AKP’nin 22 yıllık iktidar süreci, giderek derinleşen ekonomik kriz ve krizin doğurduğu yoksulluk -işsizliğin her geçen gün büyüdüğü bir süreç olmuştur. Güncel durumu ifade bağlamında, AKP sürecini ifade etmemiz, “TC” egemenler sistemi önceli iktidar ya da hükümet dönemlerinde, işçi sınıfı ve ezilenler açısından daha parlak dönemler olduğu anlaşılmamalı. Kapitalist dünyanın en barbar sermaye kesiminin iktidarı olarak tarih sahnesine çıkan “TC” egemenler sistemi, her politik-iktisadi sürecini ezilenleri sömürme ve şiddetle baskı altına alma anlayışına göre dizayn etmiş, açık ve örtük faşist yöntemlerle siyasetini icra etmiştir.
Bugün AKP-MHP iktidar bloğu, bu tarihsel miras üzerinden, kendisini güncel iktisadi-politik ihtiyaçlarına göre organize etmekte, temsil ettiği sermayenin çıkarları doğrultusunda ezilen ve sömürülen halka açlık sınırındaki yaşam koşullarını dayatmaktadır. Kuşkusuz bu ekonomik politikaların beslendiği zemin, “TC” iktisadının niteliğidir. Uluslararası emperyalist tekel sermayesinin, yayılma ve büyüme akslarının ortasında olan iktisadi yapı, komprador tekelci işbirlikçi sermaye gruplarının emperyalist sermayeye bağımlılığı denkleminde, işçi sınıfına, köylülere, emekliye, esnafa açlık sınırında yaşamayı dayatmakta emek ve doğal kaynaklarını, sermayenin daha fazla büyümesi için kuralsızca sunmaktadır. İktisadi yapının bu genel niteliği yanında, yapısal çelişkilerinden gündeme gelen her kriz, sermayenin daha da büyümesi için fırsata çevrilmekte ve krizin ağır faturaları işçi ve emekçilere ödetilmektedir. Kriz koşullarından çıkma adına, gündeme getirilen ekonomik politikaların temel mahiyeti budur. Ki son Şimşek programı olarak şişirilen, özel kalem vergilerle, düşük ücret politikasıyla, spekülatif sermaye hareketiyle, döviz kuru oynamasıyla, esnek çalışma koşulları ile sermayeye kar ve rant sahası, işçi ve emekçilere yoksulluk-açlık üreten ekonomik programın özeti, bu somut durumu ifade etmektedir.
Bu iktisadi nitelikten dolayıdır ki, bunca “kriz bizi teğet geçti” yalanlarının reddi olarak, emperyalist ülkelerde meydana gelen ekonomik kriz misliyle “TC” ekonomisini derinden sarsmaktadır. Dünyadaki 2008, 2009, 2018 ve 2022 krizlerinin yarattığı sarsıntılar gibi. Yoksulluğun, işsizliğin ve enflasyonun nedeni de ekonomik krizden çıkma adına, sermayenin “kutsal çıkarlarına” göre planlanan ekonomik paketlerdir. Ağır sömürünün yanında, yolsuzluk, hırsızlık, esnek çalışma koşullarına göre oluşturulan “hukukla” elde edilen rant, kara para, sermayeye akan kalemleri teşkil ederken, yoksulluk, açlık, ağır koşullarda güvencesiz çalışma, ekonomik-demokratik örgütlenme hakkından dahi maruz bırakılma, hak arama eylemlerini “terör faaliyeti” damgalamasıyla bastırma ve işçi sınıfı ve ezilenleri susturma olarak gerçekleşmektedir.
Açlık sınırının, burjuva ekonomik işleyişe göre “yenilenmesi” olarak asgari ücret!
