Anlayışların netleşmesi veya düzeltilmesi temelinde doğru anlayışların geliştirilmesine dönük çaba iyidir. Objektif ve dürüst olunduktan sonra, bu çaba ve uğraşlar geriletmez, ilerletir. Elbette doğru anlayışların geliştirilmesi bilimsel bakış açısı başta olmak üzere, tecrübe, metot, tartışma, fikir zenginliklerinden faydalanma, doğru-yanlış arası ayrışımını devrimci kaygılarla ele almayı vb. vs. gerektirir.
Doğruların tekleştirilmesi ya da tek doğru var görüşüyle (önyargısıyla) hareket etmek, doğruları bir yanıyla ele alma/görme ama doğrunun tamamına bakmama şeklindeki bakış açısı ezberci tek yanlı bakış açısıdır. Bu zemindeki hatalı görüş ve anlayışların yeterince geliştiremediği ya da sorunlu sonuçlar yaratarak yanlışa sevk ettiği tecrübelerimizle kanıtlıdır. Doğru olarak bildiğimiz ve yıllarca ısrar edip sürdürdüğümüz bir dizi hatalı anlayış, yaklaşım ve pratikten söz etmek abartı-yanlış olmaz. Muhasebe bu zeminde anlam kazandı, bunları deşifre etti. Bununla ufkumuzu açtı, doğrultumuzu düzelterek sağlamlaştırdı. Bu yönelimi takip etmeyi prensip alan sonraki süreçler de esasta aynı doğrultuda adımlar attı… Tarihin tümüne bakıldığında gelişme ve ilerlemelerin hepsinin bu yolu izlediğini söyleyebiliriz. Doğru ile yanlış hep mücadele içinde oldu. Görece sonuçlar ne olursa olsun ilerleme seyri genel prensip olarak yaşandı. Değişim ve gelişmeyi durdurmak mümkün olmadığı gibi, yanlışların düzeltilmesi, hatalı kavrayışların doğru zemine oturtulması da bu sürecin değişmez ayağı oldu. Bunun hep böyle ilerleyeceği aşikârdır. Doğrunun inkârı faydasız olmakla birlikte, sahiplenilmesi ise doğrunun egemenliğini şartlar. Doğru fikir ve anlayışları kaygısızca benimseyip geliştirmek, hatalı fikir ve anlayışları ise düzelterek ilerlemek zorunludur. Şimdi, soru şu; biz ilerleme çizgisini mi benimseyeceğiz, yoksa ilerlemeyi durduran yönelimi mi? Yani, diyalektiğin, mücadelenin, ilerleme çabasının tabii olarak gündeme getirdiği gelişmeye karşı mı duracağız, yoksa gelişme yönelimini ret mi edeceğiz? Devrimci temelde değişime dur demek gericilik olacağına göre, her devrimci veya ileriye dönük değişim çabasını destekleyeceğiz, öznesi olacağız. Devrimcilik tam da budur.
Değişimin ya da bu nitelikte ifade bulan ilerlemenin, gelişmenin, hatalı anlayışların düzeltilmesinin vb. sosyal pratikte, teoride, ilkede tutarlılık arz etmesi kuşkusuz ki gereklidir. Değişim veya ilerlemenin doğru orantılı olup olmadığı elbette tayin edici halkadır. Her değişim yüklenen olumlu anlamla doğru orantılı olmayabilir ya da her değişim-ilerleme denilen her şey gerçek anlamda ilerleme olmayabilir. O halde, bu kavramların doğruda mı, yoksa yanlışta mı karşılık bulduğuna kim karar verecek? İşte can alıcı temel soru budur.
Kim karar verecek? Bir; bilimsel sosyalizm teorisi. Bilim, teori, mantık, diyalektik, mücadele pratiği ve tecrübe onay verecek doğru ya da yanlışın ne olduğuna. İki, sınanıp denenmiş olanın sosyal pratikteki karşılığı. Benimsenip savunulan şey ne sonuçlar vermiş, ne tahribatlar yaratmış, ne kazandırmış, gelişmeye mi dinamik olmuş yoksa patinajla gerilemeye mi neden olmuş, işte bunlar verecek kararı. Çoğu kez de vermiş bu kararı. Lakin insanın düşüncesi genellikle pratiği takip eder. Pratiğin teoriden yaşlı olduğu doğrudur. Elbette devrimci teori devrimci pratiğin kılavuzudur. Bu anlamda teori pratiğe yön verir ama teorinin pratikten çıktığı unutulamaz, yadsınamaz gerçektir. Nitekim devrimci teori de devrimci pratiğin sonuçlarıyla gelişir. Ne pratiğin önemi, ne de teorinin önemi küçümsenemez; bunlar karşı karşıya konamazlar. Deneyci(dar deneyci) değiliz kuşkusuz. Doğru fikirler-anlayışlar pratikte sınanmadan da dorudurlar. Ama nihayetinde doğruların doğruluğu pratik tarafından kanıtlanır. Pratikte sınanıp kanıtlanmayan doğru, ‘’kesin’’ ya da ispatlanmış değil, pratikte kanıtlanmaya muhtaçtır esasta. Bilginin gelişim seyri pratiğin serüveninde ilerleyen bu yolu izler…
Daha önce çeşitli vesilelerle çeşitli makalelerde okuduk; ‘’parti araçtır’’ şeklindeki doğru fikir, bu doğru fikrin bütünlüklü değil de, tek yanlı propaganda edilmesi nedeniyle yanlış eğilimlere yol açtı. Partinin stratejik önemi unutularak basit bir araç derekesinde ele alındı veya tek yanlı hatalı yaklaşımla bu derekeye düşürüldü-düştü. Gelişen bu hatalı anlayış neticesinde partinin ciddiyeti, önemi, saygınlığı, otoritesi vb. vs. sarsıldı bir biçimiyle. Hatalı bir yöntem veya tek yanlı vurguyla savunulan bu doğru görüş, yöntem ve tek yanlılığından kaynaklı olarak hatalı sonuçlar yarattı. Parti algısı veya kavrayışında gedikler açtı adeta. Mücadele tarihi son derece sınırlı olanların parti karşısında sergiledikleri hoyratlıkta bu hatalı algının rolü inkâr edilemez. Evet, parti kutsanmamalı ve partiye karşı çıkılmalı gerektiğinde. Ancak bunun prensibi ve adabı vardır. Çığırdan çıkan düzeyde parti karşısında sergilenen pervasız yaklaşımlar benimsenemez olup, bu hatalı algının eseridirler.
