkim edilmesi anlamına da gelmektedir. Devletin bu nitelikte dizayn edilmesi, sadece Erdoğan’ın kişisel kaygı ve hırslarıyla alakalı olmayıp, esasta uluslar arası sermayenin talan ihtiyaçlarına uygun olarak ve emperyalist sermayenin önündeki bürokratik engel ve prosedürlerin kaldırılarak, bunların oluşturduğu hantal yapıdan çıkarılarak hızlı ve sorunsuz işleyen bir mekanizma olarak düzenlenmesi temelinde gerçekleştirilmiştir. Büyük sermaye tekelleri; sermayelerinin daha rahat dolaşım, daha büyük talan ve sınırsız sömürü serbestîsine kavuşan sermaye etkinliğinin önündeki bürokratik işlemleri devre dışı bırakma temelinde, Türk hâkim sınıfları devletini yeniden yapılandırma sürecine tabi tutmuş, bu süreci tamamlayarak, tüm anahtarları pazarlarının bekçisi olarak tayin ettikleri Erdoğan’ın eline vermişlerdir. Uluslar arası sermaye ile ona bağlı komprador tekelci sermayenin iktidardaki kliği, devlet ve pazarı kontrole alarak, ekonomik-siyasi imtiyaz ve tahakkümlerini daha katılaştırılmış ve kendilerince daha uygun koşullarda pekiştirmiştirler.
Bu dizayn ve yapılandırma durumu şartları, uluslararası sermayeye mutlak itaat, aynı mutlaklık ve uşaklık sadakatiyle büyük sermayenin çıkarlarını koruma görevini zımbalanmış yeni anayasal çerçevede garanti altına almayı ifade etmektedir. Diğer yanıyla, iç siyasi biçim açısından tek adamın koyu baskıcı ve keyfiyetçi faşist bir dikta yönetiminin tesis edilmesi anlamına gelmektedir. Ve tabi ki, bütün bunlar, uluslar arası sermaye güçleriyle Erdoğan temsilindeki Türk hâkim sınıflarının yukarıdaki çerçevede anlaştıklarını ve Erdoğan sultasına rıza gösterdiklerini, en azından belli bir dönem daha onu kullanmaya karar verdiklerini gösteriyor. İngiltere görüşmeleri ve ABD emperyalizmi ile ilişkilerin normalleştirilme hamleleri, elbette bütün bunlarda yapılan muhtemel anlaşmalar ve verilen muhtemel tavizler, verilen bu kararın arka planıdır. Ama bilinir ki, eşitsizler arasındaki anlaşmalar eşit olmaz…
Devletin, esasta uluslararası sermayenin çıkarlarına uygun olarak rektife edildiği bu ‘’yeni’’ dönem, sınıfsal ve siyasi özü itibarıyla aynı kalmak kaydıyla, bütün burjuva siyaset arenasını ‘’yeni’’ kulvara taşıyacak, burjuva siyasetteki tabloyu iki blokta merkezileşmeye itecek ve burjuva teamülleri erozyona tabi tutacak eğilime tanık olacaktır.
Kişiyi mutlak yetkiyle donatıp, kişinin keyfiyetine terk edilmiş ve kişi erkine indirgenmiş bir devlet ve yönetim biçiminin, yani ‘’cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ olarak yürürlüğe konulan ve yargı, yasama, yürütme kurumları şahsında tüm devleti, tüm yetki ve tüm hakkı bir kişinin serbestisine devreden ve başkanlık-sultanlık alaşımı Erdoğan sultası demek olan, yapılandırılmış bu devlet ve yönetim modeli, devletin bekası ve burjuvazinin sefahati için öngörülüp yaşadığımız çağın tek ve tipik bir örneğini temsil ederken, bu ucube garabetin kanlı bir tiranlığa, emekçi sınıfların yaşamı açısından felaketlere açık bir eşik olduğu kadar, burjuva dalaşın yeni bir vesilesi ve tepinmelerinin gerekçesi olacağı da söylenebilir.