Burjuva iktisadi hukuk kapsamında “asgari ücret”, en geri yaşam standardı anlamına gelmektedir. Yani bir işçi ölmeyecek kadar yaşam standardı ve işveren için emek üretkenliğine katılım sağlamasını yaratan asgari koşul. Bunun pratikteki karşılığı açlık ve yoksulluk sınırıdır. Türk hâkim sermayesi açısından bu tablo daha vahim bir durumu ifade etmektedir. Öncelikle, işçi sınıfı ve kamu çalışanları başta olmak üzere, hizmet sektörü vb. gibi geniş iş sektörlerinde, ezici bir çoğunluğun asgari ücretli olarak çalışmak zorunda bırakılması, dünya ülkeleri sıralamasında çarpıcı bir yerde durmaktadır. İkincisi, bugün asgari ücret tartışmalarında bol sıfırlı rakamların telaffuz edilmesinin, pratik hiçbir karşılığı yoktur.
Mevcut komprador tekelci işbirlikçi burjuva iktisat koşullarında, emeğin alması gereken değeri, iktidar sözcülerinin insafında tartışmak bile abestir. Ama burjuva iktisat içinde dahi, bir ücretin somut karşılığının ölçütü, alım gücüdür. Mevcut pahalılık ve enflasyon karşısında, sürekli düşen alım gücü koşullarında, asgari ücrete yapılacak bol sıfırlı “zam”, somut olarak bir değer ifade etmediği gibi, sürekli büyüyen enflasyon karşısında erimesi boyutu ile, reel olarak yaşam standartlarına bir katkı değildir. Bu anlamıyla, işçi sınıfı ve emekçiler, asgari ücretin ne kadar olacağı tartışmalarına “umut” bağlayacaklarına, kendi emek değerlerinin karşılığını, asgari ücret ötesinde bir kazanımı esas alarak tutum belirlemelidirler.
Bu genel yaklaşımımızı esas alarak, yığınların geçim sıkıntısı ve açlık koşulları gölgesinde asgari ücret tartışmalarının neyi ifade ettiğini açıklamaya çalışalım. Asgari ücret maratonu aralık ayında “Asgari Ücret Tespit Komisyonu”nun toplanmasıyla başlayacak. Erdoğan’ın “Enflasyonun üzerinde, çalışanlarımıza alım gücünü koruyacak çerçevede muamele edeceğiz” sözlerinin ardından asgari ücretin gerçekleşen enflasyona göre mi yoksa hedef enflasyona göre mi artırılacağı tartışması, Erdoğan’ın sözünü ettiği alım gücü çapının, bir simit-bir çay olduğunu kanıtlamış oldu. Asgari ücrete yüzde 44 oranında zam yapılırsa asgari ücret 24 bin 483 lira olacak. Eğer asgari ücret 2025 yıl sonu enflasyon hedefine göre yüzde 21 oranında artırılırsa 20 bin 572 liraya çıkacak. Türkiye’nin gündeminde artan ekonomik kriz, yükselen gıda enflasyonu, tutmayan enflasyon beklentilerinin ışığında asgari ücrete 2025 yılı için planlanan bu rakam, açlık sınırının altında.