Öte taraftan ‘’her şey parti için’’ diyen görüş de aynı derecede hatalı ve sakıncalı sonuçlar yaratandı. Partinin eleştirilemez bir tabu haline getirilmesi gelişmenin, ilerlemenin önündeki en büyük handikaplardandır. Parti amaç haine getirildikten sonra, partiyi zayıflatan her tavrın düşman olarak algılanıp en sert yaklaşımlara maruz bırakılması da bu hatalı kavrayışın eseri-sonucudur…
Örnekler çoğaltılabilir. Ama bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, bazen doğru fikirler hatalı, tek yanlı olarak veya hatalı yöntemlerle savunulduğunda doruya değil, yanlışa hizmet ederler. Anlayışların bütünlüklü ve tam olarak savunulması bu bakımdan yaşamsal önemdedir. Aynı zamanda temel anlayış, argüman ve kavramların ya da benimsediğimiz her görüş ve anlayışın hatalı yanlardan kurtarılarak düzeltilmesi elzemdir. Doğru anlayışlara, argüman ve şiarlara vb. vs. yanlış ya da hatalı anlamlar yükleyerek dorular güçlendirilemez. Hataların savunulması onları büyütür. Hataların düzeltilmesi veya onlardan vaz geçilmesi ise doğruları büyütür.
Yukarıda dediğimiz gibi, bazen doğru bildiklerimiz yanlış çıkabilmektedir. Yanlışlık açığa çıktığında bunu reddetmek-kabul etmemek tutuculuktur. Tutuculuk ilerletmez, geri tutar-geriletir. Bazen de doğrular, zamanla-değişen koşullarla ve gelişen teoriyle birlikte değişir, gelişirler. Bu ilerleme çizgisidir, diyalektiğidir. Bu reddedilemez, önünde durulamaz bir süreçtir. Devrimcilik-ilericilik ile bağnazlık-gericilik arasındaki temel ayrım bu değişim ve ilerleme karşısındaki tutumda açığa çıkar… Doğru bildiğimizin yanlış çıkması veya hatalı-eksik olduğunun açığa çıkması bizleri yıkmaz. Bilakis, açığa çıkan bu durum ilerlememizin dinamiğidir. Yadsıma-olumlama-yadsıma-olumlama… diyalektik helezonu tüm çelişme ve gelişmeyi açıklarken, bizlerin hatalı görüşlerimizi yadsımamız yadırganamaz. Zira bunlar bizleri gerileten-yıkan değil, ilerletecek olandır.
Yadsınan şey ile birleşilen-benimsenen şeyin ne olduğu göz ardı edilemez. Ne oldukları, teori tarafından, pratik tarafından, tecrübe tarafından ve elbette ortaya çıkan sonuçlar-ürün tarafından ayrıştırılabilir.
Muhasebe yapıldığında koparılan fırtınaları hatırlamakta fayda var. Revizyonizmden, tasfiyeciliğe, inkârdan savrulmaya kadar yığınca itham ve eleştiri yapıldı ve hatta örgütsel ayrılıklar ilan edildi. Peki, sonuç ne oldu? Muhasebenin ortaya koyduğu sonuçların doğruluğu kanıtlandı ve kabullenildi. Hemen her süreç benzer reflekslere tanık oldu. Ve benzer sonuçlara da… Seçimlere dönük taktik politikalar devreye sokulunca tasfiyecilikten legalizm ve parlamentarizme vb. vs. bir dizi damgalamalar, eleştiriler yürütüldü. Hepsinin önyargılı olduğu açığa çıktı. İlgili taktik politikanın doğruluğu pratikteki kazanımları veya yansımalarıyla esasta görüldü-görülebildi…
Peki, bütün hatalarımız, hatalı anlayış ve yaklaşımlarımız bitirildi mi, bitti mi? Bunu iddia etmek teorimize, diyalektiğe ve gerçeğe aykırıdır. Dolayısıyla, bugün de yarın da açığa çıkan veya görebileceğimiz hatalarımız, yanlış anlayışlarımız olacaktır. Ve olduğunda-görüldüğünde hiç tereddüt etmeden hatalar düzeltilip doğru anlayışlar benimsenecektir. Bu, bilimin-aklın yoludur. Bunu reddetme dogmatik tutuculuktur. Doğru-yanlış mücadelesi ilerleme-gelişme sürecinin tayin edici temel mücadelelerindendir…