Tekçi, tek adam otoritesine dayalı bu sistemin başında yetkilendirilmiş zatın megaloman saplantıları, kişisel hırs ve kaygıları, taşıdığı şeriat emelleri özel tehlike ve tehditler iken, sistemin sınıfsal ve siyasi karakteri, üzerinde yükseldiği doyumsuz talan ve gerici egemenlik ihtiyaçları, temsil ettiği ve nitelik edindiği dünya gericiliğiyle bağlantılı özellikleri, onu kökten proletarya ve emekçi halkların amansız düşmanı olduğunu kanıtlar. Bu sistemde yetkilerin tek kişinin eline verilmesi kadar, sistemin keyfiyetçilik karakteri de bağlayıcı hiçbir kural ve güç tanımayan sınırsız kişisel tercih ve uygulama serüvenine açık olmakla tam bir felaket davetidir. Keyfiyetçi karakter bilindiğinden de tehlikeli bir özelliktir. Nitekim hiçbir gerekçe gösterilmeden, delil ve kanıta dayanmadan her isteyenin suçlu ilan edilip hapse atılarak mahkûm edilmesi bunun bir alametidir. ‘’Makul şüphenin’’ tutulup sorgulanmaya yeterli sebep olmasındaki absürtlük, şimdi, keyfiyetçi olan bu sistemin genel karakteridir. ‘’Kitabın, sanatın bir bomba olduğu’’ kavrayışı ve bu kavrayışa uygun yaptırım uygulaması şimdi bu sistemin genel karakteridir. Şort giyen, hatta sadece kaldırımda yürüyen kadının yüzüne yumruklar yemesi veya saldırıya uğraması münferit dense de (değil), şimdi bu sistemin genel davranışı ve kültürüdür. Oruç tutmayıp sigara içenin, yemek yiyenin sokak ortasında yumruklanması, bıçaklanması, şimdi bu sistemin genel karakteridir. ‘’altı yaşındaki kız çocuğu evlenebilir’’ zihniyeti şimdi bu sistemin genel zihniyetidir…
‘’Yeni’’ sistem ‘’eskisini aratan’’deyiminde karşılık bulan açık faşizmden ve modern barbarlıktan başka bir şey değildir
Emperyalist sermaye ve onun yereldeki uzantısı komprador tekelci sermaye ve siyasi güçlerinin sınıf kardeşliği ve ortaklığı içinde; değişik millet ve milliyetlerden proletarya ve emekçi halkımızın, tekçi ırkçı-faşist paradigmalara dayalı asimilasyon politikalarıyla yok sayılarak milli kıyım ve mezalime tabi tutulmuş Kürt ulusu ile ırkçı-şoven Türk milliyetçiliğinin zulümkar gadrine maruz kalmış azınlıkların ve dinci-mezhepçi şovenizmle esaret altında tutulan, katliamlardan geçirilmiş inanç guruplarının, kokuşmuş erkek egemen gerici kültür ve sistemin kanlı prangalarına vurulmuş kadının, ortaçağcı şeriatçı sapık zihniyetin kurbanı olmakla birlikte, kelimenin gerçek manasında insanlık düşmanı, aşağılık, cani burjuvazinin organ pazarına dönüştürülen çocukların, önüne koyduğu sultanlık sistemi ya da reva gördükleri bu düzen, en hafifiyle ‘’eskisini aratan’’ deyiminde karşılık bulan açık faşizmden, modern barbarlıktan başka bir şey değildir.