Türkiye- Kuzey Kürdistan illerinde uzun süredir, daha önce olmadığı kadar işçi sınıfı eylemlerine tanıklık etmekteyiz. Dönemsel Asgari Ücret belirlemesi ile, toplumsal tepkileri kısa dönemde olsa dindiren iktidar, mevcut durumda bunu sağlayamayacak ve ekonomik krizin derinliği, düşük ücret politikaları ile, ücretli kesimlere yansıdıkça, nesnel olarak, grev, direniş ve sokak eylemlerinin artmasına neden olacaktır. Yani “Asgari Ücret Zammı” beklentisi ile işçi ve emekçileri oyalayan, ilk belirleme dönemlerinde kısa süreli “sükûnet” süreci yaratan iktidar, bu dönem Asgari Ücretten bu yönlü yararlanamayacak, açlık sınırına karşı işçi emekçilerin tepkisini domine edemeyecektir. Yılın ilk aylarında açlık sınırı altında kalan asgari ücrete temmuz ayında da zam gelmemesi sonrası enflasyondaki yüksek seyirle birlikte 2025 yıl zammı erken konuşulmasının temel mantığı da, toplumda bir beklenti oluşturarak olası tepkileri zayıflatmak amaçlıydı.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, her yıl olduğu gibi bu yılda aralık ayında toplanacak. Çalışma Bakanlığı temsilcisi başkanlığında, “sendikalar” ve işverenler masaya oturacak. Komisyon toplantılarından çok önce başlayan asgari ücret zam tartışmaların odak noktası, karşılıklı yapılan öneriler. Bu bağlamda bakıldığında, ortada dolaşan rakamlar, iktidarın ekonomik programı kapsamında, düşük ücret-kemer sıkma politikasıdır. Ki “sendikaların” önerdiği rakamlar da iktidarın bu politikasından azade değildir. Yoksulluk sınırının, burjuva iktisadi verilerle dahi 60 bin TL civarında telaffuz edildiği ülke koşullarında, “sendikaların”, 30-35 bin bandında öneriyi pazarlığa açık tutarak yapması, işçi sınıfına ve emekçilere karşı oluşturulan konsepti ortaya koymaktadır. Yani “hak arayan” ve “hak veren” olarak oluşturulan masada, işçi sınıfı ve emekçilerin sözcüleri yok. İşçi sınıfının üretimden gelen gücünün de baskı, zor ve burjuva politikalarla tasfiye edildiği bir masadan, kamuoyuna yansıyan farklı fikirlere karşın, “düşük ücret politikası ile” çalışanları açlıkla “terbiye” etmek çıkacaktır.
2021 yılı son çeyreğinde kurlardaki sert dalgalanmalarla tırmanışa geçen enflasyon nedeniyle 2022 ve 2023 yıllarında asgari ücrete yılda 2 kez zam geldi. 2024 yılında enflasyonla mücadelede çalışan kesim öne çıkınca beklentilerdeki ve fiyatlama davranışlarındaki iyileşme için asgari ücrete yıl ortasında zam yapılmadı. 2024 yılına girerken, asgari ücrete yüzde 49 oranında zam yapılarak brüt 20 bin 2 TL, net 17 bin 2 TL olmuştu. Tüm bu bilgiler ışığında, 2025 yılı için asgari ücreti ve gelecek zam oranlarına yönelik planlama şu şekilde ortaya çıkıyor.
Beklenen enflasyon oranında zam!
Asgari ücret tartışmaları, fiyat istikrarından sorumlu TCMB’nin Enflasyon Raporu toplantısına da damga vurdu. Enflasyon Raporu sunumu sonrasında TCMB Başkanı Fatih Karahan ve Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ın değindiği asgari ücret konusunda öne çıkan başlık “hedef enflasyon kadar zam” oldu. Bu oran TCMB’de yüzde 21 olurken, farklılık göstererek Eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program’da da yüzde 17,5 seviyesinde olmuştu. OVP’ye göre hedef enflasyon oranında zam olursa, 2025 yılında asgari ücret 19 bin 977 TL olacak. TCMB’ye göre enflasyon tahmini olan yüzde 21 olursa asgari ücret 20 bin 572 TL olacak. Rakamların dili her şeyi açıklıyor. Orta vadeli Program sermayeye bahar sunarken, işçi sınıfı ve emekçilere “tanrının zoru” ile yaşatılacak kışı özetlemektedir.
2025 bütçesi ve emekçilere dayatılan düşük ücret!