İlgili devlet yapılandırılmasıyla tahkim edilen bu karakter ve bağlı gelişmeler, devletin tam bir savaş komuta mekanizması olarak ele alındığını da göstermektedir. Sultanlıkla tahkim edilmiş başkanlık(cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi), hükümetin tek kişi üzerinden sürdürülmesi gibi, başkanın başkomutan olarak tüm ve kusursuz yetkilere sahip olmasını sağlayarak, tam anlamıyla bir savaş devleti ve savaş komutanı tablosunu resmetmektedir. Devletin; hükümetin, yargının, yasamanın ve hatta bütün bürokrasinin, basın ve medyanın, ordu ve polisin komuta merkezi ve komutanı bu tek kişidir. Bu kişi, adeta bir savaş komutanıdır. Bu da bir rastlantı değil, bilakis tek komuta ve komutan biçiminde en katı merkezi nitelikte sağlanmış bu örgütlenme bizzat savaş örgütü ve örgütlenmesi olarak tasavvur edilip kurgulanmıştır. Dolayısıyla büyük sermayenin çıkarlarına uygun olarak yapılandırılan bu savaş örgütlenmesinin uluslar arası alanda, sermayenin talancı saldırganlık ve işgal-ilhak savaşlarında görev yürütmek üzere ele alındığı güçlü bir olasılık olarak söylenebilir. O halde sınır ötesi harekâtlar denilen talancı-işgalci saldırganlığın harlanacağı, çatışma veya savaşların gündeme geleceği varsayılmalıdır. Ki, Kandil-Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan topraklarına dönük hazır saldırganlık bunun kanıtıdır.
‘’Milli ve yerli’’sakızını ağzından eksik etmeyen ve emperyalist güçlere kafa tutmakla caka satan Erdoğan ve güruhunun, emperyalist yapılandırma usulüyle birlikte biçimlendirip başına geçtiği bu garabet devleti, hiçbir ulusal çıkar gözetmeden, hiçbir ulus-egemen/egemen-devlet engeli bırakmadan, tüm ulusal imtiyazı ortadan kaldırıp emperyalist talan ve sermayenin önünü sınırsızca açarak ona peşkeş çekerek, sakız ettiği yerli ve milliliğinin ne olduğunu, ahkâm kestiği emperyalist karşıtlığının ne menem şey olduğunu göstermiş oldu. Erdoğan ve güruhunun ne kadar milli olduğu, daha doğrusu milli olmadığı (milliliğin canı cehenneme, benimsediğimizden değil, Erdoğan’ın tutarsızlıkları ve ikiyüzlülüğünün deşifre edilmesi bakımından vurguluyoruz.), emperyalist proje temelinde iktidara gelişinden emperyalist haydutlarla sürdürdüğü bütün işbirliği sürecine ve mevcutta devam eden işbirlikçi karakterine kadar tüm tarih ve icraatlarıyla çıplak biçimde ortadayken; daha dün FETÖ’cü darbenin arkasında ‘’ABD var’’ demesine(doğrudur da) ve FETÖ’nün ABD’de korunmasına, iade edilmemesine rağmen ve yine daha dün darbecilerle ilişkisi vb. vs. suçları tespit edilip tutuklanmasına karşın, ABD’li rahip denilen ‘’darbe organizatörünün’’(yargılanması bu zemindedir) ev hapsi biçiminde de olsa serbest bırakılması, buna karşın Selahattin Demirtaş’ın, Enis Berberoğlu’nun, seçilmiş belediye başkanlarının, gazetecilerin, demokratik kurum faaliyetçilerinin vb. vs. içerde tutulması, hem de sabitlenmemiş keyfiyetçi hukuksuz suçlamalarla delilsiz-kanıtsız ve hatta savunmasız biçimde içerde yıllarca tutuluyor olması, bırakılmaması, Erdoğan ve güruhunun ne kadar millici olduğunu yeterince anlatmaktadır. ABD’li (‘’darbeci’)’ Rahip dışarı, Demirtaş ve Berberoğlu içeri! İşte, bu güruhun yargı bağımsızlığı yalanı arkasına saklanarak sergilediği ‘’yerlilik ve millilik’’in gerçek yüzü budur. Yargı bağımsızlığı yalanının iç yüzü de binlerce örneğin yanı sıra, ABD’li rahibin anlaşmalar neticesinde serbest bırakılmasıyla açığa çıkmıştır. (İlgili rahibin tutuklanmasını veya serbest bırakılmamasını istiyor değiliz ama Erdoğan’nın ‘’yerli ve milli’’ye karşı tutumu ile ‘’yerli ve milli’’ olmayana karşı sergilediği ‘’milli tutumun’’ deşifre edilmesi açısından bu örnek açıklayıcı ve isabetliydi… Sadece bunun için kullandık.)