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmeleri devam eden, 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’nin, geçmiş yıllardaki bütçelerle benzer şekilde, sermayeye daha fazla destek, emekçilerin sırtına daha fazla yük mantığıyla hazırlanmaktadır. Temel kamu hizmetleri alanlarına bütçeden ayrılan pay ve harcamaların niteliğine bakıldığında, iktidarın 2025 bütçesinde halkın ihtiyaçlarına “yokluk” edebiyatı yazarak, sermayenin beklentilerine ve hedeflerine bolluk demektedir. 2025 bütçesinde Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) 1 trilyon 452 milyar lira ayrılırken, MEB bütçesinin yüzde 80’i personele yapılan zorunlu harcamalara gidecek. Eğitim bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay ise yüzde 9,73 ile 23 yıl öncesinin neredeyse yarısına (yüzde 17.38) gerilemiş durumda.
Cumhurbaşkanlığının 2025 yılı yıllık programına göre 2025 yılında sağlık alanında özel sektör yatırımları (572 milyar 391 milyon) kamu yatırımlarından (146 milyar 191 milyon) 3.91 kat daha fazla olacak. Tek başına bu veri bile sağlıkta yaşanan özelleştirmenin boyutlarını görmek için yeterli.
2025 sağlık bütçesine bakıldığında Sağlık Bakanlığı için 2025 yılında toplam 1 trilyon 20 milyar 317 milyon lira bütçe belirlenmiş. Sağlık bütçesinin 274 milyar 404 milyon lirası (yüzde 26.9’u) koruyucu sağlık hizmetlerine, 826 milyar 722 milyon lirası (yüzde 73.1) tedavi edici sağlık hizmetlerine ayrılmış. 2024 ile karşılaştırıldığında koruyucu sağlık hizmetlerinde azalış, tedavi edici hizmetlerde artış yaşanacak. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi 2025 yılında 130 milyar 119 milyon lira olarak belirlenmiş. Merkezi yönetim bütçesinden ‘Din Hizmetleri ve Yaygın Din Eğitimi Hizmetleri’ için 2024 bütçesinde 79 milyar 718 milyon lira ayrılırken, 2025’te bu rakam yüzde 60 artışla 127 milyar 269 milyon liraya çıkartılıyor. Merkezi bütçeden ve bakanlıklara ait bütçelerden ‘cari transferler’ kalemi altında aktarılan kaynaklarla ülke çapında dini eğitim veren okullar ve sınıflar, 4-6 yaş grubu çocukları kapsayan “sübyan” mektepleri, kreşler, yurtlar, Kur’an kursları açılmaya devam edilecek.
2025 yılında savunma ve güvenlik harcamalarına ayrılan bütçe 1 trilyon 608 milyar lira ile tüm zamanların en yüksek rakamına ulaşıyor. “Savunma” bütçesinin yüzde 57’si “savunma”, yüzde 43’ü iç güvenlik için ayrılmış. Savunma ve güvenlik harcamalarındaki tek adam rejimi ile kalıcı hale getirilen baskıcı otoriter yönetim anlayışının (muhalif belediyelere kayyım atanması gibi) devam edeceği, ülkede yaşanan ekonomik ve siyasi krizin derinleşmesine paralel olarak, iç ve dış politikada tehdit ve gerginlik stratejisinin artarak sürdürüleceği anlaşılıyor. Yani iktidar, 2025 yılı Bütçe planlamasını, içte ve dışta sürmekte olan savaş haline göre belirlemektedir. En yalın anlatımla, bir savaş bütçesi ile daha muhatap olmaktadır ezilen ve sömürülenler. İktidar, bugüne kadar hazırladığı bütün bütçelere ‘en büyük’, ‘en sosyal’, ‘Eğitime ve sağlığa en çok pay ayıran bütçe’ olduğunu iddia etse de yıllar içinde bütçe yükünün büyük oranda halkın sırtına yıkılmış haksız savaş giderleri, yolsuzluk, hırsızlık ve rant kalemleri olmuştur. 2025 bütçesinde kamu hizmetlerine ve kamu yatırımlara bütçeden ayrılan payın azalması, halkın sırtındaki vergi yükü ve cepten yapacağı özel harcamaların belirgin şekilde artacak olması 2025 bütçesinin, sermayeye yaratılacak devasa kaynakları tarif ediyor. Asgari ücret ve memur maaş artışlarının enflasyonun altında belirlenmesi için yapılan yoklamalara paralel olarak, her fırsatta “İşçimizi, emekçimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz” söyleminde bulunan iktidar yetkililerinin esas politikası, 2025 yılında ücretleri daha sert bir şekilde baskılamak, ücret artışlarının resmi enflasyonun bile altında belirlenmektir.
Derinleşen yoksulluk emekçi kesime “kader” olarak dayatılıyor!
Polonez, As Plastik, MKB Rondo, Fernas, Perfetti, Epsilon NTD, Çemaş Döküm, Mersen, Doruk, Alaca, Tarkett, Ataşehir Belediyesi, Buca Belediyesi, HAVI Lojistik, Betek Boya, Eker, Elba Bant ve daha nice iş yerinde niceliksel farklılıkları olan, kimisi kamuoyunun gündemine daha fazla girmiş, kimisi ise çok duyulmamış işçi eylem, direniş ve grevler yaşandı. Ekonomik kriz ortamında, direniş ve hak mücadelelerinin yükseldiği bir atmosferde 2024 yılının sonuna geldik. Sendika isteyen işçilerin coplanması, çalışmasına rağmen aylarca maaşını alamayan işçinin durumu, ürünü tarlada kalan çiftçinin, iş yerini kapatmak zorunda kalan esnafın isyanı, bir ay içinde katledilen ellinin üzerinde kadının feryadı, halkın iradesinin yok sayılması, kayyım atamaları, gibi pek çok toplumsal sorun Türkiye-K. Kürdistan’daki siyasal durumun bütünlüklü aynasıdır. Bu durum, çelişkilerin giderek keskinleşeceği ve faşist saldırıların giderek hız kazanacağı anlamına gelir. Daralan ekonominin asıl yükü, mevcut ekonomik sistemde işçi sınıfı, emekçi halklar, dar gelirli insanlar, orta ve küçük işletmelere binmektedir. Ülkedeki işsizlik ve yoksulluk giderek kitlesel bir hal almış durumda. İktidar bütçe açığını kapatmak için her ay temel ihtiyaç maddelerine zam yapıyor. Asgari ücretin 17 bin, emeklilerin aylık gelirlerinin 12.500 lira olduğu ülkemiz Türkiye Kuzey Kürdistan’da bu para kiraları dahi karşılayamaz durumda.
Irkçı Türk-İslam ideolojisi zemininde kendisini üreten iktidarın kendisine direnenlere, hakkına arayanlara zulüm ve baskı uygularken, geri yığınlara, “kadere razı” olmayı salık vermektedir. Bu gerici zihniyet, yaşanan ekonomik kriz ve emekçi halka ödetilen yaşamsal bedellerin ortaya çıkardığı itirazları, artık yatıştıramamaktadır. İşçiler-emekçiler-emekliler, sosyal bir olgu halini almış açlık koşullarına, dağınık ve parçalıda olsa itiraz etmekte ve iktidarın sosyal tabanı olan kesimler dahil, kimse bu itiraza giydirilmeye çalışılan “kader” gömleğini kabul etmemektedir. Bu itirazların örgütlü olmaması, bu durum tespitinin subjektif olduğu anlamına gelmez.
İktidar işçi sınıfı ve emekçilere, düşük ücret politikası ile açlık sınırının altında yaşamayı, sermayeye sunulacak “kutsal ibadet” olarak vaaz ediyor. Somut sınıf çelişkilerini derinleştiren bu vaaz, nesnel olarak işçi sınıfının itirazını büyütmekle kalmayacak, öznel bir güç olarak işçi sınıfının emekçilerle birliği zemininde, ayağa kalkmanın vesilesi olacaktır. Gelişmelerin yönünü tayin eden budur.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.