Erdoğan sultası olarak başlayan bu süreç, bir taraftan burjuva siyaseti belirgin bloklarda (esasta iki odaklı) merkezileştirmeye götürürken, diğer taraftan komprador tekelci sınıf klikleri arasındaki çelişki ve çatışmayı derinleştiren muhteva taşımaktadır. Erdoğan iktidarı şahsında Tük hâkim sınıflarının iktidar eden egemen kliği, bağımlı olduğu ABD emperyalizmi tarafından yaptırım ve baskı altına alınarak iktidardan düşürülme sürecine getirildiğini anlayınca, ABD emperyalizmine karşı Rusya emperyalizmine yanaşma şantajını kullanarak, kendisini ABD emperyalizmine kabul ettirmeye ve iktidarda kalma pazarlığı temelinde siyasetler geliştirdi. Bu siyasetin özü, ABD emperyalizmi aleyhine Rusya emperyalizmine yanaşma sinyalleri vermek oldu. ABD emperyalizminden özellikle Kürt sorununda gerekli ödünü koparamayan Erdoğan, Rusya ile ilişkileri belli anlaşmalara kadar ilerletti. Aynı biçimde ABD ile de ilişkilerini düzeltme adımlarını attı. İplerinin iki tarafın da elinde olduğu söylenebilir. Kısacası, gelinen aşamada, ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizmi arasında gel-gitler yaşayarak denge oluşturmaya ve girdiği bu sürecin kördüğümünü nasıl çözeceğini bilmeyerek ikisi arasında bocalayan, dolayısıyla dünya ve bölge aktörleri olan bu iki güçten birini tercih etme zorunluluğuyla karşı karşıya olup, bu tercihini net olarak ortaya koyduğunda diğer emperyalist aktör tarafından mutlaka ama mutlaka dirseklenip yere serilebileceği ince bir ip üzerindedir.
İktidar etme gücü elde ederek ve özellikle de içerde burjuva muhalefet karşısında bu iktidar olma avantajıyla belli bir üstünlüğe sahip olup güçlü görülse de, bu klik iktidarının tek ayak üzerinde durduğu ve iki emperyalist aktör arasında tercih yapmakla yüz yüze olup, bu süreci çok daha uzun bir sürece yayma şansının kalmaması nedeniyle dirseklenip hırpalanmanın eşiğinde olduğu söylenebilir. İçeride karşıtı burjuva klik(ler) üzerinde bir üstünlük sağlayıp iktidarını sürdürme avantajına sahip olsa da, uluslararası tekelci sermayenin dünya hegemonyası temelinde gelişen iktisadi iç içe geçmişlik şartlarının siyasi iktidara da nüfuz ettiği dünya koşullarında ve dünya gericiliğinin parçası olma özelliğindeki bir iktidarın, aleyhine gelişme olma şartıyla bu dünya gerçekliğine rağmen güçlü olmasından söz edilemez, ayakta kalması düşünülemez.
İktidar erkini elinde tutan Erdoğan’ın en keskin hasımlarını kendisine katmasının zemini oldukça güçlüdür
İçerde egemen olmakla birlikte, büyük bir toplumsal kesim ve halk kitlelerinin iktidara karşı büyük öfke ve tepkiye sahip olduğu, önemli bir muhalefet ve mücadeleyle karşı karşıya olduğu da eklenmelidir… Öte taraftan devlet ve iktidara egemen olmanın büyük olanakları ya da nüfuzuyla diğer burjuva partiler üzerinde tesir gösterme, bunlara dönük dizayn operasyonları yapma yeteneği de sergilemektedir. İktidar gücüne karşı koyamayıp ona teslim olan burjuva siyasetçileri, akademisyenleri, entelektüelleri, gazeteci ve bürokratları denetimine alıp kullanmaktadır. Bu zeminde diğer burjuva partiler üzerinde siyaset mühendisliği de yaparak kendi eksenine toplamayı başarabilmektedir. İktidara yanaşarak iktidar olanaklarıyla palazlanmayı benimseyen birçok siyasi parti başkanının Erdoğan AKP’sine katılması tam da bu zemindeki gelişmelerdir. Nemalanma ve güç karşısında eğilme ya da güce tapma kültürünün yaygın olduğu geri toplumsal kültür koşullarında, iktidar erkini elinde tutan Erdoğan’ın en keskin hasımlarını kendisine katması tamamen mümkündür. Nitekim Erdoğan’a her türlü hakaret ve küfrü eden, en ağır siyasi suçlamalar yapan, ihanetle eleştiren Bahçeli’nin bütün söylediklerini yutarak Erdoğan’ın ‘’sağ kolu’’ olması, Numan Kurtulmuş’un, Süleyman Soylu’nun (ve hatta Erdoğan’dan gerekli ilgiyi görmeyen Doğu Perinçek’in yaltaklanmacı manevraları da) trajikomik siyasi serüvenleri mümkün gördüğümüzü kanıtlamaktadır. Hatta İyi Parti’den koparak AKP’ye katılmalar olursa hiç şaşılmamalıdır. Bahçeli’nin, Erdoğan’ın bastonu olmayı benimsemesinin karşılığında aldığı mükafat ise MHP içindeki muhaliflerin iktidar olanakları, Erdoğan zoruyla engellenip MHP’nin başında kalmasının sağlanması oldu. Tabi ki, 24 Haziran seçiminde aldığı oy oranı veya beklenilenin üstünde bir oy alarak başarılı bir seçim geçirmesi de Erdoğan’ın manipülasyonları sayesinde mümkün olmuş, bununla Bahçeli MHP’si güçlendirilmiştir. Zira onun güçlenmesi aynı zamanda Erdoğan ve iktidarının güçlenmesi anlamına gelir, dolayısıyla Erdoğan’ın Bahçeli MHP’sini güçlü göstermesi çelişki değil, anlaşılırdır…
Erdoğan’ın Bahçeli MHP’si ile süreci kendi açısından başarılı götürdüğü kesindir. Tabi Bahçeli MHP’sinin de… MHP’nin siyasi iradesi ve bağımsız siyasi parti niteliği son derece güdük ve tartışılır bir duruma da gelse, AKP’ye katılma sürecine geçiş yapmadı, başlamadı. Olağan koşullarda Bahçeli ve MHP’sinin mevcut pozisyonda siyasi onur açısından AKP’ye katılması daha doğru tavır olurdu. Ancak bu entegre sürecinin bir dönem daha devam edeceği anlaşılmaktadır. Ama belli tepki ve yargıları giderecek kadar işletilecek entegrasyon süreci sonunda bu katılımın gerçekleşeceği büyük olasılıktır. Mevcut haliyle ayrı kalmasının hiçbir sebebi olmadığı gibi, Erdoğan ve AKP açısından bir sakıncası, zararı da yoktur. Her politika ve kararda gerekli olan desteği ayrı durmasına rağmen vermektedir… Erdoğan’ın(AKP’nin) mecliste çoğunluğu yakalayarak istediği kararları çıkarması Bahçeli MHP’si ile yaptığı ve sürdürdüğü ittifak sayesinde mümkün olmaktadır. Şimdi iktidarın küçük ortağı iktidarın kaderini belirleyen durumdadır. Eli güçlüdür. Ta ki, Erdoğan İyi Parti’den, Saadet Partisi’nden gereksinim duyduğu vekil sayısını transfer etme durumuna gelene kadar…
Özcesi, komprador tekelci sınıfların iktidar eden egemen kliğinin durumu; ABD emperyalizminden kesin olarak bağlarını koparmamış, ama bu bağlılığın bağrında taşıdığı sancılar nedeniyle sırtını dayamak zorunluluğu zemininde Rusya emperyalizmi ile de ciddi bağımlılık ilişkileri geliştirmiş bir vaziyet olarak okunabilir. Bahçeli MHP’sinin gelişmeleri veya durumu da işaret ettiğimiz çerçevededir. Bu iki partinin ortaklaşmış siyasi iradesi bir koalisyon türü olmakla birlikte, bu iktidarın savaş iktidarı olma niteliğini de pekiştiren bir koalisyon olup, yukarıda izah etmeye çalıştığımız garabet sistemin, mecliste çoğunluk gereksiniminden doğan olası tıkanıklarını aşarak işlemesini ve oturmasını sağlayan öğedir. Bu zımni koalisyon kurulamamış olsaydı, cumhurbaşkanlığını kazanan Erdoğan’ın mecliste gerekli çoğunluğu bulamayarak istediği kararları alıp uygulaması, dolayısıyla gerçekleştirilen rejim ya da sistem değişikliğini pratik olarak uygulaması esasta mümkün olmayacaktı. Söz konusu koalisyonun bundan sonraki herhangi bir zamanda bozulması durumunda da aynı tıkanıklıklar yaşanacak, Erdoğan’ın sultası sınırlanabilecektir. Ancak bu koalisyonun bozulması pek mümkün olmayıp, ilerleyerek tek partide birleşmesi mevcut durumdaki esas olasılıktır.
Erdoğan’ın iktidar olarak tekrarladığı güçlü pozisyonla gerçekleştirdiği rejim değişikliği ve bunun siyasi tesiri esas olarak CHP-Kemalist klik içinde yankı bulmuştur
Aynı süreç, yani Erdoğan’ın iktidar olarak tekrarladığı güçlü pozisyonla gerçekleştirdiği rejim değişikliği ve bunun siyasi tesiri, geniş kitlelerdeki beklentiyi moral bozukluğuna dönüştürüp bir kırılmaya yol açmakla birlikte, esasta seçimlerde yenilgi alan CHP-Kemalist klik içinde yankı buldu. CHP’yi kongre toplama ekseninde iç tartışma ve muhalefet kaosuna sürükleyerek ciddi kırılmalar yarattı. Liderlik tartışması aktüelleşerek gündemini işgal etti, iç muhalefeti tetikleyerek güçlenmesini sağladı. CHP içindeki mevcut muhalefet ve tartışmaların eğilimi, şayet muhalefetin istemleri temelinde bir lider değişikliğine varmazsa veya bu süreç parti yönetimi tarafından engellenirse, CHP’den koparak yeni bir oluşuma gitmenin işaretlerini taşımaktadır. CHP’nin yaşadığı bu süreç aldığı seçim yenilgisinin bir sonucu olmakla birlikte, CHP içindeki eğilimlerin de bir ifadesidir. Daha devletçi, milliyetçi, ‘’sağ’’ ve statükocu klasik Kemalist gelenek ile burjuva ‘’sol’’ – ‘’sosyal-demokrat’’ siyaset zemininde yeniden yapılanma eğilimi taşıyan Kemalistler biçiminde bu eğilimleri tarif etmek mümkündür. Kuşkusuz ki, ‘’sağ’’ veya’’ sol’’-‘’sosyal demokrat’’ eğilimler olarak yaptığımız nitelemeler CHP içi burjuva kriterler açısından yapılmıştır. Aksi halde CHP’nin tekçi, faşist- milliyetçi bir devlet ve gerici düzen partisi olduğu, bu niteliğinin faşist olduğu su kaldırmaz bir gerçektir.
Devlet yönetiminde taşlar yerinden oynarken ve komprador tekelci sınıf klikleri istisnasız olarak iktidar imtiyazı için çırpınırken, bu klik siyasi partilerinde suların sessiz akması ve taşların yerinden oynamaması düşünülemez. CHP bu gerçeğin sancılarını yaşamaktadır. Ve bu süreç, yine emperyalist projelerden bağımsız gelişip tamamlanmayacaktır. Alman emperyalizmiyle bağları olan CHP, Alman emperyalizminin projeleri temelinde biçimlendirilecektir. Bu biçimlendirme esasta lider değişimi temelinde vuku bulacaktır ki, yeni liderin adresi alenen görüldüğü gibi Muharrem İnce’dir. Muharrem İnce seçim propaganda mitinglerindeki performansıyla önemli bir zemin yaratarak, liderlik sürecini hazırlayan bir dönem geçirdi. Evet, bu liderlik için bir hazırlık idmanıydı ve amacına ulaştı denilebilir. Elbette bu hazırlanma planı İnce’nin bağımsız tavrıyla sınırlı değil, ilgili emperyalist gücün planıydı. Kısacası İnce CHP’nin başına geçirilmek üzere hazırlandı ve büyük olasılıkla geçirilecektir de.
İnce’nin, seçimlerin bittiği akşam kamuoyunun önüne çıkmaması, yenilgiyi kabul eden açıklaması, Erdoğan’ı kutlaması gibi gelişmeler de, onun esas hedef olarak seçimi kazanmak için değil, CHP’nin başına geçmek için plan dâhilinde girdiği bir seçim ve kendini gösterme, liderlik için şartları yaratma süreciydi.
Gelişmelerin gösterdiği diğer bir gerçek ise, İyi Parti’nin maya tutmayacağıdır
Muharrem İnce’nin ‘’tehdit’’ edildiği şeklindeki kanıtlanmamış olmasından ötürü spekülatif diyeceğimiz, ama belli emareler temelinde gerçekliğinin de olduğuna kanaat ettiğimiz haberler şimdi daha dikkat çekici hale geldi. Zira Akşener’in son dakika golü değerindeki tavrı düşündürücüdür. Düşündürücüdür, çünkü alabildiğine iddialı sözler ederek burjuva siyaset sahnesine kararlı bir aktör portresi çizerek çıkmasına karşın ve parti olarak gelişme dinamiği ve potansiyeli olmasına, bunu görmesine karşın, daha ilk ‘’yarıştan’’ hemen sonra ve bu ‘’yarışta’’ başarısız da olmamasına rağmen pes demesi olağan bir gelişme olarak görülemez. Beklenmedik ve hatta ilginç biçimde, Meral Akşener, İyi Parti’nin kongresinde genel başkanlığa aday olmayacağını açıkladı veya kongre sürecinde genel başkanlıktan istifa ettiğini duyurdu. Partisi ise, bunun aksine, yani ‘’olumlu’’ irade belirtirken, Akşener partisinin açıklamasın karşılık tavrında ısrarlı ve kararlı olduğunu yineledi. İyi parti’ye soğuk duş aldırdı. En önemlisi de Akşener’in bu kararından partisinin haberinin olmadığı, dolayısıyla Akşener’in bu kararı sürpriz biçimde ve olağan dışı bir durumda aldığı anlaşılmaktadır. Dahası, Akşener ikna edici, makul bir gerekçeyle de açıklamıyor aday olmama tavrını.
Peki, ne oldu da Akşener arkasındaki bütün rüzgârını önüne alıp da malikânesinde dinlenmeye çekilme kararı verdi? Acaba, bu soruya verilecek yanıtla, İnce’nin seçim sonrası sergilediği ilginçliklerin ve ‘’tehdit edildi’’ sözlerinin arkasındaki gerçeklerin yanıtıyla aynı yanıt mıdır?! İkisi arasında bir benzerliğin olduğu izlenimini edinmek hiç de zor olmasa gerek. Adeta ‘’sihirli bir el’’ devreye girerek ‘’herkesi’’ bir plana uygun olan davranış durumuna çekiyor! Ve ilgili herkes ilginç bir benzerlikle buna kurbanlık koyun gibi boynunu uzatıyor, ‘’kaderine’’ boyun eğiyor; direnç gösteremeyerek eğmek zorunda kalıyor ya da bırakılıyor… Ve eğer bunlar birer rastlantı değilse ki değildir, o halde İnce ile Akşener spesifiğinde devreye giren bu ‘’gizli el’’, Erdoğan’ı iktidara getiren el ile aynıdır demek isabet olur. Bu elin Kılıçtaroğlu’na uzanmayıp İnce’ye uzanması da, bu elin Erdoğan’da, İnce ve Akşener’de devreye giren aynı el olduğunu destekleyen bir durumdur. Seçimin hemen ertesinde İnce ile Kılıçtaroğlu’nun, Erdoğan’ın seçim başarısının tebrik edilmesi-kutlanması konusunda takındıkları tutum nezdinde bu kadar keskin ayrışıma düşen açıklamalar yapması da tesadüf değildir.
Gelişmelerin gösterdiği diğer bir gerçek ise, İyi Parti’nin maya tutmayacağıdır. Burjuva sağda Erdoğan’a alternatif olabilir düşüncesi ve ümidiyle kurulan İyi Parti’nin küçümsenemez bir oy almasına karşın, beklendiği veya tasavvur edildiği gibi bir alternatif olmayı başaramadığı ortaya çıktı. Akşener’in çekilmesi ile de moral çöküntüsüne girerek dağılmaya yüz tutmuş duruma geldi. Ki, bu süreç ilk ipuçlarını, Bahçeli’ye muhalefet zemininde MHP’den koparak kurulma özelliği de taşıyan İyi Parti’ye ait milletvekillerinin mecliste Bahçeli’nin elini öpmesiyle vermişti. İyi Parti’nin dağılarak, mevcut milletvekillerinin AKP, CHP ve MHP’ye geçeceği öngörülemez bir sır değildir.
CHP’nin bölünmesi ve İnce liderliğinde sağ bloğu ihtiva edecek yeni bir partinin burjuva siyasal yaşama girmesi büyük bir olasılıktır
Özetle, CHP’nin bölünmesi ve İnce liderliğinde sağ bloğu ihtiva edecek tarzda yeni bir partinin burjuva siyasi yaşama girmesi büyük olasılıktır. Dağılan İyi Parti’nin önemli bir kesimi de, diğer belli sağ kesimlerle birlikte bu yeni parti içinde yer alacaktır. CHP’nin durumu küçülmüş ve marjinal Kemalist ‘’sol’’ olarak varlığını devam ettirecektir. İnce liderliğinde kurulacak muhtemel yeni parti, AKP’ye alternatif siyaset temelinde muhalefet yürüten belli başlı güçlü bir parti olarak siyasi hayata girecektir. Geleceğin burjuva siyaset yelpazesi esasta AKP ve İnce’nin liderliğinde kurulacak ‘’sol’’ yaftalı Kemalist ‘’sağ’’ partinin rekabetine sahne olacaktır. Her şeye karşın Kılıçdaroğlu liderliğindeki veya lider değiştirse de bu CHP komprador tekelci klik partisi olarak (belki küçülmüş olarak) belli bir varlık göstermeye devam edecektir.
Mevcut komprador tekelci klik siyasi partileri arasındaki dalaş ve çatışma, son tahlilde ve özünde temsil ettikleri emperyalist sermaye ya da emperyalist gücün temsilcisi olarak o güçlerin iktidar dalaşını ifade etmektedirler. Bundandır ki, köklü ya da belli başlı her siyasi parti arkasındaki emperyalist sermaye ve güce bağlı olarak varlıklarını, iktidar dalaşlarını sürdüreceklerdir. Elbette aynı odaklarca kurulan veya kurulacak olan ve toplumda karşılık bulan yeni partiler de aynı zeminde varlık gerekçesi bulup iktidar dalaşında boy gösterecektir, gösterebilecektir…
Kürt ulusunun siyasi partisi ise, çok daha farklı nitelikte olup, farklı ama sağlam ve demokratik varlık gerekçelerine sahiptir. Demokratik güçlerle ittifak politikası ve bu ittifak politikasını olumlu zeminde sürdürmesi onun(HDP’nin) başka bir sağlam temeli, dinamiği ve gelişme zeminidir. Kürt ulusu kitlelerinin büyük desteğine oturan ve ulusun demokratik iradesini temsil eden meşruiyeti ve ileri dinamiği zemininde güç ve potansiyelini koruyup sürdürme olanağına diğer partilerden çok daha üstün biçimde sahiptir. Devlet ve iktidar baskısının tüm gerici yönelimleri Kürt ulusu ve onun demokratik siyasi partisini ve temsil ettiği mücadeleyi siyaset sahnesinden silmeye yetmeyecektir. Devasa baskılar altında görece yaşanan zayıflamalara karşın, ortaya koyduğu seçim başarısı bunun karartılamaz kanıtıdır.
Bu makale ilk olarak Halkın Günlüğü’nde yayınlanmıştır